Günler geçerken gece vardiyasında olan kocası sayesinde kafası rahat uyuyor sabah geldiğinde ise evde annesi kardeşi var diye Ceylan’a el süremiyordu. Yine böyle bir gece de uyku ile uyanıklık arasında odasının kapısının hafif zorlandığını fark etti.
Tıkırtıya gözlerini aralanırken cam kısımdan bir erkek bedeni ile karşı karşıya kaldı. Kol biraz daha aşağıya indi ama açılmayınca “Sikeyim ya” diye homurdanan kişiyi tanıdı. Bunu beklemiyordu. Hiç sesini çıkarmadı. Kapının diğer tarafındaki beden kaybolduğunda içine düşen korku öyle büyüktü ki.
Annesi ile iyi değildi hep kötü davranmıştı ama verdiği akıllar şimdi hiç yok yere işine gelmişti. Kapıyı kilitletip uyumak yaptığı en mantıklı şeylerden biri olmuştu. Üstelik evde kimsenin olmadığı bir vakit kilidi kendi değiştirmişti. Zor olmuştu ama başarmıştı.
Gün ışıyana kadar uyumadı ve korku ile kapıyı gözledi. Telefonun alarmı çalınca da kalkıp odasından çıktı. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa geçtiğinde çay suyunu koydu. Eve gelin geldiğinden beri işe gidenleri o gönderiyor kahvaltılarını hazır ediyor iş kıyafetlerini hazırlıyordu.
Kaynanası normal şartlarda yapmıyordu ama konu Ceylan olunca her şey en ince ayrıntısına kadar doğru olmalıydı. Genç kadın çay demleyip masayı hazır edince kayınlarının kaldığı odanın kapısını tıkladı.
Ardından seslenip “Abi kahvaltı hazır” derken uyanmalarını umdu çünkü içeri girmek istemiyordu. “Tamam” diyen büyük kaynı ile mutfağa geri döndü. Kapının kıyısındaki kıyafet çantasını evin kapısının önüne bıraktı. Giden oradan alıp çıkacaktı.
Önce büyük kaynı oturdu masaya. O ara yumurta kokusundan mı bilinmez midesi bulanan Ceylan lavaboya koştu. Kuru kuru öğürüp işi bittiğindeyse elini yüzünü yıkayıp çıkmak istedi. O ara kapıda diğer kaynı ile karşılaştı. Geçmek istediğinde ona fazla alan açmayan adam resmen kapı pervazı ile kendi arasına sıkışmasını sağlamıştı.
“Günaydın gelin hanım.”
Ceylan yutkundu. Nefesi hızlanmış kusmaktan ötürü yorgun hissediyordu ama korku. İşte o korku elle tutulur cinstendi. Sakin kalmaya kendini zorlarken “Günaydın abi.” diyen kadın bedenini geçmek için biraz daha kenara çekti. Geçti de ama resmen sürtünmek zorunda kalmıştı.
Kalbi kasılırken hemen mutfağa geçti. Orada büyük kaynı vardı ve benzer bir hareketi yapamazdı.
Korkusu bu evin içinde de onunla gelmişti. Kimseye bir şey diyemiyordu. Sessizliğe öyle bir alışmıştı ki sesi her çıktığında kesilmesine öyle maruz kalmıştı ki şimdi olanı söylese yine aynısı olacaktı.
Günler yine aynı hızla geçerken regli gecikti. Pazara çıktığında yol üzerindeki eczaneden gebelik testi aldı çünkü evlerine gelen Selim’in uzaktan akrabası kadınlardan biri ona çok sıcak davranmış halini görünce de test yapmasını söylemişti.
Yaptı da. Hamileydi. Sevinmesi gerekirdi belki de ama üzülmüştü çünkü böyle bir aile içinde bir de çocuk doğurma akıl kârı değildi ama olan olmuştu. Kocası işten geldiğinde biraz iyi olduğun bir anı yakalayıp hamile olduğunu söyledi. Elbette havalara uçmasını beklemiyordu ama elinin tersi ile bir tokat atıp “Tavşan mısın sen? Ne bu acele? Çocuğu doğurursan anneme nasıl bakacaksın?” demesi de tahminleri arasında yoktu.
