POYRAZ
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Günlerdir her ipucunun peşine düştüm, her taşın altını kaldırdım ama o kızı bulamadım. Sıla…
Bana adını yalan söyleyen, yaralı haldeyken beni orada bırakıp giden kız.
Her ne kadar içimde bir öfke kabarıp dursa da, her düşündüğümde hissettiğim şey sadece öfke değildi. Onun o bakışları… Korku ve cesareti bir arada taşıyan gözleri aklımdan çıkmıyordu.
Rıfat odamın kapısına dayandığında yine sabırsızdı.
“Abi, dediğin gibi araştırdım. Birkaç pansiyon, birkaç apart. İzini iyi saklıyor ama sonunda bulacağız.”
Onun sesindeki kendinden emin ton hoşuma gidiyordu ama bana yetmiyordu. Benim için bu iş bir “bulacağız” meselesi değil, bir “bulmak zorundayız” meselesiydi.
Önüme bırakılan belgeleri hızlıca inceledim. Kaydı olmayan bir isim… sahte imzalar… eksik bilgiler. Hepsi ustaca gizlenmişti ama bu oyunu bana oynayamazdı. Benim işim yıllardır insanların en gizli sırlarını açığa çıkarmakla olmuştu. Küçücük bir hatası bile yeterdi.
Ve sonunda o hata geldi.
Rıfat’ın sıkıştırdığı kırtasiye sahibi, el titreyerek anlattı:
“Bir kız geldi abi… elinde telefonundan bir kimlik fotoğrafı vardı. Fotokopi çıkarttı. Sonra da aceleyle çıktı gitti.”
Telefonundaki o resim… Demek kimliğini yanında taşımıyordu. Güzel. İzini daha kolay sürecektim.
Adamlarıma talimat verdim. Sessiz, göze batmadan. Benim istediğim tek şey, bir sonraki adımını öğrenmekti. Ve o adımını atmıştı.
Bir aparta yerleşmişti. Fazla lüks değil, ucuz, tek başına barınabileceği bir yer. Çocukça bir gizlenme çabasıydı ama işe yaramayacaktı.
Yine de hemen gitmedim. Sabırsızlık benim işim değildi. Onu görmeden önce, hazırlığımı yapmak zorundaydım. İçimde öfkenin yanında tanımlayamadığım bir başka duygu vardı. Merak mıydı, yoksa hesap sorma isteği mi… bilmiyorum.
Gözlerimi kapattığımda hâlâ onun panik içindeki yüzünü hatırlıyordum. O geceki nefes nefese bakışlarını.
Artık benden kaçamayacaktı.
Artık oyun bitmişti.
Ve ben o anı bekliyordum… Onu yeniden gördüğümde göz göze geleceğimiz, bana meydan okuyan o bakışları tekrar üzerimde hissedeceğim anı.
___
Sonunda o gün gelmişti bugün Sılayı almaya gidecektim kovalamaca oynadığımız yeterdi.
Şirketteki bir kaç önemli işimi de halledip öğleden sonra çıktım. Sıla'nın çalıştığı yere giderken içinde hissettiğim duyguyu bir türlü anlamladiramiyordum. ama emin olduğum bir şey vardı o da sanki eksik olan parçamı sonunda bulmuş olmamdı.
__
Restoranın içine girdiğimde kalabalığın arasında gözlerim tek bir kişiyi arıyordu. İçimde, onu görmeden dinmeyecek bir huzursuzluk vardı. Ve nihayet… buldum.
Tepsi taşıyan ince kollar, hızlı adımlarla masalar arasında süzülen zarif bir gövde… sonra gözlerimle buluşan o bakış. İşte oydu. Sıla.
Büyük adımlarla ona yaklaşıp "demek buradasın" dedim
Beni gördüğü anda gözbebekleri büyüdü. Ellerindeki tabak hafifçe titredi. Yüzündeki şaşkınlık bir an sonra panik ifadesine dönüştü. Kaçmaya çalışacağını daha o an anladım. Ve nitekim öyle yaptı.
Tepsiyi hızla bir masaya bıraktı, gözlerini benden kaçırarak arka tarafa doğru yürümeye başladı. Ama adımları telaşlıydı, dizlerinin titrediğini görebiliyordum. Sırtına kilitlendi bakışlarım. İnsan kalabalığına rağmen onu kaybetmedim.
