3. "Rıfat Kaanoğlu"

1871 Words
Babasından aldığı haberlere hala inanamıyordu Rıfat. Delirmesine ramak kalmıştı. Evden 2 haftalığına şehir dışına kafa dinlemeye gitmişti ve kız kardeşi kocaya kaçıyor, oh ne güzel ve bir de o yetmezmiş gibi şimdide… Şimdi de! “Ahhhhhhh!!! Lanet olsun! Boktan işe bak be!” bas bas bağırmaya başladı Rıfat “Siktiğim işe bak be!” Kaldığı ormanda ki av evinin salonundaydı şu an, daha geçen sene yenilenmiş, mobilyaları, koltukları, masaları her şeyi tekmelemeye başlamıştı öfkeli adam. Deliler gibi masa da ne var ne yoksa yere saçmıştı. “Ah Reşit ağa ah!” diye son bir kez bağırdı “Bunu beni evlendirebilmek içinde iyi bir fırsata çevirdiğine eminim” Delirerek yere kapaklandı Rıfat. Tavan camdan yapılmıştı. Gece olmuştu, gökyüzündeki yıldızlara bakıyordu. “Siktir!” bacağı sızlamaya başlamıştı genç adamın. Az önce tekmelediği koltuk yüzünden olmalı. Doktor sol bacağına gayret ettikçe kullanmamaya çalış demişti son defa kontrole gittiğinde. Bütün rutinlerde artık eskisine göre daha iyi sonuçlar veriyordu bacağı. O araba kazasının kalıntılarını hala vücudunda taşıyordu. Taşıdıkça da… Evlenmek istemiyordu… Büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı… Belki aşık olmamıştı ama gene de sevmişti onu. O kadının gerçekten eşi olmasını istemişti… Artık bunun önemi var mıydı ki? Kardeşi Kartal’ın söylediğine göre evlenme kararını babası o Mavi denilen kadının eve geldiği gün almıştı. VE HOP! Artık nasıl olduysa Cuma evleniyordu. Böyle yerlerde Reşit ağanın önüne Han zamparasını atmalıydı. Çok işi me yarardı diye düşündü Rıfat. Han ailenin en küçük oğluydu. Kafası beş karış havada hovardanın tekiydi. Rıfat dişlerini sıkarak sinirle nefes alıp veriyordu. Ah, birde Kartal’ın anlattığına göre karısı olacak kadın zillinin tekiymiş. Hele o dilini bana uzatsın dedi o an içinden Rıfat. Sonrada kuru bir kahkaha attı. Sanki evlenmeyi kabul ettim de şimdiden karı koca tartışmasını düşünüyorum diye tısladı içinden. Rıfat tavana bakarken kendi kendine benim durumumdan haberdar mı acaba diye düşündü bir an. Ne de olsa sakattı, topaldı. Haberdar olsa ne, olmasa ne, sonuçta şu an çok seviniyordur dedi kendi kendine Rıfat, milyoner, para basan koca buldum diye. Doğru dürüst yürüyemediğinden, o yüzden baston kullandığında ve bir sürü de yara izi taşıdığından haberdar mıydı? Sana ne bundan Rıfat diye başını iki yana salladı genç adam. Yapılacak başka bir şey yoktu. Töre gereği evlenecekti. Ya da kardeşini kaçıran o köpeği öldürmek zorundaydı. “Bu işi başıma açan o köpeğin hayatını sikmezsem” dedi Rıfat an öfkeyle kudurarak. *** Tak. Tak. Tak. “Geldim geldim. Kim acaba bu saatte?” diye evin çalışanı Hafıza ana konağın kapısını açtı “Ah! Rıfat bey oğlum sen miydin?” kadın dayanamayıp Rıfat’a sarılmıştı. “Bende hoş buldum Hafıza anam. Bende” dedi Rıfat kendine sıkıca sarılmakta olan kadına. Evin hizmetlisi olan Hafıza ana asla bir hizmetçi olmamıştı genç adam için. Bu yüreği güzel olan kadın onun ikinci anasıydı. Süt annesiydi. “Nerde kaldın ki oğlum. Konakta neler