Hamile olduğunu öğrendiklerinde evde bir curcuna koptu. Kaynanası kesinlikle aldırsın yeni gelin bakamaz yaşı küçük bahanelerini sıralarken kayınları evin borcu kredi ödenmesi gidecek para muhabbeti yapıyordu. Hayat bu bebek aldırmak için gittiklerinde yasal sürecin dolduğunu söyleyen doktorla geri döndüler. El mahkum doğsun bari diye homurdanıldı.
O günden sonra ise kaynanası sürekli olarak ev işi buyurdu. Banyo tuvaleti her Allah’ın günü çamaşır suyu ile yıkattı. Hafta da bir mutfak dolaplarını boşalttırıp yıkattı sildirdi geri dizdirdi. Kısacası her türlü eziyeti sıraladı. Selim umursamıyordu. Altı aylık hamileyken artık kızının tekmelerini hissediyor tek dayanağı o oluyordu.
Bir hafta boyunca kaynanası inat etti camları sil diye. Yedinci ayına girmişti. Yaşadıkları ev bir sitenin apartmanlarından biriydi ve altıncı kattaydı. Aşağısı demir çubuklu korkuluklarla çevriliydi.
Ceylan, silemem çıkamam dedikçe kaynanası ortalığı velveleye veriyordu. Bir de şeker hastalığını öyle bir kullanıyordu ki kız öte git dese akşama komalık oluyor, oğullarına da ballandıra ballandıra şikayet edip kavga çıkınca evin huzurunu bozuyorsun diye kıza laf ediyordu. Kocası “Sil şu canı konuşturma annemi kadın hasta senin sayende daha da kötü oluyor” diye bağırıp dururken aslında hastane işlerinden ilaçlarına yemeklerinden diyetine her şekilde Ceylan uğraşıyor gebe haliyle koşturuyordu. Yine de yaranma durumu yoktu.
Herkesin işe gittiği gün kaynanası kolundan tuttuğu gibi camın önüne getirdi ve “Karı pisi seni. Bak ne haldeler leş gibiler. Sil şunları beni delirtme.” dedi. El mahkum cama tabure yardımı ile çıkan kadın yutkuna yutkuna dua ede ede silmeye başladı. O sırada koltuğa kurulan kaynanası ise arayan kardeşine “Gelin cam siliyor. Çok pis olmuş ben silerim anne dedi.” diyerek laf ediyordu.
Bir an sadece tek bir an gözü kararan Ceylan dengesinin şaştığını hissetti. Camdan inmek istediğinde tabure biraz geride kalmıştı. Kaynanasına seslendi.
“Anne başım dönüyor tabureyi yanaştır da ineyim.”
Kaşları çatılan kadının dili zehir saçıyordu.
“Boşa rol yapma. O cam silinmeden aşağı inmeyeceksin. Sen oğlumu da böyle kandırıyorsundur.”
“Anne yapma iyi değilim. Düşeceğim.”
“Bir şey olmaz.”
Ama oldu. Ceylan, gözlerinin kararması ile son anda evin içine düştüğünde yüz üstü taburenin sert yüzüne çarpmıştı. Karnının üzerine düşmesi anlık çığlık atmasına neden olurken bacaklarından aşağıya sızmaya başlayan kan, karnına saplanan ağrı ve hissettiği kopuş yerde kıvranmasına yetmişti.
Kendine tutunacak dal olarak gördüğü kızı onu bırakmıştı. Bir nevi babaannesi yüzünden ölmüştü. Kaynanası telaşla ayağa kalktığında aslında korkusu kıza bir şey olması değil oğulları işten geldiğinde ya da bunu duyduğunda ona kızmasıydı. Kapı çalarken dönüp yerde kıvranan gelinine bakmak yerine koridora çıktı. Kapıyı açtığında giriş kattaki komşusu nefes nefeseydi.
“Ceylan camdan düşmüş Nurten abla. Karşı taraftan iş yerinden bağırıp haber verdiler.”
O an Nurten’in yapacağı tek şey vardı. Çırpınmaya başladı.
“Dedim çıkma silme kalsın öyle beni dinlemedi cama çıktı. Yerde yatıyor kaldıramıyorum da yardım et komşum.”
