ASİYE'NİN AĞZINDAN...
"Oy nenem!"
Biraz daha hızlı olsaydım merdivenlerden aşağı cumburlop gidiyordum. Barış'tan kaçacağım diye neredeyse öteki tarafa göçüyordum. Gözleri dudaklarımda gezinince odada seyretmekte olan yoğun sis bulutunu dağıtmaya çalıştım. Gözüme bir şey olduğu yoktu. Aslında o da anlamıştı ama ilk tepkime verdiği korku görülmeye şayandı.
"Yavaş! Kovalamıyorum merak etme!"
Ne ara yetişti bana? Benim 3 adımım adamın 1 adımına denkti resmen.
"Kaçmıyorum bende!" dedim sitemle.
"Belli!"
Çocuk istersen kaçarım da, koşarım da! Anlaşmamızı yok sayıp dile getirdiği istekle aklım yerinden uçacaktı.
Şu hiç konuşmayan ağzım alakasız yerlerde vida gevşetiyor ya... Adama 'Nikahlı karınım!' dersen, o da doğal olarak 'O zaman bana çocuk ver!' derdi.
Barış önde, ben ardında sofraya inmiştik. Yerlerimiz değişmişti sanırım çünkü boş olan iki sandalye de yan yanaydı.
"Hayırlı sabahlar!" dedi Halis Bey.
"Hayırlı sabahlar efendim." dedim ve yerime oturdum.
Barış'ta yanıma otururken geniş omuzlarından ötürü bana çarparak yerine yerleşti.
"Aa!" dedim masaya tutunup. Biraz daha zorlasa aşağı atacaktı beni. Bana baktı, ne yapmaya çalıştığımı anlamak istedi ama uzun sürmedi. Gayet sağlıklı olduğumu görünce önündeki tabağına utanmasa tüm masayı koyacaktı. Her şeyden 2'şer, 3'er tane atıyor, yemekleri sömürgeye alıyordu.
"Kızım ye ye! Barış'tan sana kalmayacak yoksa!" dedi Hatun hanım.
Barış, diyilen cümleyi kaba koymayarak dolan tabağını çatallamaya başladı.
Bende çekinerek bir kaç lokma bir şey koydum. Sabah kahvaltısı için yeterliydi. Yani kahvaltıda fazla iştahım olmazdı zaten.
"Bulabildin mi bir şeyler baba?" dedi çayından yudum alarak.
"Araştırıyoruz, henüz bir şey yok."
Üstü kapalı konuşsalarda düşman muhabbetinden bahsettikleri belliydi. Umarım bir an önce bulurlar yoksa evdeki her ferde uyku yüzü görmek haram olurdu...
"Barış..." dedi Hatun hanım yerinde sergilediği hafif kıpırdanma ile.
Cevap vermeden başını kaldırıp annesine baktı Barış.
"Dün gece aynı odada kalmışsınız!"
Boğazımdan kaçan hıçkırıkla herkesin içinde bulunduğu sofrada rezil olduğumu hissediyordum. Kızlar kıkır kıkır gülüyor, Barış ise sinirden kırmızıya dönüyordu.
"Bizi mi kolluyorsun!" dedi.
"Yok oğlum. Sabah sana bir şey demek için odana vardım, yoktun."
"Ha sende bizim odaya girdin!"
"Olur mu öyle şey? Yeni evli çift rahatsız edilir mi? Usulca geri döndüm."
Fena kelimesi yanında hafif kalırdı bu kadının. Herkesin içinde konuştuğu konunun varlığı dahi beni utandırmaya yeterken, Halis beyi umursamadan ağzına geleni cümlelerine döküyordu.
Barış ağzını peçeteyle silip öfkeyle sofradan kalkıp doğrudan dışarı çıktı.
"Yine yaptın yapacağını Hatun! Şu dilini biraz tutsan olmaz mı!"
"Ne dedim sanki Halis? Elbet olacak bir şey bunlar."
"Biz... Şey... Ben korkuyorum diye Barış gelmiş olmalı yanıma. Yoksa... Biz hiçbir şey..."
"Açıklama yapmana gerek yok kızım. Nikahlı kocan o senin. Zaten sitemim sana değil, sizi rahat bırakmayan Hatun'a! Odalarınızı da ayrı tutun, Rasim'e yalan söylemiş olmayayım."
"Ne ayrısı Halis? Rasim bey, kızı rahat etsin diye öyle demiştir. Asiye istedikten sonra kimse karışamaz!"
"Size afiyet olsun!" diyerek kahvaltı sofrasından da aç kalktım.
Neden yemek vakitlerinde Hatun hanım birilerine bulaşmadan feraha ermiyordu? Huzur kaçırmaya fırsat kolluyor gibiydi.
O gün kahvaltım odama geldi ve bende odam haricinde hiçbir yere çıkmadım. Telefonumla oyalandım, gideceğim okulla ilgili bir kaç araştırma yaptım. Açılmasına 2 ay kalmıştı ama zamanın hızlı geçmesini istiyordum.
Hem o bakımdan hem de bu duvarları kir tutmuş şatodan kurtulmak bakımından... Yarım senenin hemen bitmesi için nelerimi vermezdim...
Gece 2'ye yaklaşırken gözüm camlarda kalmıştı. Barış hâlâ görünürlerde yoktu ve endişeleniyordum. Hatun hanıma yatmadan önce sormuştum ama 'Merak etme, Barış başının çaresine bakar, erkek adamdır.' diyip odasına çekilmişti.
Bence bu saate kadar çoktan gelmiş olması lazımdı. Dışarıda belirsiz düşmanları varken, rahatlıkları sinirlerimi bozmuştu.
Uykusuzluk bedenime hükmetmeye başladığında çaresizce ışığı kapatıp yatağın üzerine uzandım. Sabah olup her yer aydınlandığında Barış'ın gelmiş olmasını umut ederek uyku moduna geçmiştim.
Dalıp dalmamak arasında gidip gelirken kapı pat diye açıldı ve korkuyla ayağa kalktım.
Karanlığın içinde kim olduğunu seçemiyordum. Ya o düşman beni almaya geldiyse?
"Kimsin?" dedim ama gelen tek ses nefes alışveriş soluklarıydı.
"Kimsin dedim sana! Çığlık atarsam herkes buraya gelir duydun mu?"
"Dur dur! Benim, Barış!"
Az çıkan, zorla söylenilen isimden sonra "Barış mı?" dedim.
"Benim Asiye."
Ve ışık açıldı, Barış'ın kan içinde kalan yüzüyle karşı karşıya kaldım.
"Ne oldu sana?" dedim koşarak yanına gidip koluna girerek.
"Su!" dedi. Dili damağı kurumuştu belli oluyordu.
Yatağın üstüne oturtup kendim için yukarı çıkardığım sürahiden bardağıma su doldurup ellerimle içirdim. Hiç iç açıcı vaziyeti yoktu.
"Annenlere haber vermem lazım." diyerek bardağı komodin üstüne bırakıp kalkmıştım ki kolumdan tuttu.
"Dur!" dedi bedenine yeni can gelmiş gibi.
"Saat çok geç. Babamda kalp, anamda şeker var Asiye. Sabah konuşuruz. Burda kal!" dedi.
"Ama..."
"Sözümü ikiletme! Sadece benim odamda, yatağın altında ilk yardım çantam var, onu getir." dedi.
Vaziyet perişandı. Dikkatlice yan odadan dediğini alarak kendi odama geçtim ve isteği üzerine kapıyı kilitledim. Yatağın üstünde yatan kişinin ölüden farkı yoktu. Fena hırpalanmıştı.
Ses çıkmayınca, bir de hareketsiz yatınca "Barış!" dedim korkuyla dizinden sarsarak.
"Ha!" dedi gayet sakince.
Aldığım stresli nefesi daha rahat olduğunu düşündüğüm şekilde verip "İyi misin?" diye sordum.
"Hı hı!" dedi. Kolu, yüzünün üzerindeydi.
"Kalk hadi!" dedim.
Yerinden doğrulup tam dibimde oturur pozisyon alınca şaşkınlıktan tutuk kaldım. Bu acımasızlığı kim yapmıştı?
"Nerde çanta?" dedi ama hâlâ öylece duruyordum.
"Asiye çanta nerde?"
Sağ kaşı patlamış, sol kaşı boydan boya çizilmişti. Burnu morarmış, dudağının üst kısmından sızıntı şeklinde kan süzüyordu. Gözleri ise kıpkırmızıydı.
Şişmiş gözlerini doğrudan bana çevirerek "Çanta nerde!" diye tekrar ettiğinde titreyen ellerimle yüzüne dokundum.
"Çok kötü yapmışlar." dedim.
"Onların durumu daha beter!" dedi ve elimi yüzünden çekerek "Çanta, nerde!" diye tekrar sordu.
Diğer elimde tuttuğum çantayı yavaşça yatağın üstüne koyup fermuarını çektim. Önümden almak istediğinde "Bırak ben yapayım." dedim. İtiraz etmeden geriye çekildi.
İçinden çıkarttığım malzemeleri dikkatlice kullanmaya özen gösterdim. Yüzüne her dokunuşumda dudaklarından gururlu nidada acılar kaçıyordu ama hemen toparlıyordu.
Kaşını temizlerken "Kim yaptı bunu?" diye sordum fakat cevap vermedi.
"Kaş dikişlik." dedim. Çok açılmıştı ve mikrop kapma olasılığı fazla yüksekti.
"Sabah giderim. Sen şimdilik idare edecek bir şeyler yap."
Temiz sargı bezini üstüne koyup bantla yapıştırdım ama ikimizde biliyoruz ki bu ağrılarla sabaha çıkması zor olurdu.
"İnat etme de hastaneye gidelim."
"Gerek yok! Sabah açınca gidicem zaten." diyip boylu boyunca benim yatağıma uzandı.
Ee ben ne yapacaktım? Yerde mi yatacaktım?
"Bu gecelik beni idare et." dedi.
Kısacası 'Sakın yanıma yatmaya cesaret gösterme!' demek istedi. Çok meraklıyım o gülmeyen suratınla geceyi sabah etmeye!
Cam kenarındaki koltuğun üzerine kıvrıldım ama uyku tutmuyordu. Barış'a ne olmuştu, kimle kavga etmişti? Acaba düşmanlarının eline düşmüş, zorla mı kurtulmuştu? Hayır yani, insan ufak da olsa bilgi verir, içimdeki şüphe tohumlarını giderirdi dimi? Ama yok! Beyefendi sır küpü!
"Asiye, ışığı söndürsene! Annem arada hava almak için dışarı çıkar. Işığı açık görürse korkar."
"Tamam." diyip ışığı da söndürdüm.
"Barış..." dedim son kez şansımı denemek için, cevap gelmedi. Düzene giren nefesinin habercisi uykuya dalmış olmasıydı.
Yerimden kalktım, üstünü usulca örttüm ve ben de daha fazla dayanamayıp o küçük, rahatsız edici koltuğun üzerinde uyuya kaldım...
***