oldu neler. Zavallı kızcağız Mavi” diye iç çekti kadın Rıfat’ı bırakırken “Zavallı kızım dünden beri bir lokma bir şey yemedi” Rıfat yüzüne tatlı bir gülümseme takınarak “Hafıza anam?” dedi. “He oğlum. De hele?” “Beni o Allah’ın cezası kadın hiç ilgilendirmiyor” dedi Rıfat acımasız bir gülümsemeyle, niye şu an kapıdan girer girmez o kızı hatırlatmıştı ki zaten “Bırakın açlıktan gebersin de bende o da bu işkenceden kurtulalım” “Tövbe de oğlum o nasıl söz öyle” Hafıza ana şaşkın şaşkın kapıyı kapatırken Reşit ağa gelerek oğluna sarıldı. “Aslanım, döndün demek. Hoş geldin!” “Hoş buldum baba, hoş buldum da” dedi sonunda aksi bir tonda somurtmakta olan adam. “Ne oldu oğul?” yaşlı adam oğlunun derdini biliyordu ama bunu dile getirmeye hiç niyeti yoktu. Hele bu günden sonra. Kızı Gül’le o Poyraz denen çocuğun bu gün konağa geldiğini ve müstakbel gelini görmeye odaya girdiklerinde Reşit ağa da odanın yanından geçiyordu. Ve ne kadar istemese de kulak misafiri olmuştu, odada kızı Gül’ün ağlayarak gelininden özür dilediğini duymuştu. Ve sonrasını da. Gelini öyle korumacı konuşuyordu ki… Onun hakkında yanılmadığını bir kez daha ispatlamıştı gelini. Zaten o da kızının o adamla evlenmesini istemiyordu. Ama buralarda söz ağızdan bir kere çıkardı. Ve o söz ağızdan bir kere çıktı mı geriye dönüş yoktu. Takdir ilah işte, karşısına o Poyraz denilen çocuk çıkmıştı. Reşit ağa akıllı bir adamdı. Hayat ona öyle tecrübeler yaşatmıştı ki… Roman olurdu hayatı. Kızının üniversitede ki her adımından haberdardı elbet. O Poyraz denilen çocuğu da hemen araştırmıştı. Ve gel gör ki çocuk gelini olarak almak istediği kızın kardeşi olarak çıkmıştı… Kızını iş ortaklarının zampara oğlu Boran denen o pis adamla evlendiremezdi. Ama bu sözü 15 yıl önce vermişti, o adamın böyle bir pislik olarak yetişebileceği kimin aklına gelirdi ki. Kızının o çocukla kaçarak evlenmek istediğini ve böylece Boran denen adamla evlenmek zorunda bırakılmaktan kurtulmayı planladığını anlamıştı ve sesini çıkarmamıştı. Poyraz denen çocuk temiz bir çocuktu. Kızına hem iyi bir eş olacaktı hem de onu kurtaracaktı. Ama buna kendisi izin veremezdi. O yüzden sanki hiçbir şeyden habersizmiş gibi bir rol üstlenmişti. Gayet de iyi bir sonuç vermişti. Kızı Gül kedi olalı bir fare yakalayabilmişti. Ve sonuç olarak o da töre gereği, onun ablasını biricik oğluna gelin alacaktı. Yaşlı kurt çok zekiydi. “Beni pek hoş bir sürpriz karşılamadı da ondan babam” dedi Rıfat dışarıda duran koltuklardan birine geçerek oturdu. “O nerde?” Reşit ağa o an düşüncelerinden kurtularak koltukta oturan oğluna bakarak gülümsedi. O da oğlunun tam karşısına oturdu. Hemen önlerine çay koymuşlardı. “Kim..? Müstakbel karın mı?” dedi Reşit ağa muzipçe. “Kimden bahsettiğimi bal gibi biliyorsun” Rıfat hiçbir zaman kelime oyunu sevmezdi. Konuya direk dalardı. Çoğu kadının öküzlük diye tabirde bulunduğu hareketti bu. “Bu gün yordular gelinimi. Gelinlik, alış veriş. Malum yarın düğün var. Her ne kadar istesem de…” bir ara duraksayıp çayını yudumladı “Aile arası, en yakın