Hemen salona geçtiklerinde yerde kıvranan Ceylan’a yardım etmeye çalıştırlar. Komşu kadın ambulans çağırdı. Genç kadın “Kızım” diye acı ile ağlarken yanındaki kadına belli etmeyen kaynanası kolunu sıkıp gözlerini belerte belerte sus işareti yapıyordu.
Ambulans gelip sedye ile evden çıkartılan Ceylan artık kendinden geçmişti. Hastane süreci bebeğin ölmüş olması alınması derken birkaç gün geçmişti. Ve hiç şaşılmayacak konu kaynanasının şekeri yükselmiş yine tüm dikkatleri üzerine toplayıp “Ben bir şey demedim ki yapmadım ki” sözleri ile kabahati Ceylan’a yıkmıştı.
Sessizliğe bürünen genç kadın ise hastaneden çıkıp eve geldiğinde odasına geçmiş yatmış kocasına da “Bir an önce kiraya çıkmak istiyorum. Annen seni sevmiyor anladık. Beni de istemiyor. Buna da eyvallah ama senin annen bir katil. Benim kızımı öldürdü. Sen bir erkek baba adam olarak bunu hazmediyorsan kal. Ben nasıl kendim geldiysem öyle giderim.” diyerek o haliyle dayak yemeği göze alıp konuşmuştu.
Selim şaşırtıcı bir şekilde “Tamam” demişti. Kim bilir belki de evde olanlar onun da canına tak etmişti. Herkes ona laf ederken o sadece karısına yüklenip ezebiliyordu. Özetle kimin gücü kime yeterse.
O günden sonra bir şey daha olmuştu Ceylan’ın hayatında. Akraba çevresinden onu hastanede görüp durumunu öğrenenler ailesine ulaşmış onlar da gelsin konuşalım demişti. Yani kızlarını affetmeleri için canından can gitmesi vesile olmuştu. Yaşanan olay sonrası geçen iki haftalık süreç sonunda Ceylan tek başına ailesinin evine gitti. Önce bir güzel azar işitti. Hakarete maruz kaldı ama sonradan artık orada olduklarını bilerek geri döndü. Herkesin sessiz sakin dediği Ceylan evladından sonra susmamayı öğrenmişti. Evladına sebep olan kadına resmen düşmanı gibi bakıyordu. Ne dese batıyor ne laf sokup göstere göstere göz deviriyordu.
Düşük olayının üzerinden bir ay geçmişken evde kaynanası ile baş başa kalan Ceylan karşısına oturdu ve yüzüne baka baka “Sen katilsin biliyorsun değil mi?” dedi.
Kaşları çatılan kadın “Doğru konuş. Sen çıktın ben zorla mı çıkardım” derken “Evet” diye bağıran Ceylan dolan gözlerine rağmen hiç affetmeden konuştu.
“Sen çok vicdansız bir kadınsı. Kaynanan sana yapmış ama sen akıllanmamış aynı şeyleri bana yapmaya çalışıyorsun. Bu olaya kadar her şeyine saygı duydum büyük dedim kocamın annesi dedim ama sen onu da hak etmiyorsun. Ben sana evlat olurdum sen bana annelik etseydin. Hoş sen daha kendi evlatlarına analık edemiyorsun ki bana etsen. Selim'i diğerlerinden ayır aşağıla ötele diğerlerini fesatlık yap birbirine düşür kavga ettir. Sen anne değilsin. Bu saatten sonra ölüyorum desen bir bardak suyu benden bekleme.”
En büyük silahı hastalığı olan Nurten “Saygısız, arsız” diye diye kendini koltuğa atıp bayılırken ona bakıp göz devire genç kadın mutfağa geçti. Nurten baktı gelin gelip bakmıyor umursamıyor televizyonda sabah programı açıp izlemeye başladı. Ceylan kapı kıyısından ne yaptığına bakıyordu. Resmen televizyonla kavga edip rengi kızarmaya başlayan kadını kamerası net göstermese bile çekti.
