Bölüm 2: Strateji ve İhanet Kokusu
Babamın odasından çıktığımda, ciğerlerimde hâlâ o ağır, ilaç ve ölüm kokulu hava vardı. Kapıyı kapattığım an, sırtımı dayayıp gözlerimi yumdum, bir an için nefes almaya çalıştım. Zihnim, babamın cümleleriyle paramparça olmuştu. "Suna ile evleneceksin... Vasiyetim bu..." Her kelime, İzmir'de bıraktığım hayatı, Mavi'yi, özgürlüğümü bir çekiçle parçalıyor gibiydi. Mavi'nin gülen gözleri, sahilde koşarken uçuşan saçları bir anlığına zihnimde canlandı. Sonra, o görüntünün yerini, koridorda karşılaştığımız o siyah entarili, dikenli güzel, Suna aldı. O dik duruşu, isyan dolu bakışları... Aklım Mavi'de asılı kalmıştı, ama vücudum, bu yeni, yasak ve keskin bir bıçağa benzeyen varlığa karşı uyarılmıştı. Bu ihanetti. Kendime ihanetti.
İçimdeki sikik duygu karmaşasını, öfkeyi ve suçluluğu bastırmak için avluya, nar ağacının altına yürüdüm. Gece, günün sıcaklığını emmiş taşlardan yükselen ıslak toprak kokusunu getiriyordu. Havada, fırtına öncesi sessizliğini andıran ağır bir gerginlik vardı. Cebimden bir sigara çıkardım, titreyen ellerle yaktım. Kibritin alevi, bir anlığına karanlığı yırtarak yüzümü ısıttı. İlk dumanı ciğerlerime çekip, zehrin vücuduma yayılmasına izin verdim. Bu, kontrol edebildiğim tek şeydi.
Tam dumanı havaya üflerken, arkamda bir çakıl taşının hafifçe yer değiştirdiğini duydum. Yavaşça döndüm. Suna'ydı. Sessiz bir hayalet gibi, siyah entarisinin içinde süzülerek yanıma gelmişti. Loş avlu ışığı, yüzünün keskin hatlarını vurguluyor, porselen teninde hafif bir parıltı oluşturuyordu. Narin bir çiçeği andırıyordu, ama duruşundaki o dikenli gurur, onu zehirli, büyüleyici bir orkideye dönüştürüyordu.
"İçin rahat mı?" diye fısıldadı. Sesinde açık bir alay vardı, altında ise keskin bir meydan okuma saklıydı; bir testti bu.
Bir kahkaha atmak, bağırmak, onu itip kakmak geldi içimden. Bunun yerine, gergin ve çatlak bir sesle karşılık verdim: "Sen ne sanıyorsun? Babam yukarıda ölüm döşeğinde, bana hayatımı mahvedecek bir vasiyet bıraktı. Sen de gelip 'için rahat mı' diye soruyorsun? Bu senin için de bir zafer mi?"
O ince, narince kıvrılan dudaklarıyla gülümsedi. Gülüşünde zafer değil, acı bir anlayış ve aynı kaderi paylaşmanın getirdiği sinirli bir yakınlık vardı. "Demek," diye söze başladı, her kelimeyi tartarak, "sen de istemiyorsun bu zoraki evlilik palavralarını."
"İstemek mi?" diye hırladım, sigaramı nar ağacının pürüzlü gövdesine söndürerek. "Kardeşim, ben İzmir'de kendi hayatımı yaşıyordum. Sevdiğim bir kadın var, Mavi. Bir işim, bir düzenim, bir geleceğim vardı. Burada, bu taş evlerin içinde, seninle bir evlilik oyunu yapmak benim ne işime yarayacak? Bu benim hayatım, lanet olasıca bir miras değil!"
Bana doğru bir adım daha attı. Mesafe azalmıştı, artık parfümünün ağır, baharatlı kokusunu alabiliyordum. Sandığımdan daha uzundu; bakışları neredeyse benimkilerle aynı hizadaydı.
"Belki de," dedi, sesi artık bir fısıltıdan ibaretti, "ikimiz de bu b*ktan kurtulmanın bir yolunu bulabiliriz." İnce, narin parmağının ucuyla, dokunmadan, havada göğsümün tam ortasında bir daire çizdi. Dokunmasa bile, tenimde bir karıncalanma hissettim.
İçimde bir şeyler kıpırdandı. Bu kız tehlikeliydi. Sınırları biliyor ama onlara saygı duymuyordu. Aklım Mavi'ye, onun saf güvenine gitti. Ama bir yandan da, bu labirentten bir çıkış yolu sunuyordu.
"Ne demek istiyorsun?" diye sordum, sesim daha düşük, daha temkinli bir tonda.
