M.L 01
Tanıtım...
Naber brolar? Sabahın kör vaktinde genelde nereye gideriz? Tabii ki okula. Herkesin aksine ben severim gerçi okulumu. En azından evden uzaklaştırıyordu beni. O bakımdan yani.
Hem bu okul değişik bir okuldu. Neden mi? Valla değişik. Bir lise düşünün. Falan demiyorum size. Okuyun öğrenin. Öyle düşünmekle olacak iş değil bu. Tipik bir lise değil ama burası, onu bilin yeter. Sonra demeyin bana, 'Vay efendim klişe bir lise hikayesi bu, vay efendim bıktık aynı liseleri okumaktan.' Yok aga. Burası bildiğiniz bir lise değil. Burası meslek lisesi. Hemde Endüstri Meslek Lisesi. Acımasız erkek, saf kız yok burada. Erkek kavgalarına düşünmeden giren kızlar var. Hem de ne kavga amk.
Meslek lisesi dediğime bakmayın ya! Var ya burası acayip bir okul. Okulun yan sokağında devlet hastanesi var mesela. Bu en basiti.
Bana göre gurur veren, diğer kızlara sevgili bulan bir yer daha var ki, okulun diğer yanında kalan Orduevi! Kızlar, Orduevinin önünde takılmayı pek bir severler. Gencecik, toy askerlerle aşna fişne yapmak için süslenip püsleyip, gidip kapının önünde dikilirler. Hayır yani okulda zaten bir kıza 9 erkek düşerken, neden gidip gencecik subaylara iş atarsın bilmem ki.
Eğitim binasıyla bölümlerin binası arasından işlek bir cadde geçiyor ve biz okul içi ulaşımı caddenin üzerinde yer alan köprüyle yapıyoruz.
11 tane bina var okulda. Hepsi bölümler ve kültür dersleri için ayrılmış binalar. Okulun içinde mescid var ve hatta çok eski bir yapı olan bir hamam var ama kullanılmıyor. Kullanılsa zaten bütün cenabetler girer oraya. Hayatta boş kalmaz o hamam.
Veee sıkı durun! Asıl bomba burada! Ben 9. sınıftayken Pazartesi günleri okula gelmiyorduk. Sebep? Çünkü okul nüfusu Bursa'nın çeyreği kadardı neredeyse ve sınıflar yetmiyordu. Hatta öğretmenler bile yetmiyordu. Bir meslek lisesinde 7 tane din kültürü öğretmeni ne arasındı? Ama vardı.
Bu yüzden sınıflar arasında yapılan dağılımda bizim sınıf Pazartesi gelmeyip, Cumartesi öğlene kadar okulda oluyordu. Bütün sınıflar aynı şekil, hafta içi birgün gelmeyip, Cumartesi geliyorlardı falan. Garipsemeyin! Bunların hepsi gerçek. Bursalılar bilir devlet hastanesinin yanındaki bu liseyi.
5000 kişilik okulda sadece 500 tane kız var mesela. Bir kıza 9 erkeğin düştüğü bir lise. İçinde yok yok amk.
En başta şerefsiz metal erkekleri var. Görün bakın, bütün şerefsiz metal erkeklerinin alayının burunlarını mengeneye sıkıştırıp eğe sürtmezsem ne olayım? Yapacağım bunu, göreceksiniz.
Elektrik bölümü var. Kendilerini öyle bir gösteriyorlar ki kızlara, sanarsınız hakikaten elektrikler. Ama yeri gelirse onları da elektrik çarpmışa döndürürüz.
Döküm bölümü var. Tek tek dökeriz evelallah. Sıfır sıkıntı. Bilgisayar bölümüne lafım yok. Hepsi kendi halinde çalışkan çocuklar. Mobilya dekorasyon bölümünün kalasları var. Öyle bir haşır neşir olmuşlar ki, kendileri de odun olmuşlar.
Tekstil kızları var bir de. Hiç sevmeyiz birbirimizi. Bütün kızları aynı, bütün kızları sevimsiz. Çok şükür bu bölümle kavgalıyız. Etmese miydik amk? Ederiz. Bizim sınıfa, bizim bölüme laf edene acımayız.
Ben hangi bölümde miyim? Bize buralarda giderli ressamlık kızı derler. Bizde af yok. Bizde kolay kolay pes etmek yok. Bizde gider var. Bizde atar var. Bizde ders vermek var. Bu sene en önemli dersimiz şerefsiz metal erkeklerinin alayının çırasını yakmak. Onlara eziyet etmeyen ressamlık kızını da, ne bileyim yani?
En başta şerefsiz Atakan'ın canını yakmak istesem bile adi heriflerin dokunulmazlığı var sanki. Zannedersin survivor olmuşlar da, dokunulmazlık almışlar. Yok gülüm öyle dava. Makina ressamlığı bölümünde yemezler bunları. Özellikle ben yemem.
O Aykut reis istediği kadar metal bölümünde okusun. İstediği kadar bu okula reislik taslasın, bana sökmez. Has şerefsiz. Katıksız şerefsiz. O 5000 kişilik bu lisenin acımasız reisiyse, bende giderli ressamlık kızıyım. En başta onun o kalkık burnunu mengeneye sokup eğe sürtme operasyonu düzenleyeceğim. Önce o şerefsiz reisi yakacağım. Çünkü neden yakmayayım?
Bunların hepsi olacak. Hepsini yapacağım. Arkamda ressamlık kızları olduktan sonra Bursa'nın diğer liselerine bile yeterim evelallah. Hele ki düz liselilere. Nereden geliyor bu cesaret demeyin. Çünkü ben de bilmiyorum. Bilsem söylerim, sizden saklamam. Ama yapacağımı bilin, bana inanın bu bana yeter.
Şimdi bu dediklerimi tek tek yapmak için kollarımı sıvadım. Hatta boyalarımı sürünüp silahlarımı ve tüm mühimmatımı üzerime aldım. Bekleyin beni şerefsiz metal erkekleri ordusu, ben geliyorum. Burun operasyonu düzenlemeye...
M.L 01
Sabah alarm bile çalmadan uyanan bir liseli olarak güneş ağarırken kalkıp düzleştiricimi fişe taktım. Banyo işlerimi halledip, lacivert okul pantolonumu ve gömleğimi giyip hazırlandım.
Okullar başlayalı bir ay falan olmuştu. Tam benim doğum günümün olduğu gün, okulun ilk günüydü. Ay kutlama falan yaptığımdan değil de, Eylül ayının burcu olan, Başak burcu olmayı seviyorum sadece. Bana doğum günlerim genelde, burcumun özelliklerini ne kadar fazla taşıdığımı hatırlatıyor.
Titiz, düzenli, dikkatli, dakik, irdeleyici, takıntılı olmam tamamen burcumun bana bahşettiği bir güzellikti. Hepsini taşırdım. Başak burçları el kaldırsın görelim arkadaşlar!
Konuyu saptırdım yine. Otobüs geldiğinde her gün olduğu gibi tıklım tıklımdı. Neyse ki zayıf bir kızım da her yere fare gibi giriyordum. Ama tabi şunu da unutmamak lazım ki, otobüste resmen taciz ediyorlar insanı. Al işte bak bir tanesi geldi kıçımın dibine yerleşti. Neyse ses çıkartmadım başta falan ama yeter lan! Ne bu böyle!?
"Git öteye lan biraz." dedim, arkama geçip kıpırdanıp duran meymenetsiz surata.
"Nereye gideyim? Baksana her yer dolu." deyip otobüsü gösterdiğinde, "Ne kıpırdanıp duruyorsun o zaman dingil?" diye bağırdım.
Yakınımda oturan bir amca -bu saatte ne işi var otobüste çözemediğim amca- bastonunu o kalabalıkta kaldırdı ve tacizcimin kafasına indirdi bir tane.
"Ne yaptım amca ya!? Ne vuruyorsun!?" dedi coşkun kılıklı sapık!
"Kıza yanaşıp durma it!" dedi içinde ne cevherler taşıyan amca, "Gel kızım sen bu tarafa." Valla hemen yanına geçtim. Amma bütün otobüs Coşkun'u resmen linç etti ve ilk durakta indirdiler otobüsten.
Okula en yakın durak olan Timurtaşpaşa dediğimiz, Bursa'nın merkezi sayılan meydanda otobüsten inip okula çıkan cadde için yüksek merdivenleri tırmanmaya başladım. Sabahları sakin olur buralar ama çıkışta sakin görülmez pek. Okul kapısından içeriye girdiğimde, arkamdan bir ses işittim.
"Kankiiii." diyerek geldi yanıma, 3 senedir aynı sırayı paylaştığım arkadaş. "Naber bebeğim?" derken şapur şupur yanaklarımdan öpmeye başladı. "İyilik senden naber?" Artık öpmesin diye geri çekildim.
Liseye başladığım ilk gün, yanıma gelip oturmuştu ve direkt olarak elini uzatıp, 'Selam, ben Betül.' demişti. O gün bugündür, hala aynı sırayı paylaşırız bu deli kızla. Herkes bize 'zıt kutupsunuz' dese bile iyi anlaşırız. Ben bile şaşırıyorum ya neyse artık. Gerçi benim de çok akıllı olduğum söylenemez. Derslerde gayet başarılıyım lakin, delilik yapmakta da üzerime yoktur hani.
"Reis geliyor, reis." dediğinde Betül gösterdiği yöne baktım. Ressamlık kızları hariç okulun bütün kızları zaten bu çocuğa aşık. Neden mi?
Çünkü öncelikle yakışıklı çocuk, bu 1.
Okula arabayla gelen, dikkatinizi çekerim Jeep Renegade markalı arabayla gelen tek çocuk, bu 2.
Ve okulda sözü geçen, bu koskoca okula söz geçiren tek insan evladı olarak, okul başkanlığını falan üstlenen kişi diye reis derler, bu 3.
Metal bölümünde okuyor bu çocuk. Ve size bir şey daha söyleyeyim, bu metal erkeklerinden ilelebet nefret ediyoruz sınıfça. Her ne kadar okulun en karizmatik çocukları bu sınıfta olsa bile bizim kızlar Demet Akalın takılarak giderliyiz bu karizmalara.
Bu Aykut bu cağnım arabayla bizim okulda. Neden bir devlet okulunda okuduğunu düşünmüyor değilim aslen. Ortalıkta dolaşan bazı rivayetler var ama, Allah biliyor doğrusunu. Çünkü bu çocuğun babasının fabrikası var. Fabrikatör oğlu! Keşke otobüsle gelse okula, ne güzel olur. Arabayla gelmek ne demek canım? Liselisin sen, meslek liselisin.
"Kimse yok orada Betül... Yürüyen esmer bir ego gördüm, onu mu diyorsun?" dedim gülerek. Giderli ressamlık gülü de güldü.
Müdür yardımcısının odasından sınıf defterini alıp köprüden çıkmaya başlamıştık. O esnada birisiyle omuzlarımız birbirine değdi ama kim olduğunu görmemiştim. Bu yeşil gözlü aptal sarışın Betül'le, muhabbete öyle bir dalmıştık ki, yanımdan geçen kıza hafiften dönüp, onu görmeden, "Pardon." dedim.
"Yavaş, yavaş! Önüne bak!" Ah bilin bakalım kimmiş? Kavgalı olduğumuz tekstil sınıfının popüleri Aslı.
"Pardon dedik ya!" dedim kısacık eteğiyle bacak şov yapan, çakma sarı saçlı mavi gözlü bu kıza.
"Dikkatli olman gerektiğini bilmiyor musun sen?" dedi ters bir şekilde.
"Bu kural bir tek bana geçerli değil sanırım." diyerek giderlenmeye başladım.
Merdivenleri tırmanıp aramızdaki mesafeyi sıfır yaptı ve aynı merdivende yer almamızı sağladı. "Bir daha affetmem, ona göre!" Mavi gözlerini kısıp, işaret parmağını üzerime doğru salladı.
"Affet ne olur!" dedim ona karşı çıkan alaycı sesimle.
Atar atar, gidere gider. Ressamlık kızıyız, şeklimiz yeter.
"Aslı!" diye seslenen gür bir erkek sesini duyduğumda, kafamı otomatik olarak oraya çevirdim. Aykut reis bozuntusu geliyordu.
Şu reis akımından nefret etsem de okuldaki herkes bu çocuğun sözünü dinliyordu. Sürekli kavgaları vardı. Hepsi serseriydi. Hepsi psikopattı.
Altı evliya üstü eşkıya, burası Bursa.
Aslı'yla reis bozuntusu eskiden mahalle arkadaşıymış. Aslı'nın havası da o yüzden zaten ama bize sökmez aga.
Aslı'nın yanına geçip bakışlarını bana sabitledi. "Ne oluyor burada?" Yanında yaveri Atakan vardı ve sabah sabah canım Atakan'ı boğmak istemiyordu, çünkü mevzu farklıydı. Cağnım ressamlık gülü Mehtap'a dua etsindi o Atakan.
"Bu kız kim olduğumu bilmiyor galiba benim? İstersen sen bir hatırlat." dedi Aslı.
İlk defa bu kadar yakından gördüm onu. Koyu kahve gözleri varmış mesela. Açık kahve saçlarının aralarında da, hafiften sarılar falan var ama doğal duruyor böyle bakınca. Bir sormak lazım, boya mı değil mi diye?
"Kim oluyormuş bu arkadaş acaba?" dedim elimle Aslı'yı işaret ederek ve imayı içine sokaraktan.
"İsmin ne senin?" Elinde bir tesbih vardı ve onu sallıyordu.
"Mısra Türkmen ben. Sen kimsin?" dedim ters çıkan sesimle, tanımıyormuşum gibi.
'Ciddi misin?' Dercesine tek kaşını kaldırıp baktı. "Aykut Dinçsoy ben de." Okuldaki diğer ergen bozmalarına nazaran gayet gür bir sesi vardı. Elindeki tesbihi alıp sallamamak için zor tutuyorum kendimi. Hayatı tesbih yapmışım sallıyormuşum.
O an farkettim ki sanırım okuldaki herkes bizim etrafımıza toplanmış, ellerinde patlamış mısırları eksikmişmiş gibi bakıyordu. "Sen? Asil Türkmen'in bir şeyi oluyor musun?" diye sordu gözlerini kısarak.
"Benim amca oğlu. Hayırdır?" dedim doğal bir durum gibi.
"Haberim yoktu." dedi şaşkınca. Aslı'ya döndü. "Aslı bak işine." deyip sonra etrafına gürledi. "Dağılın lan siz de."
Asil kim diye soracak olursanız şayet, dedim ya benim amca oğlu olur kendisi. Ben bu okula başladığım sene o da son senesini okuyordu. Ama o zaman Asil, Pazartesi ve Salı okuldaydı. Diğer günler bir fabrikaya staja gidiyordu paşam! Göremedim diye de üzülecek değildim herhalde. Şeytan görsündü yüzünü.
Benim bu Asil'zade abim, şimdiki Aykut'un yerindeydi. Pabucumun reisiydi yani. 2 sene önce mezun olmasına rağmen adı hala buralarda unutulmaz. Asil denince akan sular dururmuş ama ben böyle isimlerin arkasına gizlenmeyi sevmem hiç.
Manyak psikopatın tekidir kendisi. Okulda ahkam kestiği zamanlarda, öğretmene saygısızlık yapan salaklar, buna saygı yaparlardı. Resmen ceketlerini ilikliyorlardı ya! Siz düşünün gerisini. Polat Alemdar'ın yandan yemişi reis.
Betül'le bölüme doğru ilerlerken, "Sen Asil abinin adını kullanmazdın, ne oldu?" diye sordu imalı bir sesle, "Aykut'a karşı öyle yapmadın?"
"Saçmalama! Ne kullanacağım Asil'in adını? Herkes kim olduğunu bilsin, öyle diyor ya Aslı hanım!" Aslı'nın Asil'de gözü vardı, net. Hatta onun zamanından şimdiki zamana kadar tüm kızların. Asil bey de aşık olunmayacak bir tip değil zaten. Pislik herif gözlerini dedemizden almış. Gri gri bakıyor.
Ben nasıl mıyım? Aman benim Asil'zade gibi bir numaram yok. Klasik kahve saç ve kahve göz, esmer ten. Bu kadar! Gözlerime siyah göz kalemi çekmeyi severim.
Asil neden şımarık sorularınızı duydum sanki. Bizim sülale baya kalabalıktır. Ve koca sülaledeki Türkmen soyismini taşıyan tek erkek torun olur kendisi. O yüzden herkes üzerine fazla düşer. Özellikle babam! Asil'i sevdiği kadar sevmez mesela beni.
Neyse, defteri masaya koyarken sınıfa seslendim. "Hello my darling!" Darling ne demek bilmiyorum esasen.
Düşünün ben yıllarca söylenen, 'Böğrüm ağrıyor. Böğrüm ağrıyor. Doktora gitçem. Böğrüm ağrıyor.' Şarkısını gerçekten böyle zannediyordum. O derece anlamıyorum yabancı dillerden.
"Allah aşkına darling ne demek? Anlatsana Mısra biraz." dedi Sema gülerek.
En arkadaki masama geçip otururdum. "Ne bileyim, geçen gün duydum. Ne demek sahi Sema?"
"Boşver hacı. Anlamasan da olur." deyip önüne döndü.
Müzik ruhun gıdasıdır deyip asla müziksiz çizim yapmayız. Prensip meselesi bebeğim. Ressamlık kızları böyleyiz. Alasını çizeriz ama müziksiz çizmeyiz.
Saat 10'a kadar, önümde kocaman bir a3 kağıdı, çeşitli cetveller ve inci gibi dizdiğim lacivert rotring kalemlerimi kullanarak, bana verilen bir metal parçasını kumpasla ölçüp, kağıda kesit alarak çizdim.
Molaya çıktığımızda önlüğümü asla çıkartmam. Evet, burada her bölümün kendine özgü bir rengi bulunan önlüğü giymesi şart. Bizimki beyaz. Neden çıkartsaydım ki? Okulda doktor gibi geziyoruz. Daha ne?
Büyük kantin diye adlandırdığımız, okulun 3 kantininden, bizim bölümün olduğu binanın alt katında yer alan, bayağı büyük kantine indik Betül'le. Sıra mükemmel kalabalıktı. Kenardan sıvışıp içeriye geçtim.
"Abla limon var değil mi?"
Ayşe abla bana dönüp, "Kız sen her sabah nasıl yiyorsun o ekşi şeyi bilmem!?" dedi her sabah dediği gibi. Ne yapayım? Zevk meselesi kardeşim! Seviyorum limon yemeyi. Bayağı kabuklarını kesip yiyorum.
"C vitamini Ayşe abla."
Pirinç pilavı görüntüsü veren öğrencilerin arasında, geçen sene makina bölümünde okurken aynı sınıfta olduğum arkadaşlarımı görüp, yanlarına gitmeye başladım. Şu anda onlar cnc bölümünde okuyorlar.
"Naber ekşi surat?" dedi Gökay. Limon yerken ekşitilen yüz ifademi yaptıkça bana bu ismi takmıştı. Çok da sevimli biri değilim zaten.
"İyilik senden naber?" Koyu Fenerbahçeli bu çocuk, aramızda en makara yapan, hayatı kaale almayan, vurdum duymaz ama en sevdiğim olur.
"Okuldan mı kaçsak ya?" sorusunu soran Merter'e tüm kızlar olarak, "Saçmalama!" dedik. Merter okuldan kaçmayı, sokaklarda amaçsızca gezmeyi seven ve rap müzik hastası bir arkadaştı. Gökay'la ilkokuldan beri arkadaş olmakla beraber, okulun üst tarafındaki mahallede oturuyorlardı. Severim bu arkadaşı, çok delikanlı çocuktur ve okuldaki kalabalık erkek topluluğunun çoğusunu tanıdığı gibi hepsiyle de iyi anlaşır. Aykut'la bile!
"Niye ya kaçsaydık, hem moladayız şimdi." dedi Berkay. Bu arkadaşım da bizim aramızdan biri. Öyle değil ama bayağı kız muhabbetleri yapan, yanında rahatlıkla ay başı ağrılarından bahsedebileceğiniz, sevimli bir çocuktur. O da diğerleri gibi harbi delikanlıdır ama. Elinde, annesinin gün arkadaşlarından birisinin kahve falına bakacak fincan varsa bile, 'başım belada' de fincanı bırakıp koşar gelir. İki eli kanda falan kalmaz yani. Öyle delikanlıdır.