Ardından kocasını arayıp “Annen televizyonda Müge Anlı’yı izliyor millete kafasını takıp şekerini yükseltiyor haberin olsun abinlere de söyle” dedikten sonra telefonu kapadı. Elbette akşam geldiklerinde Nurten başladı Ceylan bana bunu dedi şunu dedi şekerim yükseldi demeye. Büyük kaynı bağırıp genç kadını çağırınca da elinde telefonla gelen Ceylan “Ben bir şey demedim ama annemin amacı yine ortalık karıştırmak” deyip videoyu gösterdi.
Kaşları çatılan büyük kaynı annesine baktığında ilk kez gelini savundu. Selim de karısının elinden telefonu alıp izledikten sonra annesine karşı daha bir dur hele bakalım moduna girdi.
Ceylan, daha önce çalıştığı yerde işe başladı. Evde durmak istememişti. Ailesi o kaçıp evlendikten sonra oradan çıktığı için rahattı. Ve evet, her geçen gün aklı da gözü de açılıyordu. Artık herkes iyi olsun diye susmuyordu. O dönem abisi sözlendi. Ailesi maddi olarak çok fazla zora girince onlara yardım etmek istedi. Belki de insan kendi Azrailine ölümüne bağlı olunca böyle oluyordu.
Çalışmaya başladıktan sonra ev bakmaya başlayan genç kız kendi ailesinin olduğu semtte bulmayı tercih etti. Çünkü kaynanasından ve onu dikizlemeye çalışan kaynından nefret emişti.
Kocasından da nefret ediyordu o ayrıydı çünkü kızının nereye gömüldüğünü nerede olduğunu söylemiyordu. Oysa çok sonraları öğrenecekti bebeğin ölüsünün büyük kaynı tarafından çöpe atıldığını ve sokak hayvanlarının onu yediğini.
Abisinin sözü sonrası kayınları ile büyük bir kavga ettiler para yüzünden ve evden değim yerindeyse atıldılar. Daha doğrusu Ceylan atıldı. Selim ise annesine bıraktığı karısından sonra poşetlerle çantalarla evdeki kıyafetleri toparlıyordu. Ceylan o süreçte ailesine yakın kiralık bir ev buldu. Düğün olup eve yeni eşyalar alınacağı için ailesi dışarı bırakılması gereken eşyaları Ceylan’a verdiler. Koltuk, giysi dolabı, çeyiz diye aldığı ve tencere tabak çanak perde derken öyle böyle evleri kurulmuştu. Şimdi kendi hallerine kalmışlardı.
Selim de çalışıyordu ama sabah akşam yol mesafesi saate vurduğunda çok uzun olduğundan bunu bahane ederek işten ayrılmıştı. Zaten çalıştığı yere abisi sayesinde girdiği ve evden kavga ile ayrıldıkları içinde işten attırması an meselesiydi. Ev kira her şey birkaç ay sadece Ceylan’ın üzerine yıkılmıştı. Üstelik işten geldiğinde yorgunluktan ölse de her işe koşması gerekmişti. Marketi, faturası, pazarı, evde çamaşırı bulaşığı. Tüm gün yatan kocası yattığı yeri bile toplamayınca üstüne bir de “Sen nasıl kadınsın” naraları atınca genç kadın delirdi.
İşten geldiği bir gün oturdukları odayı dağınık ve birkaç adamın varlığı ile bulunca kan beynine sıçradı. Bira tenekeleri, çerez paketleri, yere düşmüş çekirdek kabukları, dağılmış masa üstü bardağı taşırmıştı.
Yıl başıydı o gün ve işten de erken bırakmışlardı. Mutfağa gitti. Sert bir tonla Selim’i yanına çağırdığında içeridekileri sordu.
“Selim, benim evim meyhane mi? Kerhane mi? Bu rezalet nedir Allah aşkına.”
“Ne var ya evimde arkadaşlarımla içemeyecek miyim?”
“İçemezsin. Ayrıca evin değil evimiz. Bende bu evde yaşıyorum. Ya sen nasıl güvenebiliyorsun bu insanlara. Kafanız güzel kim ne bok yediğini bilmez. Ya başıma bir şey gelse. Erkekliğine bunu yedirebilecek misin? Ya da ben sizi sağ bırakacak mıyım?”
