ASİYE'NİN AĞZINDAN...
Nihayetinde sona eren törenle rahat nefes alacaktım. Barış'ın gece boyu devam eden gergin tavırları iyice çıkmaza sokmuştu beni.
Bir süreden sonra iki lafından biri "Bulacağım o adamı!" olmuştu.
Ya sahiden sözünün eri çıkıp Cihan'ı bulursa? Acaba sıkıntı çıkarır mıydı?
Yüzüklerin atılmasına kadar giderdi bu olay ve Barış benim dile getiremediğim aşkımı tüm Eroğlu ailesine ilan ederdi. İşte o zaman her iki taraftan da olurdum.
İnşallah Barış'ın ısrar hâli sadece bu akşama özeldir...
Öyle yorgundum ki adımlarımı doğrudan eve yönelttim.
"Az konuşalım mı kızım?"
Bugünde herkes konuşmak için can atıyordu!
"Tabii Rasim amca." dedim.
Yaptıkları nişan, verdikleri uğraş... Bu insanlara olan vefa borcum öyle büyüktü ki... Ömrüm boyunca çalışsam ödeyemezdim.
"Yorgunsun biliyorum kızım, o yüzden ayak üstü hemen söyleyeyim. Çok teşekkür ediyorum."
Neden teşekkür ettiğini biliyordum. Sevmediğim hâlde evlenmeyi kabul ettiğim içindi bu teşekkür.
"Sana baktım, hissettin dimi? Eğer olumsuz yanıt alsaydım, vallahi vermeyecektim seni Asiye."
Hafif güldüm. Ah Rasim amca... Bunu sana öylesine borçluydum ki...
"Sen mutluysan, bende mutluyum Rasim amca..." diyince daha fazla dayanamayıp sarıldı bana.
O ağladı, ben ağladım. O dağlandı, ben dağıldım...
Kararım doğru muydu hâlâ bilmiyorum. Umarım beni hayal kırıklığına uğratmazsın Barış...
***
Bu sabah Kayalar'ın evine kahvaltıya davet edilmiştik.
Daha dün görüşmüşken yine ayarlanan buluşma sebepsiz ve anlamsızdı.
Neyseki bu yemeğin tek güzel yanı, Cihan'ın yurtdışına çıkmasıydı.
***
"Bunlar çok farklı aile Asiye. Dün gece daha iyi anladım ki güç bunların her şeyi. Ne olursa olsun hanımefendiliğinden sakın ödün verme kızım."
Gülten teyze bir anne gibi nasihatler veriyordu bana. İyiki vardı, yoksa çok cahil kalırdım...
Kapılar açıldı ve o görkemli şatoya tekrar giriş yaptım. İşte tam o sıra beynimde yankılanan cümle...
"Bu kapıdan bir dahaki girişinde oğlumun karısı, Kayalar'ın gurur duyduğu gelini olacaksın Asiye Alkurt!
Belki karısı olmamıştım ama gelinleri olmuştum. Gerçektende hayat her zaman sürprizlere açık bir kapı barındırıyordu içinde...
"Hoşgeldiniz, hoşgeldiniz!"
Halis bey bizi kapıda karşıladı. O önde, hanımlarda ardındaydı. Neyseki dünkü geceye nazaran insan çokluğu azdı.
"Hoşbulduk Halis. Bu ne güzel karşılama böyle!"
Rasim amca ile Halis beyin arkadaşlıklarının uzun geçmişini herkes bilirdi. Yani adını pek çok kez duymuştum ama görmem o güne rastlamıştı.
İki eski dost sarıldı, birbiriyle tokalaştı.
"Kaynanan çok neşeli kadın Asiye! Bizi görünce papatya satan suratında güller açtı!"
Kulağıma fısıldanan cümlelerle ağzımı kapattım.
"Güldürme beni Gülten teyze." dedim sesimi kısık tutarak.
"Yalan mı kız? Neyseki kayınbaban iyi adama benziyor."
Sessiz kaldım. Kim iyi, kim kötü şimdilik karar vermek doğru olmazdı. Aynı çatı altına girmeden niyetler asla anlaşılamazdı.
Büyüklerin sanki çok uzun yıllardır süren hasret gidermesi bittikten sonra dünden beri devam eden el öpme rutinine geri döndüm.
Halis bey, Hatun hanım, bir de adını ve hangi makamda bulunduğunu bilmediğim o kadın... Hepsinin elini teker teker öptüm.
Şükür olsun ki içeri alındık ve masaya buyur edildik.
Binbir çeşit yemeklerle bezenen masada kuş sütü eksik diyecektim ama o da vardı. Sahiden de güçlü aileydi Kayalar.
Pekiyi bu güçlü ailenin nişanlım olacak kişisi neredeydi? Çaktırmadan göz attığım bahçede Savaş ismine daha layık olan Barış beyin gölgesi dahi yoktu.
"Barış'a acil bir telefon geldi. Az sonra burada olur." dedi Halis bey. Ay yoksa çaktırmamaya çalıştığım olayı mı çakmıştı?
"Şey..." dedim. "Ellerimi yıkayacağımda, lavabo nerede acaba?"
Hee ellerin Asiye! Şuna utançtan domatese dönen yanaklarıma su vuracağım desene!
"İçeri gir, ikinci katta, hemen sağda kalıyor."
Kaçarak uzaklaştığım ortamdan her adımımda rahat nefes alıyordum. Ne gerek vardı bu kahvaltı işine?
Görkemli villadan içeri girdim. Her yer şahane ötesiydi. Eşyalar, tablolar... Hepsi birbirini tamamlıyordu. Köklerine bu derece bağlı olan insanların konak değilde villada yaşamalarına şaşırıyordum.
Şaşırma zamanı değil Asiye! Gördüğüm merdivenlerden yukarı çıkacakken duyduğum sesle ilk basamakta kaldım.
"Beni bir daha sakın arama Leyla! Kapa çeneni lan! Ayağına kadar geldim, parmağından yüzüğü bile çıkartmak istedim ama izin mi verdin he, izin mi verdin! Şimdi seni seviyorum ayakları sökmez bana duydun mu! Hem o itin karısı, hem de benim sevgilim olacaksın öyle mi! Bir daha sakın arama beni!"
Akşam aynı konudan çıldırmak üzere üstüme gelirken, üstelik ailem konumunda olan insanlar aşağıdayken o burada sevdiğiyle mi konuşuyordu? Ya benim yerime Rasim amca ya da Gülten teyze duysaydı?
Kafamı yere eğdim ve hızlıca düşündüm. Yol yakınken, iş daha fazla ciddiye binmeden vaz mı geçseydim?
Benimde sevdiğim vardı ama her basamakta karşımıza çıkacak engel değildi. Bu kız ise... Daha dün bir, bugün iki! Sürekli çomak sokacaksa ve Barış'ın aklını bulandıracaksa baştan kopsun balık daha iyi!
Of Asiye of! Şu kimsesiz oluşun varya... Herkese en büyük cesareti veren buydu.
Gözümden akan yaşı silerek merdiven korkuluğuna tutuldum.
"Asiye!" sesiyle ürperdim ve hızla sildim yaşlarımı. Ağladığımı görmesini kesinlikle istemiyordum.
Bir çırpıda yanıma inip koluma dokundu ama geri çekildim.
"İyi misin?" dedi.
"Lavabo." dedim sadece.
"Şey... Lavaboyu arıyordum ben."
Ne yüzüne baktım ne de sorusuna cevap verdim...
"Yukarıda." dedi. Sesinin tonu anlamsız ibare taşıyordu. Konuştuklarını duyup duymadığım arasında gidip geliyordu.
Yanında biraz daha kalırsam yüzüğü atmaktan korktum. Koşar adımlarla yukarı çıkınca lavabo olduğunu anladığım ilk yere attım kendimi. Kapıyı kilitledim, boydan boya yere çömeldim.
Çığlıklarım içimde katlanarak büyürken dışarı vuran yalnızca gözyaşlarım oluyordu.
