Biraz inkârdı üzerindeki biraz kabullenmişlik… Yüreği amansız bir savaşa tutulmuştu aklı ile. Sev diyordu yüreği, korkmadan sev. Acıtsa da kanatsa da kabul et. Hisset diyordu. Acısını da, sevdasını da… Yer edinmişken izi ruhunda, anla diyordu. Onu sevmek nasıl olurdu sahi? En çok merak ettiği ise; aitliğiydi… Ona ait olmayı merak ediyordu. Onun ilgisini ve en çok sevgisini…
Bu gece bir şeyler kırılmıştı içinde. Asla olmaz dediği şeyi kabul etmiş, razı olmuştu. Aşkın boyunduruğuna zorunlu girse de gönüllü olmuştu tutsaklığına. Güz'e dayanacak, bahar'a kavuşacaktı. Bahar olacaktı adı öyle söylemişti Özgür. Güzden kopup baharı bulacaktı.
Anlayamıyordu Ömür. Birden bire nasıl böylesine değişmişti her şey? Sanki bir rüzgâr esmişti de tüm hayatına dokunmuştu. Dilediği dokunuşun bu rüzgâr olabileceğine olan inancı her geçen saniye artarken, hissettiği muhtaçlığa şaşırıyordu. Rüzgâra benzetti Özgür'ü... Özgür rüzgâr oldu. Önce tatlı bir meltem sonra deli bir poyraz... Esişi bununla sınırlı kalmayacaktı biliyordu Ömür. Fırtına olacaktı içinde, kasırgalar koparacaktı. Dayanabilecek miydi tüm bunlara? Kendinden iz kalmasa bile kapılmayı kabul edecek miydi bu deli rüzgâra?
Çoktan kapıldığını bilse de sormadan edemiyordu kendine. Sanki önünde başka seçim yolu varmış gibi ihtimalleri tartıyordu. Kaçabilse bu tutsaklıktan... Düşünmesine bile müsaade etmiyordu izini bıraktığı yüreği.
Nasıl devam ederdi böyle? Kalbinin kapılarını aralamış olana, rüzgârına kapılmadan nasıl dimdik durabilirdi? Anahtarı yoktu ki gönlünün tekrar kilitlesin… Bir şeyleri kabullendikten sonra nasıl bakardı yüzüne peki? Anlar mıydı ya da? Sadece ‘doktor’ sıfatını taşırken üzerinde, kabullenir miydi sevda tepelerini? Sadece yüreğinde esmeye razı olur muydu? Sever miydi o da?
Günlerin artık daha zor geçeceğinin bilincinde kapattı gözlerini. Yeşilin en güzel tonunu barındıran gözlerini canlandırdı zihninde. Adını fısıldadı karanlığa. Adı umuttu bundan sonra.
Gönül'ün sesiyle açtı gözlerini. Sabaha doğru uyuduğundan yorgun düşmüş, alarmın sesini duymamıştı. Yanı başında oturan kardeşini de yatağa aldı. Gönül'ün kolları kendisini sarınca biraz kenara kayarak ona yer açtı.
“Abla?”
“Söyle nefesim.”
“Özgür ağabey çok iyi biri değil mi?”
Gönül'ün Özgür'den bahsetmesiyle bütün gece düşündüğü yeşiller geldi aklına.
“Evet, nefesim öyle.”
“Ve çok yakışıklı.”
Gönül'ün hafifçe iç çekişi Ömür'ü gülümsetirken haklı olduğunu biliyordu. Girdiği her ortamda dikkat çekecek bir fiziğe ve yüze sahipti adam. “Bilmem öyledir herhalde.” Dedi sanki hiç fark etmemiş gibi.
“Bugün gelecek tekrar. Hep gelsin istiyorum beni çok güldürüyor.”
Gönül'ün sesindeki heyecan içini sızlattı Ömür'ün. Bu adam ikisinin de hayatında unutulmayacak izler bırakacaktı, farkındaydı. Kardeşinin Özgür'e olan bağlılığına şaşırdığı gibi seviniyordu da. Ama nereye kadar devam edecekti böyle? Sürekli yanlarında olamazdı ya bu adam. Varlığına alıştığını kabul ediyordu Ömür. Öyle ki onun olmadığı anlarda zamanın geçmediğini, mutlu olamadığını yeni yeni fark ediyordu. Gülmeyi bir tek onun yanında başarabildiği gerçeği de vardı. Nasıl yapıyordu bilmiyordu ama Ömür onun yanında kendini hiç olmadığı kadar mutlu hissediyordu. Varlığı bile yetiyordu mutlu olmasına. Adının geçmesi bile yüzünde gülümseme oluşturmuşken, âşık olduğunu bir kez daha dillendiriyordu yüreği.