dostlarla, bu konakta küçük bir düğün olacak. Ben olsam büyük, dillere destan bir düğün yapardım da… Gelinim istemiyor.” dedi Reşit ağa yarım ağız gülümseyerek. “Aman bir de isteseymiş!” dedi alaycı bir tonda Rıfat “Hayatım karardı be benim!” “Oğlum hoş gelmişsin!” Azra hanım gelmişti. Hemen koşarak evladını, Rıfat’ı kucaklayarak yanaklarından öptü. Azra hanım Rıfat’ı bir ayrı seviyordu. Sonuçta ilk evladıydı. “Anam. Hoş buldum.” “Aaa ağabeyi geldin mi sen?” “Ah, bir sen eksiktin Melek” dedi Rıfat en küçük kardeşine bakarak “Umarım sende kocaya kaçmazsın, Gül benim başımı yaktı, sen de Han’ın başını yakarsın artık!” “Baba ya abime bir şey desene!” Melek hemen kaşlarını çatarak abisine dilini çıkarmıştı “Benimle alay ediyor!” “Rıfat, sözlerine dikkat et” dedi Reşit ağa en küçük kızı Meleğine bakarak. En küçük kızını bir ayrı severdi o. Yeri başkaydı onun için. Rıfat homurdanarak bir şey geveledi. Eliyle yüzünü ovuşturuyordu. Gerçekten düştüğü şu komik duruma bak. Yukarıda ki odalardan birinde, artık hangisiyse, evleneceği kadın kalıyordu. İşe bak be! Diye düşünüyordu genç adam. Fokur-fokur içindeki lavdan deniz kaynıyordu adeta. “İstemiyorum ben EVLENMEK!” Rıfat nihayet konuşmuştu. Neredeyse 10 dakikadır sessiz bir halde düşünüyordu. Tabi o sırada herkes ona bakıp ‘Acaba ne zaman patlayacak?’ sorusunu bir-birlerinin gözlerine bakarak soruyordular. Genç adamın sesi o kadar dengeli, soğuk ve sert çıkmıştı ki Melek durumun ciddiyetini anlayarak sessiz kalmayı tercih etti. Böyle konularda öfkeli abiye çatmak aptallık olurdu. “Ama oğlum bu böyle istememekle…” “Anam… İstemiyorum demek istemiyorum demek oluyor” Azra’nın sözü yarım kalmıştı. İç çekerek eşine baktı yaşlı kadın. Gözleriyle kocasına ‘İşe sen el at’ diye emrediyordu. “Evleneceksin!” “Hayır!” “Evet!” Reşit ağa sinirle yerinden kalktı “EVLENECEKSİN ULAN! TÖRE GEREĞİ EV-LE-NE-CEK-SİN!” adam bağırmaya başlamıştı bile, son sözünü heceleyerek basa-basa söylemişti, aptal oğlunun kafasına dank etsin diye “Ulan yaşın 35 olmuş! Evin ilk çocuğusun ilk senin torun sahibi olman gerek ama sen zamparalığa devam et! Seni… seni…” “Baba… baba!” Melek fal taşı gibi açılmış gözleriyle babasına su birlikte hemen ilaçlarını uzattı. Reşit ağa tansiyon hastasıydı. Ne zaman fazla öfkelense nefes alması darlaşırdı. Melek babasıyla ilgilenirken sinirle abisine baktı. Genç kızda burnundan soluyordu. Rıfat’a dişlerini göstererek “Abi yeter bu kadar” dedi. Rıfat işi uzatmanın bir faydası yok diye düşündü. Babası takmıştı kafasını onu evlendirmeye. Ve Reşit ağa Nuh dedi mi ölse de peygamber demezdi. Öfkeyle soluğunu verdi. Kendisine üzerine atlayacak aslanmış gibi pençelerini göstermekte olan kardeşine alayla sırıttı. Melek onun tıpa tıp aynısıydı. Rıfat’ın kadın versiyonu bile denebilirdi. “Evlendikten sonra burada yaşamak istemiyorum” dedi Rıfat sonunda sakin bir şekilde, öfkelenmek, bağırıp çağırmak işe yaramayacaktı çünkü. Ne yaparsa yapsın bu evlilikten kaçış yoktu. Belki bu evliliği yararıma döndürebilirim diye düşündü o sırada genç adam. “Çoğu