Yüzüğü atarsam Rasim amca, atmazsam ben yıkılacaktım. Kaldığım ikilem denkleminde kaçabileceğim artı kapım da yoktu ve ben artık boğuluyordum. Ya o kız Barış'ın karşısına yüzük atmış olarak çıkarsa? Ya Barış aşkına yenik düşüp de beni yarıyolda bırakırsa?
Zaten zayıf olan ruhum, bunu da kaldıracak güce sahip değildi.
Aklını başına topla Asiye! Ne olursa olsun Rasim amcanın bu evliliğe ihtiyacı var! Hem zaten ömürlük değil, bir kaç aylıktı ve herkes yoluna devam edecekti.
Ayağa kalkarak yüzümü yıkadım. Hafif kızaran gözlerimin düzelmesini bekleyene kadar durdum orda. Ne zamanki çakır haline geri döndü, işte o zaman indim aşağıya.
Herkes sofradaydı, Barış'ta.
Dudaklarımda oluşan sahte tebessümle yerime oturup Gülten teyzenin benim için hazırladığı tabağı çatalladım. Dikkat çekmemek adına ağzıma bir kaç lokma attıktan sonra sandalyeye yaslanarak parmağımdaki yüzükle oynamaya başladım.
Ne bol geliyordu ne de sıkıyordu. Hayatımda yerli yerine oturan tek nesne sadece yüzüktü. Ama sanki parmağımda değilde boynumda gibiydi ruhuma verdiği hissiyat.
Kafamı hafif kaldırdım, Barış'a göz attım. Onunda bendeydi gözleri.
Çok gergin duruyordu. Muhtemelen duyduğumu anlamış, yüzüğü atmam konusunda çekiniyordu.
Eliyle yakasını gevşeterek bana bakmaya devam etti. Gözlerinde ilk kez çaresizlik kırıntısına rastlamıştım.
Çok kırgındım, çok üzülmüştüm. Benden istediği sadakatin s'sini gösterememişti.
İkinci günden tüm güvenimi yerle bir etmişti yaptığı hareket.
"Düğün 2 aya olsun diyorum." dedi Halis bey.
"Gençler nasıl uygun görürse." diye de karşılık verdi Rasim amca.
"Ee soralım o zaman gençlere. Asiye, kızım... Sen ne düşünüyorsun bu konu hakkında?" dedi Halis Ağa.
Hâlâ Barış'a bakıyordum. Alnından akan boncuk boncuk terleriyle tereddüt içerisinde cevabımı bekliyordu.
"Bilmem!" dedim soğuk tavırla.
"Nasıl bilmem kızım?" dedi Halis bey.
"Yani siz daha iyi bilirsiniz Halis bey." diye düzelttim.
Barış'ın kapanan gözleri rahatladığının işaretiydi. Onlar konuşmaya devam ederken mutfaktan su almak için yerimden kalktım.
Barış'ın ardımda olduğunu biliyordum ama durmaya niyetim yoktu.
Hizmetli abla önümde, ben ardındaydım. Mutfağa giriş yaptığımız an "Herkes dışarı çıksın!" dedi Barış.
Çalışanlar başta afallasalarda hızla terk ettiler mutfağı.
Ben ise hiçbir şey olmamış gibi bardaklığı bulup içinden su bardağı aldım ve arıtmanın altına koydum.
"Duydun dimi hepsini?"
Dolan bardağı elime alarak içtim ve tezgaha geri bıraktım. Mutfaktan ayrılmak için ilerliyordum ki Barış'ın kıskacından kurtulamadım.
"Soru sordum Asiye!" dedi kolumdan tutarak.
"Duydun dimi konuşmaları?"
"Kolumu bırakırsan kahvaltıya geri döneceğim."
"Bak... Leyla benim aşık olduğum kadın olabilir ama seninle nişanlandığım gün benim için bitmiştir. Aklında, fikrinde ya da her yerinde... Bu konuya dair hiçbir şüphe kalmasın."
"Soğuk su var mıydı dolapta?"
"Asiye! Valla yanlış anladın beni. Sana yanlışım olmadı, olmazda merak etme!"
Belki fazla cesaret yüklü değildi bedenim ama nokta atışlarını yapmasını iyi bilirdim.
