KIRIK HATIRALAR

1859 Words
"Geçmişin kanı kurumaz, yalnızca iz bırakır. Ve o iz, kaderin yolunu belirler." POYRAZ Gözlerimi açtığımda kendi evimde, yatak odamdaydım. Ne ara, nasıl buraya geldim, hiçbir şey hatırlamıyordum. Son olaylar zihnime sisli bir perde arkasından geri dönmeye başladı. Kalbim hızla çarptı. O kız… Elif! Doğrulmaya çalıştım ama omzumda patlayan acıyla olduğum yere çakıldım. Dişlerimin arasından küfür savurdum. Birkaç nefes toparladıktan sonra sesim koridorda yankılandı: — “Rıfat!” Çok geçmeden kardeşim göründü. Yüzünde endişeyle birlikte bana özgü o tanıdık, temkinli ifade vardı. — “Abi, ne yapıyorsun? Daha yeni kendine geldin. Yat, dinlen biraz. İhtiyacın varsa ben yaparım.” Elimi kaldırıp sertçe kestim sözünü: — “Karı gibi dırdır etme! Söyle bana, kız nerede?” Bir an duraksadı. Gözleri kaçamak dolaştı. O an anladım ki, bilerek benden sakladığı bir şey vardı. — “Abi...” diye başladı, sesi titrek ve temkinliydi. “Biz seni bulduğumuzda baygındın. Ama yalnızdın.” Kaşlarım çatıldı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. — “Yalnız mıydım? Saçmalama! Sana açık açık söyledim; bayılırsam o kızı alıp benimle gel diye!” Rıfat derin bir nefes aldı. Gözlerini benden kaçırmadan, ama olabildiğince sakin konuştu: — “Evet abi, söyledin. Ben de hatırlıyorum. Ama biz geldiğimizde yanında kimse yoktu. Yaraya müdahale edilmişti… belli ki birisi kanamayı durdurmuş. Doktor da öyle dedi. Ama geriye kimse kalmamış.” Yüzümdeki damarlar gerildi. Çenemi sıktım. İçimde önce garip bir minnet, ardından hızla yükselen öfke kabardı. — “Demek yardım etmiş… ve sonra gitmiş.” Sesim bir uğultu gibi çıktı, hırıltılı. Öfkemin arkasında gizlediğim hayal kırıklığı vardı. Rıfat ise ortamı yumuşatmaya çalıştı: — “Abi… belki korkmuştur. Sonuçta seni o halde görünce—” Sözünü sertçe kestim: — “Bana masal anlatma! Gitmiş işte. Ama ben izin vermedim. Gitmeyecekti!” Ayağa kalktım, omzum sızlasa da aldırmadım. Gözlerim öfkeyle parlıyordu. — “O kızı bul Rıfat. Ne pahasına olursa olsun bana geri getirin. Bana söylediği isim Elif’ti… ama doğru olup olmadığından emin değilim. Pansiyona gidin, sorun, soruşturun. Ne gerekiyorsa yapın.” Rıfat, yüzümdeki kararlılığı görünce tereddütsüz başını salladı. — “Tamam abi. Ama bana birkaç gün—” Sözünü böldüm, sesim buz gibiydi: — “Birkaç gün mü? Şimdi! Bugün gideceksin. Yarın çok geç olur.” Rıfat hızla odadan çıkarken geri dönüp sordu: — “Abi, kızın yüzünü tarif et. Ona göre konuşalım.” Derin bir nefes aldım. İstemeden de olsa gözlerimin önünde belirdi: o saçlar, o gözler, o korkuyla karışık masumiyet… — “Uzun, koyu kahverengi dalgalı saçları var. Yeşilin en berrak tonunda gözleri… bembeyaz teni… küçük bir çene…” Kelimeler ağzımdan dökülürken kendimden utanır gibi oldum. Rıfat’ın bakışını fark edince kaşlarımı çattım. — “Boyu 1.65 civarında, yaşı en fazla yirmi. Yeter bu kadar. Üç gün içinde bana getir.” Rıfat sessizce başını salladı ve çıktı. Odanın içinde yalnız kalınca yumruklarımı sıktım. Gözlerimi kapattım ama olmadı, yüzü zihnimden silinmiyordu. Bana dokunduğu o an, içimde yıllardır ölü olan bir şeyin kıpırdadığını hissetmiştim. Ve işte bu yüzden… o kız benim için artık sadece bir