**
Damarlarımda kendi hızını koruyan pişmanlık duygusu geçtiği yollarda sızısını belli ediyordu. Neden bu kadar zor oluyor her şey? Doğmak, büyümek, sevmek, ağlamak, üzülmek, gülmek. Bunlar hayatımızın sınavlarıdır. Bir sınavdan geçersek, sonraki sınavı da geçebiliriz. Karşımda oturan canımdan çok sevdiğim kardeşimin gözyaşları içimi paramparça ediyordu. Ellerinin üzerine düşen her damla içinde kopan fırtınalardan haberdar ediyordu. Elimden bir şey gelmeyerek sadece anlattıklarını dinliyordum.
"Ben ona yardım etmek istedim. Ama...o izin vermedi. B-beni bıraktı. Ne kadar çabalasam da yapamadım." diyerek ağzında gizletdiyi hıçkırığı serbest bıraktı. Neler olduğunu merak etsem de soramıyordum.
"Yalız, bak bana." diyerek ellerimi ağlamaktan ve titremekten buz kesmiş ellerinin üzerine koydum. Cesaret vermek istercesine sıktığımda dudakları aşağıya doğru kayıp, tekrar hıçkırdı. Yüzünde sanki ayların acısı gizliydi. Yanında olmadığım için binlerce kez pişman olmuştum artık.
"Bana ne olduğunu anlatmayacak mısın?" dediğimde ellerini çekip, masaya yaklaştı.
"Bak her şeyi anlatacağım ama beni sakince dinle tamam mı?" dediğinde içimde korku tohumları yeşermeye başladı. Neler oluyordu?
Derin nefes alarak oturduğu yerde duruşunu dikleştirdi.Y aşlı gözlerini avucunun içi ile yana doğru sildi. Ağzını açarak konuşmaya başladı.
"Biz... onunla biliyorsun zaten üniversitenin son günlerinde tanıştık. Mutluyduk. Onun yanındayken zamanın nasıl geçtiğini bilmiyordum. Sonra beni evine davet etti. Bende kabul ettim. Neyse işte evine gittiğimde film falan seyrettik. Sonra kapı çaldı ben ne olduğunu anlamadan beni odasına çekiştirdi. Neler oluyordu hiç haberim bile yoktu. Bana iki dakika sonra geleceğini ve sakın dışarıya çıkmamı tenbihledi. Yarım saat oldu gelmek bilmedi artık dayanamayacağımı anladığımda kendimi dışarıya attım. Ben...ben..." diyerek tekrar ağlamaya başladı. Cümlelerini zar zor toparlıyordu. Devam et dercesine başımı salladım. Gözlerini bir kaç saniyeliğine kapatıp, açdı. Dışarıdaki oksijenin bir kısmını ciğerlerine çekip, cümlesini tamamlamaya çalıştı.
"Ben gördüğüm görüntü ile tamamen şoka uğradım. Melina, Uğur... uyuşturucu kullanıyordu." dediğinde bedenim kaskatı kesildi. Bu mümkün müydü? Uğur ile pek tanışlığım yoktu, bir kaç görmüştüm. Ve Oonu çok iyi tanımamama rağmen Yalız'ın anlattıklarından biliyordum; kalbinin ne kadar temiz, saf olduğunu. Yalız'ı incitecek belki de en son kişiydi. Karşımda ağlamatan gözleri şişmiş kıza baktığımda başını eğmiş, gözlerinden tuzlu yaşları sliyordu. Fakat ne kadar çabalasa da, bir türlü durduramıyordu gözyaşlarını. İçim acıyordu onu böyle görmeye katlanamıyordum. Her zaman gülen yüzü ve kahkaha atan sesi yoktu; karşımda çökmüş harabeden başka bir görüntü de yoktu.
"Ne diyeceğimi bilmiyorum... Bu nasıl olabilir? Uğur'un bunu yapması mümkün değil. O böyle biri değildi, sen anlatıyordun bana." dediğimde Yalız başını yukarı kaldırıp, hüzün dolu gözlerini kırgın gözlerime dikti.