"Konuşmakta yanlışa girmiyor mu?" dedim.
Duraksadı, yutkundu, sessiz kaldı.
Diyilmesi gerekeni dedim, duyulması gerekeni duydu. Barış'ın sergilediği bu hareketle kararımı tüm gün boyunca tekrardan düşünecektim.
İster severek, ister anlaşmalı... Benimle girdiğin yolda başka gülleri de koklamaya çalışırsan burnunun deliklerine tıkarım yapraklarını.
Mutfaktan çıkıp yemeğe döndüğümde burada da durumun pek iç açıcı olduğunu söyleyemezdim. Sanki ben gelmeden önce yanlış cümleler kurulmuş ve laf dalaşı olmuş gibiydi.
Sessizce yerime oturdum. Barış'ta peşimden gelip yerine oturdu.
Yemeğin geri kalanında sadakat isteyen ama sadakatsizliğini gösteren, ismi lazım olmayan şahısın utanmadan beni izlediğini anlayabiliyordum.
Onun derdi belliydi! Sevdiği kadını benimle kıskandırıp geri gelmesini sağlamaktı.
Pekiyi bu tuzağa sen niye düştün salak Asiye? Salaktım çünkü de ondan!
"İzniniz olursa bugün Asiye ile gezmeye gidelim diyoruz."
Bildiği tüm tuşlara basıyordu. Üstüne birde diyoruz dedi ya... Sanki ortak verdiğimiz karardı gezmeye gitme işi!
"Yani senin de iznin olursa Rasim amca."
"Kararınızı verdiyseniz benim için sıkıntı yok oğlum."
Aferin Asiye! Her zaman olduğu gibi yine sessiz kal ve adına verilen kararlara çıtını çıkartma tamam mı!
Kahvaltıdan kalkılınca Barış izin isteyerek evden kaçmamızı sağladı.
Arabasına bindik. Etrafı kaplayan sessizliği bozan kişi Barış olmuştu.
"Nereye gidelim istersin?"
Aklınca gönlümü hoş tutarak yaptığı şerefsizliği babasına söylememden uzak tutmaya çalışıyor beni.
"Hiçbir yere!" dedim camdan dışarı bakarak.
"Beni en yakın ve müsait yerde indirir misin?"
Zaman kaybından ibaret olan konuşmalarımızı ne kadar kısa tutarsam o kadar iyiydi.
Uzun soluklu bir nefes çekti ciğerlerine. "Yanlış yaptım biliyorum!"
"Sen değil, ben yaptım!" dedim ona dönüp. Yüzüğü takmam başlı başına hataydı, yanlıştı.
Bir yola bir de bana bakıyordu. Ne demek istediğimi anlamamış gibi bir hali vardı.
"Bana sadakatten bahsederken kendini konudan muaf tutman hoş olmadı Barış."
Kime neydi ki Asiye'nin düşünceleri? Sessiz, sakin, kimsesiz kızdım nede olsa!
"Çok haklısın biliyorum. Israrla arayınca açmak zorunda kaldım."
"Pekiyi aynısını ben yaşasaydım? Sevdiğim adamın telefonunu açsaydım ne hissederdin ya da ne tepkisi verirdin?"
"Öyle bir şey olamaz! Benim nişanlımla hiçbir erkek telefonla dahi olsa iletişim kuramaz!"
Şaşırmadım. Barış'ta her erkek gibi kendisi yapınca kör, kadın yapınca aslan kesiliyordu.
"Bence biz fazla ilerlemeden son verelim bu işe Barış. Her gün o kıza mı gideceksin şüphesiyle yaşamak istemiyorum ben."
Sağa verilen sinyal, duracağımızın habercisiydi.
Hafif frenle yolun kenarına geçmiştik. Tahminimce daha rahat olabilmek için kemerini çıkarttı ve bedeniyle döndü bana.
"Dün bir, bugün iki. Yüzük atmakta ne demek Asiye?"
"Ben..." dediğim an çok yakından olduğunu tahmin ettiğim silah sesiyle kafamı yere eğdim ve çığlığı bastım.