zaman işler için İstanbul’a gidiyorum. Evlendikten sonra orada yaşayacağım.” dedi bir bacağını diğer bacağının üzerine atarken “Madem o kadar evlenmemi istiyorsunuz. O zaman artık ayrı yaşayacağım!” Merkez şirket Mardin de olduğundan babası hiçbir zaman oğlu Rıfat’ın başka yerde yaşamasına izin vermemişti. Oğlu Kartal iyi bir evlilik yapmıştı. Çocuklarının arasında ilk evlenende o olmuştu. Kendi aileleri gibi çok güçlü bir ailenin sadece tek evladı olan kızıyla evlenmişti, o yüzden kızın ailesiyle birlikte, içgüveysi olarak yaşıyordu. Kızın ailesi bu şartı koymuştu gençler evlenmeden önce. Reşit ağa çok sinirlenmişti ama Kartal kızı o kadar çok seviyordu ki kabul etmişti. “Seni!” diye çıkıştı Reşit ağa işaret parmağını oğluna sallayarak. “Öfkelenmen boşuna Reşit ağa. Ben diyeceğimi dedim. İşleri yürütebildiğimden İstanbul’dan yürütürüm. Ara sıra büyük toplantılara katılırım. Bence oğlun Han’ın artık geri dönme zamanı geldi de geçiyor” dedi Rıfat babasına o bembeyaz şahane görünen beyaz dişlerini göstererek sırıttı “Evlenirsem artık ben burada yokum!” “Eşek herif!” Rıfat eline bastonunu alarak yerinden kalktı, merdivenlere doğru yürümeye başladığında annesine kaşları çatık bir şekilde bakarak “O kadının benden haberi var mı?” diye sordu. “Eh yani... Sadece adının Rıfat olduğunu biliyor şu an” dedi kadın gözlerini başka yere kaçırarak. “Anam, benim sakatlığımdan haberi var mı yok mu?” Azra’nın adeta gözleri alev aldı. Oğluna okkalı bir bakış atarak “Sen sakat falan değilsin. Doktorda söyl..” “Evet, evet söyledi, geçici bir zaman içinmiş. Ne boktan zamansa 5 yıldır aynı haldeyiz” dedi tıslayarak, sonra da bir kaşını kaldırarak “Bakıyorum sizin bana cevap vermeye niyetiniz yok. O zaman ben bizzat kendim cevabımı alırım müstakbel karımdan” diyerek yukarıya doğru çıkmaya başladı. Tam arkasından Azra da gidecekti ki “Bırak hanım. Birbirlerini tanımaya hakları var” dedi Reşit ağa. “Ay ben onu bunu bilmem! Yengemle abimin konuşmasını dinleyeceğim” diye koşarak arkalarından gitmeye yeltendi Melek. Rıfat o an kardeşinin arkasından geleceğini bilerek “Sakın!” diye sesini yükselti. Kardeşine dönerek yarım ağız sırıttı, öfkesi yüzünden kaşları daha da çatılıyordu “Sevgili müstakbel karımla yalnız kalabilirim değil mi canım kardeşim?” dişlerini sıkarak söylemişti bunları genç adam. Ama Melek’in ondan kalır yanı var mıydı “Abi ya! Amma abarttın sende! Sen daha yengemi görmedin” diye kendisine öfkeyle bakmakta olan abisine kıkırdadı “Hayatımda gördüğüm en muhteşem kadınlardan biri yengem” “Melek..” dedi Rıfat sakince. “Evet abi” Melek gülümseyerek abisine bakıyordu “De hele.” “Abicim bana küfür ettirme” dedi Rıfat bir kaşını sinirle kardırarak, çenesi seğiriyordu “Kalbini kırmak istemem güzelim. Gerçekten!” Melek yutkunarak iki avucunu abisine gösterdi “Aman, aman… Tamam, abi… Gelmiyorum ben, rahat ol sen… Rahatça birlikte zaman geçirin siz!” diye dudaklarının kenarı yukarıya kıvrıldı Melek’in. "Fessübhanallah! Ya sabır Rabbim!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD