Çıkıştaki kavgaya kendimizi hazırlıyorduk. Dermişim. Tabiki hazırlamıyorduk. Free takılıyorduk. No problem. Hepimiz kavgacıyız. Ata sporu bizde. Halay kadar kavgayı da severiz. Halay gibi bir yaşam tarzı bizim için. Müthiş stres falan atıyoruz. Derslerimiz gayet iyi ve asla okulda taşkınlık çıkartmayız. Okul dışında yeriz her boku. En doğrusu bence.
Dersimiz felsefeydi. Bayhan bakışlı bir adam geliyordu derse. Baygın baygın bakıp uykumuzu getiriyordu. Bazen elini kaldırıp Bayhan gibi yapacak diye bekliyorduk ama yapmıyordu.
Hayır yani anlamıyorum. Meslek lisesindeki bir öğrencinin felsefikle ne işi olur? Bize ne milletin neyi düşündüğünden? Nasıl düşündüğünden? Gerek yoktu. Saçmaydı. Ama dinlerdik işte Bayhan bakışları eşliğinde.
Sınıfımıza girdikten sonra hepimiz yerlerimize oturduk. Kendi halimizde muhabbet ederken Bayhan bakışlı adam sınıfa girdi. En Bayhan bakışını takınıp tam selam vereceği esnada karşı sınıfta bir gürültü koptu ve hepimiz olayı idrak etmeye çalıştık.
Bayhan bakışlı adam sınıftan çıkıp karşı sınıfa girdi. Hemen arkasından koşarak gittik. Öğretmenleri henüz gelmemişti ve Aykut bütün sıraları dağıtıyordu. Yenilmişliğin verdiği sinir içindeki azgın canavarı ortaya çıkartmıştı.
Başkası olsa bu hallerine gülerdim ama Aykut'a gülemiyordum. Çünkü bir önceki delirmesinde esrar çekmişti ve o potansiyel şu an üzerinde fazlasıyla vardı. Alev alev yanıyordu gözleri. Yanardağ yanında hiç kalırdı.
Bayhan bakışlı adam, Aykut'un yanına gidip durdurmaya çalıştı ama başarılı olamadı. Sınıftaki diğer çocuklara bağırdı. Onlar tutmaya çalıştılar ve tam 6 kişi anca durdurabildiler Aykut'u. Tüm sıralar yerlerdeydi. Defterler, kitaplar, çantalar... Ne var ne yoksa ortalığa saçılmıştı.
Bayhan bakışlı adam ne olduğunu sorduğunda geçiştirip sınıftan çıkartmak istediler, kendi öğretmenleri geldi. Ortam Çarşamba pazarına dönmüştü.
Kendi öğretmenleri Aykut'a bağırmaya başladı ama Aykut kapıya doğru yürüyünce Yusuf Yusuf oldum arkadaşlar. Babamı, Asil'i, dedemleri de sinirli gördüm ama böylesini görmemiştim daha önce.
Gözleriyle dövdü desem yeridir. Yemin ederim fena korktum bu defa. Sınıf kapısında duran bana bakıp, kolumdan tuttuğu gibi koridorda sürüklemeye başladı. Yine kolumu tuttu gerizekalı.
Arkamızdan hocalar engel olmaya çalıştıklarında metalciler de onlara engel oldu. Bütün koridor bağırıyordu ama kimseyi duymuyordu. Bu egolayzıra okulda bir şey yapmıyorlardı, çünkü babası sürekli bağış yapıyordu. Çocuk mezun olunca eminim okul fakirlik seviyesinin altına düşerdi. İçimdeki nal Mısra bunu düşünüyordu.
"Bırak Aykut kolumu!" Olayın şokunu üzerimden yeni atmıştım. Kemal hoca duysa keşke diye içimden geçirdim ama bizim tam ters tarafımızda kalıyordu odası. Zaten adam alışkın böyle seslere, duysa da umursamaz herhalde.
Merdivenleri inerken o adım atıyordu ama ben koşarak iniyordum. Nereye götürüyordu bilmiyordum. Ne yapacaktı bilmiyordum ama hiç iyi şeyler olmayacaktı. Gözü dönmüştü.
Binadan çıkana kadar bağırdım ama bir Allah'ın kulu yardım etmedi. Öldürecek beni reis bozuntusu. Kimsede mi yanına yaklaşamaz ya!?