"Baban ve benim babam," diye açıkladı, bakışları dudaklarımdan yavaşça boynuma, gömleğimin yakasının açık olduğu yere kayarak, "bu evliliği kendi çürümüş, şeref ve borçla dolu dünyalarında bir zafer anıtı gibi görüyor. Ama onlar dünyadan habersiz ihtiyarlar." Duraksadı, nefesinin sıcaklığını aramızdaki mesafeden hissedebiliyordum. "Biz... onlardan daha akıllıyız. Biz 'evleniriz'. Bütün bu aşiretteki herkesi kandırırız. Gerekli törenler, gerekli imzalar... Miras, aile borçları, her neyse, hallolsun. Sonra, yeterince zaman geçtikten, herkes oyunun bittiğini sandığında, sen İzmir'deki mavili kıza, ben de... kendi hayallerime doğru sessizce kaçarız. Herkes mutlu."
Konuşurken dudakları kulağıma çok yakındı, sıcak nefesi kulak mememi ısıtıyordu. Mavili kız. Mavi'yi böyle tanımlaması içimi bir acıyla burktu. Bu plan mantıklıydı. Kaçışa bir şans sunuyordu. Ama aynı zamanda, Mavi'ye karşı işlenmiş büyük bir aldatmaydı. Ona evli olduğumu söylemek zorunda kalmak... Ama sonunda onu kazanacaktım, değil mi? Bu, gerekli bir kötülük müydü?
"Yani," diye mırıldandım, sesim boğuk çıkıyor, zihnim savaş halindeydi, "göstermelik bir evlilik mi? Bir numara?"Ben ağalık yapmak zorunda kalmayacağım
"Evet," diye fısıldadı, bedeni hafifçe, neredeyse hissedilmeyecek kadar bana doğru eğildi. Zaten baban ölmeden sen ağalık yapamazsın babanın buna izin vermesi gerekiyor onun içinde senin gerçek bir yönetme kapasitesine sahip olduğunu ve hükmedebildiğini kanıtlaman gerekiyor. Yani kısacası "Göstermelik... Kağıt üzerinde." Sonra, sesini daha da alçaltarak, adeta zihnimin en karanlık köşesine fısıldar gibi ekledi: "Ama bazı şeylerin... bazı anlaşmaların gerçek olmasına, ya da olmamasına, kimse karışamaz, değil mi? Sınırlar... bizim tarafımızdan çizilir."
O an, bir elektrik kesintisi mi oldu, yoksa avludaki tek ampül mü yandı, bilmiyorum. Ani bir karanlık çöktü üzerimize. Gözlerimiz karanlığa alışana kadar geçen birkaç saniye, bir ömür kadar uzun geldi. Karanlıkta, onun sıcak nefesini yüzümde, sadece bir karış ötemde hissediyordum. Tüm o isyanım, öfkem, kaybetme korkum, Mavi'ye duyduğum suçluluk ve bu yasak cazibenin yarattığı çekim... Hepsi bir anda, zihnimde amansız bir savaş veriyordu.
Karanlık, fiziksel yakınlığı dayanılmaz kılmıştı. Onu öpmek, o alaycı dudakları susturmak, bu gerginliği bir patlamayla boşaltmak için içimde güçlü bir dürtü hissettim. Elim, istemsizce yana doğru kıvrıldı, onun entarisinin ipek kumaşına değmek için.
Ama sonra Mavi'nin yüzü, o saf, bana sonsuz güvenle bakan gözleri zihnimde belirdi. Bu, ona ihanetin ilk adımı olurdu. Sadece fiziksel değil, duygusal bir ihanet.
Nefesimi tuttum ve bir adım geri çekildim. Taşların üzerinde ayağımın çıkardığı ses, karanlıkta bir silah sesi kadar yüksek geldi.
"Bu... bu bir iş anlaşması o zaman," diye zorlukla mırıldandım, sesim gergin ve çatallı. "Stratejik bir ittifak. Başka bir şey değil."
Karanlıkta, Suna'nın hafifçe iç çektiğini duyabildim. Sesinde hayal kırıklığı mı, yoksa saygı mı vardı, ayırt edemedim. "Elbette," diye yanıt verdi, sesi tekrar o ilk halindeki gibi keskin ve kontrollüydü. "Başka bir şey değil. Yarın detayları konuşuruz."
Işıklar aniden geri geldi. Gözlerim kamaştı. Suna, olduğu yerde, bana bir anlam yüklemek imkansız bir ifadeyle bakıyordu. Sonra, sessizce döndü ve siyah entarisiyle geceye karışarak uzaklaştı.
Orada, nar ağacının altında, yalnız başıma, kalbim hâlâ deli gibi çarpıyordu. İkimiz de yalan söylemiştik. Bu, bir kaçış planı değil, içine düştüğümüz yeni ve çok daha tehlikeli bir labirentin ilk adımıydı. Ve lanet olsun, bu labirentin karanlık çekiciliğinden korkmaya başlamıştım. Ateşe fazla yaklaşmıştım ve üzerimdeki barut kokusunu alabiliyordum.