Yediğim limonu bitirdiğimde Betül'ün elinden çayını aldım. "Saçmalamayın ya! Bölüm dersi varken okuldan kaçılmaz."
"Yaniii.. En azından kültür dersleri varken kaçalım." dedi Yeliz gülerek ve Neslişah doğru bir noktaya el attı. "Önce Kemal hocanın odasına girmek lazım oğlum, eve gitmeden mesaj gidiyor sonra anneme. 'Çocuğunuz okula gelmedi' diye. Sonra dinle dur."
"Ayy neyse kaçamıyoruz. Tamam anladık." diye isyan etti Berkay. "Ay kantine geldik geleli bir Yıldız Tilbe tuttu gidiyor!" Bir de sinirlenmeye çalıştı cağnım çocuk.
Kantinde para atarak, istediğin şarkıyı açan bir makina vardı. 1 lirası olan atıp, bütün kantine aynı şarkıyı dinletiyordu.
Betül cebinden parayı çıkartıp Berkay'a, "Hadi gel, değiştirelim şarkıyı." demesiyle Neslişah da onlara katıldı.
Elimdeki bitmiş çayın karton bardağını kenardaki çöpe atıp, bizimkilere baktığımda Aykut ve Aslı ikilisiyle göz göze geldim. Atakan ve diğer tekstil kızı Ferda da yan yana duruyordu ve Atakan adisi Mehtap'a bakıyordu. Bir tepki göstermeden, bakışlarımı şarkı seçmeye çalışan üçlüye çevirdim. Sonuç olarak, her zamanki gibi Berkay roman havası açarak, boynundan kravatı çıkartıp kafasına bağladı ve gömleğinin üst düğmelerini açtı. Fena kırıktı bu çocuk. Ama hepsini çok severdim. Dünya bir yana, arkadaşlarım bir yana gibi bir şeydi benim için. Bazı eksiklerimi arkadaş çevremle doldururdum.
Kantinin en boş alanı olan makinanın önünde başladılar, "Para bizde şöhret bizde," diye bağırıp oynamaya. Onlar oynar da, eğlenmeyi seven ben boş durur muyum? Tabii ki hayır!
Ressamlık kızlarınında yanımıza gelmesiyle tekstil kızlarına nispet yapa yapa oynamaya başladık. Karşıdan bakıldığında kravatlar havada uçuşurken, bir sürü kızın içinde yere diz çökmüş, çamaşır yıkama hareketleri yapan erkek bir kişiyi görüyordu en az 400 kişilik kantin. Tekstil kızlarını sevmezdil. keza onlar da bizi sevmezdi zaten. Çok da şey değildi hani. Hatta hiç de şey değildi.
Mola bittiğinde bölüme çıkarken sabahki sözlü sınavımın bitmediğini belirten kişi karşımda belirdi. "Asil abi böyle kantin ortasında oynadığını biliyor mu senin?" diye gözlerini kısarak sordu egolayzır Aykut. Hayır ona ne oluyordu acaba? Sana neydi benim kuzenimden? Sana neydi benim oynamamdan?
Kollarımı göğsümde kavuşturup, "Sana ne Aykut? Haberi var yada yok sana ne?" dedim meydan okur gibi. "Hem haberi olmak zorunda mı!" Bir de sesimi yükselttim. Onun reisliği bana değil, itaatkar okul halkına sökerdi.
"Sen bana sesini yükseltemezsin! Asil abinin kuzeni bile olsan, kimse bana sesini yükseltemez, harcarım." dedi sinirle.
Gözlerimi sabır dilercesine kapatıp açtığımda, uyuz uyuz bakan Aykut'a baktım. "Bana Asil deyip durma sende. Asil Asil Asil! Bu ne be!" Sesimi bir kez daha yükselttiğimde kolumu sıktı. Erkekler neden şu kol tutma mezusunu seviyordu acaba? Kızların kolunu tutunca adam mı olduklarını sanıyorlardı? Bence sadece zorba oluyorlardı. Zaten dünya üzerindeki bir çok erkekten nefret ediyordum. Özellikle akrabam olan erkek grubundan. Sevvmiyordum abi. Sevmek zorunda da değildim bence. Siz seviyor musunuz hakikaten? Ciddi ciddi merak ettim yani.
