ASİYE'NİN AĞZINDAN...
"Barış..." dedim bavulu tutan ellerimi serbest bırakarak.
Nasıl bulmuştu beni?
"Barış ya Barış! Nereye gidiyorsun hanımefendi? Söyleseydin, ben bırakırdım seni!"
Yutkundum. Sitem dolu sözcüklerinin ardında gizlediği öfkesini görebiliyordum. Yavaş yavaş gerilemeye başladım.
"Bin şu arabaya, beni sinir etme!" dedi.
Seninle gelmek isteseydim evden neden kaçayım Barış? Ben gerçekten çok yoruldum. Hemde öyle yoruldum ki şu koca şehir üstüme geliyor, bana yaşam alanı bırakmıyordu.
"İstemiyorum." dedim.
"Neyi istemiyorsun?"
"SENİ!"
Çığlığım tüm caddeye yayıldı. Seyir halindeki arabaların kapalı camlarından dahi içeri giren haykırışım her birini de yavaşlaşmıştı. Artık nefes alamıyordum, boğuluyordum. Birisi koca elleriyle yakama yapışmış, mümkün değil nefes verdirtmiyordu bana.
"SENİ İSTEMİYORUM ANLADIN MI!"
Dağılan bir tek saçlarım değildi. Hayatım, psikolojim, sesim... Her şeyim dağılmıştı. Hangi parçamı, nerden bulayım? Hangi birisini arayayım?
"GÖRMÜYOR MUSUN BARIŞ! ÖLÜYORUM BEN, ÖLÜYORUM!"
Hiddet taşıyan suratından eser yoktu. Yerini korku ve endişe almıştı. Niye biliyor musunuz? Çünkü beni robot sandılar. Asiye ne de olsa sakin, sessiz kız, her istediğimizi yapar, her şeye boyun eğer diye düşündüler.
Kimse bir güne bir gün yanıma gelip de 'Neler yaşadın, ne yaptı o adam sana?' diye sormadı. Varsa yoksa Kaya ailesinin adı çıkmasın, şanı bozulmasın! Asiye kim ki? Bugün gelir, yarın gider...
"Sakinleş, öyle konuşalım tamam mı?" dedi sağ eliyle sakin hareketi yaparak.
Sakinken konuşmayı çok mu becerdiniz?
"GELME!" dememle yan tarafımdaki taşı fırlattım üstüne doğru.
"GELME ANLAMIYOR MUSUN, GELME!"
"Asiye bak sinirlisin, ne dediğini bilmiyorsun. Yanına geleyim, öyle konuşalım."
Onun her adımında geriye gidiyordum. Her ne kadar arada evden kaçtığıma pişman olsam da geri dönüşü olmadığını biliyordum. Boşandık, evliliğimiz bitti. Artık Kaya ailesinde bir yerim yoktu. Zaten olmamıştı, şimdi ise bir hiçtim...
Bavul yerinde duruyordu ama ben durmayacaktım. Seçenek olarak görüldüğüm yerde kalmam yalnızca onurumu ayaklar altına aldırırdı.
"Gelme!" dedim başımı iki yana sallayarak.
Dün gece umutla bekledim seni, gelecek dedim, avuttum kendimi. Ama gelmedin! İkilemin arasında olmak, acaba Leyla ile nikahlanacak mı diye düşünmekten bunalmıştım.
"Gelicem Asiye..."
Yüzsüz!
"Gelme dedim, gelme!"
"Ben de gelicem dedim!"
Etrafımızda beliren ormanlık alana kaydı gözüm. Yeniden Barış'ın prangalarına boyun eğmektense dağların ardında kaybolmak daha iyiydi benim için...
Kırılmaktan, alçaltılmaktan, hedef tahtasının tam orta yerine konmaktan canımı çok yaktılar. Öyle çok yaktılar ki artık hiçbir şey umurumda değildi.
Ya şaka gibi ama resmen sorma tenezzülünde bile bulunmadan boşadın sen beni Barış! Hikayemizin ilerisi olabilir diye düşündüm, peşindeki düşmana rağmen yanında kalıp elinden tutmak istedim ama sen... Sen ilk engelde beni sildin, hem de engeli kendin oluşturduğun hâlde...
"Geç kaldın..." dedim ve son kez baktım gözlerinin içine. Beklediğim patika yol önüme düştüğü gibi koşmaya başladım.
"ASİYE! ASİYE SAÇMALAMA DUR!"
Duracak olsaydım seninle evlenmeden önceki zaman diliminde kendime bu kelimeyi hatırlatırdım.
'Dur Asiye!' derdim kendime. 'Ne yapıyorsun dur! Hiç bilmediğin bir hayatın içine neden atlıyorsun? Bir inadın uğruna sürüklendiğin yolların sonundaki hedef değer miydi onca cefaya, değdi mi he, değdi mi Asiye!'
Değmedi! Hedef çürük çıktı, adi mal çıktı! Eğer duymak istediğin buysa söylüyorum! Hedef hayal kırıklığı çıktı...
