Beyazları kızarmış kahve gözlerini gözlerime öyle bir sabitledi ki yemin ediyorum korkacak gibi oldum. Ben ya ben! Ben Mısra! Babasına bile karşılık veren Mısra korkmaya yelteniyor!
"Tek kelime edersen harcarım seni!" dedi çenesini hareket ettirmeden. Dişlerini kıracak gibi sıkıyordu ve bakışları resmen üzerime ateş ediyordu. Şehadet getirsem yeriydi şu anda.
Her zamanki kolumu tutmaya yeltendiğinde ondan önce davranıp bir adım geriledim. Etrafımızda sayısız insan var ve hepsinin bakışları ikimiz üzerindeydi.
"Yeterince acıyor zaten kolum. Dokunma artık," dedim sakin bir ses çıkartmaya çalışarak. Gökay da benim gibi bir adım gerileyerek sessizce konuştu. "Ne diyorsa yap!"
Bunların söylediklerini de anlamıyorum. Ne demek istediğini yap ya? Niye yapayım bu psikopatın istediklerini?
Aykut üzerime doğru gelmeye başladığında Merter önüne geçti. "Reis sakin!" diyebildi sadece. Merter'e öyle bir baktı ki Merter bile geriye çekildi. Gökay duyulmaz şekilde küfür edip bileğimi sıkıyor, yine sessizce konuşuyordu. "Karşı gelme Mısra, inat etme."
Ne boklar döndüğünü anlamadığım için bir Gökay'a, bir Merter'e, bir Aykut'a, bir diğerlerine bakıyordum. Hepsinin yüzünde aynı ifade vardı. Hepsi heyecanla ve korkuyla Aykut'un ne yapacağını merak ediyorlardı. Ve Aykut'un arkasında duran bizim Mehtap'ın eski sevgilisi Atakan, 'Sus' işareti yaptı.
Tekrar Aykut'a dönüp baktığımda bu sefer hızlıca gelip kolumu aynı yerden sıkarak tutup okulun üst tarafındaki ara sokağa doğru sürüklemeye başladı. Bu sokak bela çıkmazıydı.
"Bırak kolumu be manyak," diye bağırdım ama duymamazlığa getirdi. Daha çok sıkıp sürüklemeye devam etti. Arkamızdan Merter bağırdı, Gökay bağırdı ama kimse yerinden kıpırdamıyordu, biliyordum. Çünkü bu manyağa kimse karşı gelemiyordu bu okulda.
"Yeter Aykut! Kolum koptu yeter!" diye tekrar bağırdığımda bahsettiğim ara sokağa girmiştik ve sırtımı bu seferde duvara vurdurarak kolumu sıkmaya devam etti.
Bakışları inanılmaz korkunçtu. Sanki kahve değil de komple kırmızı olmuştu, yangın var gibiydi gözleri.
"Sana, ne, dedim, ben, dün?" diye sordu tek tek konuşarak. Dişleri birbirine kenetlenmiş gibiydi ve artık her yerim acıyordu.
"Bırak artık Aykut! Ne istiyorsun benden ya!" Sesimi yükselttiğimde kolumu bırakıp çenemi sımsıkı tuttu. Kafam arkamdaki duvara sert bir temasta bulunduğu sırada, "Çenen bir kere de işe yarasın! Soruma cevap ver," dedi. Yine dişler sıkılı olarak konuşmaya devam ediyordu.
Şimdi de benim dişlerim birbirine girmişti sanki. Mengeneye sıkıştırmış gibi sıkıyordu çenemi. İnsanım ben de, canım acıyor! Senin eline aldığın metal parçalarına benzemiyorum!Sağlam kolumla çenemi sıkan elini çekmeye çalıştım ama deli gücü gelmiş gibiydi. Yerinden bile kıpırdatamadım.
"Sana emir veriyorsam yerine getireceksin. Ben bi kere söylerim bir şeyi, on kere değil." Hala kolunu çekmeye çalışıyordum ve artık gerçekten dayanılmaz bir acıyla kıvranıyordu bedenim.
"İster Asil gelsin karşıma, ister Başbakan dinlemem! Sana ne diyorsam onu yapacaksın!" dedi dişlerinin arasından, "Herkes gibi!" diye bağırdı.
"Asil buraya gelsin onun da havasını alacağım." Yine dişlerini sıkıp, "Duydun mu beni?" diye bağırdı.
Ruh hali sürekli değişiyordu ama bakışları aynı kırmızı öfkeyle bakıyordu. Asil dediği an sinirlerim hat safhaya çıktığı için acı macı dinlemeyip iki elimle birden eline yüklendim ve itmeyi başardım.
Artık çenemi tutmuyordu ve hatta yakınımda bile değildi. İttiğim esnada üç dört adım sendeledi, bu hiç normal değildi. Az önceki deli gücü olan kişiyi itmemle bu kadar geriye gönderemezdim.Gözlerindeki öfke azalıp önce bir yutkunduğunda tekrar gözlerini gözlerime sabitledi, şaşkınca bakıyordu. Bu saçmalığa bir anlam yükleyemediğim gibi bir tepki vermeden bir süre öylece bakıştık.
Sonunda kendimi toparlayıp üzerine doğru gidiyordum ama ne ara buraya geldiğini anlayamadığım Merter bileğimden tuttu. "Sakın Mısra. Sakın." Bakışlarımı Aykut'tan ayırmadan "Bırak Merter beni." dedim. Bıraksındı. Bu Aykut'a haddini bildirmek istiyordum.
Bırakmıyordu bileğimi ve şiddetli bir sinir yüklenmişti üzerime. "Benimle uğraşmayacaktın Aykut. Asil'in adını anmayacaktın bana." dedim sakin bir sesle.
Bana doğru bir adım attığında yine neremi tutacağını bilmiyordum ama geri adım atmadım. Ayrıca da Asil'in havasını alacağım da ne demek? Düne kadar abim demiyor muydu bu? Bu cesaret nereden geliyordu?
"Sen de beni dinleyeceksin o zaman Mısra." dedi çok normal bir sesle.
"Ben senin kölen değilim." Bu ruh değişimine bir anlam veremiyordum.
Yine sinirlenmeye başlayıp üzerime yürüdüğünde az önce bana sus işareti yapan Atakan kolunu tuttu ve hatta bir sürü kişi engel olmaya çalıştı. Kimsenin konuşmasına fırsat vermeden Merter ve Gökay'a bakıp sokağın çıkışına yürümeye başladım.
Arkamdan seslenmedi. Gelip bir şey yapmadı. Kimse tek kelime etmedi ama benim her yerim sinirden titriyordu. Bu psikopatla baş etmek zor olacaktı ama benimle uğraşılmasından nefret ediyordun. Bulaşmayacaktı bana.
Ve biliyorum ki bu burada kalmayacaktı. Olsundu. O Asil'in havasını alırken ben de onun havasını alacaktım. En azından deneyecektim. Düşman edinmek korktuğum bir mevzu değildi, ancak Aykut'un ne yapacağını kestiremiyordu henüz.
Saçmalıktan başka bir şey yapmıyordu. Bir öyle, bir böyle davranmasının mantıklı bir açıklaması yoktu bende. Bir bağırdı, bir dişlerini sıkıp sessizce konuştu. Saçmalıyordu. Ama yapacağımı biliyordum. Elbet birgün elime bu fırsat geçecekti ve elbet birgün hepsinin acısını çıkartacaktım.
Derken Merter bağırmaya başladı yanımda yürürken. "Bir kere de laf dinle Mısra!" Durup ona baktım. "Ya siz manyak mısınız ya!? Ne demek istediğini yap? Hepiniz mi korkuyorsunuz bu çocuktan?"
"Salaksın Mısra. Kızım sana sus diyoruz, demek ki var bir bildiğimiz değil mi?" dedi Gökay. Konuşmaya çalışıyordum aslında ama sesim bile titriyordu ve bu saçmalığı anlayamıyordum.