borç, bir yardım değil, kırılmaya başlayan duvarlarımın tek anahtarıydı. --- Gözlerimi kapattığım o anlar hâlâ zihnimin dibinde bir mırıltı gibiydi; hatırlayabildiğim ne varsa kırık cam parçaları gibi dağılıyordu. Rıfat gitmişti; o çıktıktan sonra tekrar onu düşünmeye başladım. Onunla geçirdiğim anlarda hissettiğim şeylerin gerçekliğini sorguladım — ve evet, gerçekti; hem de her anı. Şimdi diyeceksiniz ki: “Bu kızda ne var da bir görüşte bu kadar taktın kafaya? Kaşı gözü güzel diye mi?” Hayır; ne güzelliği ne de boyu-posu tek başına meseleydi; tabi onlar da vardı. Asıl mesele, onunla hissettiklerimdi. Kendimi bildim bileli erektil disfonksiyon yani iktidarsızlık yaşıyordum. Bu yüzden sertleşemiyor, orgazm olamıyordum. Bunun için çok tedavi gördüm ama sonuç alamadım. Uzun zaman önce kimliğimi gizleyip online olarak bir psikiyatristle görüşmeye başlamıştım. Bana geçmiş travmalardan kaynaklanabileceğini; önce geçmişle yüzleşip aşmam gerektiğini söylemişti. İşte o zaman, unuttuğum geçmişimle tekrar yüzleşmiştim. Daha çocukken; babam her iş seyahatine gittiğinde annemin başka adamlarla —en sonunda da babamın öz kardeşi, amcamla— olduğunu hatırlıyorum. Sekiz yaşındaydım. Babam önemli bir iş için şehir dışına gitmişti; evin ihtiyaçlarıyla hep amcam ilgilenirdi. Onun sık geliş-gidişlerinden hiç şüphelenmezdim. O gece de amcamı çağırmışlardı. Annemle sohbet ederlerken yanlarına gittim; annem bana sertçe bakıp, “Sen daha uyumadın mı? Ne dolaşıyorsun bu saatte ortalıkta? Hemen odana gidip uyuyorsun!” diye uyardı. Buna şaşırmadım; çünkü annem, babam her gittiğinde gerçek yüzünü gösterir, bana kötü davranırdı. “Uyuyacaktım ama susadım, o yüzden geldim aşağıya,” dedim ürkekçe. Amcam kaşlarını çatıp, “Annenin ne dediğini duymadın mı çocuk? Hem ben sana daha önce ne dedim: Ben buradayken odandan dışarı kafanı bile uzatma! Şimdi çık, git odana, almıyım ayağımın altına!” diye azarladı. Korktum; çok korktum. Bacaklarım titreyerek koşup odama çıktım. Yatağa girip yorganı kafama kadar çekip ağladım. Bir süre sonra kahkahalar sustu; ne yaptıklarını biliyordum. Daha önce istemeden şahit olmuştum; bu da midemi bulandırıyordu. Babamı çok seviyordum; bu yüzden anneme karşı daha derin bir nefret beslemeye başladım. Derken, beklenmedik bir anda babam geliverdi. Gece olduğu için zile basmak yerine kapının anahtarıyla sessizce içeri girdi. Odasına ilerlerken inleme sesleri duydu; önce annemin kabus gördüğünü sandı ama sonra annemin “Ahmet” diye inlediğini, amcamın sesini duyunca öfkeyle silahını çekip odaya daldı. “Allah sizin belanızı versin, nasıl yaparsınız bunu bana!” diye bağırdı babam. O an uyanıp annemin kaldığı odaya doğru koştum. Tam kapı eşiğine geldiğimde iki el silah sesi duydum. Ayaklarım yerden kesildi; bir taşa dönüşmüştüm. İçeri girdiğimde dizlerimin üzerine çöktüm: babam kanlar içinde kapının ağzında, gözleri açık—cansız. Korumalar koşup içeri girdi; onlar da dehşet içindeydi. Amcam ve annem çıplak, kanlar içindeydi; babam kapı eşiğinde, başından akan kanla yatıyordu. O an ben orada, varlığımla değil; bir heykel gibi, hareketsizdim. Bir süre sonra babamın yakın arkadaşı ve ortağı Hasan Amca geldi. Hâlâ donuk haldeyken beni kucağına aldı ve odama götürdü. “Şakın buradan çıkma, her şey yoluna girecek,” dedi. Ben tepkisizdim; konuşamıyor, hareket edemiyordum. Şokta olduğumu fark eden Hasan Amca başımı okşayıp, “Poyraz oğlum, bana bak; sakin ol ve sakın korkma. Ben buradayım, senin yanındayım,” dedi. Kucağında, sanki beklediğim ufak bir şefkatmiş gibi hıçkırarak ağlamaya başladım. “Ağla, içinde kalmasın; bütün kahrını, üzüntünü at gitsin,” diye fısıldadı. Onda sekiz yaşında küçücük bir çocuk olmuştum tekrar. Ne annem, ne de babam gerçekten gördüklerimin farkındaydı; babamın o noktaya gelmesi, onun yaptığıyla baş edememek—her şey beni yalnızlığa mahkûm etmişti. Ailemin ölümünden sonra uzun süre psikolojik destek aldım. Tek varis bendim; babamın mal varlığı bana kalmıştı fakat 18 yaşına girene dek devir alamazdım. Bu süreçte Hasan Amca bana sahip çıktı. Babamın ortağı olduğu için şirketi ve işleri o yönetti. Ben toparlandıkça, küçük yaşta olmama rağmen bana sorumluluk verdi; iş öğretti. Başarısız veya başarılı olduğumda hep sorumluluklar bana bırakıldı. Böyle böyle on sekizime geldim ve ilk cinayetimi işledim. Babam ve Hasan Amca kendi çaplarında yeraltındaydılar; ama ben hep daha büyük, daha güçlü olmak istedim. Sanırım bunun sebebi geçmişimi unutmak, acıyı bastırmaktı: Ne kadar yoğun çalışır, o kadar az düşünürüm mantığı. Babamın hisselerini ve mülkünü devraldıktan sonra yeraltı dünyasında adımı duyurmak için adımlarımı attım. Bu süreçte beni destekleyenler kadar karşı çıkanlar da oldu; yine de vazgeçmedim, hırsla çalıştım. Uzun ve ısrarlı çabalar sonucunda kendimi ispatlamak için önemli bir sevkiyatı devraldım. Rıfat ve yanımdaki birkaç güvenilir adamla bütün risklere rağmen başarılı olduk; başarısız olmam için bana kurulan kumpasları önceden tespit edip önledim. Bu başarıyla takdir alırken hâlâ başkaldıranlar kaldı. Sevkiyat öncesinde bana kumpas kuran Halil, daha sonra beni ortadan kaldırmak için hilelere başvurdu. Ne kadar üstesinden gelmiş olsam da zaman zaman ağır darbeler aldım. Nihayet kendi sevkiyatımda Halil’in tuzak kurup adamlarımı öldürüp mallarımı çaldığını anladım; bu benim için son noktaydı. Gerçeği öğrendikten sonra gece yarısı evine baskın verip onu kendi ellerimle yok ettim. Halil’i öldürmem ilk başta büyük tepkilere yol açtı ama onun kirli çamaşırlarını ortaya döküp işimi baltaladığını ispatlayınca birçok kişi yaptıklarımdan dolayı bana hak verdi. Hak vermeyenler de bunu zorunlu kabul etti; çünkü ben gözü kara, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, kanı deli akan bir mafyaydım. Böyle yükseldim ve bugün geldiğim konuma ulaştım. Yaşadığım hayattan pişman değilim; bu karanlığı ben seçtim ve sonuna kadar arkasındayım. RIFAT Poyraz’ı ilk defa bir kadın hakkında bu kadar kararlı ve net görüyordum. Daha önce yanına özel olarak hiç kız çağırmamıştı; her seferinde bana “iyi bir kız bulup gönder” derdi. Hepsiyle de sadece tek gece birlikte olup bir daha da görmek istemezdi. Belki de ona yardım ettiği için onu yanında istiyordu; ama emindim ki bir geceden sonra sıkılıp gönderecekti. İstese ona daha iyilerini bulurdum ama bir şekilde bu kıza takmış gibiydi. Poyraz’ı bulduğumuz pansiyona geldiğimizde resepsiyona gidip