İçimde hem öfke hem de kontrolsüz bir arzu kıpırdıyordu. Beni bırakıp gitmişti. Oysa şimdi önümdeydi. Kaçıyordu. Ve ben de arkasından ilerliyordum. Adımlarımı sessiz ama kararlı tuttum, tam bir avcı gibi. O kaçtı, ben izledim. O hızlandı, ben adımlarımı büyüttüm.
Onun küçük, telaşlı adımlarıyla baş edemeyeceğini biliyordum. Her kaçış denemesi benim için bir oyun gibiydi; ne kadar hızlı koşsa da, ne kadar panikle baksa da sonuç değişmeyecekti: Yakalayacaktım.
Son bir hamleyle restoranın arka tarafına kayboldu. Kapının çarpma sesini duydum. Ardından tabelaya baktım: Kadınlar Tuvaleti.
İnce bir tebessüm belirdi yüzümde. Kapıyı itip içeri girdiğimde içeride birkaç kadın vardı. Hepsi aynada makyajını tazeliyor ya da saçını düzeltiyordu. Benim gölgem mekâna düştüğünde hepsi aynı anda bana baktı. Gözlerim soğuk ve keskin bir şekilde üzerlerinden kaydı.
“Çıkın.” Sesim alçak ama buyruk doluydu. Birkaç saniye tereddüt ettiler. Sonra bakışlarım biraz daha sertleşti. Hepsi, korkuyla fısıldaşarak arkalarına bile bakmadan dışarı çıkıp gitti.
Tuvalet sessizleşti. Ama yalnız değildim. Dikkat kesildiğimde hafif bir hırıltı duydum; hızlı ve telaşlı nefesler. Kabinlerden birinde saklanıyordu.
Adımlarımı yavaşça attım. Sessizliği sadece ayakkabılarımın zeminde çıkardığı yankı bozuyordu. Kabin kapılarına tek tek yaklaştım, elimle hafifçe dokunarak ilerledim. Nihayet birinin ardında titreyen bir gölge gördüm.
“Oradasın.” Sesim bu kez fısıltıya yakındı. Parmaklarımı kapının kenarına koyup yavaşça tıkladım.
"benden saklanabileceğini mi sandın"
cevap vermedi. hala benden kaçabileceğini sanıyordu. kapının önüne gelip bekledim " neden benden kaçıyorsun" hala ses yoktu ama orada bir adım uzağımda olduğunu biliyordum.
Parmaklarımı hafifçe kapının kenarına vurdum, sesi yankı yaptı:
— “ Sıla" dedim net ve ürkütücü bir şekilde çünkü artık sabrım tükenmek üzereydi. sonunda o sessiz cılız sesini duydum şok olmuş bir şekilde
"Sen… sen nereden biliyorsun adımı?”
bu tepkisi karşısında soğuk bir kahkaha attım. çok daha fazlasını biliyordum ama şuan bunları konuşmak için uygun yerde değildik
Kapının arkasında nefesini tutmaya çalışıyordu. Ama ben onu duyuyordum. Kalbinin çarpışını bile duyar gibiydim.
"ağır ve net bir şekilde konuştum
"benden kalabileceğini mi sandın "
" kapıyı aç konuşalım" dedim ama tekrar sessizliğe büründü. benimde sabrım bir yere kadardı, elimi atıp kabinin kolunu tutup çevirdim kilitliydi kabin kilitleri çokta sağlam olmuyordu biraz zorlasam açılacağını bilmiyordum ve tamda tahmin ettiğim gibi oldu kapıyı ardına kadar açıp küçük kabinin içine girdim.
Ve işte o… Sıla, gözleri kocaman olmuş, sırtını soğuk fayansa dayamış, elleriyle kendini savunmaya çalışır gibi göğsünün önünde kenetlenmişti.
Onun bu çaresizliği… bu korkuyla karışık inadı… beni daha da yaklaştırıyordu. İçimdeki öfkeyi çoktan unutmuştum. Artık tek hissettiğim şey, çekim gücüydü.
Sıla'nın üzerine doğru eğilip " benden saklanabileceğini mi sandın" dedim.
Dolu dolu gözlerle bana bakıp "Ben… ben sadece kendi yolumu seçmek istedim. Senden kaçmak zorundaydım… başka türlü yapamazdım.”
ödüm her an bokuma karışabilir şuan. cesaretin bir işe yaramayacağını anlayınca dolu dolu gözlerle ona bakarak kısık sesle
"lütfen bana bir şey yapma, bırak gideyim" diye bildim sadece.
yüzüme iyice yaklaşıp fısıldayarak artık benimsin Sıla benden gidemezsin dedi. gözümden bir damla yaş düşerken aynı şekilde fısıldayarak
"neden"
cevap vermek yerine hızlıca düzelip elimden tuttu tuvaletten çıkarken beni de peşinden sürüklemeye başladı çıkışa doğru ilerlerken elimi ondan kurtarmaya çalışıp tekrar sordum daha yüksek sesle "neden, neden ben benden ne istiyorsun" cevap vermiyordu sanki bir duvarla konuşuyormuşum gibi hissediyordum restorandan çıkmadan önce Kemal Bey'in sesini duydum. " Sıla neler oluyor, kim bu beyefendi" çaresizce hızlı bir şekilde Kemal Bey'e dönüp
" Kemal Bey yalvarırım yardım edin, hemen polisi arayın" dedim
Kemal Bey " beyefendi bir sorun varsa bana söyleyin kızı bırakın" dedi.
Poyraz Kemal Bey'e doğru bir adım atıp" bırakmıyorum gücü yeten gelsin alsın, götünüz yiyorsa da polisi arayın" dedi. alaycı ama bir o kadar da ciddiydi
ben hayatımda böyle ayarsız bir insan görmedim. Kemal Bey Poyraz'ın sert tavrı ve keskin bakışları altında küçülmüştü.
"yanlış anladınız efendim konuşarakta çözebiliriz demek istedim"
"neyi konuşacağız adam beni zorla götürmeye çalışıyor görmüyor musunuz?" sitem ederken aynı zaman da elinden kurtulmaya da çalışıyordum ayı gücü vardı adam da elimi sıkmadığı halde kurtulamıyordum.
öfke ile bağırıp "eeh yettiniz artık" diyip silah çıkardı o an benim de tüm çabalarım durmuştu, biliyordum işte tehlikeli bir adamdı ve ben onun yanında güvende değildim.
"şimdi kızı da alıp gidiyorum sizde hiç birşey yapmıyorsunuz yoksa sıkarım"
şakası yoktu gerçekten yapardı çünkü aşırı öfkeliydi, bunun üzerine herkes geri çekilmişti, o kadar çok ağlıyordum ki konuşamıyordum bile beni peşinden sürüklemeye devam ederken kapı pervazına tutundum ağlamaktan kesik kesik çıkan sesimle "yapma" diye bildim. Yine cevap vermedi bunun yerine kolumu tutup sertçe çekti, kolumu o kadar çok sert tutuyordu ki sıktığı yerden aşağısına kan gitmiyordu neredeyse.
"Bana bak küçük hanım senide burada gebertmemi istemiyorsan benimle geleceksin, anladın mı"
ben cevap vermeyince "ANLADIN MI!!" diye bağırdı daha doğrusu kükredi. korkudan dizlerim titriyordu, cevap veremiyordum çünkü dilim tutulmuştu hatta yutmuş da olabilirim, daha fazla sinirlendirmemek için hızla kafamı saldım, cevabım hoşuna gitmiş olacak ki kolumu tutan elini biraz gevşetip daha yumuşak bir sesle "aferin, böyle uslu kız ol" dedi.
aklımı ve bütün motor hareketlerimi unutmuş gibiydim öyle ki göz yaşlarım bile donmuştu ağlayamıyordum bile, sadece onun yönlendirmesi ile hareket ediyordum. arabanın yanına geldiğimizde beni ön koltuğa bindirip kemerimi taktı kendisinde şoför koltuğuna binip arabayı çalıştırdı. soru soramıyordum istesem de soramazdım çünkü büyük bir şokun içerisindeyim. o da konuşmuyordu konuşuyorsa da ben duymuyorum, kolum çok ağırıyor ama yaşadığım korku ve panik ağrımı da arka planda bırakıyor. neredeyse bir saattir yoldaydık ikimiz de konuşmuyorduk, o çok sinirli ben ise hala yaşadığım şeyin idrakına varamamıştım.
uzun bir yolculuğun sonunda ormanlık bir alanda 4 katlı bir köşkün önüne geldik arabadan inip benim tarafıma geldi kapıyı açıp "in" dedi. ne ona taraf dönüyordum ne dediğini yapabiliyordum içimdeki korku öyle çok büyüktü ki titremeye başlamıştım
neden beni böyle ıssız bir yere getirdi, ne yapacak bana burada aklımda dönüp duran bir sürü felaket senaryosuyla kafayı yemek üzereyim benim inmediğimi görünce tekrar ağıran kolumdan tutup sertçe dışarıya çekti.
"beni dinlemeyerek sadece daha fazla sinirlendiriyorsun senden tek istediğim akıllı ve uslu bir kız olman böylelikle ne ben sinirlenirim ne de senin canın yanar "
söylemesi çok kolaydı tabii sonuçta burada büyük bir bilinmezliğin içerisinde olan kişi bendim, beni neyin beklediğini bile bilmiyorum.
hala hareket edemiyordum tepki veremiyor cevap da vermiyordum bu adam salak mıydı nasıl bir durumda olduğumu görmüyor mu?
ben titremeye devam ederken sonunda fark etmiş olmalı ki
"şimdi çok korkuyorsun farkındayım ama korkmanı gerektiren hiçbir şey yok sadece ben ne dersem onu yap"dedi
hala kolumdan tutuyordu çok sert tutmasa da acıyordu kesin morarmıştı kolum biraz daha sıksa kangren olurdu. içeri girdiğimizde bizi oldukça modern ve sade döşenmiş bir salon karşıladı dışı kadar içi de şatafatlıydı, belli çok zengindi bu kadar zengin ve güçlü bir insan benim gibi çaresiz ve zayıf bir kızdan ne isteyebilirdi ki ben ona ne verebilirdim ya da ben ona ne yapmış olabilirim. en azından sorularıma cevap verse ama bunu da yapmıyor kafayı yememe ramak kaldı.
yaşadığım şeylerin stresi korkusu ve beynimde dolaşıp duran binlerce soru başıma ağrı saplanmasına neden oluyordu salonda koltuklara ilerleyip beni o tutturdu o da karşıma geçip masanın üzerinde oturdu bana iyice yaklaşıp çenemden tutup kafamı kaldırdı yine de onunla göz göze gelemiyordum korkuyordum
"gözlerime bak" dedi yapamadım çenemi sıkan parmakları sıklaştı canımı acıtmaya başlamıştı yine de bakamıyordum daha çok sıkıp yüzümü kendine doğru çekti dudaklarıma doğru yaklaşıp sessiz bir şekilde
"Sıla canını yakmak istemiyorum ama beni çok zorluyorsun" dedi
keyfimden ya da bilerek yapmıyordum düştüğüm bulunduğum durumun farkında değil ben kendimde değilim şu an ama o bencilce şu an sadece kendini düşünüp benim ona bir tepki vermemi bekliyordu.
ben hala gözlerine bakmıyordum beni öpecek mi öpmeyecek mi diye korkarken bırakıp ayağa kalktı tekrar kolumdan tutup ayağa kaldırdı
"seni şimdilik odana götürelim biraz dinlen sonra konuşalım" dedi, zaten benim şu an tek ihtiyacım olan biraz dinlenmekti, merdivenlere doğru yürürken artık başımdaki ağrı dayanılmaz hale almaya başladı yürürken ayaklarım birbirine dolanıyordu gözlerim kararmaya başladı en son hatırladığım tam yere düşecekken bir çift güçlü kolun beni tutmasıydı.
POYRAZ
sonunda Sıla'yı bulup eve getirmiştim, aslında bu kadar fevri davranmak istemiyordum ama içimde anlam veremediğim bir korku vardı onu bir an bile bırakırsam bir an bile gözümden ayırırsam tekrar yok olacakmış gibi.
restorana da zaten önlem almadan gitmiştim o yüzden birazcık olay çıktı, yapmamam gereken bir şey yapıp bir sürü insan içinde silah çıkarmıştım ama gözüm dönmüştü tekrar onu elimden kaçıracağım diye. kimsenin onu benden almasına izin veremezdim tekrar elimden kaçırmazdım bunun için ne gerekiyorsa yapacağım.
Silahı göstermem faydalı olmuş olacak ki ne karşı çıkanlar bir şey yaptı dedi Sıla direnmeyi devam etti hatta ağlamaya bile bıraktı bilseydim daha önce çıkarırdım.
yol boyunca hiç konuşmadı ben de zaten öfkeli olduğum için konuşup yanlış bir şey yapmak istemedim eve geldiğimizde artık daha rahattım, Sıla artık benim yanımdaydı bundan sonra benden kaçamazdı. arabadan indiğinde titriyordu korktuğunun ve çok sert davrandığımın farkındaydım ama beni buna o mecbur bırakıyordu benim sınırlarımı zorluyordu. aslında niyetim salona geçip onunla biraz konuşmaktı ama durumu gerçekten de çok kötü gözüküyordu ve hala bu kadar korkuya rağmen bana karşı dikleniyordu bu yüzden onu odasına çıkarıp dinlenmesini istedim. odasına doğru giderken bir anda bayıldı onun son anda tuttum yüzü bembeyaz kesmişti.
Kucağıma alıp onun için hazılattığım odaya götürdüm Ali'yi arayıp acil doktor çağırmasını söyledim.
yatakta onun ruhsuz bir şekilde yatmasını görmek göğsümün sıkışmasına neden oluyordu, yanına yaklaşıp elimi anlına götürdüm, ateşi vardı ve çok fazla terliyordu. bonyoya ilerleyip küveti ılık su ile doldurdum. geri dönüp sılayı kucağıma aldım aklıma gelenle geri bıarkıp kıyafetlerini çıkarmaya başladım, en sonunda çamaşırları kalmıştı mahremiyet için onları çıkarmadım zaten onu bu şekilde görmek bile beni aşırı zorluyordu. içimde ki ona karşı olan arzu ve vicdanla savaşarak kucağıma alıp banyoya götürdüm ılık suyun içine sokunca hafifçe tiksindi sonunda bir tepki vermişti, onu güvende hissetitmek için saçlarını okşamaya başaldım. ateşi düşmeye başalayınca sudan çıkarıp odaya götürdüm önce odadaki ikili koltuğun üzerine yatırıp havlu ile güzelce kuruladım kurulurken kolundaki morluğu farkettim, bunu ben yapmış olamazdım demi, aklıma gelenle kendime küfür ettim çok sinirlendiğim için gücümü kontrol edememiştim, kesin çok canı yanmıştır ama korktuğu için diyememiş bile. kendimi daha fazla pislik gibi hissetmeden önce yatağın üzerinden çarşafı alıp üzerine örtüp çarşafın altından çamaşırlarını da çıkardım, çarşafla birlikte kucağıma alıp yatağa yatırdım.
doktor gelip muayene etti kolundan kan almak içi çarşafı açacağı sırada "hop hop doktor dur, ne yapıyorsun" diyip kolunu tutup Sıladan uzaklaştırdım "Poyraz Bey test için kan almam lazım" "tamam ben yardım edeyim" diyip çarşafın altından dikkatlice kolunu çıkardım. kan aldıktan sonra ateş düşürücü antibiyotik yazıp sonra "şok geçirmiş gibi gözukuyor belli bünyeside çok zayıf" uyanınca çok strese sokmayın, sonuçlar çıkınca size haber veririm" diyip gitti. reçeteyi de kapıdaki adamlardan birine verip gidip bir an önce almasını söyledim.
mutfağa gidittim Özleme yemek hazırlayıp misafir odasına çıkarmasını söyledim,
tekarar Sılanın yanına gidip yatağın kenarına oturdum ateşini kontrol ettim çok yüksek değildi onu seyretmeye dalmışken kapı çaldı elinde tepsi ile içeri Özlem geldi
"masanın üzerine bırakıp çık"
dediğimi yapıp dışarı çıkınca tekrar Sılaya döndüm hala uyanmamıştı, o uyanan kadar odama gidip üzerimi değişsem iyi olacaktı.
odaya gelip önce kısa bir duş aldım üzerime de rahat olmak için siyah eşofman altı ve tişört giyindim. odamdan çıkıp Sılanın yanına gittim, kapıyı açıp içeri girdiğimde gözüm ilk yatağa gitti ama yatak boştu, Sıla yoktu...