“Bugün Özgür ağabeyinin evine gidiyoruz nefesim.”
Gönül'ün şaşkınlığı gözlerinden belli olurken, onun bu haline ufak bir kahkaha attı. Mutlu olmak artık çok daha kolaydı.
“Neden?”
“Özgür ağabeyinin küçük bir yeğeni varmış ona piyano öğretmemi istedi benden. Bende kabul ettim.” Dedi bir çırpıda. Gönül'ün bir şey demeyeceğini bilse de onun da fikrini alması gerektiğini biliyordu.
“İstemezsen gitmeyiz nefesim. Arar ve işi kabul etmediğimi söylerim.”
“Hayır, tabi ki. İstemişse yap lütfen.”
Gönül'ün Özgür'e olan bağlılığına nasıl bir isim vermesi gerektiğini bilemiyordu Ömür. Doktor hasta ilişkisinden farklı olarak, ağabey kardeş diye adlandıracağı bu durumun nasıl bu kadar kısa zamanda gerçekleştiğini kavrayamıyordu. Nasıl bir büyüydü bu adamın yaptığı? Herkesi nasıl böylesine etkisi altına alabiliyordu?
“Peki ben kahvaltıyı hazırlayıp okula giderim sende ben gelene kadar evden çıkma tamam mı? Kendini kötü hissedersen hemen ara ben gelirim.”
“Tamam.”
Yataktan kalktığında küçüğünün saçlarına bir öpücük kondurarak odadan çıktı. Aldığı kısa duş sonrasında kahvaltıyı hazırlayarak çıktı evden. Bugünden sonra eli biraz rahatlayacaktı. Evin birkaç gün geciken kirasını verecek sonra da dolabı Gönül'ün seveceği şeylerle dolduracaktı. Hiç olmadığı kadar rahat hissediyordu bu yüzden kendini.
Okula geldiğinde değişen ders programını aldıktan sonra sınıfına girdi. Üflemeli çalgılarla dolu dolaptan neylere baktı. Bu çalgılarla arası iyi olsa da pek ısındığı söylenemezdi. Bir tek neyde piyano çalarken hissettiği duyguyu hissedebiliyordu. Duyduğu o ahenkli ses gerçeğin tüm kirinden kopararak bambaşka bir boyuta götürüyordu. O yüzden bu çalgılar arasında ilk tercihi hep ney olmuştu.
“Ney neden insana benzetilir biliyor musun?”
Hocasının yanına geldiğini konuştuğu zaman fark etmişti. Neyin insana benzetildiğini çok duymuştu ama neden öyle söylendiğine dair bir fikri yoktu. Başını iki yana sallayarak bilmediğini ifade etti. Nasıl bir benzerlik olabilirdi ki aralarında?
“Ney vücuda, nefeste ruha benzetilir. Vücut ruh olmadan, ney de nefes olmadan yaşayamaz. Nefes neye ruh verir. İlk icat edilen müzik aletinin ney olduğunu biliyor muydun? Yapımı kolay gibi görünse de çok zordur. Sadece kamıştan üretilir. Kamışa vurulan her bir darbe, aslından uzaklaştırır. Tıpkı insanları asıl kimliklerinden uzaklaştırıp, başka hayatlara zorladıkları gibi. 7 delik olmasının sebebi ise 7 defa kırılma noktasına gelmesidir. Bu yüzden neylerin sesi acı doludur. Nefes ateş olup çıkar neyden... Ateş, kor olup yakar yürekleri. İnsanın da kırılma noktaları vardır. Her bir kırılma noktasında daha güçlenerek kalkar ayağa ama acısını saklayamaz bir zaman sonra. Gözlerinden, sözlerinden belli eder acısını. İşte bu yüzden ney bir tek yürekleri kora dönmüşlerin nefesinde can bulur.”
Duydukları hiç duymadığı, bilmediği şeylerdi. Neyin insana benzediğini hiç düşünmezdi oysaki. Bu yüzdenmiş diye düşündü. Ney çaldığı her an gözlerinin doluşu, içinde tarifini yapamadığı bir alevin sarışı...
Eline aldığında kendisine benzeyen, acısını taşıyan neyi, yerine oturarak notalarla dolu olan defteri açtı. Bakarak çalsa da görmüyordu notaları. İçinden dolup taşan aşkı dizginlemeye çalışan aklının gölgesine sığınıp üflemeye başladı ruhunu bekleyen neyi.