Selim'in kaşları çatıldı. Kolunu tutup sıkmaya başladığında “Diline sahip çık sıçarım ağzına oturur kalırsın. Geberttirme kendini. Onlar öyle insanlar değil. Hem sana sen mi kaldın sikecekleri. Parayı bastırdılar mı ilik gibi karılar ellerinin altında. Benim canımı sıkma siktir git odaya kapa kapını yat aşağıya biz geç saate kadar oturacağız.” dediğinde canı yanan ama aynı zaman da sinir patlaması da yaşayan kadın karşılık verdi. Öyle bir hale gelmişti ki ne haksız yere kendine şiddet uygulanmasına izin verirdi ne de böyle muameleye.
Mutfak tezgahının üzerindeki büyük satır tarzı bıçağı gördüğü an kocasını itti.
“Yeter be.”
Kocası iki adım öteye gittiğinde bıçağı eline aldığı gibi “Bak ben son noktadayım. Bana kendini öldürtme. Hiç acımam. Niye yaptın diyene de tek kelime etmem. Seni gebertir gider babalar gibi de yatarım. Kendine gel. Beni katil etme.” diyerek ona doğru savurduğunda Selim istemsiz korkmuştu çünkü karısını ilk kez bu kadar delirmiş görüyordu.
“Delirdin mi lan manyak karı?”
“Delirdim. Delirttiniz lan beni. Yeter amına koyim bende insanım. Ceylan her boku çeker susar ses etmez diye diye siktiniz lan hayatımı. Şimdi git içeri al sarhoş arkadaşlarını siktir git. Yemin ediyorum dökerim her yere kolonyayı yakarım sizi.”
Ceylan gerçekten de yetti artık demişti. Bunalmıştı. İşte ayrı evde ayrı herkesin çöp kutusu haline gelmişti. Herkes her şeyi yapıyor ama hep susması yutması gereken Ceylan oluyordu.
O gün kocası arkadaşlarını bir bahane ile alıp gitti. Gecenin bir vakti sarhoş geldiğinde ise salona devrilip kaldı. Ceylan kaldırmadı bile çünkü ne fiziken ne de ruhen gücü yoktu. Gidip temizlediği oturma odasına koltuğa kıvrıldı. Uyumadı bir süre ama sürekli düşündü. Neden? Tüm bunlar neden oluyor? Neden onu buluyor ve niye bir türlü düzelmiyor.
Sonra bir karar aldı. Kötüyse kötüydü. Selim'i sevmeye çalışacaktı. Belki düzelir diye düşündü. Sevgi iyileştirirdi sonuçta. Sonraki günler işten eve geldiğinde ne kadar yorgun olursa olsun güler yüzlü bir şekilde eve giriyor kocasına hal hatır soruyor istediklerini yapıyor yatakta dahi hevesli görünüyordu. Kendini zorluyordu. Sevmeye, iyi bir eş olmaya, bazı şeyleri yoluna koymaya savaş veriyordu.
Tabi kocasının ailesi ile barıştığından kendi çalışırken onun onlar tarafından doldurulduğunu bilmiyordu. Para alamamaya başladığı işten başka bir yer bulup ayrıldığında üç vardiya sistemi hoşuna gitmişti. Sabah yedide gidiyor ikindi vakti 4 gibi evdeydi. Ya da dörtte iş başı yapıyorsa gece on iki de eve geliyordu. Gündüz vardiyasını akşam üzeri olanla çoğu zaman birleştiriyor sabah yedide servise binip iş yerinde oluyorsa gece on ikiyi geçerken eve giriyordu.
Bir ay böyle çalıştı çünkü bir vardiyası normalse diğeri mesai niyetine geçiyor rahat oluyordu. Selim ise karısının bu temposu ile daha da iplerinden kurtulmuş istediği gibi gezip yeme hayatını yaşama derdine düşmüştü.