"Adam öldürse seni hala karşı gelmeye çalışacaksın herhalde." dedi Gökay. Olduğumuz yerde dikilip bir şey anlamadan bakmaya devam ettim yüzlerine.
Merter birden ciddileşip yüzüme baktı. Tam olarak gözlerimin içine bakıp, "Lan bu Aykut reis esrar çekiyor, cigara içiyor lan. Haberim yok deme sakın." dediğinde gözlerimi açabildiğim kadar açtım ve şu duyduğum iğrençlikle içime tiksinme geldi.
"Salak salak bakma yüzüme. İçmiş demek ki az önce, sana sinir olduğu için içmiş. Anladın mı şimdi Mısra? Sana laf dinle dedik. Tamam deseydin belki sadece konuşacaktı seninle."
Gökay çok ciddileşmeden, "İçtiği zaman yada krize girdiği zaman karşı çıkılmaz Mısra," dedi çocuğa masal anlatır gibi, "Merter haklı. Bazıları gülüp eğlenirken bazıları Aykut gibi böyle sinirlenir ve sen ne yaptın? Laf dinlemeyip başının dikine gittin her zamanki gibi."
"Benden tavsiye biz yanında yokken sakın bulaşma, muhattap olma Aykut'la. Ve hatta diğer bütün arkadaşlarıyla." diyen Merter'e de yine cevap veremedim. "Hadi yürü şimdi işe bırakalım seni." dedi Gökay.
Önüme dönüp cevap vermeden yürümeye başladığımda Gökay elini omzuma attı. "Çıkışta geliriz yine, otobüse binene kadar bekleriz seni."
"Gerek yok. Bugün bir daha bulaşmaz bence bana." dedim rahat rahat. "Hala inat ediyor!" diye bezgince konuştu Merter.
Bir daha konuşmadan çarşıdaki dükkana kadar beraber geldik. Hala şok etkisi üzerimdeyken ben dükkana girince onlarda evlerine doğru gittiler. Çantamı kenara bırakıp selam verdim ve ne iş yapacağımı sordum. Dükkan sahibi Ayten abla yüzüme doğru baktı ama Allah'tan bir şey demedi ve iş verdiği gibi onu yapmaya koyuldum.
Akşam 9'a kadar yeni gelen kıyafetleri düzenleyip raflara dizdiğimde, Ayten abla sorun olup olmadığını sordu ama geçiştirip çıktım dükkandan. Merter'le Gökay kapıda bekliyorlardı, selamlaşıp Timurtaş'a otobüs durağına doğru yürümeye başladık.
Kısa sürede otobüs geldi neyseki. Ben otobüse binip giderken onlarda yine evlerine doğru gittiler. Boş yer bulup oturduğumda bizimkilerin olduğu gruptan bir sürü mesajı gördüm.
Hepsi olayı sormuşlar, hepsini Merter'ler cevaplamış. Yeliz özelden mesaj atıp yarın okulda konuşacağımızı yazmış. Ne konuşacağımızı hepimiz biliyoruz. Müthiş bir nutuk çekecek yarın bana ama hadi hayırlısı.
Peki eve geldim dert bitti mi? Asla. Yani şu hayata karşı ne kadar neşeli davranırsam davranayım, sağolsun hayat bana sürekli acı bir gerçek gösteriyordu.
Babam köyden gelmişti. Tahmin edin neden gelmişti? Okuldan kaçtığımda telefonuna mesaj yoluyla okuldan kaçtığımın bilgisi otomatik olarak gittiği için.
Selam vererek odaya girdiğimde, "Hoşgeldin baba." dedim istemeye istemeye. Elbette cevap vermedi. Beklemiyordum zaten.
Gözlerini televizyona sabitleyerek elindeki çayını yudumluyordu ve bakışları kahveden karaya dönmüştü. Her sinirlendiğinde böyle oluyordu. Ben anneme benziyordum ama huylarım aynı babamdı. Bu yüzden asla anlaşamıyorduk. Aslında eskiden ben onun 'kuşuydum.' Dizinde oturur asla yanından ayrılmazdım. Ah Asil ah!