Kantinden çıktığımızda geçen konuştuğumuz yere doğru götürdü. Spor salonunun önünden geçerek yan tarafındaki boş alana sürükleyip yine sırtımı duvara vurdurarak durdu.
Hızır Çakırbeyli havam gitti, yerine ürkek Ceylan geldi. Korkuyordum. Geçen sefer bu kadar korkmamıştım. Şu anda burada sadece ikimiziz ve okul kameraları burayı görmüyor biliyorum. Okulun kör noktası...
Baktıkça yakıyordu. Bakışlarından ateş püskürtüyor ve her saniye beni tutuşturuyordu. Fazla ileri gittim bu kez. Tamam onlar kaşındılar ama ben de bokunu çıkarttım. Okulun ortasında çok pis laf soktum. Şimdi cezasını çekme zamanı. Eline düştüm bir kere.
Yüzüme bakmaya devam ediyordu. Gözleri sinirden mi kızarmıştı, yoksa krize mi girmişti bilmiyorum ama gerçekten yangın vardı. Onun gözleri yanıyordu. Baktıkça ben yanıyordum. Elimde olsa 110'u arar itfaiye çağırırdım. O derece!
Asil'e nazaran daha beterdi bu Aykut. Asil'den bir kere bile korkmamıştım ama Aykut'tan korkuyordum. Şu an burada bana ne yaparsa yapsın gerçekten kimsenin ruhu duymazdı. Çünkü okulun en kuytu köşesindeydik. Hocalar bari gelse. Beni burada kül etse, küllerim Bursa semalarında uçar gider, benden geriye bir şey kalmaz.
Bakmaya devam ettiği sürece karşısında korkmuyormuş gibi durmaya çalışıyordum ama başarılı olduğumu hiç sanmıyorum. Ağzımı açıp bir şey söylemeye bile cesaretim yoktu. Karşı gelme.
Eli kolumdaydı. Çok yakın duruyordu ve sadece bakıyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. Yine sırtım acıyor, yine kolum acıyordu. Ne diyorsa yap. Bir şey söyleme.
Bakışlarını bakışlarımdan ayırmadan yüzünü yaklaştırdı. Nefesi yüzüme çarpıyordu, kokusu burnuma geliyordu. Başımı kaldırıp karşısında dik durmaya çalıştım. Daha çok yaklaşıp başını boynuma doğru götürdü. Kulağıma eğilip, "Çok kaşınıyorsun." dedi ürkütücü bir sesle.
Sessizdi. Ölüm öncesi güzellik gibi geliyordu sesi, sakin bir şekilde konuşmaya devam ediyordu. "Çok karşı çıkıyorsun. Alışkın değilim."
Konuştukça dudakları kulağıma değiyordu, nefesi sırtımdaki tüyleri havaya dikmeye yetmişti. Hayatımın sınavıyla karşı karşıyaydım. İlk kez bu kadar ürktüğümü biliyorum.
"Harcarım diyorum. Dinlemiyorsun. Konuşalım diyorum. Dinlemiyorsun. Sus dediğimde konuşup, konuş dediğimde susuyorsun." Bir dakika, saçlarımı öptü. Kafayı yiyeceğim şimdi, bu ne saçmalık böyle?
"Şimdi konuş işte. Az önce susmuyordun. Şimdi konuş Mısra. Sesini duyayım." Kolumu bırakıp elini boynuma getirdi.
Çok şiddetli bir deprem etkisi yaratıyordu sesi bedenimde, titremek bir yana kendimi salmaya kalksam ayakta duramazdım sanırım. Büyük çaba sarfediyordum karşısında durabilmek için. Nefes bile alamıyordum, boğulacak gibiydim. "Korkma. Sana bir şey yapmam. Konuş sadece."
Gözlerimi sımsıkı kapattım. Sinirlerim bozuldu ve kendimle cebelleşiyordum. İçimde yaşayan Mısra ayaklanmış, 'Haddini bildir.' diyor ama kafamda yaşayan Mısra gözlerimle gördüğüme, 'Sakin kal' diye uyarıyordu. Korkmadığımı göstermek istiyordum ona. Gökay'ların karşı gelme, dediğini yap lafları çınlıyordu beynimin içinde.
"Niye içiyorsun o sigarayı?" diye titrek bir ses çıktı dudaklarımdan. "Heh işte. Böyle konuşmalısın." Ne yapmaya çalışıyor bu ya?