İlk ihaneti bu rahatlık zamanında yapmıştı. Bir aylık yoğun süreç sonrası normal sekiz saatlik çalışma düzenine dönen Ceylan eviyle de ilgilenmeye başladığında Selim’deki değişimi görmüştü. Üstelik şöyle bir saçmalıkla da savaşıyordu ki o apayrıydı. Hem çok seviyorum seni aşığım sana diyen adamın sevgisine inanmak istiyordu hem de hal ve hareketlerinden içi rahatsız oluyordu. Gece evde olduğunda kocası “Ben deli yatıyorum telefonla oynayacağım sen oturma odasında yat” diyor onu yolluyor sabaha kadar kapalı kapılar ardında konuşmalar oluyordu.
Bir gece Ceylan bunu dinledi. Gecenin sessizliğinde nefesini tutup kimle konuştuğunu anlamaya çalışırken işittiği kadın sesi kocasının ona söylediği sözler ve daha fazlası derken gururu kırılmıştı. Sevmiyordu evet ama kadınlık gururu ayaklar altına alınmıştı.
Lakin ne gidebildi ne de yüzüne vurabildi. İhanetin acısı ile kıvranırken iki aylık hamile olduğunu öğrenmek kaderin belki de attığı en büyük kazıktı. Ailesine sadece bir kez dert yanmış abisi ile annesi ise “Sen kaçtın. Bizi çiğnedin. Elinle ettin boynunla çekeceksin. Bize dert yanma otur kocanı eve bağla” dediğinde susmuştu.
Kimseye bir şey dememesi gerektiğini acı biçimde öğreniyordu. Zaten bu hayata onlar sürüklemişti şimdi el uzatıp kurtarmazlardı. Günler geçti. Ceylan hem işe gidiyor hem de hamileliğini yaşıyordu. Bulantıları başladığında ise bir ay içinde sadece bulantıları yüzünden on kiloya yakın veren kadınla doktoru “Düşük riskin oluşuyor. İlaç tedavisine başlanılması lazım kan değerlerin de çok düşük. Bir aylık bir sürece giriyorsun” diyerek görüştüğünde tedaviye başlandı. Yine tek başına hastaneye git gel yapan kadın doğru bir karar verip vermediğini düşünüyordu. Sonuçta ihanet eden bir kocası ona sahip çıkmayan bir ailesi ve bu dünyaya fazlalık olduğunu hissettiren insanlar vardı.
Yeniden doktor kontrolüne gittiğinde aldığı nefesi zor verirken “Ben bu çocuğu aldırmak istersem aldırabilir miyim?” diye sordu. Öyle zor vermişti ki bu kararı. Kendi ile onu da sürüklemek istememişti yaşadığı hayata ama doktor “Bebeğin sağlıklı. Aldırmak için var olan yasal süreç dolalı iki ay oluyor. Üstelik bence oğlun bu kadarına çok üzülür.” dediğinde göz yaşlarını tutamayan Ceylan karnına sarıldı. Kontrolden çıkıp eve varana kadar içten içe evladından özür diledi.
Belki yaptığı bencillik olacaktı ama evladını dünyaya getirip her şeye rağmen büyütecekti. Selim oğlu olacağını öğrendiğinde biraz olsun evine dönmüştü sözde ama ne geceleri konuşmaları bitti ne de karısını aşağılamaları.
Günleri ayları çalışarak geçti. Doğumuna bir hafta kalana kadar çalıştı. Bebeğinin her şeyini kendi aldı. Özenle yıkadı kuruttu ütüledi. Oğlu onun yoldaşı oldu daha doğmadan. Bu süreçte eve içkili gelmeye başlayan kocasından da hesap sorduğu için dayak yedi.
Doğum zamanı ise her şey riskliydi. Ceylan doğum için hastaneye yattığında insafa gelen annesi yanındaydı. Gece sancıyı çeken kadın gün içinde zar zor sezaryene alındı. Doğum esnasında kalbi durdu. Çalıştırdılar lakin bir gün bir gece yoğun bakımda yattı ve bu süreçte yanında Selim doğru dürüst yoktu. Onun hastane de olmasını fırsat bilip evde içki alemi yaptığını abileri biliyordu ama tek kelime etmediler. Onu doğru yola sevk etmek için büyükleri asla ağzını açmadı.
Evladını doğumdan iki gün sonra gören Ceylan dünyaları kazanmış gibiydi. Artık ne ailesi umurundaydı ve kocası.
