Gün Ömür için aydın olmamıştı. Sarmamıştı dört yanını beyaz… Açmamıştı renkler yüreğinde. Sunmamıştı gökyüzü mavisini, katran karasına. Yeşili düşlerken daha çok saplanmıştı bataklığına. Söylediği sözlerdi içini yakan biliyordu. “Hiçbir şey değilsin bende.” Diyerek koparmıştı bağlarını, onunla. Bir ömür kördüğüm olmak isterken, tutamamıştı… Yapamamıştı... Duydukları inanabileceği türden şeyler değilken nasıl hesapsızca sunabilirdi aşkını? Yaralarla dolu kalbine nasıl izin verebilirdi bir kesik daha açmasına? Dayanamazdı... Kalbi bir başka yitiği kaldıramazdı. Yüreğinde filizlenen umut çiçeklerini kopartmalıydı.
Yine de tüm imkânsızlığına rağmen son olmak ısıtmıştı buz tutmuş yüreğini. Gerçek olmadığını bile bile...
Gözlerini kapatıp o geceyi düşündü tekrar. Sahiplenmedi yüreğindeki varlığını. Seviyorum diyemedi. Hiçsin dedi onun yerine. İnkâr mesken tutmuşken dilini, aksini söyleyemedi kilit vurduğu sevdası... Zor olsa da başardı. Yıkıldığını göstermedi... Sevse ne değişirdi ki? Yarınları olabilir miydi hiç? Yakışmazdı ki yanına Ömür. Geleceğine, sevincine en önemlisi de kalbine ortak olamazdı.
Acı bir gerçekti bildiği; bahar gelip geçerdi.
Gönül'ün kahvaltısını hazırlayıp evden çıktığında, ilk defa okula gitmek gelmedi içinden. Onun yerine amaçsızca dolaşmak istedi sokaklarda. Hiçbir şey düşünmeden, hissetmeden sadece dolaşmak... Boşluktaymış gibi.
Çalan telefonu duyduğunda, kalbi kuş gibi çırpınmaya başladı. O arıyor diye düşünse de, ekrana baktığında onun olmadığını anladı. Gözleri yanmaya başlarken, reddet tuşuna bastı telefonun. Hayal kırıklığıyla gözünden bir damla düşerken, ağzında kekremsi bir tat oluştu. Acı veren bir tat. Aramasını beklediğini itiraf ederken kendine, batan geminin dönüşü kadar imkânsızdı istediği.
Bakmadı telefona. Onndan başka hiçbir sesi duymasın istedi kulakları. Yine de, ya gerçekse demekten alıkoyamıyordu kendini. Ya o da seviyorsa? Hayır dedi bir kez daha. Sevemez... Sevse bile imkânsızdı. İmkânsızıydı o...
Karşıya geçen bir vapura bindi. Kayalara vuran dalgaları izledi uzun süre. Martıların çıkardığı sese karışan çocuk seslerini dinledi. Kalabalığın içinde daha fazla yalnızlaştı. Daha fazla kimsesiz kaldı.
Kaç gün geçmişti sahi? Kaç gece tüketmişti yokluğunda? Onu görmeyeli, sesini duymayalı ne kadar olmuştu? O geceden sonra bir daha karşılaşmamaları nasıl açıklanırdı? Şehir dışına çıkması tesadüf müydü peki? Kaçıyor muydu, kaçsındı. Ömür'ün istediği de buydu zaten. Sinirlenmeden de yapamıyordu. Özlediği için kızıyordu. Görmediği için kızıyordu. Söyleyemediği için kızıyordu. Kaçtığı için. Vazgeçtiği için. Ama en çok kendine kızıyordu…
Bekliyordu. Hissettiği acının tükenmesini, bitmesini. Yok olacaktı yavaş yavaş biliyordu. Ama neden her geçen gün daha da artıyordu içindeki ateş? Niye onsuz geçen her gün kor alev oluyordu? Sönmesi gerekiyordu. Bitmesi gerekiyordu. Yaşamak için, nefes almak için unutması gerekiyordu.