Kalp atışlarım komaya sokacak kadar hızlı atarken şu haline anlam veremedim. Neden sürekli konuş diyordu bana? Düşündükçe başım dönmeye başladı. İçimden gelen korku bedenimi esir almışken aklıma ona söyleyecek bir şey gelmiyordu. Nutkum tutuldu.
"Susma Mısra. Konuş."
Aynı ses tonunu kullanıyordu. Boynuma doğru eğilerek kulağımın içine sessizce bir şeyler söylüyordu. O söyledikçe sinir sistemim çökerken gözümden istemsiz bir yaş akıp boynuma indi. Gözlerimi açmak istemediğim gibi zihnimi zorlayarak ona cümle türetmeye çalıştım.
"İçme o sigarayı Aykut. Bırakabilirsin. Yazık etme kendine." Güç bela birkaç kelime daha çıktı dudaklarımdan. Sinir bir gülüş sesi çıkartarak dudaklarını boynuma getirdi. "Çok biliyorsun küçük Ceylan." Dudakları boynuma değiyor, değdikçe yakıyordu. "Çok hızlı atıyor." dedi boynumdaki eli nabzımı yoklarken.
Bu sefer de nabzımın üzerine ufacık bir dokunup geri çekti dudaklarını. Başını boynumdan kaldırıp yüzü hala çok yakınımdayken nefesi yüzüme çarpmaya devam ediyordu.
Elini yanağıma koydu. "Korkuyorsun." Gözlerimi açtım. Az önceki öldürücü bakışlar kaybolmuş, yerine normal insanlara benzeyen bir Aykut bakışı gelmişti.
Asla normal değildi. Kesinlikle bir kriz anıydı ve karşı gelmek isteyen içimdeki Mısra baş gösterdikçe dizginleri ele aldım. Duruşumu dikleştirip elimi kaldırdım. Onun yanağıma koyduğu gibi ben de onun yanağına koydum elimi. Gözlerini kapatıp açtı. "Geçti." Krizi mi geçmişti? Mümkün değildi. Ne demeye çalışıyordu?
"İçme." Konuş diyordu, konuşmam lazımdı ve hızlıca kendimi toparlamaya çalıştım. Karşımda krize girmiş bir Aykut değil de, okulumuzun karizmatik delikanlısı varmış gibi düşünmeye başladım.
"Asil de kullanmıştı Aykut." Kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Gözlerine odaklandım ama kırmızı halini görmek istemiyordum. Kahve noktalarına bakmaya özen gösterdim. "Asil'de bir dönem kullanmıştı ama başa çıkmıştık. Bıraktı. Sen neden kullanıyorsun?"
Korkmadığımı sesime yansıtmaya başladım. Çünkü gerçekten az önceki sinirli bakışları yoktu. Korkum azalmıştı. Baş edebilecek Mısra uyanıp sonunda kendini göstermeye başladı.
Cevap vermiyordu. Ben konuştukça sadece dinliyor, tepkisiz kalıyordu. "Sen de konuşsana."
"Anlat." diye emretti. "Asil'i mi?" Başını aşağı yukarı salladı.
"Doktora gitmiştik. Sonra da bıraktı zaten." İkimiz de sessiz konuşuyorduk. Birisinin duyacağından değil ama anın havası öyleydi işte.
Elini yanağımdan hızlıca çekince refleks olarak ben de çektim. Yine öfkeli bir bakış yerleştirip, "Bana bulaşma. Karşıma çıkma." dedi çenesini sıkarak. Ruh hali yer değiştiriyordu.
"Tamam. Bundan sonra kimse kimseye bulaşmıyor. Anlaştık?" Huyuna gitmeye çalıştım. Başka çarem yoktu. Ya gidip içecekti o sigarayı yada sakin kalacaktım karşısında. Bildiğim şeylerdi bunlar. Hadi yürek yemiş Mısra, hadi çok bilmiş Mısra, devam edin kızlar.
Yüksek bir sesle konuştu. "Sakın karşıma çıkma bir daha!" Ağzımı açacağım esnada arkasını dönüp gitti, duvar dibinde arkasından bakakaldım.
Köşeyi döndükten sonra sırtım duvardayken yere çöktüm. Sinir bozukluğum alıp başını giderken gözlerimi yakmaya başlayan yaşları geri gönderdim. Gözlerimi silip uzun uzun soluklar çekip bıraktım. Alnımı dizlerime dayayıp kollarımla bacaklarıma sarılarak bilinmez süre boyunca orada aynı pozisyonda oturdum.
Cebimdeki titreyen telefonumu farkedene kadar yerimden kıpırdamadım, telefonumu çıkarttım. Betül arıyordu. Olanlardan onlara bahsetmeyecektim. Bu Aykut'la benim aramda olan bir mevzuydu. Kimseyi bu işe karıştırıp da kimsenin başını Aykut'la belaya sokamam. Sokmamam gerekiyordu.
"Efendim Beti?"
"Neredesin Mısra? Öldük meraktan!" diye cırlak bir ses çıkarttı. "Kantindeyim Betül. Ne bağırıyorsun?"
"Tamam geliyoruz." Telefonu kapatıp hızlıca kantine gittim. Boş bir masa bulup oturduğumda uzun zamandır orada oturuyormuş havası verdim.
Bizim delikanlılar yanıma geldiklerinde az önceki durum hiç yaşanmamış gibi davrandım. Bir şey yapmadığını, sadece konuştuğumuzu söyledim. İnanmak mecburiyetindelerdi. Elime, koluma baktılar. Herhangi bir kızarıklık, morarıklık falan görmeyince rahat bir nefes aldı canlarım.
Aslında bakarsanız olayı çoktan aştım ben de. Ben böyle bir kızım. Yaşanır ve biter benim için. Geçer gider anlayacağınız. Zaten çıkışta kavga var annem. Bütün stresimi atarım orada. Bilge'nin yüzüne birkaç sağlam yerleştirsem acayip rahatlarım. Biz ergeniz demiştim size.
Bayhan bakışlı adamın dersini bitirip öğlen molasına çıktık. Bugün hiç yemekhane havam yoktu. Kendimizi ödüllendirmek için tavuk dürüm almaya karar verdik Betül'le. Dürümlerimizi alıp devlete gidip yiyecektik.
Öğleden sonraki dersler başladığında son bir gazla dinlemeye devam ettim. Malum yarışmada ben seçilirsem mesaj muhabbeti vardı. Çıkıştan önceki son dersin son teneffüsü bayrak töreniyle geçiyordu. Şimdi gidiyorduk İstiklal marşını okumaya. Aykutların sınıfla yan yanaydık ama görünmemek için diğer yanımızda Gökay'ın yanına saklandım. Aykut'u da görmedim. Daha doğrusu bakmadım bile sınıflarına doğru.
Öğleden sonrasında Aykut'u bir daha görmemek için sınıfın en dip köşesine gidip yatmıştım. Dinlendirdim kendimi ve aklımdan o dakikaları geçirdim sürekli.
Tuhaflık dışı bir şeydi. Her yerinden acayiplik akıyordu. Ne biçim bir duruma düştüm böyle farkında değildim. Bir taraftan kızlar sürekli Asil'le konuş diyorlardı ama hiç konuşasım yoktu açıkcası. Zaten bir bok yapmadan, "ben seni koruyorum," diyor. Bir de bir yardımı dokunursa değmeyin havasına.
Ego tacının sahibi Asil. Egolayzır Aykut. Ego bozması Aslı. Nefret ettiğim 3A grubu. Element gibiler yemin ediyorum. Zaten hiç de anlamam o elementlerden falan. Karman çorman bir sistem. Bu grup da öyle işte.
Çıkış vaktinde herkes kafasına göre dağılıyordu. Kızlarımızın çoğusu tuvalatte makyaj tazelemeye giderken Betül'le çıkışa ilerledik. Kapıdaki görevli Mahmut abiye selam verip çıktığımızda karşımda sayamayacağım kadar çok düz lise kızı vardı. Ve hatta ego bozuntusu Aslı'nın tekstil sınıfı buradaydı. Olmasalardı hatırım kalırdı zaten.
Bilgecan'la bakışıp üst taraftaki bela çıkmazına yürümeye başladım. Kavgalar genel itibariyle orada yapılırdı. Ben önden kızlar arkadan sokağa doluştuk. Bizden sadece Betül'le ikimiz vardık ve cidden fazla kalabalıklardı. Rahat bir tavırla çantamdan sigara çıkarttım. Gökay'dan ödünç istemiştim paketi. Betül içmiyordu ama karşımda dikilen Bilge'ye uzattım. "Cık." Paketi çantaya koyup çakmağı aldım. Yi sen yemeeni bea. Nerde olsak gelcek o pezevenk.
Kimse konuşmuyordu, acayip rahattık. Free takılıyoruz demiştim. Sigarayı çekip çekip üflerken Bilge ağzını açtı.
"Bana söylediğin lafın bir bedeli illa ki olacak!" Demek ki sinirlenince ağzını yaymadan konuşabiliyordu.
"Bak biz kaç kişiyiz..." deyip arkasındaki kız ordusunu işaret etti. "...siz kaç kişisiniz. Bi rde hala rahat rahat sigara içiyor karşımda." Küçümser bir ifadeyle baktı yüzüme. Aptal, hala öğrenemedi.
Sigaramı bitirip yere attım, söndürdüm, izmariti çöpe atıp tekrar Bilge'ye baktım. "Çok korktum be Bilge. Ne olur affet valla." Histerik bir gülüş çıkarttı. "Birazdan da böyle alay edebilecek misin bakalım?" Ama arkalarından bizimkiler öyle bir doluştu ki sokağa, kaçmak bir yana dursun kıpırdayamazlardı bile.
Kendimi Uyumsuz filmindeki korkusuzlar grubunda hissettim. Deli bir kan akmaya başladı vücudumda.
Hala onlar daha kalabalık aslında. Olay örgüsü bizden bir kıza onlardan iki kız düşerek ilerleyecekti muhtemelen ama stres dediğin böyle atılır işte.
Bizim kızların geldiğini gören ordu çantaları yere fırlatıp anında saldırıya geçti. Bilge saçımı tutmasıyla beraber kafamı aşağıya çekmeye başladı ama, bu ne amk saç çekilerek kavga mı edilir?
Kolunu tuttuğum gibi saçımdan elini çekip geriye doğru itekledim. Zayıfım falan ama Asil sağ olsun birkaç teknik öğretmişti bana zamanında. Daha doğrusu ben onu izleyerek öğrenmiştim. Neyse konumuz bu değil. Şu an kendimi Bilge'ye odakladım ve yakasından tutup burnuna kafayı gömdüm.
Afalladı tabi ki. Benden böyle bir hamle beklemiyordu. Ne oldu gülüm? Bildiğiniz kız kavgası değil bu. Biz ressamlık kızları yumrukla, kafayla saldırırız karşımızdakilere. Bilge kendine gelemeden bir tanede yumruk indirdiğimde yüzüne iyice sivrisineğe döndü ama arkamdan birisi tekme attı. Yere düştüm amk!
Üzerime çullandığı an iki omzumu da sertçe kaldırıp üzerimden ittim. Bilge bir tarafta, diğeri bir tarafta dururken Bilge'ye öncelik tanıdım ve ikisinin arasında sıkışırken dizimle Bilge'ye gelişi güzel çaktım. Diğer kız arkamda saçımı çekerken omzunda sürekli iteklemeye çalışıyordum. Sonunda saç derim derinden acıyıp saçlarımın yarısını koparınca ona saldırmaya karar verdim. Geriye doğru gidip saçlarımı elinden kurtarınca ona dönüp attığım tekme sonucu geriledi. Bizim kızlardan biri onunla yakın ilişki kurmaya başlayınca Bilge'ye dönüyordum ama Bilge sırtıma vurdu. Hem de çok fena vurdu. Hala morarık lan sırtım!
Ona doğru sağ tarafımdan dönerken, sağ kolumu kaldırıp elimi yumruk yaptım. Hızlıca dönüp yumruğum suratını delince benden iyisi Şam'da kayısıydı. Duvara doğru yaslandı arkadaş. Çünkü ayakta duracak hali yoktu.
Bizim kızlar napıyorlardı bir fikrim yoktu ama baş ettiklerine emindim.
Erkek bozması Safiye; bir dönem kickboks yapmış. Şu anda kesin 3-4 tanesiyle uğraşıyordur. Boy uzun ve cüssesi oldukça fazla. Çift dikişli arkadaşımız bu durumu sağlam olması için diye açıklıyordu. Yaş olarak bir yaş büyük bizden. Kara kaşlı kara gözlüdür kendisi.
Sema; Çalışkan kız ve fazla hırslı. Eğer kızdıracak olursanız tüm hırsını toplar, adamı en ince noktasından yakalar. Gözlüklerini takıp inek öğrenci olurken, çıkarttığı an serseri serbest takılır. Kumral saç, kahve gözlüdür.
Betül; aptal sarışın falan ama mevzu bahis olunca anasını bile tanımaz. Bol bol temizlik yapması sonucu kol kası geliştirdi. En sevdiği şey stres attıktan sonra sevgilisiyle mesajlaşmak.
Mehtap; Aykut'ların sınıftaki Atakan'ı sene başında tekstil kızlarından birisiyle gördüğümüzden beri içindeki canavarı ortaya çıkartarak geziyordu. O yüzden tüm tekstil kızlarına fena takık. Elindeki fırsatları değerlendirmeyi iyi bilir. Açık kahve gözleri ve açık kahve saçları vardır. Güzel kızdır kendisi. Zayıf ve uzun yüzüyle sırma gibi saçlara sahiptir.
Nazlı; adı Nazlı ama kendisi azılı. Fazla söze gerek yok. Demirkapı çingenelerinden. Mahallede alışkın o kavgaya gürültüye. Esmer ten ve koyu renk kısa saçları var. Ama ela gözlü bu arkadaşımıza dokunan olursa, bir karış boyu birden pinokyonun burnu gibi uzar, geniş kalçalarını sallamayı sever.
Merve; Kızıl saçlı bu arkadaşımız kahve gözlü ama lens takmayı seviyor. Mavi göz hastası. Ayrıca saçlarını Aslan yelesi modelinde kestirip kendisini kedicikten Aslan'a döndürebilme gibi güzel bir karaktere sahip.
Ve diğerleri; Hepsi delikanlı kız demiştim zaten. Birimize bir şey olsun, hepimiz koşarız. Allah ne verdiyse giriştiklerine eminim şu anda ve hepsiyle aramızda kardeşlik bağı var zaten. Çoğusuyla geçen senelerden tanışıyoruz, seviyoruz birbirimizi.
Yeliz; abisi beden eğitimi öğretmeni. Kendisi de zaten abisi gibi bir erkek. Uzun boylu ve ne kadar aklı başında bir kız olsa bile bayılır kavgalara. Belalı bir insan. Erkeklerden ve erkekler yüzünden yapılan kız kavgalarına zaafı var bu kızın.
Neslişah; Etliye sütlüye karışmayalı çok oluyor. Ama konu ben, Yeliz ve Betül'se eğer sevgilisini bile dövebilecek bir kapasiteye sahip. Benim gibi ufak tefek ama rock müzik dinleyen bir çılgın. Dövme yaptırmayı sevdiği gibi insan dövmeyi de sever. Pircing takma takıntısı var. Yüzünde bir kaç delik açtırdı ama yetmedi. Karşısına çıkan insanlara da kaşında, dudağında falan delik açma, kan akıtma gibi değişik huylar barındırır. Kara gözlerine yakışsın diye saçlarını siyaha boyatır düzenli olarak.
Şimdi Bilge'ye geri döndüm. Duvara yaslanık duruyordu. Hala öyle ve yakasına yapıştığım gibi kahve gözlerimi cehennem ateşine çevirip yeşil gözlerine bakarak orman yangını çıkarttım. Kasığıma vurdu. Ama yıldık mı? Hayır tabiki!
Yere yatırıp üzerine oturdum bu arkadaşın. Alışkındır zaten o üzerine çıkılmasına. Sağ elimi kaldırıp yumruğu çakıp hızlıca elimi geri kaldırdım ve aynı hızla geri vuracağım zaman birisi bileğime yapıştı. Tanırım bu eli!
Kafamı çevirip Aykut'la karşılaştım tabi ki! Başka kim olabilirdi zaten? Sevgilisini pençelerimden kurtarmaya geldi şimdi. Yalnız Bilge ses çıkartmıyor altımda hiç. Bir hamle yapması lazım ama...
"Kalk Mısra yeter." Gözlerime bakıyordu ve benim terapimi engelliyordu. Neden ya!? Şurda iki stres atalım dedik.
Ben hareket etmeyince bileğimi iyice kavrayıp ayağa kaldırdı beni hain. Etrafıma bakındığımda bütün kızlar tutulmuş bir vaziyetteydi. Metal erkekleri gelmiş bizim kızları tutuyordu. Bok kafalılar! Biz karışıyor muyuz sizin kavganıza!?
"Herkes dağılsın!" diye bağırdı Aykut reis. Anında tekstil kızları Aslı'nın yanına toplaşıp sokağın çıkışına ilerlemeye başladılar. Bilge'ye bakıp, "Kaldırın şu kızı!" diyerek esti gürledi Aykut reis. N'oluyo lan? Yavuklusu değil mi bu bunun?
Salak çirkefler kızları gelip Bilge'yi kaldırdılar, toparlanmaya başladılar. Bilge Aykut'a inanılmaz ters bir bakış atıp aynı bakışı bana da gönderdi. Tam bana doğru bir adım attığında Aykut önüne dikilip işaret parmağını Bilge'ye gösterdi. "Sakın!" Hayretlik mevzu...
Bilge burnundan soluyarak gitmeye başladığında Aykut reis kızlarda göz gezdirdi. Saçlar başlar dağılmış, kravatlar çıkmış, gömleklerin yarısı pantolonların içinde yarısı dışında, sütyen ipleri gömleğin yakasında sallanıyor, hatta ayakkabı bağcıkları çözülmüş haldeydiler. Ve maalesef makyajları bozulmuştu güzellerimin. Kıyamam.
Safiye önüne gelen saçını üfleyerek geri itti. Yanında metalden ayıboğan dediğimiz Kadir vardı.
Mehtap eski sevgilisi Atakan'a öyle bir bakıyor ki, ağzı burnu dağıldı çocuğun.
Betül gömleğini düzeltirken Koray denilen piçe bakıyordu.
Merve mavi göz hastası bir arkadaş olduğu için Aykut'un sınıf arkadaşı mavi gözlü Oğuzhan'a bakarken saçlarını düzeltti.
Sema çözülen bağcıklarını itinayla bağlamaya başladı. Yanında duran Samet yardım edecekmiş gibi eğilmeye kalkınca dirseğiyle sert bir şekilde engelledi.
Nazlı sakızını şişirip patlattı, mahallede kıskanç sevgilisi olduğu için yanındaki çocuğu itekledi.
Ben kendimin farkında değilim ama bileğim hala Aykut'un kelepçesi altındaydı. Erkekler birden kendi aralarında gülmeye başladılar. Delirdiler sanırım. Fazla psikopatlar. Aykut da gülmeye başlayınca kaşlarımı çatıp ona döndüm.
O da bana bakıp güldü. "İyiydiniz kızlar." Daha çok gülmeye başladılar. Atakan Mehtap'ın yanındaydı ve önünde durup saçını kulağının arkasına itti. "İyi misin?" Atakan aslında seviyordu Mehtap'ı ama neden aldattı bilmiyorduk.
Mehtap, Atakan'ın elini itip öldürücü bakışlar atmaya devam ederken Aykut'a tekrar baktım. "Delisiniz hepiniz." Vay arkadaş! Ne meraklılarmış kız kavgasına.
Koray denilen arkadaş bir adım öne gelip, "Hadi reis. Sırada bizimki var." dediğinde hepsi toplaşıp sokağın çıkışına gittiler. Biz kızlar da öküzün trene baktığı gibi baktık.
Sonra toparlanıp hiç bir bok olmamış gibi Timurtaş'a yürümeye başladık. Aykut'lar mübarek Cuma'yı kavgayla kapatacaktı ama neden bela çıkmazında kalmadılar onu anlamadım. Nerede kavga edeceklerdi şimdi diye düşündüğüm zaman surların önüne gelmiştik. Keyfimize diyecek yoktu. Bizde bir ayarsızlık söz konusu değildi ama Safiye'nin elinden çıkan kızlar bir hafta kendilerine gelemezlerdi. Mehtap gülüm acayip rahatlamış görünüyordu. Ben desen zaten var ya, hem Mehtap için hem kendi davam için bu kavgayı çok sevmiştim. Çift tıkladım resmen.
Salak Aykut. Bana diyor karşıma çıkma diye, kendisi gelmiş benim kavgama müdahale ediyordu. Dengesiz, deli bozuk. Egolayzır psikopat. Baş belası manyak. Anlamak için mastır bile yapsam anlayamam bu Aykut'u. Tamam bu dengesiz haller esrarın etkisi ama acaba içti mi benden sonra? İnşallah içmemiştir. Yazık lan, kaç yaşında daha? 18 yaşında. Ehliyeti var herifin.
Surların karşısında, Okçubaba türbesinde, mübarek yerde, mübarek günde düz lisenin reisi Enes'le Aykut karşı karşıya duruyordu. Ve bilin bakalım ne oldu? Aykut reis kafayı gömdüğü gibi ortalık savaş alanına döndü.