"Nasılsın baba?" Sorun yok, sıkıntı yok, her şey yolunda gibiydi. Koltuğa geçip otururken elimdeki çantayı kenara bıraktım.
Oturduğum an bakışlarını bana çevirdi. "Ne yapacağım? Kızımız okumaya diye gidiyor ama okula gitmiyor." Sesi fırtına öncesi sessizlikten beterdi.
Cevap vermedim. Vermeyecektim. Telefonu cebinden çıkartıp önüme attı. "Bak bakalım neden gelmişim?" Biliyordum ama telefonu alıp sırf uyuzluk olsun diye mesajı açtım. Başladım mesajı sesli okumaya ve herkes hayretle bana bakıyordu. Umurumda değildi. Bir an önce söyleyeceklerini söylesindi, kavgamızı edelimdi, odama çekileyimdi derdindeydim.
Mesajı bitirip babama baktım rahat rahat. "Okuldan kaçtım ve sonra işe gittim baba." Bir anda bedenini oturduğu koltuktan kaldırıp bağırınca bende ayaklandım. "Neden kaçıyorsun? Bayıla bayıla gitmedin mi o okula sen? Madem okuldan kaçacaksın neden okula gidiyorsun?"
"O okula kendi isteğimle gittim. Kendi paramla okuyorum ve kendi canım istediği için kaçtım." dedi sakince. Sahte bir tebessümü yüzüme ekleyip, "Benim açımdan sıkıntı yok baba. Sen de dert etme beni." diyerek çantamı alacağım esnada tekrar bağırdı.
"Asil abinle konuştum. Geldiği zaman okula gelip durumunu öğrenecek." Asil abimin bütün açıklarını size anlatsam acaba ona da böyle bağırır mıydın baba?
"Tamam gelsin. Gelsin de bölüm birincisi olduğumu öğrensin." Sakın sen gelme baba. Sakın benim hakkımda düzgün şeyler duyma.
"Terbiyesiz." diye son noktayı koyduğunda çantamı alıp odama çekildim. Sanki Kemal amcayı arayıp öğrenemezsin ama o da biliyordu benim düzgün bir öğrenci olduğumu. Ve baba sen de bunu duymak istemiyorsun. En yakın arkadaşın, benim müdür yardımcımdan iyi öğrenci imajımı duymak zoruna mı gider baba?
Gözümden istemsiz yaşlar akıyordu. Bu ağlamak değildi. Bu sinirimi dışa yansıtma şeklimdi.
Elime ıslak mendili alıp göz kalemimi sileceğim zaman aynaya baktım. Kalem akmış yol gibi olmuş çeneme doğru iniyordu. Hızlıca sildim yüzümü. Sinirlerim hat safhadaydı ve yüzümü acıtana kadar silip tekrar baktım kendime. Çenemde parmak izleri mevcuttu.
Sinirden gözü dönmüş bir adet Aykut'un yediği boku, sinirden gözü dönmüş bir baba farketmedi. Şaşırdık mı? Hayır! Çünkü neden şaşırayım?
Kendimi, her şey yolunda gidiyor ayağına yatırıp yatağıma attım. İçeriden sesler yükseliyordu ve bu durumlara alışık olan bir adet Mısra olarak elime telefonu aldım.
"Hayırsız evlat!"
"Nerden geldi başımıza!?"
"Olmaz olaydı!"
"Serseri!"
Direkt olarak internetten esrar bağımlıları hakkında fikir edinmek için bir sayfaya tıkladım ve okumaya başladım. Gökay haklıydı. Bazıları gülerken, bazıları delirir ve ruh hali değişirmiş. Mesela Asil gülerdi. Zaten gülmesinden anlamıştım onun kuru kullandığını. Saçmalıyordu. Ailemizde kimse bilmiyor tabi canım. Zaten söylesem bana inanmaz kimse.