Ders bitiminde Yasemin'in yanına oturdu. Diğer derse girmeden Yasemin'le konuşmak istiyordu. Artık insanlardan kaçmak istemiyordu. Zorunlu bir tutsaklığın zincirlerini boynunda taşımayacaktı artık.
“Nasılsın Yasemin?” Diye sordu yüzünde tatlı bir gülümseme ile.
“İyiyim canım sen nasılsın?”
“Ben... Bilmiyorum.” Dedi gerçeği ifade ederek. Nasıl olduğunu, nasıl hissettiğini anlayamayacak kadar karışıktı duyguları. Aşkı hissettiği için mutlu olan yanı, aklının prangalarına takılıyordu. Mutluluğu, geleceğin bilinmezliğinde kaybolup gidiyordu.
“Anlatmak ister misin?”
İster miydi? Evet isterdi. Bir yol bulmak istiyordu çaresizliğine. Mutluluğun yolu belliyken, dikenleri korkutuyordu gözünü.
“Âşık oldum. Aşkı yara bildim ben şimdiye kadar. Uzak durdum. Kabuk tutmaz yaralarla doluyken ruhum, bir yenisi daha eklensin istemedim. Sonra, rüzgâr oldu, esti içime... Benden izinsiz. Ben daha önce hiç bu kadar üşümedim Yasemin.”
Cümlesini bitirdiğinde kapattı yanan gözlerini. Yasemin'in elini hissettiğinde avuçları arasında, sımsıkı tutundu elini tutan ellere.
“Sen sırılsıklam âşık olmuşsun.”
“Biliyorum.” Dedi, sesinin çaresiz bir şekilde çıkmasını engellemeyerek. Çaresizdi Ömür. Sevmekten başka bir çaresi olmadığı gibi, diline ve yüreğine de kilit vurmaktan başka bir çaresi yoktu. Susmalıydı Ömür. İçindeki meltem büyüyüp kasırga da olsu susmalıydı. Fırtınalarda kopsa, denizlerde taşsa tek ses çıkmamalıydı dilinden, yüreğinden kopup gelen.
“Anladığım kadarıyla karşılıksız bir aşk. Doğru mu?”
“Doğru.” Dedi hiç düşünmeden. Karşılığı olamayacak bir sevdaya ev sahipliğini üstlenmişti yüreği. Hayal bile kuramazdı ki ona dair… Hayallerinde bile yer veremezdi öylesi bir mutluluğa.
“Ah be arkadaşım… Hiç mi yüzün gülmeyecek senin?”
Yasemin'in sözüne gülümsedi. Artık gülüyorum demeden gösterdi mutluluğunu. İçini kaplayan karanlığa ışıktı hissettiği.
Okuldan çıkıp eve geldiğinde Gönül'ü Özgür'ün verdiği kitaplardan birini okurken buldu. Ömür, kendisini fark etmediğini anlayınca korkutmamak için hafifçe ses çıkardı. Kendini fark ettirdiğinde Gönül'ün yanına gidip sıkıca sarıldı. Kokusuyla ciğerlerini doldururken öptü gül yanaklarından.
“Yemeğini yedin mi nefesim?”
'' Yedim abla. ''
Ömür, masada duran kirli tabaklara uzanarak mutfağa götürdü. Gönül'ün korkusu mutfağa girmesini engellediğinden her zaman yemeğini hazırlamak zorunda kalıyordu. Şikâyetçi değildi bu durumdan. Kardeşi için küçük de olsa bir şeyler yapabiliyor olmak mutlu ediyordu Ömür'ü.
Gönül'ü hazırlayıp evden çıktıklarında, Özgür'ü kapının önünde beklerken buldu. Şaşkınlığını üzerinden atınca yanına doğru yaklaştı.
“Ben özel şoförünüz Özgür. Gönül Hanım’ın daimi kölesi.”
Gönül'ün kıkırtısına eş bir şekilde yüzünde gülümseme oluştu. En olmadık zamanlarda bile mutluluğun kapısını aralayabiliyordu bu adam. Ufak bir tebessümün nedeni olabiliyordu.
“Niye geldiniz? '' Diye sordu, sesindeki mutluluğu gizlemeye çalışarak.
“Evim buraya çok uzak. Prensesi yollarda yormak istemedim ve sizi almaya geldim.” Gönül'e dönerek konuşmasına devam etti. “Ama bunu alışkanlık haline getirmeyin. Prensin yolunu bekleyen çok.”
