SEO yazıya öyle bir bakıyordu ki, adeta donmuştu. Gözleri ekrandaki satırlara kilitlenmişti. Yutkundu ama boğazındaki düğüm çözülmedi. Kızın kolundaki yazı… Ona fazlasıyla tanıdıktı. “Viva la vida”
Haberin detaylarını okumak için titreyen parmaklarını mouse’a uzattı. Sayfa aşağı kaydıkça kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Satırların üzerinde gezinen gözleri bulanıyor, odadaki hava giderek ağırlaşıyordu.
Kız bıçaklanarak öldürülmüştü. Haberde yazdığına göre 25 yaşlarında, kimliği belirlenemeyen bir kadındı. Ama SEO, ekrana baktıkça o cesedi bir yabancı olarak göremiyordu. O, kendi kurgusunda öldürdüğü Serin’di. Soğuk, hareketsiz bedeni…Serin’indi.
O yazı… “Viva la vida.” Sıradan bir söz değildi. SEO’nun yıllardır tutkuyla bağlı olduğu, defalarca kitaplarında kullandığı bir cümleydi. Göğsü sıkıştı. Hızla nefes almaya çalıştı ama ciğerleri ona itaat etmiyordu.
Gözlerini kitaplığa çevirdi. Ağır bir şekilde sandalyesinden kalktı. Adım atmıyordu sanki… Ayaklarını yerde sürüyerek ilerliyordu. Her adımında parkelerin gıcırtısı kulaklarını tırmalıyordu. Kitaplığa ulaştığında titreyen elleriyle kitapların üzerinde gezindi. Parmakları birden bir kitabı çekip aldı. Sayfalarını hışırdatarak çevirdi. Gözleri bir satırda takılı kaldı.
“Viva la vida.”
Yüzlerce kitabı vardı. Onlarca farklı hikaye, onlarca farklı karakter… Ama tek bir ortak nokta vardı: Her kitapta kullandığı “Viva la vida.” Bu sözü ilk kez bu hikayesinde kullanmıyordu. Ama bilmiyordu ki, bu söz çoktan bu kitapa kanla yazılmaya başlamıştı.
Zihni savaş halindeydi. Aklı, “Bu bir tesadüf.” diyordu. Ama içinden yükselen bir ses: “Hayır, bu bir tesadüf değil. Katil sana bir işaret veriyor.”
SEO, odanın içinde dolaşmaya başladı. Ayak sesleri giderek hızlanıyordu. Göğsü daralıyordu. İçindeki sesler o kadar kalabalıklaşmıştı ki, dört duvar üzerine kapanmış gibiydi. Evin içi nefes alınamayacak kadar küçülmüştü.
Birden çeketini ve telefonunu alıp kendini dışarı attı. Hava kararmamıştı. Sokaklar serin bir rüzgarla doluydu. SEO’nun aklında ise yalnızca tek bir şey vardı: “SUSUN! Susun artık!”
Ama içindeki sesler susmuyordu.
Amaçsızca yürüdü. Adımları bir o yana bir bu yana savruluyordu. Saatlerce yürüdü. Nihayet bir parka vardı. Kendini bir banka bıraktı. Başını gökyüzüne kaldırdı. Gökyüzü griye çalıyordu. Birkaç yıldız silik bir şekilde parlıyordu.
Derin derin nefes aldı. Saatler geçti. Zihninde çığlık çığlığa bağıran sesler yavaşça sönmeye başladı. Sonunda, kendisini ikna etmeye çalıştı:
"Bu bir tesadüf. Sadece bir tesadüf. Bunu abartıyorsun SEO."
Ama o bilmeden, karanlık çoktan bir tohum bırakmıştı içine. Her karanlık bir tesadüfle başlar.
Hava iyice kararmıştı. Eve dönmeye karar verdi. Adımları ağır ama kararlıydı. Fakat kafasındaki sorular hâlâ oradaydı. Sokak lambalarının loş ışığında yürürken, içini kemiren bir his vardı. Sanki biri onu takip ediyordu.
Kafasını yavaşça arkaya çevirdi. Evet… Bir adam. Şapkası yüzünü gölgeliyordu.
SEO’nun kalbi hızlandı. “Kim bu? Neden beni takip ediyor?”
Adımlarını hızlandırdı. Arkasına bakmaya cesaret edemiyordu ama bir anda aklına ikinci bölüm geldi. Elnor da takip edilmişti. Sonra öldürülmüştü.
Bu düşünceyle neredeyse koşar adımlarla yürümeye başladı. Ayakları titriyordu. Hava soğuktu ama alnından ter damlıyordu. Birden ayağı takıldı. Sert bir şekilde yere düştü.
Arkadan gelen adam ona yaklaşmıştı. SEO kafasını kaldırdığında adamın başucunda olduğunu gördü.
Adam ellerini cebine götürdü. SEO’nun içini korku sardı. Çığlık attı.
Adam yavaşça konuştu: “Korkmayın. Size zarar vermeyeceğim.”
Elini uzattı. “Kalkmanıza yardım edeyim.”
SEO tereddütle baktı. Ama sonunda kendi başına ayağa kalktı. Üstündeki tozları silkeledi. Zoraki bir gülümsemeyle:
“İyiyim… Teşekkür ederim.” dedi.
Adam başını salladı. “Daha dikkatli olun. İyi geceler.” diyerek uzaklaştı.