Dişlerini kenetlemiş halde, "Bağırma dedim sana!" derken o da bağırdı gözlerini gözlerime dikerek. Patlamaya hazır yanardağ görüntüsü veriyordu bakarken. İsterse patlasındı, ben de sel olur başına dikilirdim. Reismiş. Kıçımın reisi.
Bakışlarımı koyu ve sinirli kahve gözlerinden çekip, kolumda duran eline çevirdim. Boşta duran elimle bileğinden tutup, kelepçe görevi gören elini ittim. "Uğraşma benimle." Arkamı döndüğümde kısa veya uzun çaplı bir şok yaşıyor olması beni mutlu ediyordu. Sinir olduğum insanlar sinir oldukları zaman acayip psikopat ruhum inanılmaz zevk alıyordu. Siz de benim gibisiniz, biliyorum. Hem kıyamaz, hem hoşuma giderdi.
Merdivenlere tabanlarımı vura vura bölüme çıktığımda Betül, "Nerede kaldın kızım? Arkamızdan geliyordun?" diye sordu. Çok sinirli olduğum için cevap vermedim. Hem sinirliydim aslında. Ama aynı zamanda reis bozuntusunu bozduğum için de mutluydum.
"Ne oldu Mısra, neyin var senin?" Neyse ki hoca sınıfa girdi de muhabbet uzamadı.
Öğlene kadar çizim yapmaya devam ettim. Asil'in adını duydukça nüks eden sinirlerimi bir kenara bırakıp, herkesten önce bitirdiğim çizim kağıdımı hocaya götürüp verdim. Zaten herkesten önce bitiren genelde ben olurdum. Çok seviyordum bölümümü, çok. Hayatta en sevdiğim şeylerden birisi, Makine Ressamlığıydı. Geleceğin parlak bir ressamı olarak görüyordum kendimi.
Öğlen molasında Betül'le beraber yemekhaneye gittik. Yemeğimizi yiyip, devlet hastanesinin karşısında, Bursa manzarasına karşı oturmaya gittik. Arkadaşlarımız burada oturup öğlen makarası yapıyorlardı Merter hala okuldan kaçmak için elimizde harika bir fırsat olduğunu söylerken Gökay telefondan kız düşürme derdindeydi. Berkay da annesinin mahalle ve gün arkadaşlarıyla olan gruplarının herhangi birisinden çoklu görüntülü arama peşindeydi. Görüntülü aramada bile fal bakma gibi bir özelliği vardı. Nasıl da kıyamazdım.
Dersimiz bittiği zaman liseye başladığımdan beri çarşıda çalıştığım dükkana gitmeye başladım. Uzun zamandır ailemden para almadan yaşıyordum. Gururdan geliyordu bunlar başıma. Para gani gani babamda ama fazla gurur vuruyor böyle bir yerlerime.
Dükkana girdiğimde çantamı kenara bırakıp, alt kattaki kıyafetleri düzenlemek için aşağıya indim. Akşam 9'a kadar çalışıp koşarak otobüs durağına geçtim. Eve gidene kadar kulaklığımdan şarkı dinleyip gözlerimi kapatmıştım. Çünkü gerçekten çok yoruluyordum. Hem okuyup, hem para kazanmak zor işti. Ama aç kalmamak adına bunu yapmak zorundaydım. Olsundu. Ben halimden memnundum. Kaderim böyleydi
Annem, hamile ablam İlkay ve diğeri, nişanlı kızımız İlknur çay içiyorlardı. Benim küçüğüm olan Azra da diğer odada ders çalışıyordu. Çok fazla aile bağım yoktu hiçbirisiyle. Anca laf sokar dururlardı bana. Onlar da Asil yandaşı çünkü ve baş kaldırıyorum diye çok muhatap değildik.
Ben Mısra, Asil'den nefret ediyorum.