“Seni merak ettim. İyi misin?”
Gelen mesajı okuduğunda, hüzün dolu bakışlarını dikti sonsuz maviliğe. Merak edenin o olmasını isterken, çok mu bencildi? İki şeyi nasıl aynı anda isteyebilirdi? Nasıl hem yanında olmasını hem de olmamasını isteyebilirdi ki? Bir yanı sevsin isterken diğer yanı sevmesin diyebilirdi? Aklı ile kalbinin girdiği savaşın galibi yoktu. Yenikti Ömür…
Onsuz hep yenikti…
Hocasını endişelendirmemek adına mesajına cevap verdi. Zor zamanlarını hep onun desteğiyle atlatmış olsa da bu defa onun yardımını istemiyordu. Destek olamazdı ki zaten. Kalp yarasını sarabilir miydi hiç? Sevmem kimseyi derken nasıl anlatabilirdi delice tutulduğunu? Kalbi yerine koyduğunu? Kalbinin onun için attığını?
En güzel sırrıydı o yüreğinin. Kimselerin, hatta onun bile bilmediği bir sırdı taşıdığı. Saklayacaktı... Kimse bilmeyecekti hazinesini. Yüreğine kazıdığı yeşil umudu kimse görmeyecekti.
Vapurdan inip Özgür'ün evine geldi. Kendisine doğru koşan çocuğa sevgiyle sarılıp yanaklarından öptükten sonra yanına oturttu Deniz'i.
“Söyle bakalım çalıştın mı?” Diye sordu küçüğün saçlarını okşarken.
“Çalıştım.”
“Aferin sana. Annen nerede?” Diye sorduğunda, evin yardımcısı olduğunu öğrendiği kadın bir bardak su getirdi.
“Dayımla beraber arka bahçedeler. Aysun Abla burada.”
“O kim?” diye sordu, kendisine uzatılan suyu alıp içmeye başlamadan hemen önce.
“Dayımın sevgilisi.”
Su yakar mıydı insanın boğazını kezzap gibi? Söker miydi ciğerleri yerinden? Engeller miydi nefes almayı? Yanan gözlerini inatla kırpmadı Ömür. Ağlamayacaktı. Ne bekliyordu ki? Baharı geçip yaza kavuşmuştu anlaşılan Özgür... Ne diyebilirdi ona? Hakkı var mıydı bir şey söylemeye?
Zorlukla gülümsedi. İçini yakan acıya inat gülümsedi. O kadını görecek olmak tedirgin etse de ayaza tutulmuş yüreğini, dik durmaya zorladı kendini. Kaçmayacaktı. Yıkıldığını göstermeyecekti. Süpürecekti kırıklarını, göstermeyecekti kimseye yaralarını. Anlamayacaktı hiç kimse canının acısını.
Piyanonun olduğu salona geldiklerinde önce Deniz'i oturttu. Yanına oturduğunda, bu odada Özgür'ün kendisini izlediği anı düşündü. Nasılda heyecanlanmıştı. Yokluğu durdururken acılarla dolu kalbini, varlığı delicesine attırıyordu. Ortası olmaz mıydı bunun?
“Başlayalım mı artık?” Diye soran çocuğu başıyla onayladı. Öyle ihtiyacı vardı ki bu çıkan sese... Bir tek bu ses durdurabilirdi çığlıklarını ruhunun, biliyordu. Gözlerini kapatıp müziğe verdi tüm duyularını. Gözyaşlarının aktığından habersiz çalmaya devam etti. Sevgilisi kelimesi dönüp duruyordu zihninde. Bu kadar çabuk mu vazgeçtin bahardan derken yüreği, aklı bile susturamıyordu bu defa. Hıçkırdığını, küçük çocuğun elini avuçları arasında hissettiğinde fark etti. Gözlerini açtığında, kendisine şaşkın gözlerle bakan bir kalabalık gördü. O kalabalığın içinde gözleri onu buldu. Hasret kokar mıydı bakışlar? Kokuyordu işte... Özlemi gözlerinden taşıyordu biliyordu Ömür. Engelleyemiyordu ki… Sevmek de özlemek de elinde değildi.
Gamze'nin yanına gelmesiyle çekti bakışlarını ondan. “Niye ağlıyorsun Ömür?” diye soran kadının sesi, merak doluydu. Gözyaşlarını elinin tersiyle silip gülümsemeye zorladı kendini. Söyleyecek mantıklı bir şeyler bulmaya çalışırken, Gönül geldi aklına.
“Gönül biraz rahatsız da. Ona üzülüyorum.”
Söylediği yalandan sonra kaçırdı gözlerini. Mecburdu böyle söylemeye. Gerçek dile dökülmeyecek kadar yasaktı… Gamze şefkatle elini tutunca minnetle baktı kadına. Küçük çocuğun elini de aynı minnettarlıkla tutup sıktı.
“Piyano hocası tuttunuz demek.”
Duyduğu yabancı ses, Özgür'ün yanından geliyordu. Bir kez olsun bakmamıştı kadına. Bakamamıştı. Görmeyince yok kabul edebilecekti. Yok sayabilecekti. Ama konuşunca... Var kılmıştı duyduğu ses, Özgür'ün hayatında kendini. Sevgilisiydi… Belki de sevdiği... Kadına baktığında bakmamış olmayı diledi. Özgür'e yakışandı o. Yakışmasın istedi. Bakmasın, görmesin istedi. Dokunmasın istedi... Hançerlerle delinirken yüreği, akıttığı kandı gözlerinden, farkında değildi.
“İyi misin?”
Çekti içine hasretini duyduğu sesi... Hapsetmek istedi bir ömür. Kendisine saklamak istedi hep. İmkânsızlığı hatırlatırken kendini, karanlık oldu yarını…
“İyiyim...”
Çıkan bu ses kendisine mi aitti gerçekten? Titrek, parça parça… Bu kadar mı aciz düşmüştü?
“Bu günlük bu kadar ders yeter değil mi annecim? Ömür ablan dinlensin.”
Gamze'ye teşekkür ederek kalktı piyanonun başından. Kalamazdı orada daha fazla. Aynı havayı soluyamazdı onunla. Bakışları... Bakışları öyle soğukken nasıl buz tutmazdı karşısında?
“Ben artık gideyim.” Diyerek kapıya yönelmişti ki; Gamze'nin sesiyle durdu.
“Yemek yemeden hiçbir yere bırakmam.”
“Ama...” Dese de ısrarının hiçbir fayda sağlamayacağını biliyordu. Onları beraber gördükçe dizilmez miydi o yemekler boğazına? Sıkıntıyla bir nefes çekti ciğerlerine. Bir bakış bile yeterdi tekrar hıçkırıklara boğulmasına.
Hep beraber koltuklara oturduklarında bilerek en köşeyi seçmişti. Onlara bakmak zorunda kalmıyordu bu şekilde. Karşılarında olmak isteyebileceği en son şey bile değildi.
“Aysun'la tanışmadın değil mi? Özgür'ün arkadaşı.”
Gamze'nin sessizce söylediği sözleri başıyla onayladı. Konuşsa sesi çıkmazdı. Nefes dahi zorla alıyorken, sahte gülücükler saçmaya mecali yoktu.
Gamze'nin eşi Fırat da gelince yemeğe oturdular. Az önce ki gibi şanslı değildi Ömür. Özgür'le karşı karşıya oturmak zorunda kalmıştı. Zor geçecek olan yemek daha da zorlaşmıştı. Bakmadı ona... Baharı kışa çevirdiğini göstermemek için. Açtırdığı çiçeklerin fırtınada yerle bir olduğunu göstermemek için bakmadı. Yeşillerinde her şeyi unutmamak için bakmadı. Acısının yerini sevdası almasın diye bakmadı.