O yüzden kimseye bir şey söylemedim bu zamana kadar. Gerek yoktu. Asil'i o zaman çok severdim. Babamın da dediği gibi, 'abimdi.' Herkesten üstün tutardım onu, her şeye rağmen.
Aykut bu grubun deliren tiplerindendi ve bizimkilerin dediği gibi karşı gelinmemesi gerekirmiş. Peki ben bunu neden araştırıyordum? Bana sorarsanız bir fikrim yoktu. Ama araştırıyordum işte. En ince ayrıntısına kadar bakıyordum tüm bilgilere.
İncelemeye devam ederken titreme sesine müteakip ekranın üzerinde yabancı bir numara belirdi. Anında üzerine tıkladım ve gelen mesajı okumaya başladım.
'Ben konuşacağım diyorsam konuşacağız. İstersen fare deliğine gir, bulurum seni Mısra. Bugün göremedim seni ama yarın mutlaka görüşeceğiz seninle. İstediğin kadar kaçabilirsin, mutlaka bulurum seni.'
De ne demekti? Bu salak bugün beni gördüğünü hatırlamıyor muydu yani şimdi? Tabiki hatırlamıyordu. Çünkü esrarın etkisi vardı ve gerçekten ne yaptığının farkında değildi. Olabilirdi. Bu normal bir şeydi.
Asil şımarık ve para çokluğundan başlamıştı bu illete. Tamam, Aykut'ta zengin, şımarık ama başka bir sebep olmalıydı. Asil'in asıl başlama sebebi sevdiği kızdan ayrılmış oluşuydu. Bu da mı sevdiği kızdan ayrılmıştı?
Zihnimi okyanuslara sürükleyen bir gemi gibiydi Aykut. Baktığı an biniyordun gemiye, istemsizce. Sonra fırtınaya kapılıp sürükleniyordun. Direnmek boşunaydı bu fırtınada. Şeytan üçgeninin tam ortasına çekiyordu insanı.
Gülüyordu ama asla samimi değildi. Normal konuşuyordu ama asla gerçek değildi. Sürekli dibimde bitiyordu ama isteyerek yapmıyordu, biliyordum. Sırf reislik taslamak için yapıyordu. Ama herkese bunu yapmıyordu. Sadece Asil abisinin 'yeğeniyim' diye mi her hareketime dikkat ediyordu?
Esrar kullanıyordu ve Asil'i engelleyen ben olmuştum. Bende yalan yok. Hangi sebeple başladıysa Aykut da bırakabilirdi. Zor oluyordu biliyordum, ancak baş edebilirdim, uğraşmamak gibi bir huyum yoktu. Herkes muhattap olma diyordu ama benimle uğraşırsa ben de onunla uğraşabilirdim. Bu durumda kimseyle konuşamazdım. Bunu kimseye anlatamazdım. Aynı Asil'zadede olduğu gibi...
Herkesten habersiz doktora gitmiştik Asil'le. Ben de, o da elimizdeki bütün parayı ortaya koymuştuk. Ben liseye başlamamıştım o zaman ve babamla aram çok kötü sayılmazdı. En azından o zamana kadar baba-kız gibi konuşabilirdik ara sıra.
Asil'in bırakması için uğraşırken sürekli yalan söylüyordum. Bu yalanlarda yakalandığım için kavga etmeye başlamıştık. Ufacık bir kız çocuğu abisi için kendisini ortaya koymuştu ve o abi sesini hiç çıkartmamıştı. Olsundu. En azından Asil esrarı bırakmıştı.
Aykut'la da çok uğraşacağım aşikardı, çünkü Asil gülerdi ve atlatması kolay olmuştu. Ancak Aykut'un durumu daha vahimdi. Ama uğraşacaktım onunla.
Ve bana yaptıklarının acısını elbette ki çıkartacaktım. İstediği kadar üzerime gelsindi, üstüme çıkmasına izin vermezdim. Belki aynı konumda olurduk ama tepeme çıkartmazdım. Ben böyleydim. Ben Mısra Türkmen'im. Dediğimi yapar, istediğimi alırdım.