“Gidelim mi artık?”
Gönül’le beraber arka koltuğa geçip oturduğunda, hissettiği huzura şaşırıyordu Ömür. Arabadaki sessizliği bozan tek şey Ömür'ün kalp atışlarıydı. O kadar şiddetli çarpıyordu ki, Özgür'ün duymasından korktu.
Uzun sayılabilecek bir süreden sonra daha önce görmediği büyüklükte bir ev karşıladı onları. Bahçe diye adlandıramayacağı muazzam bir koruya attılar adımlarını. Evin kapısına doğru ilerlerken, Gönül'ün de etrafını şaşkınlıkla izlediğini görüyordu. Kapıyı genç sayılabilecek yaşta bir kadın açtı. Özgür'ün yanlarında olmasıyla hemen kenara çekilerek kapıyı ardına kadar açtı.
“Hoş geldiniz efendim.”
“Hoş bulduk Gülten. Bizim ufaklık nerede?”
“Annesiyle beraber salondalar.”
Kapıdan geçip salona girerken, Gönül'ü kolundan tutarak yanına çekti. Sanki zarar vereceklermiş gibi garip bir his uyanmıştı içinde. Saçma olduğunu bilse de yanından ayırmak istemiyordu kardeşini.
Salona girdiklerinde, beklediği gibi bir ortam karşılamadı Ömür'ü. Evin duvarları gibi soğuk yüzler beklerken, sıcacık bakan gözler buldu. Özgür'ün ablası olduğunu tahmin ettiği kadın yanına yaklaşarak elini uzattı.
“Merhaba ben Gamze. Özgür'ün ablasıyım.”
Kadının uzattığı eli tuttu. Az öncekinin aksine garip bir güven duygusu oluşmuştu içinde. Bu aileye özel bir şey herhalde diye düşündü.
“Ben de Ömür.” Dedi konuşmayı akıl edebildiğinde. Gönül'e kayan bakışları yakaladığında, “Kardeşim.” Diyerek tanıttı onu da. Hastalığından haberi olup olmadığını merak etti Ömür.
“Ben de Fırat. Gamze'nin eşiyim.”
Adamın duruşundaki asillik fark edilmeyecek gibi değildi ve tabi aşkı da. Kolunu Gamze'nin beline dolaması Ömür'e yanılmadığını gösterdi. Birbirlerine bakışları öylesine güzeldi ki... Ortamdaki atmosferi küçük bir bedenden çıkan kocaman bir ses bozdu. Deniz olduğunu tahmin ettiği çocuk bağırıyordu sebepsizce.
“Ne oldu Deniz? Neden bağırıyorsun?” diye soran kadın, oğlundan bir açıklama beklediğini belli etmek istercesine gözlerini yüzüne sabitlemişti.
“Ders çalışmak istemiyorum işte. İstemiyorum!”
“Peki, yapma derslerini. Ama piyanoyu da unut.”
Genç kadının taviz vermeyeceğini belli eden sesi, küçük çocuğu dizginlemişti. Başını önüne eğerek az önce geldiği yöne doğru yürümüş ve bir süre sonra gözden kaybolmuştu.
“İşte oğlum… Çok yaramaz ve huysuz bir çocuktur. Anlaşabileceğinizi umuyorum.”
“Çocukları çok severim, anlaşabiliriz onunla.” Dedi Ömür, kadına güven veren bir gülümsemeyle bakarken.
“Peki, o zaman. Yarın gelip başlayabilirsin.” Dedikten sonra Gönül’ü de alarak yanlarından ayrılmıştı. Özgür’e çevirdi bakışlarını bir an sonra. Kendisine yaklaşan adam kalp atışlarını hızlandırırken yapacak hiçbir şeyi yoktu Ömür’ün.
“Bu arada artık rahat olabilirsin o adam bir daha rahatsız edemez seni.”
“Na-nasıl olacak?” diye sorduğunda Ömür, “Şikâyet ettirmedin bende geriye kalan tek çözümü uyguladım. Gidiyor.” Diyen adama şaşkınlıkla baktı. Sonra, şaşkınlıktan açılan ağzını aynı hızla kapattı. Nasıl giderdi ki? Nasıl ikna etmişti bu adam? Ya annesi? Aklına dolan soruları sormak için ağzını açtığı sırada Özgür konuşmaya başladı.