"Evet bizim tanıdığımız Uğur bunu yapmazdı. Ama o her zaman benden bir şey saklardı.Her defa sorduğumda bana olanları değil de hep yalanları anlatırdı. O şeye ihtiyacı olduğunu, artık bırakamayacağını derdi. Ben ona bırakmasını söyledim ama o... artık bunu yapamazmış, geçmiş." diyerek elleri ile yüzünü kapattı. Kendi kendine bir şeyler mırıldanıp duruyordu. Kriz geçirmesinden korktuğum için ayağa kalkıp, ona yaklaştım. Yanında duran sandalyeyi çekerek, yüzünü kappattığı ellerini kucağıma aldım.
"Bunu benden neden sakladın? Neden daha önce söylemedin?" dediğimde nemli gözlerini silerek kendini savunmaya başladı.
"Ben... korktum, bana kimseye bir şey söylmemem için çok baskı uyguladı. Yemin ederim, denedim. Onu o lanet olasıca maddeden uzaklaştırmayı denedim. Fakat o artık.. bağımlıydı. Ne yapdıysam onu kurtaramadım. Ben kötü bir insanım. Ona yardım edemedim." diyerek kalbinin acısını sesine yansıttı. Onun kendini kötü hissetmesi doğru değildi. Elinden geleni yapan bir insan olarak kendi nefretini hak etmiyordu.
"Hayır, sakın kendini suçlama. Sen elinden geleni yaptın. Bana bak Yalız! Bunların hepsi geçti artık, tamam mı?. Evet, belki bana anlatsaydın çözüm yolu bulabirdik. Dediğin gibi bağımlıysa eğer ancak tedavi olunması gerekiyordu. Kendini üzme, lütfen." dediğimde ellerini avuçlarımdan çekip, burnunu sertçe çekti.
"Anlamıyorsun, ben onsuz yapamam. O, bana uğur getirmişti. Melina... ben yıllar sonra nefes aldığımı hissettim. Onu bu kadar çabuk silemem. Onu kurtara bilirdim. Kahretsin, bunu yapabilirdim. Ben bu hayatta hiç bir şeyi hak etmiyorum." diyerek ayağa kalktı. Kafenin en uç köşesinde olduğumuz için seslerimiz başka insanlar tarafından duyulmuyordu. Bu konuda şanslıydık zira o bakışlar altında Yalız'ı sakinleştirmem mümkün olmazdı.
"Sakin ol, evet dediğin gibi ona değer veriyorsun fakat daha güçlü olmalısın. Bak bana üzerinden kaç ay geçti yine aynı benim. Değişense düşüncelerim oldu yalnız. Yalız, ben bu süre zarfında bir tek şey öğrendim o da; sabretmek. Sabretsen, belki geçmiyecek ama en azından ilk gün ki gibi acıtmayacaktı. Önceler ağlarsın, kendinden bile geçmek istersin ama zaman geçtiğinde yalnızca sana yandaş olan bir kaç gözyaşı ve içinde ki kırık dökük olan pişmanlık kalır. Unutmasan bile artık alışmalısın. Hayır, söylemesi falan kolay değil. Seni çok iyi anlıyorum ama ne zamana kadar kendini suçlayacaksın? Bitti, anlıyor musun? Sen ne kadar ağlasan bile o artık geri dönmeyecek. O, senin mutlu olmanı isterdi ve sende bunu yapmalısın. Mutlu olmayı denesene? Biliyorum, zor fakat imkansız değil. Bunu unutma, lütfen." dediğimde şaşkınlıktan irileşmiş gözlerini kırpıştırdı. Söylediklerim onu gerçekten de etkilemişti. Ağlaması gerekiyor, üzülmesi hatta kendisini yıpratması gerek ama hayat bize acımasızsa oynuyorsa eğer onun kurallarına göre oynamamız gerekir. Artık hayata karşı biz de acımasız olmalı, üzülmek yerine gülmemiz gerekiyordu. Evet, bunu kendim içinde yapmalıydım; Yalız'a söylediklerimde haklıydım nitekim dediklerimi kendi üzerimde uygulayamıyordum.
"Ben bunu yapamam. Yani o olmamış gibi davranamam." ağlamaktan çatlamış sesi ile bakışlarını berrak suda yüzen kuğulara çevirdi. Ne kadar uzun süre görmemiş olsam bile onun hakkında hiç bir şeyi unutmamıştım ve şuan eminim ki kararsız kalmıştı. Sanıyor ki, eğer ağlamasa onu unutacaktı. Ağlayınca ne oluyor peki? Kaybettiklerimizi geri kazanıyor muyuz? Hayır.