ŞİMDİ…
Genç kadın oğlunun doğumunu hatırladığında hıçkırığı dudaklarından kaçmasın diye yastığa ağzını kapadı. Az daha ölüyordu onu doğurmak için ama bugüne baktığında sanki küçücük bir kuşa su vermiş kadar iyiliğe geçmemişti. Kalbi göğüs kafesinde acı acı atarken gözlerini zorla kapadı. Sabah ezanı ile uyandığında ise üzerini değiştirdi ve çantasını alıp evden çıktı. Babası kapının önünde oturuyordu. Sigarasını içen adam kızına “Az gel hele konuşalım” dese de saatini kontrol eden kız “Bana Seyfettin amcayı kaçıracağım. Saati geliyor. Akşam geldiğimde konuşuruz annem seni yine doldurmazsa.” Diyerek bahçe yolundan aşağıya inmeye başladı.
Babasının seslenmesini ise hiç duymadı. Ana köy yoluna indiğinde dolmuş beş dakika sonra geldi. Binip parasını verdiğinde cam kıyısına geçip oturdu. Kulaklığını takıp müzik açtığında oğluna da mesaj attı. Açamazdı ama yazabilirdi.
“Neredesin oğlum İstanbul’a giriş yaptınız mı?”
“Günaydın anne. Yok daha girmedik. Yollar kalabalık yavaş gidiyoruz.”
“Anladım. O zaman öğleye anca varırsın babanlara.”
“Galiba.”
“Bak ne zaman ararsam sana ulaşacağım. Bunu biliyorsun değil mi o telefon hiç kapanmayacak.”
“Neden gitmeme izin verdin anne? Hani beni çok seviyordun?”
“Ben seni yine çok seviyorum oğlum. Senden başka can parçam mı var benim ama senin de görmen lazımdı. Bana sussaydın hak etmişsin dayak yeseydin babama katlansaydın dedin ya o babanın gerçek yüzü ile sende yüzleş istedim. O zaman bana ettiğin lafların aslında beni ne denli yaraladığını anlarsın.”
“Abartmıyor musun?”
“Haklısın oğlum ben abartıyorum. Sen git yaşa gör gerçekleri o zaman sen abartmazsın.”
“Anneee.”
“Neyse ne. Aradığım da o telefona ulaşamazsam sen günlük bana yazıp bilgi vermezsen ciddiyim polisi yığarım kapıya buradan oraya gelip seni alırım. Anladın mı?”
“Anladım anne.”
Birçok yerde duran araba merkeze giden yolu yarılarken neredeyse dolmuştu. Merkeze indiğinde ise ilk işi bir pastanede simit çay yapıp kahvaltı yapmak oldu. Ardından biraz sahilde dolandı ki dükkanlar açılsın. O sırada arkadaşı Cansu aradı. Cevapladığında onun da arabada olduğunu anlamıştı.
“Günaydın yavrum.”
“Günaydın canım.”
“Neredesin? İndin değil mi çarşıya.”
“İndim. Bir şeyler atıştırdım. Dükkanların açılmasını bekliyorum sahilde mal mal oturuyorum öyle.”
“Tamam ben bir yarım saate gelmiş olurum. Önce eve geçer ev sahibi ile anlaşır anahtarı alırız. Sonra da dediğim yerlerden eşyaları hallederiz. Hazır benimki de bugün boştayken hızlıca ortalığı temizler eşyaları araba ile getirtiriz ona.”
“Tamam yavrum bekliyorum. Teleferiğin oradayım.”
“Heh yolumuzun üstü zaten. Arayınca durağa geç.”
“Anlaştık.”
“Seviliyorsun bebek bunu asla unutma.”
“Sende seviliyorsun yavrum. Hatırlatan bir sen varsın zaten.”
Telefonu kapadığında biraz daha denizi izledi. Huzur bulduğu nadir anlardan biriydi. Öğlenden sonra kardeşini arar geleceğini söyler eşyalarını toparlardı. Akşama köye çıkması gerekecekti.
Takip edildiğinden habersizdi. Cansu geldiklerini söylediğinde hemen durağa geçti. Arabaya dindiğinde yeni hayatını kurmaya en iyi dostu ile gidiyordu.