“Eğer gitmezse polise vermekle tehdit ettim. Ve annesine düzenli olarak para yollaması konusunda biraz ısrarcı oldum. Kontrol edeceğimi bilir.”
Gülerek söylediği sözler, Ömür'ü ağlama noktasına getirmişti. Bu adam kendisi için yapmıştı tüm bunları. Senin için dememişti belki ama yapmıştı... Söylemesine gerek de yoktu zaten. Kimse sorunlarıyla bu denli ilgilenmemişti. Ait olmayı istedi o anda. Duyduğu ihtiyacı kelimelere dökemezdi. Korkmadan, sonuna kadar yanında yürüyecek birini istedi. Ve Özgür olmasını diledi bir kez daha. Ömrüne dâhil olsaydı ya bir ömür bu adam…
Odadan çıkıp bahçeye geldiklerinde, Gönül'ü Deniz'le beraber havuz kenarında otururken buldu. Bir ağaca yaslanarak onları izlemeye başladı. Deniz'in Gönül'den çekinmesini beklerken iyi arkadaş olmuşlardı. Deniz'in Gönül'e abla diye seslendiğini duyunca bakışlarını kardeşine kilitledi. Nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordu. Kardeşinin Deniz'in saçlarını okşadığını gördüğünde yaslandığı ağaçtan ayrılıp küçüğünün yanına geldi.
“Nasılsın bir tanem? “ diye sordu Gönül'ün saçlarını okşarken.
“İyiyim abla.”
“Derse başlamıyor musunuz artık?”
Yanlarına gelen kadının sorduğu soruyu başıyla onayladı. Özgür'ün iyiliği ailesindeki herkeste varmış diye düşündü. Birbirlerine huy olarak benziyorlardı ama fiziki benzerlik açısından hiç benzetemedi ikisini. Özgür'ün yeşillerine ters bir şekilde siyah gözleri vardı. Ve çenesinde o çok beğendiği gamze yoktu. Özgür'ün ailesini tanımak bilmediği bir huzur hissettirmişti Ömür'e. Sanki biraz daha yaklaşıyordu ona bu şekilde.
Piyanonun bulunduğu salona geldiklerinde gözlerine inanamadı Ömür. Beyaz meşe duruyordu karşısında. Çalmaktan asla bıkmayacağını biliyordu. Çınarla meşe arasında fazla fark olmasa da, Çınar sağlamlığıyla bilinirdi meşe ise naifliğiyle. Sağlam yüreklilerin işiydi çınar. Meşenin çıkardığı ses çok daha farklıydı Ömür'e göre.
Piyanonun başına geçtiğinde ellerini hasretle gezdirdi tuşlarda. Gözlerini kapatıp hissetmeye çalıştı. Ne yaptığını fark ettiğinde açtı gözlerini. Önünde duran notalarla dolu defteri açarak Deniz'e döndü.
“Notaları biliyor musun?” diye sordu, küçük çocuğa.
“Evet hepsini biliyorum.”
“Peki. Başlayalım o zaman.” Dediğinde küçük çocuk başını salladı. Önce basit bir beste çaldı. Çocuğun kendisini dikkatle izlediğini görünce devam etti çalmaya. Parçayı bitirdiğinde tuşları Deniz'e bıraktı. Notaları göstererek aynı şekilde çalmasını istedi. Fazlasıyla yavaş çalsa da doğru çalıyordu. Bir deftere bakıyordu bir tuşlara. Bakmadan çalmayı öğrenecekti elbette. Notaların yerlerini ezberlemesi yeterliydi bunun için. Ellerini Deniz'in ellerinin üstüne koyarak onu yönlendirdi.
Özgür'ün kendisini izlediğini bilmek heyecanlandırsa da kalbini, sakin olmayı başardı. Sevdiği adama çaldı her besteyi… Her dokunduğunda notalara, aşkını kattı müziğe... Çıkan sese karıştı varlığı, adama aktı... Sözleriyle anlatamasa da notalarla anlattı kalbinde filizlendiğini. Bahardan önce adama açtı tüm çiçeklerini. Soldurmasından korksa da vazgeçmedi kardelen gibi.
Geçen üç saat sonunda yorulsa da değmişti her anına. Ücreti alıp çantasına koydu. Bu akşam Gönül'e harika bir sofra hazırlamak istiyordu. Düşüncesi bile mutlu ediyordu Ömür'ü. Ama elbette hepsini harcamayacaktı. Zor günlerin tekrar ne zaman kapılarını çalacağı hiç belli olmazdı. Eline geçen her paranın yarısını saklayacaktı.