"Bana söz vermen gerekiyor; ne olursa olsun, bir daha gözyaşı dökmeyeceksin tamam mı? Ayrıca ben Uğur olmamış gibi davran demiyorum, bir yerlerde daima seninle kalacak. Ancak onun için kendini yıpratma artık, ne olur?" soru şeklinde dediğim cümleyi bir kaç saniye kafasında tartıp, çatlamış dudaklarını ıslattı.
"Onu asla unutmayacağım." dediğinde içimde siyah kelebekler uçuşmaya başladı. Uğur'u unutmasını elbette istemiyordum fakat onun pişmanlığını içinde çekerse benden farkı kalmazdı. Bunu asla istemezdim. Kardeşimin neler çekdiğimi bilmesini istemezdim. Ve onunda bu bataklığa çekilmesini istemiyordum.
"Melina!" dediğinde uzaklara dalmış bakışlarımı her an dolmaya çalışan göz bebeklerine diktim.
"O gece neden seninle gelmediğimi biliyor musun?" dediğinde cam kırıklarının sesini duymuştum artık. Siyah gece, göz alıcı ışıklar, yanaklarımdan damlayan yaşlar. Bunları unutmamıştım fakat başka birinin ağzından duymak en acı vericiydi. Gözlerimi kapatmamak için yumruklarımı sıktım. Yaşadığım anılar birer birer tazeliğini koruyarak üzerime saldıraya geçmişti.
"Evet!" dediğimde kelimeler ait oldukları sesimi beğenmiyordu. Nedenlerini bilsem bile sanki altında başka bir şey vardı.
"Uğur'la birlikte sahil kenarına gideceğinizi söylediniz." dediğimde gözlerindeki suçluluk içimi parçaladı. Gizletdiği bir şey vardı.
"Aslında sahil kenarına gitmedik. Bana süpriz yapacaktı bende bunu bilmiyordum. Beni evine getirdiğinde o gün olanlar aklıma geldi. Kaç kez ona söyledim tedavi görsün diye ama beni dinlemiyordu. Hatta tehdit bile etmiştim; tedavi görmezse benim yüzümü bir daha görmeyeceksin diye. Bunu söylediğimde titremeye başladı. İntihar edeceğini, kendini öldüreceğini söyledi. Ben buna dayanamazdım, Melina. O gece onunla tartıştık. Bağırıp, çağırdım ama nafileydi her şey. İlişkimizin bittiğini söyleyip, evini terk etdim sonra. Eve geldiğimde dağılmıştım. Annemler sesimi duymasın diye hıçkırıklarımı içime hapsettim. Sonra sabaha karşı oluyordu telefonum çaldı. Hastaneden arıyorlardı. Anladım zaten hemen. Bunu yapacağı aklıma gelmezdi ama o yaptı işte. Bir kaç kez intihar girişiminde bulunmuştu zaten. Hemen üzerimi değişip, hastaneye gittim. Yüzü morarmıştı, kollarında iğnelerin izleri vardı. O zaman kendime söz verdim; ucunda ölüm olsa bile onu bırakmayacaktım. İyileşiyordu, ona ne hissetdiğimi anlattım. Değer verişimi, hepsini. Bana iyileşeceğine söz vermese bile bunun için çabalayacağını söyledi. Ona inandım ben. Her şey gayet iyi gidiyordu. Artık krizlere girmiyor ve o maddeyi bıraktığınl düşünmüştüm. Zaten o lanet olasıca şeyi bile kullanmıyordu. Tüm bu olaylar bir ay öncesine kadar bitmişti; bir şeylerin düzeldiğini hissediyordum ancak iki hafta önce... o artık yoktu. Beni yalnız bırakmıştı. Oysa söz vermemişti bile. Çabalayacaktı, benim için bunu yapacaktı. Sabah onun evine gittiğimde koltukta uyuduğunu zannettim yanına yaklaştığımda korku bütün içimdeki organlarıma kadar esir almıştı. Sona yaklaştığımı hissediyordum. Kollarında sayamadığım kadar iğne izleri vardı. Kolu mosmordu. Hemen ambulansı çağırdım... ama artık geç kalmıştım. O, ölmüştü. Melina, beni 2. kez tekrar yalnız bıraktı. Ben çok fazla bir şey istememiştim ki sadece... umut etmiştim. Benimle mutlu olması için umut etmiştim. Biliyordu, böyle olacağını biliyordu işte. Benim bunları yaşayacağımı biliyordu. O... çok acımasızdı." hıçkırıkları susmuyor, gözyaşları dinmiyordu. Dizlerinin üzerine çökmüş avuç içleri ile yere vuruyordu.