SEO, derin bir nefes aldı. False Alarm. Hem gülmek istiyor hem de titremekten kendini alamıyordu. “Yok SEO. Sen paranoyak oldun. Sokakta yürüyen herkes seni mi takip ediyor?” dedi kendi kendine.
Eve vardığında hemen ayakkabılarını çıkardı. Ceketini astı. Mutfağa yürüdü. Önce bir bardak su içti. Sonra bir kahve yaptı. Bu gece uzun olacaktı.
Masasına oturdu. Bilgisayarını açtı. İkinci bölüm çok beğenilmişti. Gelen yorumlar arasında gezerken parmakları titriyordu. Beyaz bir sayfa açtı. Yazmaya başladı:
3 Bölüm Mahkemede Adalet
Noctis Vale karanlığa gömülmüş gibiydi. Elnor Virel’in ölümü herkes tarafından konuşuluyordu. Kanla yazılmış söz, şehrin kalbine korku salmıştı. Herkes bunun bir cinayetten fazlası olduğunu anlamıştı.
Artık sokaklar bir mahkemeydi. Ve hükmü veren tek bir kişi vardı: Zael Kormak.
Zael, üçüncü kurbanını seçmişti. Bu kez sıradan biri değildi. O bir hakimdi. Mahkemelerinde yolsuzluk yapan, suçluları aklayan, suçsuzları mahkum eden bir adamdı.
Zael her mahkemesine katılıyor, onun gür sesiyle verdiği sahte kararları izliyordu. Hakim bilmiyordu ki bir gün kendi yargılanacaktı. O gün geldiğinde ise kimse o davayı parayla satın alamayacaktı.
Zael Kormak günlerdir aynı koltukta oturuyor, kalemiyle eski bir deri defteri karalıyordu. Her satırında, hakimin sahte adaletine karşı içindeki öfkeyi kusuyordu.
"Hakim Park Hyunsoo… Görünürde saygın bir yargıç. Ama gerçekte adaletin en büyük celladı. Suçluları aklayan, parayla karar değiştiren bir kukla."
Her sabah erkenden adliye binasının karşısındaki kafeye gidiyor, pencere kenarında oturuyor, hakimin gelişini izliyordu. Park Hyunsoo lüks arabasından inerken etrafa saçtığı sahte bir gülümseme vardı. Sürekli yanında taşıdığı deri çantasında hangi kirli belgelerin saklı olduğunu Zael adı gibi biliyordu.
---
🌑 1. Gün:
Zael, mahkeme salonunda arka sıradaki koltuğa oturdu. Herkes hakimi alkışlar gibi ayağa kalktı. Park Hyunsoo, tokmağını sertçe vurdu. Ses odada yankılandı.
"Duruşmayı başlatıyorum."
Zael defterine yazdı:
"Sahte bir adalet için sahne hazır. Oyuncular rollerini biliyor. Katil, suçsuz, şahit… Hepsi satın alınmış. Ve izleyici bu oyunu gerçek sanıyor."
---
🌑 3. Gün:
Hakim yine suçluyu suçsuz ilan etti. Genç bir kadının gözyaşları salonu doldurdu. Zael gözlerini kadından ayıramadı.
"Senin gözyaşların bir gün bu adamın kanında yankılanacak."
Zael, defterine ekledi:
"Park Hyunsoo’nun adaleti yoktu. Ama benim adaletim gecikmez."
---
🌑 6. Gün:
Hakim bir rüşvet anlaşmasına tanık oldu. Zael, karanlık bir köşede onları izliyordu. Hakimin yüzündeki gülümseme sahte değil, kibirdi.
"Her şeyi kontrol ettiğini sanıyor. Oysa farkında değil… Gölgelerden biri onu izliyor."
---
🌑 8. Gün:
Zael, hakimin katıldığı tüm mahkemelere sızmıştı. Defterindeki son satırları yazdı:
"Onun yargısı para üzerine kurulu. Benim yargım kan üzerine kurulacak. Bir gün, kendi kürsüsünde, kendi adaletsizliğinde boğulacak."
---
🌑 10. Gün: Mahkeme Salonu
Hakim yine siyah cüppesini giydi, tokmağı masaya vurdu. Zael, arka sırada karanlık bir siluet gibi sessizce oturuyordu. Defterine şu satırı yazdı:
"Bugün, onun son mahkemesi değil… Ama benim için hazırlık mahkemesi. Onu burada, kendi sahnesinde, kendi oyunuyla mahvedeceğim."
Hakim, “Duruşmayı kapatıyorum.” diyerek tokmağı indirdiğinde, odada bir anda bir uğultu yükseldi. Salon boşaldı. Zael ayağa kalktı. Cüppesini çıkarmak üzere olan hakime gözlerini dikti.
Hakim soyunma odasına geçerken masanın üzerinde bir not buldu. Titrek elleriyle açtı. Kağıtta tek bir cümle yazıyordu:
“Her mahkemede hüküm veren sendin. Ama bu kez hüküm verecek olan benim… "
Hakimin yüzü bembeyaz kesildi. Ellerindeki kağıt titriyordu. Arkasından, salonun loş köşesinden bir ses yükseldi:
“Beni izliyorsun değil mi?”
Hakim dönüp bakmaya cesaret edemedi. Ama kalbinin deli gibi attığını hissediyordu.
---
💬 Bölüm Sonu Sözü:
"Adalet bir gün herkesi bulur; ama bazen karanlıktan gelir."