Nefes alacak dinlenme bırakmıyordum kendime. Öyle hızlı koşuyordum ki Barış erkek hâliyle yetişemiyordu bana.
Yollar patika, bazı yerler tümsekliydi. Riskli olmasına rağmen durmadan koşuyordum.
"ASİYE DUR! BAK SONUNDA ZATEN YAKALAYACAĞIM SENİ DUR!"
Önüme biraz yamaç yol çıktı. Düşünmeden ilk adımımı attım ama yerin kayganlığından ötürü hafif bir yuvarlanma yaşadım.
"ASİYE!"
Elbisem batmış, ayağım muhtemelen burkulmuştu. Ayakkabı ise ayağımda yoktu.
Kristallerim oynamış olabilirdi çünkü bir mühlet puslu ve döneç gördüm her yeri.
Elimi başıma koydum, bulunduğum yeri idrak etmeye çalıştım. Sanki her şeyi bir anlığına da olsa unutmuştum.
"ASİYE İYİ MİSİN ASİYE!"
Ağrıyan ayağımı mı tutsaydım yoksa kalbimi mi? Hangi birine yetsin kısıtlı yara bantlarım? Sahi, yara bandı yeter miydi ki benim acılarımı kapatmaya, kanayan yaralarımı bastırmaya? Yetmezdi... Bendeki açıklığı kapatmaya bir kamyon dolusu yara bandı dahi yetmezdi...
"AYAĞIM!" dedim bileğimi tutarak.
Barış ise bana yaklaşmaktaydı. Sağ eli sol kolunda, yüzündeki acıyla birlikte bana doğru koşuyordu. Derdi neydi, neden böylesine yavaştı? Ah Asiye! Şu hâlinde bile onu düşünüyorsun ya...
Zorla da olsa ayağa kalktım, topallayarak ilerlemeye devam ettim. Ayakkabımın eksikliği yaralarımın üstüne yara ekliyordu. Yerdeki taşlar ayağıma batıyor, dizim ise soyulduğundan ötürü kanıyordu.
"Asiye dur artık yeter!"
"Bırak peşimi Barış!"
"İkimizde yaralıyız, DUR ARTIK DUR!"
Yaralı mı? Durdum.
Barış yaralı mıydı?
Yakalanacağımı bile bile durdum çünkü kaçamayacağımı anlamıştım. Belki beni yolda görmese, denk gelmesek şimdiye baya yol kat etmiş, kolumdaki bileziği bozarak kendime yolluk edinmiştim ama olmadı... Yine başaramadın Asiye...
"Şükür olsun..."
Belimden kavrayan eller arkadan bana sarıldığında öylece durdum. Yorgunluğum büyük, derdim ondan da büyüktü.
"Ya yetişmeseydim..." dedi. Ağlıyordu... Barış ağlıyordu...
"Beni bırakıp nasıl gidersin?"
Dizlerimdeki son dermanda çekildi benden ve yere çöktüm.
"Sen bırakıp gittin, Leyla'ya gittin..." dedim. Yüz ifadem donuk bir hâl almıştı. Ağlamak dahi gelmiyordu içimden.
Önüme geçti, yüzümü avuçlarında sakladı.
"Leyla için gitmedim, vallahi onun için gitmedim Asiye. Anam için gittim. Anam..." dedi yutkundu. Nefes nefese konuşuyordu.
"Anam, Leyla'yı vuracaktı. Son anda yetiştim, engel oldum. Vursaydı eğer o şerefsiz yengem gözünü dahi kırpmadan anamı hapse attırırdı. Öyle derin ve ağır yaşamı varki, bu yükü de kaldıramazdı Asiye."
Herkesin yükü ağır, benimkisi hafifti.
"Susma, konuş benimle. Dün gece gelecektim ama o hengamede vurulan ben oldum." dedi.
Kolunu saran siyah gömleği acıyla yüzünü buruşturarak yırttı ve kanayan yarasını gösterdi.
"Bak!" dedi.
"Vallahi gelecektim, söz vermiştim gelecektim ama vurulunca kendimden geçmişim. Gözümü açtığımda sabah aymıştı. Zaten sonra hemen yola koyuldum, eve vardım ama yoktun."
Yaşlar yüzünü ıslatmıştı. Anlattıkça ağlıyordu.
"Seni göremeyince yıkıldım Asiye. Yokluğun şu yüreğime öyle bir oturdu ki, nefes alamadım ben."
"Sende kendi kendine dedin ki Asiye'nin nefesini çalıp kendime nefes yapayım dimi?"
Avuçlarının arasındaki yüzümü daha da sıkı kavradı.
"Böyle düşünme!" dedi.
"Konuşmanın ikimize de faydası yok. Annenlere boşandığımızı söyledikten sonra yoluma bakmak istiyorum."
"Yok!" dedi kafasını kafama yaslayarak.
"Boşanmadık biz oldu mu? Boşanmadık Asiye, sana yalan söyledim. Senden boşanınca düşman ortaya çıkar, kendini açık eder diye boşandık dedim."