Bu... haksızlıktı.
Yalız'ın bunları yaşaması haksızlıktı. Ve bu kahsızlığın içinde kendimden nefret ediyordum. Kardeşim dediğim insanı ben bile yalnız bırakmıştım. Kendi dertlerim ile ilgilenirken o ne haldeydi oysa ki. O, sadece sevilmeyi hak ediyor, üzülmesi gereken çoğu kişi varken neden hiç hak etmeyenler üzülür? Dizlerimin üzerine çöktüğümde, artık onunla boylarımız aynıydı. Kollarımı sırtına dolayarak ona sıkıca sarıldım. Artık onu yalnız burakmayacaktım. O, benim canımdan candı. Ona canımı bile vermeye hazırdım, yeter ki o bir daha gözyaşı döküp, üzülmesin. Belki de bundan sonra birbirimizin acıları ile sarardık yaralarımızı.
"Şşt, geçti artık. Üzülme, bak ben burdayım. Seni asla yalnız bırakmayacağım. Kovsan da hep yanında olacağım. Bu kadar acı çekmek biliyor musun bünyeye zararmış?" dediğimde yanakları yaşlarla nemlenmişti. Bana hafif gülümseyerek, ağzını açıp konuşmaya başladı.
"Melina, iyi ki varsın. Ben o gece için ne kadar özür dilesem bile beni affetmeyeceksin. Biliyorum, kendini suçluyorsun ama senin hiç bir suçun yok. Kaderde yazılanı silemiyoruz, er ya da geç kader bizi bulup, kapana kıstırıyor. Ben olanlar çok üzgünüm ama sen benim yanımdasın ya bana bu bile yeter." diyerek sarılışıma karşılık verdi.
O gece... Lanetin üzerime sindiyi geceydi.
O gece babamı, annemi, Yalız'ı, ruhumu kaybettiğim geceydi.
Ve biz, o gecede yaptığımız küçük yanlışlarla büyük acılar çekmiştik.
***
Yalız'ı evine bıraktıktan sonra kitabevine gidip, rafları düzenlemeye başladım. Asya hastalandığı için Ali dayı onun yanındaydı. Anahtarlar bende olduğu içinse çok şanslıydım. Telefonuma gelen mesaj sesi ile rafları sildiğim bezi yanımdaki masanın üzerine bıraktım. Ellerimi temizleyerek, kilit ekranın şifresini açdım. Mesaj annemdendi. "Beni merak etme. Bu gece şirketimizin Azerbeycan'daki misafirleri ile toplantısı olduğu için gecikeceğim. Beni bekleme."
'Artık beklesem de gelmeyeceğini biliyorum' yazmak istesem de telefonu kapatıp, işime devam ettim.
Raflara son bir bakış atıp mutfağa geçtim. Kahveyi oldum olası seviyordum. İnsanı kendine getirmesini iyi biliyordu. Elime aldığım kahve ile en yakınımdaki sandalyede oturdum. Masanın üzerindeki telefonumu alıp, sosyal medya hesaplarımda gezinmeye başladım. Önüme çıkan haber yutkunamadığım kahve dilimin ucunu yakmıştı. Gözlerim fal taşı gibi açıldığın da, elimdeki kahveyi masanın üzerine bıraktım.
ÜNLÜ İŞ ADAMI MEHMET ACER UYUŞTURUCU KAÇAKÇILIĞINDAN GÖZ ALTINA ALINDI.
Acer Holdingin sahibi Mehmet Acer bu sabah uyuşturucu kaçakçılığı yaptığından dolayı göz altına alındı. Kendisi aksini iddia etse bile iş birliği yaptığı uyuşturucu çetesinin içindeki kimliği gizli olan şahıs her şeyi itiraf etmiştir. Uyuşturucu alırken ve satarken görüntülenen resimleri şu an emniyet müdürlüğünün elinde olduğu için iddiası göz önünde bulunmamıştır. Haberi duyan ailesi hemen emniyete gelmiştir. Eşi Ayla Acer, şok edici haberi kaldıramadığı için kalp krizi geçirmiş ve şu an komadadır. İki gün sonra mahkemeye çıkacak olan Mehmet Acer'in kaç yıl hapis yatacağı hakkında henüz bir bilgi verilmedi. Acer Holdingle ortak olan şirketler bu haberi duyduğu için ortaklıktan vazgeçmişler. Bunların içerisine Çodar Holdingde dahildir.
Bu nasıl olabilirdi? Mehmet Amca böyle işe el atan birisi değildi. O'nu küçüklüğümden beri tanırdım. Her zaman bize gelip giderlerdi. Kızı Elis'le aramız iyi olmasa bile her zaman bir oynardık. Sonralar ben büyüdüğümde onları bir daha göremedim. Anneme mesaj atmak için hesabımdan çıkarak, aceleyle parmaklarım mesaj kısmına gitmişti.
"Haberleri duymuşsundur herhalde. Mehmet amca böyle bir şey yapamaz değil mi?"
Mesajı anneme gönderere cevabı beklemeye başladım. Aklım almıyordu benim çevremdeki olayların neden hepsi aynı anda oluyordu. Önce babam, ardından Uğur ve şimdide Mehmet Acer. Kahretsin sanki hepimiz lanetlenmiştik. Bütün belalar mıknatıs gibi üzerime doğru çekiliyordu.
Kulağıma dolan mesaj sesi ile telefonumu açıp, okumaya başladım."Evet, duydum. İki gün sonra sorumuzun cevabını alacağız. Sen karışma bu işe. Belki de öyledir, nereden bileriz ki?"
Bu kadar sert yazmışsa demek bu olaylarla ilgisi vardı annemin. Mehmet amca ile araları pek iyi değildir zaten. Bize geldiği zaman annem hep somurturdu. Nedenini her zaman merak etsem de, fazla umursamammıştım. Ve bu durumun eskilere dayanan bir olay olduğundan kesinlikle emindim.
"Evet , bilemeyiz. Biz sadece tahmin ederiz. Ve ben öyle bir şey yapacağına inanmıyorum." yazıp 'gönder' butonuna bastım. Annemin cevabı ise çok gecikmedi.
"İyi."
Sadece bu mu yani?
İyi?
Mehmet Acer'i fazla tanımıyordum dediğim gibi, sadece babama güveniyordum. Öyle birileriyle arkadaşlık etmediğini bildiğim için, bu olaylar beni şaşırtıyordu. Hem annemin dediği gibi bu sorunun cevabını iki gün sonra öğrenecektik.
Düşüncelerimi defetmek adına başımı sağa sola sallayıp ayağa kalktım. Oturmaktan karıncalanan ayaklarımı göz ardı ederek kitabevini kapatıp dışarı çıktım. Hava sabaha kıyasla bir azcık güneşli idi. Kulaklığımı takıp, rastgele bir şarkı seçtim. Saçlarımı yana atarak, güneş ışınlarının boynumu yakmasına izin verdim. Eve gitmek istemediğim için, ormanın içindeki göle doğru yürümeye başladım. Adımlarımın arkasından kiminse geldiğini hissediyordum. Başımı arkaya çevirip baktığımda bir kaç arabadan ve yolda yürüyen insanlardan başka göze çarpacak bir şey yoktu. Kendi kendime omuzumu silktim. Göle yaklaştığımda kuğuların sesleri ile huzur buldum. Kulaklığımı çıkartıp, gölün etrafında seçtiğim yere oturdum. Bakışlarımı kuğulara çevirdim. Çocukken babamla buraya her zaman uğrardık. Kuğuların aheste süzüşleri, arkalarında bıraktıkları hafif dalgaları, suyun üzerindeki narin uçuşları her zaman ezberimde kalmıştı. Kendime bir kuğu seçip, nereye gittiğini takip ederdim. Yemini nasıl yediyini, kanatlarını nasıl açtığını hepsini hayranlıkla izlerdim.
Oturduğum çimlerin üzerindeki dünden kalma yağmur damlalarını elimle dağıtıyor ve arada bir etrafı gözlerimle turluyordum. Güneşin batışı gölün üzerinde hafif dalgalara yansıyordu. Bakışlarımı gölün yanındaki kafeye çevirdiğimde sabah ki olaylar aklıma geliyordu. Yalız'la olan konuşmalarımız, pişmanlığımız. Her şey. Babamı kaybetmiştim. Nedeni ise çok basitdi. Kaza. Peki bu kaza nasıl oldu? Ne zaman oldu? Kime göre oldu? Işte bunların hepsi basitlik kavramını yitiyordu. Bunlar basit görünen zorluklardı. Boğuk telefon sesi ile düşüncelerim havada asılı kaldı. Elimi cebime atarak çıkarmaya çalıştım. Çanta taşımayı sevmediğim için her zaman cebimde taşıyordum. Elime aldığım telefonun ekranında 'Annem' yazısını gördüm. Kalbimin ritmi artmadan cevapla tuşuna bastım. Beni neden aradığını merak ediyordum. Titreyen sesimle;
"Efendim?" dediğimde karşı tarafdan derin nefes alındığını duydum.
"Nerdesin sen?" Diyerek kısık sesle bağırdı. Yanında birilerinin olduğu belliydi.
"Kuğu Gölü'ndeyim. Bir şey mi oldu? " diyerek ekledim. Beni merak etmesi elbette iyiydi. En azından unutamadığı bir kızı var demektir.
"Bana kitabevinde olduğunu söyledin, orayı aradım fakat cevap veren olmadı." Dedi. Ses tonundan beni gerçekten merak ettiğini anlamıştım.
"Evet ordaydım. İşlerim erken bittiği için buraya geldim. Bir sorun olmadığına emin misin?" Diyerek cevap vermesini bekledim.
"Hayır, bir sorun olduğu falan yok. Şu an üçüncü toplantıma gireceğim ve çok yorgunum. Ve sende hemen eve gidiyorsun artık geç oldu. Vardığında bana haber ver." Diyerek sakince bir nefes aldı.
Bir şey olduğu belliydi. Bundan geç saatlerde eve geldiğim zamanlar olmuştu fakat hiç birinde böyle davranmamıştı. Derin nefes alarak kasvetli konuşmayı sonlandırdım.
"Tamam anne." Diyerek telefonu kapatıp yanımdaki çimenlerin üzerine attım.
"Annen seni sevmiyor mu?" Diyen sesle irkilerek bakışlarımı yanımdaki hareketliliğe çevirdim. Deniz mavisi gözlerini merakla açarak benden sorusunu cevaplamamı istiyordu. Mavi gözleri, kahverengi ve içlerinde bir kaç tutamı sarı olan saçları, bordo kapşonu ile gerçekten çok tatlı görünüyordu.
"Sen ne zamandan buradasın?" Sorusuna soruyla karşılık verdiğim için kaşlarını çattı. Buna gülerek saçlarını karıştırdım. Fazla sevimliydi ve şu an yanakların ısırmak istiyordumş
"Tırnaklarının kenarındaki etleri yemeye başladığından beri." dediğinde ellerimi saçlarından çektim. Iyi de ben bile bunu fark etmemiştim.
"Ben tırnağımı yemem ama." dediğimde ayaklarını çimenlere uzatıp, bilmişçesine gülümsedi.
"Tırnaklarını yemedin zaten. Tırnaklarının kenarındaki etleri yedin." Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilmiyordum. Zeki ve akıllı olduğu belli olunuyordu fakat böyle bir cevap beklemiyordum.
"Tamam sen kazandın." Dediğimde kıkırtısı dudaklarından döküldü.
"Her zaman ki gibi." Işte bunu hiç beklemiyordum. Kahkahamı gizlemeden attım. O da benimle birlikte gülmeye başladı.
"Ee senin annen, baban nerde? Burada ne işin var?" Dediğimde küçük elleri ile oyalanmaya başladı.
"Benim annem yok. Babam da cici kızı ile ilgileniyor." Diyerek dudağını sarkıttı. Deniz mavisi gözleri buğulanırken yaptığım tek şey kollarımı minik sırtına dolamak olmuştu. Cici kızın üzerine farklı bir imayla baskı uygulamıştı. Anlaşılan biraz sinirliydi.
"Adın ne?" Dediğimde burnunu çekti.
"Mertcan ya senin?" Diyerek ellerini kollarımın üzerine atdı. Bende ayağımı onun gibi uzatarak "Melina." dedim.
Başını arkaya -bana- çevirerek gülümsedi "Çok güzel ismin varmış."
Bende onun gibi gülümseyerek karşılık verdim."Seninde. O zaman tanıştığımıza sevindim Mertcan." Diyerek sarı-kahverengi saçlarına öpücük kondurdum. Ince sesini çıkartarak konuşmaya başladı.
"Annen seni neden sevmediğini söylemedin. Yoksa sende mi yaramazlık yaptın?" dediğinde annemle konuşmalarımız aklıma geldi. Bana eve gitmemi söylemişti fakat kısa sürede bunu unutmuştum.
"Bilmiyorum belki de yapmışımdır. Ama unutma anneler evlatlarını severler." dediğime kendim bile güçlükle inanıyordum. Her anne evladını sevmezdi. Her evlat da annesini. Çünkü mutlaka bu hayatta ikisinden biri -Mert'in değimi ile- yaramazlık yapmıştır.
"Ama... benim annem beni seviyor mu? Çünkü ben hiç yaramazlık yapmıyorum. Ama babam bana yaramazlık yaptığım için annemin gittiğini söyledi." dediğinden tam anlamı ile kalbimden vurulmuşa dönmüştüm. Böyle bir şeyi hangi anne-baba evladına söylerdi? Şu an anlamasa bile, bir gün elbette annesinin yokluğunu sorgulayacaktı. Ne kadar üzücü durum olsa bile, böyle şeyi farklı bir dille anlatabilirdi, değil mi?
"Bana anlatmak ister misin?" diyerek elimi sırtına koyarak, okşadım. Bu kadar şeyi minik kalbinde saklamasını istemiyordum.
"Benim annem küçüklüğümde beni bırakıp gitmiş yani babam bana böyle söyledi. Beni sevmediği ve istemediği için yokmuş." diyerek iç çekerek gözünden damlayan yaşları sildi.
Sanki acılarıyla beraber büyümüşte küçülmüştü. Solgun kalbimin üzerinde yeşeren buruklukla, ona karşı tebessüm ettim. Oysa onu o kadar iyi anlıyordum ki yaptığım bu tebbüsümün işe yaramaaycağını çok güzel şekilde biliyordum. Sadece elimden bir şey gelmemesi beni çok sinirlendiriyordu. Kadere lanet etmekten başka çarem yokmuş gibiydi; annesi yoktu ve babası acımasızca annesinin terkedişini söylemişti.
"Ağlama, kuzum. Bak yeni arkadaş edindin artık. İstediğin zaman gelip bana bir şeylerini anlatabilirsin. Ben çoğu zaman burada olurum hem seni her zaman seni dinlerim, biliyor musun? Artık kendini üzme. Annen mutlaka seni sevmiştir. Her anne çocuğunu sever. Sadece... bazıları sevgisini göstermez." sona doğru hüzünlenen sesimle bakışlarını bana çevirdi. Peki benim annem, o da mı bana sevgisini göstermiyordu? Yoksa gerçekten mi sevmiyordu?
"Istediğim zaman seninle konuşabilir miyim?" Dediğinde başıma 'evet' anlamında salladım.
"Yaşasın!" Diyerek boynuma sarıldı. Kollarımı beline dolayarak sarılışına karşılık verdim.
"Mertcan!" Sesin geldiği tarafa başımı çevirdim. Kucağımda huzursuzca kıpırdanan Mert korku dolu sesle "Baba" diye fısıldadı. Sesindeki korku beni alaşağı etmişti. Onun baktığı yöne terar bakarak, Mertcan'ı teselli edercesine elini sıktım. Anında dolu gözleri benim gözlerimle buluşmuştu. Bu adam çocuğuna ne yapmıştı da kollarımın arasında titriyordu.
Kokrmaması gerektiğini hatırlatır biçimde kulağına doğru, "Korkma sakın, buradayım!" dedim.
"Nerdesin sen? İki saattir seni arıyorum!" diyerek üzerimize yürümeye başladı. Mert'in elinde tutup, ayağa kalktım. Minik elleri ellerimin arasında kaybolmuştu.
Pantolunuma bulaşan bir kaç otları temizleyerek, bize doğru sert adımlarla gelen adama baktım. Küçük boyu ile babasına doğru adımlayan Mertcan geri çevrilerek, bana el salladı. Bende ona el sallayarak yerdeki cep telefonumu elime aldım. Babasının kızmasını umursamayan Mertcan babasının elini tutarak minik adımlar atmaya başlamıştı bile. Bir şeylerimiz eksik olsa bile tutunmaya çalıştığımız birileri olduğu sürece güvendeyiz. Belki babası kötü biriydi fakat elden bir şey gelmezdi zira kader çoktan kalemiyle bir şeyler karalamıştı. Ve belki de bir daha göremeyecektim onu ancak bana anlattığı şeyleri hiçbir zaman unutmayacaktım, unutamayacaktım.
**
Kasvetli hava, ormanın derinliğinden gelen köpek havlamaları ve bir sürü garip sesler beni korkutuyordu. Eve gitmek için kalkdığımda artık hava kararmıştı. Annem ne kadar erken git dese bile gitmemiştim. Fakat bundan pişman değildim. Çünkü bir güzel dostluğa sahip olmuştum. Adımlarımı hızlandırdım. Yavaştan çiseleyen yağmur damlaları kipriklerime vuruyor ve gözlerimi kısmama sebep oluyordu. Önüme gelen saç tutamlarını arkaya atarak saate baktım. 21.10 olduğunu gördüğümde gözlerim dehşetle açılmıştı. Bu kadar geç olduğunu düşünmemiştim bile. Yolu bile doğru gittiğimden emin değildim nitekim yollar bana hiç tanıdık gelmiyordu. Korkum sanki ayaklarıma karşı geliyordu. Hızlandıkşa korkum artıyor, bununla tezat olaraksa yol uzanıyordu.
En sonunda bir kaç adımdan sonra etrafta tanıdık evler ve ağaçlar uzanıyordu. Üzerime çöken rahatlıkla derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Yüzümde beliren gülümseye izin vererek eve doğru adımlamaya başladım. Fakat kolumun çekilmesi ile dengemi şaşırmam bir olmuştu. Korkudan sıkıca kapattığım gözlerimi ne olduğunu anlamaya çalışarak yavaşça açtım. Bana bakan iğrenç gözle neye uğradığımı anlamam uzun sürmemişti; tanımadığım biri ağzıma elini kapatmış üzerime doğru tüm ağırlığını vermişti. Elinden kaçmaya çalışarak, onu itekledim fakat nafileydi. Arsızcasına bedenimi süzüp bağırmamam için başımı arkamdaki duvara bastırıyordu. Elinin teki kalçamdan belime doğru kalktığında gözlerimden teker teker damlalar boynuma ulaşmıştı. Elinin altından çırpınmama rağmen sıkıca tutuyord vücudumu. Ve üzerinden yayılan ağır içki kokusu ile midem bulanmaya başlamıştı. Aklıma gelen düşünce ile gözyaşlarımı serbest bıraktım. Ben çırpındıkça o, kollarımı ve ağzımı sıkıyordu. Başını boynuma doğru yaklaştırarak, içki kokan ve nemli dudaklarını boynuma yapıştırdı. Ayaklarımla itekleyip, pervasızca salladığım tekmelerime rağmen, üzerimdeki tişörtten soğuk eli tenime kaymıştı. Boğuk çıkan sesim ile ona yalvarıyordum ama sanki gözleri dönmüştü. Çöplüğün yanındaki duvara yaslayarak ayaklarımı kendi ayaklarının arasına aldı. Bağırıyordum, ağlıyordum ama duyan yoktu. Ellerine deri ceketime attığında gözlerimi sımsıkı yumdum. Sonları sevmeyen ben sonumu bekliyordum. Lanetli ben kaderimi seyrediyordum. O lanet elinin tişörtümden çıkarması için Allah'a dua ediyordum çünkü, eğer o elini çıkartmasaydı korkudan bayılacaktım. Ben bpyle son istemiyordum, tecavüze uğrayarak bir çöp tenekesinin yanında bulunmak istemiyordum. Eğer öyle olsaydım sonraki hayatıma devam edemezdim.
Gözlerimi sıkıca kapattığımdan dolayı etrafımda olan seslerin içinde kaybolmuştum. Gözlerimi açmak istedikçe sanki yine o iğrenç gözlerle karşılaşmak zorunda kalacaktım. Yanağa atılan yumruk sesi, edilen yalvarışlar kulaklarımda çınlarken ben gözlerimi bile açamamıştım. Yüzüme verilen nefesle birbirine yapışmış kipriklerimi yavaşça açtım. Kollarını iki tarafıma yaslayan çekik gözleri gördüğüm an ayaklarım çoktan titremeye başladı.
"Söz dinlemeye başlasan iyi olur, Lina."
Bu ses, çocukluğumun kokusuna aitti. Algin'e aitti.
**