“Hadi bize bir şarkı söyle Ömür.”
Küçük çocuğun isteğini başıyla reddetti. Konuşmaya hali yokken nasıl şarkı söylerdi?
“Lütfen… Anne Ömür'e söyle şarkı söylesin ne olur.”
“İstemiyor Ömür ablan zorlama oğlum.”
“Sesini duymak istiyorum ama ben. Lütfen.”
“Bir tane söyle bari. Yoksa susmayacak.”
Konuşan Deniz'in babası Fırat'tı. Çocuğun ısrarı bir kez daha zor durumda bırakmıştı Ömür'ü. Niye bu gün zorlanıyordu her şeye? En çok da kalbi zorluyordu onu. Can çekişiyor, kan akıtıyordu. Acısı her geçen saniye artarken nefes aldırmıyordu. Nasıl söyleyebilirdi ona bakarken... Yanında bir ‘yabancı' varken... Yabancı olan sensin dese de aklı, kabul etmiyordu işte yüreği. Yakınıydı onun. Kalbine en çok yakın olandı. Belki de bu ona göre öyle olandı ama önemi yoktu ki bunun…
“Zorlamayın kızı söylemek istemiyor işte.”
Son lafı söyleyen Gamze'ye sarılmak geldi içinden o an. Öyle zor bir durumdan kurtarmıştı ki kendisini... Her şeyin yolunda olduğuna inandırmak için eline aldığı kaşıkla çorbanın tadına baktı. Zorlukla yuttu çorbayı.
“Özgür Aysun'u yarın bizim pastaneye getir. Eren'de görmüş olur onu. Uzun zamandır görüşmemişlerdi.”
Gamze'nin muhatabı Özgür'dü. Eren'in kim olduğunu merak ettiği sırada Deniz'den almıştı cevabı.
“Dayıma Eren deme.”
“Her neyse. Yarın bekliyorum sizi.”
Yarında beraber olacaklardı. Bunu bilmek şimdiden yarını zehir yapmaya yetmişti Ömür’e.
“Önce gitmemiz gereken bir yer var sonra geliriz yanına.” Diyen Özgür'e çevirdi gözlerini. Yeşillerine baktı. Gördüğüyle yandı…
Çığlık çığlığaydı içindeki âşık kadın. Sahte bahardı işte… Sahteydi, yalandı her şey. Hani ilk'ti? Son olmadığı gibi, ilk'i de yalandı? Yalandı bu adam... Gözleri, sözleri her şeyi yalandı. Nasıl? Nasıl derdi ki seviyorum diye?
“Ben artık gideyim Gönül evde yalnız.”
“Yemeğini bitirmedin ama.”
“Lütfen... Kardeşimi daha fazla yalnız bırakmak istemiyorum.” Diyerek kalktı masadan. Herkesle vedalaştıktan sonra kapıya yöneldi. Dışarıya adım atmıştı ki, Özgür'ün arkasında olduğunu fark etti.
“Seninle geliyorum.”
“Ama... Hayır gelmiyorsun.” Dedi kesin bir şekilde. Kendisinden beklemediği bir şekilde sert çıkmıştı sesi. Pişmanda değildi bu yüzden. Ne kadar soğuk olabilirse o kadar korurdu kendini bu adamdan. Ne kadar uzak olursa o bakışlardan, o kadar az yara alırdı ruhu.
“Terapi günü olduğunu unutmadın değil mi? Aksatmamamız gerektiğini biliyorsun.”
Gönül söz konusu olunca susmak zorunda kaldı. Kardeşi söz konusuyken ne önemi vardı çektiği acıların? O iyi olsun yeterdi... Yanardı Ömür, razıydı.
Arabaya bindiklerinde başını cama yaslayıp yolu izlemeye başladı. Arkada oturmuştu yine. Yanında, yakınında olmaktan çok daha iyiydi.
O kadın hakkında hiçbir şey sormayacaktı Özgür'e. Sormasını beklediğini biliyordu. Belli etmeyecekti acısını, sancısını. Ölmek üzere olduğunu göstermeyecekti. Önemi yokmuş gibi davranacaktı. Hiçsin demişti ya gerçekten hiç yapacaktı. Hiç olacaktı Özgür gönlünde. Silecekti adını.
Eyvah başladı yine o sızı
Bir de ısrarcı dur durak bilmiyor.
Eylül yolcu ederken yazı
Gözyaşım usul usul çiseliyor
Radyodan çalan şarkıyı duyunca kapattı gözlerini, Ömür. Müziğe vermişti ki kendini, ses kesildi. Gözlerini açtığında Özgür'ün radyoyu kapattığını gördü. Bir şey söylemedi. Çıkmadı tek kelime dudaklarından. Sessizliği bölmek istiyordu Ömür. Ruhunu kaplayan yalnızlığa çekilmek istemiyordu. Bir ses olsun istiyordu arabada. Bir ses olmalıydı. Düşünmemek için, kızmamak için. Ağlamamak için bir ses olmalıydı.
“Gönül kriz geçirdi mi ben yokken?”
İstediği ses onun sesi değildi…
“Hayır.” Dedi kısaca.
“Şimdiden söylüyorum Gönül'ü biraz zorlayacağım. Buna hazırla kendini.”
Gönül'e olacaklar aklındaki her şeyi silmeye yetmişti. Ne o kadın kalmıştı aklında ne de Özgür. Nefesinin çekeceği acı kalmıştı bir tek…
“Ne olur kurtar onu…” Dediğinde sesi öylesine perişan çıkmıştı ki... Canı söz konusuydu. Gönül'ün tırnağı kırılsa canından can giderken, nasıl dayanacaktı tüm bunlara? Öylesine küçük, öylesine savunmasızdı ki…
“Ağlama…”
Ağlama demişti sevdiği adam. Ağlama... Elinde değildi ki. Yarını karanlığa bürünmüştü tekrar. Sevdiği adam imkânsız, kardeşi desen... Elleriyle kapattı yüzünü. Sabır diledi Allah'tan.
Eve geldiklerinde hava kararmıştı. Gönül'ü kitap okurken bulmak mutlu etmişti Ömür'ü. Bir şeylerle ilgilenmesini çok istiyordu.
“Nefesim... Acıktın mı?” diye sordu, Gönül’e.
“Acıktım.”
“Hemen hazırlıyorum.” Diyerek yanlarından ayrıldı. Yaşadıkları yüzünden kardeşini ihmal etmişti. Nasıl yapabilmişti? Sevmemesi için bir neden daha buldu. Önceliği kardeşinde olması gerekiyordu. Severse değişirdi. Kardeşine duyduğu sevgi olmalıydı yalnızca kalbinde.
Hazırladığı tepsiyi Gönül'ün önüne koydu. Yemeğe başlamasını bekledikten sonra oturdu koltuğa. Gözlerini kardeşinden ayırmamaya çalışsa da ona bakmadan yapamıyordu. İki saniyeyi geçmiyordu bakışı. Yine de bakıyordu. Ders almamış mıydı bu gün yaşadıklarından? Yalancı bir rüzgârdı o... Esişi toz toprak getirmişti yalnızca. Bahar'ın habercisi değildi.
Gözleri değdiğinde yeşillere, çekmedi. İnandırmasını dilemişti sadece. Aşkına inanmak istemişti. Ama o kaçmıştı. Hiçsin dediği için değil, sevmediği içindi vazgeçişi, biliyordu. Suçlamamalıydı kendini.
“Sadece arkadaşımdı.”
Özgür'ün ne söylemek istediğini ilk anda anlayamadı. Düşününce anladı kimden bahsettiğini. Aysun sadece arkadaşım diyordu. Doğru mu söylüyordu? Daha da önemlisi niye söylüyordu? Konusunu açmamışken neden dile döküyordu içini kemiren gerçeği?
“Niye söylüyorsun bunu?” Diye sordu sesinin titremeyeceğine emin olduktan sonra.
“Sence niye söylüyorum?”
Bu defa o yapıyordu. O bilmezlikten geliyordu.
“Arkadaşın olup olmadığı beni ilgilendirmiyor.” Dedi, kendini zorlayarak.
Bir şey söylememişti Özgür. İnkârı kuşanmıştı yine. Zırhını geçirmişti üzerine. Koruma altına alırken kalbini, yarınını çaldığının farkındaydı Ömür. Kendi elleriyle yok ediyordu geleceğini. Ama yoktu işte. Ne gücü vardı ne inancı... O adım atmazken nasıl koşabilirdi ona?
Yüreğindeki ağırlığın kalktığını biliyordu. Nefes alabiliyordu artık. Sevgilisi olmadığını söylemesinin sonucuydu bu hali. Umutsuzluk, karanlık kaybolup gitmişti yeşillerde…
Gönül'ün yemeği bitirdiğini görünce tepsiyi alıp mutfağa götürdü. Sevinç değildi belki hissettiği ama ölecek gibi de hissetmiyordu artık. Yalan ihtimalini düşünmüyordu. Yalan söylemezdi Özgür, nedensizce biliyordu.
Özgür'ün mutfağa girdiğini görünce duruşunu dikleştirdi.
“Bıçak alabilir miyim?”
“Tabi.” Diyerek çekmeceden aldığı bıçağı uzattı. Bıçağı ne yapacağını düşünüyordu ki, ellerinin arasında tuttuğu bıçakla avucunun içine bir çizik atmaya başladı. Şok olmuş bir şekilde izlerken Özgür'ü elini tuttu hemen. Akan kanı musluğun önüne tutacağı sırada elini geri çekti Özgür.
“Kan akması için yaptım. Yıkayamam.”
“Niye yaptın?” diye sorarken, içinin bu denli acımış olmasına inanamıyordu Ömür.
“Gönül için gerekiyordu. Derin değil zaten.”
Bizim için dedi içindeki ses… Bizim için akıttı kanını. Bizim için acıttı canını. Nasıl zarar gelirdi ki böyle birinden?
“Bizim için de olsa acıtma canını. Yakma.” Dedi eli elindeyken. Dokunuşu sıcacık olur muydu insanın? Bir dokunuş titretir miydi yürekleri? Sıcacık bir şeyler akar mıydı içinde? Hepsi oluyordu Ömür'de. Yüreği akıyordu bu adama. Engelleyemiyordu. Ne yapsa da engel olamıyordu ona çekilmeye. Kaçtıkça onda buluyordu kendini. Kalbini istiyordu Ömür. Sevsin istiyordu. İmkânsız olan neydi? Kime göre imkânsızdı? Sınıf farkı mıydı engel? Niye şu anda hiçbiri gelmiyordu aklına? Ellerine dokunduğu için mi? Sıcaklığını hissettiği için mi toparlayamıyordu düşüncelerini?
“İnan bana canımı acıtan bu kesik değil.”
Ne söylenirdi bu söze? Nasıl bir cevap verilirdi? Ağlamamak için sıkıyordu kendini. Güçlü olmalı, güçlü durmalıydı. Rüzgâra kapılmamalıydı. Fırtınaya tutulursa hiçbir şey toparlayamazdı Ömür'ü. Ölürdü.
Çekti elini ellerinden. Sıcaklığını kaybedince üşüdü Ömür. Dokunmak istedi tekrar. Ama yapmadı. Arkasını döndü Özgür'e. Titreyen ellerini tezgâha yasladı.
Özgür'ün gitmesiyle rahat bir nefes aldı. Ne zordu ona sırtını dönmek. Seviyorum diyememek…
Odaya geldiğinde Gönül'ün yanına oturdu. Birazdan başlayacaktı kâbus dolu dakikalar. Özgür'e bakarak başla diye fısıldadı.
“Gönül bana ateşten neden korktuğunu söyler misin?”
“Bilmiyorum sadece korkuyorum.”
Neden korktuğunu biliyordu Ömür. Dile getirmemeliydi bunu Özgür. Bu sadece Gönül'ün değil Ömür'ün de kanayan yarasıydı. Annesinin evi ateşe verişini nasıl unutabilirdi? Yanmak istemişti… Kocasıyla beraber ölmek istemişti. Ömür ve Gönül habersizce eve gelmiş, bahçede oynuyorlardı. O saatlerde parkta olması gerekirken, eve dönmüşlerdi. Evde olduklarını bilseydi annesi, yapmazdı biliyordu Ömür. Kocasının canını alacak kadar gözü dönmüş olsa da çocuklarına bu kötülüğü yapmayacak kadar anneydi. Affedememesinin bir nedeni de buydu. Anne sevgisini esirgemişti Gönül'den ve kendisinden. Yok saymıştı onu. Babasının şefkati de bir tek Gönül'e olmuştu. Yaşadığı şeyler zaman geçtikçe silinse de hafızasından acısı yerli yerindeydi. O ateşlerin arasından Gönül'ü zorla çıkarmıştı. Annesine koşmak istese de izin vermemişlerdi. Vedalaşamamıştı onunla… Son kez seni seviyorum diyememişti…”
“Gözlerini kapat ve düşün. Neden korkuyorsun?”
Gönül'ün gözlerini kapattığını görünce elini tuttu. Destek olmak istedi. Yanında olduğunu hissettirmek istedi.
“Bilmiyorum.”
“Gönül elimi kestim, yardım eder misin bana?”
Elindeki kanı Gönül'e gösterdiğinde, kardeşinin irkildiğini hissetti.
“Ben yapamam…”
“Yapabilirsin Gönül, zor bir şey değil.”
Özgür’ün ısrarcı ve bir o kadar sert olan sesi, kardeşini çaresiz bırakmıştı. Kendisine yalvarırcasına bakmaya başlamıştı.
“Yapamam… Yapamam…”
Öylesine çaresiz çıkıyordu ki sesi, içi param parça olmuştu. Yardım diler gibi Ömür'e baktığında, bakışlarını kaçırdı Ömür. Sessizce gözyaşı dökmeye başladı. Nasıl dayanacaktı nefesi? Gözlerindeki korkuyu gördükçe ölüyordu Ömür.
“Ömür, sen de söyler misin Gönül’e bana yardım etmesini? Ben yapamıyorum…”
Ömür, Özgür'e baktı hemen. Gözleriyle yalvardı ona. Olması gereken bu diye fısıldadığını duyunca yapmak zorunda kaldı. Derin bir nefes çekti içine önce. Gözyaşlarını silip Gönül'e çevirdi bakışlarını.
“Evet nefesim hadi yardım et, bak zor durumda.”
Hıçkırarak ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Nefesine yalan söylemek zorunda olmaktan nefret etti. Onun iyiliği için dedi kendi kendine. Mecburdu…
“Kan görmeye dayanamıyorum…” diyerek ağlamaya başlamıştı Gönül. Hıçkırıkları gitgide yükseliyordu. Gönül'ün hıçkırıklarına kendi sesi de katıldı. Dayanamadı, tutamadı daha fazla kendini.
“Gözlerini aç ve bak. Bak elimdeki kana.”
Özgür'ün sözünü dinleyip gözlerini açtı Gönül.
“Görmek istemiyorum.”
Özgür, Gönül’ün ellerini tutarak güven verici bir şekilde gülümsedi.
“Tamam, Gönül, bakma… Geçti. Bu sadece bir terapi. Seni korkuttuğum için özür dilerim.”
“Benimle mutfağa gelir misin?” diye sordu Ömür, adama daha fazla dayanamayarak.
Özgür'ün başını salladığını görünce beraber mutfağa geçtiler. Neler oluyor diye sordu mutfağa girer girmez. “Bunun ne gibi bir faydası vardı? Gönül çok korktu.”
“Bu yüzden yaptım. Korkularını hatırlamalı ki, sebeplerine inelim. Farkında değilsin ama bu korkuları yüzünden kişilik bölünmesi yaşıyor kardeşin. Korkularının üzerine gitmekten başka çaremiz yok.”
“Bundan sonra ne olacak?” diye sordu bu defa Ömür. Neler olacaktı nefesine?
“Bilmiyorum. 2 hafta boyunca sana vereceğim ilaçları kullansın. Bir tür sakinleştirici gibi ama değil. Beyin hücrelerini biraz dinlendiriyor diyeyim. Bu onu sakinleştirecektir. Kullandıktan sonra neler olduğuna bakalım. Ben bu süre içinde bir daha zorlamayacağım Gönül'ü. Psikolojisini de düşünmek zorundayız. Kendini çok kötü hissedecektir. Onun sevdiği şeyleri yaptır. Film izlemeyi sevdiğini söylemişti beraber sinemaya gidin. Alışverişe çıkın. Sosyalleştir onu. Eve tıkılıp kalmasın. Yaşadığının farkına varsın. Hayatı öğrensin. Dört duvar arasında bir ömür saklayamazsın onu…”
“Ama... Kriz geçirir diye korkuyorum.”
“Geçirsin. Sen yanında olduktan sonra izin vermezsin birine zarar vermesine. Aldığı ilaçlar saldırgan tarafını köreltecek merak etme. Uysallaşacak.”
“Peki.” Dedi çaresizce.
“Yalnız bırakma onu. Ben yarın yine gelirim.”
Özgür mutfaktan çıktığında, Gönül'le vedalaşmasını izledi. Dış kapıyı açıp dışarı çıktıklarında bir şey söylemesini bekledi. Gitmeden söyleseydi ya bir şey… İnandırsaydı ya kendine.
“Hoşça kal.”
“Gidiyor musun hemen?” Diye sordu birden. Gitmesini istemiyordu.
“Kalmam için bir neden yok.”
Başını sallayarak onayladı Özgür'ü. Doğru söylüyordu Özgür. Neden kalsındı ki? Sebebi yoktu.
“Kendine iyi bak.” Diyerek arkasını dönen adama baktı Ömür. Kırmak istiyordu zincirlerini. Adım atmak istiyordu özgürlüğüne... Rüzgârına kapılmak istiyordu. Onda olmak istiyordu. Bir adım dedi kendi kendine. Bir adım sonrası mutluluktu. Bir adım sonrası sonsuzluktu...
“Gitme...” Dedi bir solukta. Onu durdurmak istiyordu. Bir şey söylemeden gidemezdi. İnandırmadan gidemezdi. Devam etti. “İnandır beni rüzgârına. İnandır ki korkmadan kapılabileyim sana.”
“Aşkta hesap olmaz Ömür. Sözlerim yetecekse seni inandırmaya ben söylerim. Ama kulaklarının duyduğuna değil, kalbinin hissettiğine inanmalısın.”
Kalbinin söylediklerini duymuyordu ki Ömür... Aklı tıkamıştı tüm yolları. Gidemiyordu Ömür. Ne ona ne de onsuzluğa…
Özgür tutunca elini, yine o tatlı huzur kapladı içini. Set vuramadı bu defa aklı, kalbinin önüne.
“Ben susayım, kalbim konuşsun olur mu?”