“Biz artık gidelim.”
Gönül'le beraber kalktılar ayağa. Özgür'ün de kalktığını görünce eliyle durdurdu.
“Sizin bırakmanıza hiç gerek yok. Biz gideriz.”
“Ben getirdim ben götürürüm. Gönül de yorgun baksana.”
Haklı olduğunu bilse de daha fazla yük olmak istemiyordu adama Ömür.
“Lütfen, biz gideriz. Bizim yüzümüzden yormayın kendinizi.”
“Ömür sadece bu günlük, abartmana gerek yok. Yürüyüp sırtımda taşımıyorum sizi. Arabayla götürüyorum.”
Özgür'ü ikna edemeyeceğini anlayınca ısrar etmekten vazgeçti. Gamze'yle vedalaşıp arabaya bindiklerinde, arabada sabah ki gibi bir sessizlik vardı. Ömür konuşmak istese de susuyordu. Söylemek istediklerini söyleyemedikten sonra konuşmak anlamsız olsa da sesini duymak istiyordu. Gönül'ün uyuduğu fark ettiğinde dikkatlice başını omzuna yasladı.
“Biz burada inelim.”
“Neden? Daha gelmedik evinize.”
“Şu köşede kasap var da biraz et almak istiyordum.”
Özgür anladım dercesine başını salladığında koltuğa biraz daha yaslandı. Gönül'ün rahatsız olmaması için. Biraz sonra araba köşeye park edilmişti. Arabadan inmek için hamle yaptığında kendisini Özgür durdurdu.
“Siz burada bekleyin ben alıp gelirim şimdi.”
'”Ama…” ile başlayan itirazını bile dinlemeden gitmişti Özgür. Az sonra elleri poşetlerle dolu döndüğünde, gözlerine inanamadı. Poşetleri bagaja yerleştirmesini izledi. Kapıyı açıp koltuğa oturunca başını öne doğru uzattı Ömür.
“O kadar şeyi bizim için almadığınızı söyleyin.”
“Sana değil Gönül'e aldım.”
“Bu... Çok fazla.” Dediğinde, bu sözü adamdan çok kendine söylemişti. Adamın yaptıkları çok çok fazlaydı…
“Bitiremezseniz beni çağır ben gelip yerim.”
Adamın alaycılığı sinirini bozmaya başlamıştı. İyi niyetle yaptığını bilse de acınacak durumda olmak zoruna gidiyordu.
“Bana acıdığınızı bu kadar net bir şekilde göstermeseydiniz keşke.”
Cümlesini bitirir bitirmez arabadan indi. Gönül'ü bile düşünmedi o anda. Soğuk hava yüzüne çarptığında, göz pınarlarında biriken yaşı akıttı. Sevdiği adam kendisine acırken yok olmaktan başka ne isteyebilirdi?
“Saçmalıyorsun Ömür. Sana acıdığım falan yok.”
Özgür'e dönmedi yüzünü. Ağladığını görsün istemedi.
“O yüzden mi benim asla alamayacağım kadar et alıp bunu normal bir şekilde gösteriyorsun?” Diye bağırdı. İçinde git gide büyüyen acıya sessiz kalamıyordu. Bağırarak bastırmaya çalıştı içindeki alevi.
“Acıdığım için değildi. Düşündüğüm içindi.”
'' Düşünme. '' Dedi birden. Ve devam etti. “Doktor kimliğine bürünsene. Hastalarına olan ilgin sadece sağlıklarına olsun. Yaşantılarına değil.”
“Sadece doktor muyum gözünde?” Diye sorduğunda Özgür, ne cevap vereceğini bilemedi. Çok daha fazlasısın dese…
“Evet. Sadece doktorsun!”
Cümlesini bitirdiğinde, kollarından sıkıca tutuldu. Ne olduğunu anlayamadı. Özgür'ün delice bakan gözleriyle buluştu gözleri sonra. O gözlerde yanan ateşi ne yakmıştı merak etti. Hangi sözü bu kadar kızmasına sebepti?
“Gözlerime bak ve öyle söyle. Senin için sadece doktor muyum? Başka bir yer edinmedim mi hayatında?”
Gözleri delip geçerken yüreğini, nefes almayı unuttu Ömür.
“Ben sende ne isem sende bende osun.” Dedi, en sonunda.
“Kaçamak cevap veriyorsun. Dosdoğru söyle Ömür.”
“Bunun cevabı bende değil sende. Sen söyleyeceksin. Ben sende neyim?”
“Baharsın… İlk de son da sensin.”