kızı sormuştum. İlk başta ırma kırm kır etse de—yüklü bir bahşişten sonra—konuşmaya başlamıştı. “Abi, valla dediğiniz isimde kimse yok; son bir haftadır da öyle birisi gelmemiş,” dedi. Abim haklı olabilirdi; kız hakkında yalan söylemiş, kendi kimliğini gizlemiş—zekice ama bize sökmez. Güvenlik kameralarının da sadece formaliteden ibaret olduğunu öğrenince, kızın görünüşünü anlattım; hatırlayıp hatırlamadığını sordum. “Dediğiniz tarifte kız geçen gün geldi ve aynı gece çıktı; bir daha da gelmedi,” dedi. “İyi, hatırladığına göre ismini de biliyorsundur?” “Evet abi, kayıt almıştım,” diyip önündeki defteri karıştırmaya başladı. “İşte burada: Sıla YILDIZ,” diyip bana gösterdi. Pansiyondan hızla ayrılıp etrafı incelemeye başladım. Eğer çalışan güvenlik kamerası varsa onu bulabilirdim. Adamlara talimat verip gizlice araştırmalarını istedim; çünkü burası bizim bölgemiz değildi ve tepkileri üzerimize çekmek istemiyordum. Bu yüzden olabildiğince gizli yürütmem gerekiyordu işleri. Akşam eve döndüğümüzde elimizde birkaç işe yaramaz görüntü ve gerçek adından başka bir şey yoktu. Köşke varıp abimin odasına gidip kapıyı tıklattım. “Gir” komutunu alınca kapıyı açıp içeri girdim. Çalışma masasında oturmuş, ihale ile ilgili bilgileri gözden geçiriyordu; yaralı olmasına rağmen işleri aksatmadan devam ettiriyordu. Hep böyleydi. Beni karşısında görünce ilk sorduğu yine o kız oldu: “Ne yaptın, buldun mu onu?” diye sordu. “Abi, senin de şüphelendiğin gibi kız ismi hakkında yalan söylemiş. Gerçek adı Sıla. Henüz bulamadım ama çok az kaldı,” dedim. Sonra teyit etmek için kamera kayıtlarını gösterdim. “Evet, kız bu. Onu en kısa sürede bulup bana getirin,” dedi. “Emrin olur abi,” deyip yanından ayrıldım. Ama emin olduğum bir şey vardı ki — kızı bulmak gerçekten zordu. Çünkü elimizdeki kayıtlar hiçbir işe yaramıyordu ve Sıla’yı nerede arayacağımıza dair hiçbir fikrim yoktu. Tek tesellim, abimin birkaç günde o kızı unutmasıydı. Bu pek mümkün olmasa da… POYRAZ Salonda tek başıma oturuyordum. Etrafımda yankılanan sessizlik, içimdeki gürültüyü bastıramıyordu. Bir an gözlerim kapandı; yüzü yeniden canlandı zihnimde. O iri yeşil gözler… Bana hem korkuyu hem de tuhaf bir huzuru aynı anda hissettiren o bakışlar. Sıla. Adını artık biliyordum. Gerçek adı. Ve artık saklanacak yeri olmadığını da… Ama asıl mesele bu değildi. Asıl mesele, ben bu kıza neden bu kadar takılmıştım? Kendime itiraf etmekten korksam da cevabı biliyordum: O, bana dokunduğunda içimde yıllardır hissedemediğim bir şeyleri uyandırmıştı. O yarayı sarması, bana rağmen yanımda kalması… Belki de hayatım boyunca görmediğim bir cesaret, bir şefkatti. Onu bulmalıydım. Çünkü bu mesele sadece bir inat, bir takıntı değildi artık. Bu, benim için çok daha kişisel bir savaştı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. İçimde bir öfke kaynıyordu, ama aynı zamanda tarifsiz bir merak. Onu bulduğumda ne yapacağımı bilmiyordum. Koruyacak mıydım, yoksa kaybetme korkusuyla daha da kendime mi zincirleyecektim? Bilmiyordum. Tek bildiğim, Sıla’nın izini sürdüğümde artık geri dönüşün olmayacağıydı. Ve ben, geri dönüşü olmayan yollara alışkındım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD