Her hareket bir sonraki kararı etkiler derler. Ceylan içinde hayatının her anını etkileyen şey onun hakkında karar verilmesiydi. Ortaokulu bitirdiğinde tek isteği liseye gitmekti. Öğretmenleri çalıştığında ve istediğinde neler başardığını görmüş ışığı fark etmiş hatta anne babası ile konuşmak için evlerine bile gelmişti. Lakin onun liseye yazdırılması gereken sene hem abisi askere gitmiş hem de ana geçim kaynakları olan fındık hiç olmamıştı. Koca yazı bahçelere girmeden bir tane fındık bulamadan geçmiş tüccara borç üzerine borç binmişti.
Bir de köyde yaşıyorlardı ve merkeze çocuk okutmaya yollamak büyük meseleydi. Onların düşüncesine göre herkes namus düşmanıydı. Herkes tacizci ve kızlarının namusunu kirletmek için sırada bekliyorlardı. Kimsenin evinde kalamazdı. Kimseye güvenemezlerdi. Bu nedenle dil döküp ağlamalarına rağmen lise hayatı hiç başlayamamıştı. Zaten daha sonrasında sen kız çocuğusun okuldan çıktın giyimine dikkat etmen lazım başını kapamalısın erkek çocuğu gibi pantolonla şapkayla gezmemelisin dikteleri başlamıştı. O dikteleri sonucu Ceylan kapanmıştı. Etek giyiyor sürekli olarak başörtü takıyordu. Oysa düzgün bir izahat ile yine takardı o başörtüyü ve zorlanmazdı. Severek kullanır ona göre de davranırdı lakin bunu kimseye izah edemiyordu.
Bazen ineği bahçeye otlanması için bırakıp elinde kitap ağaç diplerinde otururken düşünüyordu. Herkesin ailesi mi böyle diye. Misal hiç arkadaşı yoktu. Mahallede çocuklar oynuyorsa bile asla gidemezdi. Düğün, bayram gezmesi, misafirliğe gitme gibi durumlarda anne babası asla onları götürmezdi. Abisi giderdi elbette o büyüktü sonuçta ama okul haricinde hiçbir hayatı olmayan Ceylan küçücük dünyasında hayalleri ile yaşardı.
Çok sonradan kuponla aldıkları televizyondan diziler izler sonra gece olup yatağa girdi mi hayaller kurar o dizilere farklı senaryolar yazardı. Kafasında kurgular hatta zihninde oynatır keyif alırdı. Günlük tutardı ama asla gerçek duygularını yazamazdı. Çünkü abisinin okuma ihtimali olurdu. Bu da yiyeceği dayağın önünü açardı. Hep açmıştı. Bazen sadece yemek istedi ya da bir şeyleri eksik yaptı diye keyfi dayak yediğini bile bilirdi. Kardeşi yaramazlık yapardı fatura Ceylan’a kesilirdi. Abisi olmaması gereken şeyler yapardı. Sonuçları Ceylan’ın sırtına inen ince odunların bıraktığı acılar olurdu.
Aslında şiddet onun ailesinde normaldi. Çocuk düştü mü? Önce kaldır sonra neden düştün diye döv. Ağladı mı? Ağladı diye döv. Sustun mu? Sen kimse tavır alıyorsun diye döv. Yat döv kalk döv ama asla anlama dinleme konuşma olmazdı. Hele sevgi gösterme hak getireydi. Hem iş vardı. Köylük yerde hiç bitmeyen o işler. Bağı bahçesi ineği evin temizliği yemeği. Sevgi göstermeye ya da durup sıcak bir gülüşe baş okşamaya fırsatta sabır da kalmıyordu.
Bir keresinde kendi kendine yemek yapmaya çalışırken tavadaki kızgın yağ Ceylan’ın ayağına dökülmüştü de ağlamaya acı çekmeye korktuğu için ses edememişti. Gece şişip suyu patlayınca canı da çok acıyınca kendi başını okşamış sessizce “Geçecek. Ben seni seviyorum. Acımayacak. Korkma. Sakın korkma.” Diye kendini teselli etmişti. Dizlerini karnına çekip kollarını dolamış başını yaslayıp bir elin saçlarını sevdiğini hayal etmişti. Uzandığında kolları bedenine sarılmıştı. Ceylan aslında hep kendi kendine sarılıp teselli etmiş neden böyle olduğunu anlamaya çalışmış anlayamayınca da hayaller kurup oralara sığınmıştı. Sonuçta o en küçük kardeşinin dahi ölümü ile suçlanmıştı. Göktuğ. Daha bir yaşını doldurmamışken gizli şeker bir gecenin sabahında onu hastanelik etmiş akşamına da ölüsü eve gelmişti. O gün kardeşini beşikte kusmuş ve rengi kaçmış şekilde bulan Ceylan olmuştu.
Annesine çağırarak çocuğu gösterdiğinde hemen alıp gitmişlerdi ve geride kalan üç kardeş iyi bir haber bekliyordu. Mehmet ile aralarında bir yaş vardı o yüzden pek biliyordu neler olduğunu ama Ceylan da abisi de ölüm ne ya da hastalık ne anlıyordu.
Köy yerinde mama ya da çeşitli gıdalar olmazdı. Pişmiş inek sütü içine cici bebe bisküvileri atılır biberonla bebekler içerdi. O bisküvinin lezzeti ise çok başkaydı. Ceylan ile abisi de çok seviyordu. Para az olup sürekli alınamadığı için de anne babaları onlara hiç vermezdi. Saklarlardı evin içinde bisküvi kutularını. Çocuk aklı ya bulurlar yerler sonra da çabuk bitinde küçükler sade süte talim ederdi. Tatlandırmak için de şeker atılırdı içine ki çocuklar içsin.
Göktuğ’un hastanede gizli şekeri olduğu ve bunun aşırı yükselmesi sonucu beyne hasar verdiği yaşasa bile yatalak kendinden habersiz olacağı bilgisi anne babaya verildiğinde yıkım olmuştu resmen. Hele çocuk kurtulamayıp eve gelindiğinde ve cenaze evine insanlar toplanıp hastalığı konuşulduğunda olay patlak vermişti. Herkesin içinde bir köşeye sinmiş Ceylan’ın başına dikilen abisi “Niye ağlıyorsun ki? Sen öldürdün onu. Bisküvisini yemeseydin ona sütle şeker vermezlerdi. O da ölmezdi. Katilsin” dediğinde durum değişmiş herkes abisine kızmıştı. Ve yedi yaşında olan Ceylan katil olmakla suçlanmış zaten travmatik hayatına en büyük darbelerden biri inmişti.
Sonrasında bir yıl asla şeker tüketmeyen Ceylan her gece ben öldürmedim bağırışları irkilmeleri ile uyanmıştı. Hayat devam ediyordu. Etti de. Her zaman olduğu gibi yıllar sonra yine onun hakkında karar verildiği bir dönemdi. Liseye gidemiyordu. Ailesi maddi olarak zorluk çekiyordu ve o dönem meşhur olan İstanbul’a göç etme furyasına katılma kararı alınmıştı. Önden abisi yollanmış birkaç ay tanıdık birinin tekstil atölyesinde çalışmıştı. En azından ev bakıp ucuza bir şeyler bulana kadar orada kalacaktı. Her şey hazır olduğunda ise doğup büyüdüğü evden hiç bilmediği bir şehre göç ediyordu. On dört yaşındaydı göç ettiklerinde. İki katlı bir evin giriş katına kiracı olarak girdiler. Koca şehir tabi daha önceden gelip orada yaşayan akrabalar haricinde kimseyi tanımıyor. Birkaç yerde tekstil işi var dense de anne babası asla çalışmasına izin vermedi. Onlara göre tek başına çalışması imkansızdı. Değil çalışmak sokağın başındaki ekmek fırınından yine sokağın başında başlayıp cadde boyunca devam eden pazara bile tek gidemezdi.
Bir ay gibi bir süre sonunda sigortasız şekilde çalışabileceği bir iş bulundu. Annesi ve tanıdığı birkaç akraba ile banyo aksesuarı yapan bir üretim firmasının sanayi sitesinin içindeki fabrikasında işe başladılar. Birçok erkek vardı. Kadın çalışanlar onlardı. Elbette genç ve delikanlılarda vardı ve dikkat çekiyorlardı. Ceylan da dikkat çekmişti. Üstelik bu tür bir ortam bilmediğinden ailesinin sürekli baskılamasından ve bocalamaktan ötürü hata yapıyordu. Ortamı gören annesi asla göz açtırmıyor hiçbir erkekle konuşturmuyor iki kat aşağıda bile olan lavaboya kızı ile gidiyor onu kapıda bekliyordu. Bu durumu görenler yadırgıyordu elbette çünkü daha önce böylesi bir baskı yöntemini görmemişlerdi.
Selim ile da orada tanıştılar. Hatta takıntılı olan babası yaşındaki bir adamın göz hapsine de o süreçte maruz kaldı. Üstelik adam yakın bir ildendi ve toprağım ayağına sohbet ediyor annesi bunu asla kısıtlamıyordu. Bir de babası da bu iş yerine çalışmak için girdiğinde maaile bir aradalardı. O kadar sorun oluyordu ki Ceylan için tek başına bir bölümden başka bir bölüme geçse hemen annesi tepesine biniyordu. İş yerinde olmazsa evde ufak çaplı bir dayak seansı oluyordu ki genç kız ne yapacağını şaşırmıştı.
Oldukları sokağa halası taşındığında ise kuzenleri ile arkadaşlık edeceği için sevinmişti. Lakin onda bile sorunlar yakasını bırakmıyordu. Onunla yaşıt olan kuzeni sürekli evden kaçıyor başka adamların evinden ailesi topluyordu. Bu nedenle annesi asla yalnız kalmalarına, sohbet etmelerine ya da dışarı çıkıp pazara dahi gitmelerine izin vermiyordu.
Selim ile ise yanlarında çalışan başka bir tanıdık kadının aracılığı ile konuşuyor bazen ev telefonundan gizli kaçak görüşüyorlardı. On yedi yaşı bitmeye yakın sağdan soldan isteme oğluna uygun görme muhabbetleri evde konuşulmaya ve annesi daha da baskı yapmaya başladığında aklına ilk kaçma fikri düşüverdi. İş yerinde görüşme ve işaretle konuşmaya çalışma harici hiç buluşamayan iki sevgili ise çaresizdi. Maaşları alıp eve geldikleri günün gecesinde babası odasından çıkıp “Benim cebimden kim para aldı?” diye sordu. Sinirliydi. Her şeye tamamdı ama el uzunluğu hırsızlık onun için tahammül edilemezdi.
Ceylan değil babasının cebine elini sokmak çalışınca ona verilen maaştan bile habersizdi. Para ile işi olmazdı çünkü harcayacak bir yeri yoktu. Üstelik çalıştığı yerde üretim makinelerinden birinin başına konmuş iş öğretilmiş çıraklık sigortası başlatılmış ve maaşı da yükselmişti. Ona güvenip kira vermek yerine ev alalım kararını da yine anne ve baba tek başına almıştı. Birkaç ay önce de eve taşınmışlardı. Şimdi ise babası cebinden para kaybolduğunu söylüyordu.
Genç kız tepki vermedi. Almamıştı. Üzerine kalacağından korkuyordu ama kime neyi anlatacaktı ki. Annesi hemen “Ceylan? Sen mi aldın?” değince gözleri dolan kız “Bu evde sadece ben yokum anne. Abime ya da Mehmet’e sorsanıza” dedi. Kaşları çatılan abisi “Sen ne diyorsun lan. Babamın cebine niye elimi sokayım ben çalışıyorum harçlığım var senin gibi miyim? Para göz olan sensin. Bugün Seval’le pazara çıktınız. Hangi parayla çıktın söylesene.” Diyerek bağırdı. Şaşkınca bakan kız artık yaşadıklarının gerçek olduğundan bile emin değildi. Bu gerçek olamazdı çünkü.
“Ben annem olmadan hiçbir yere gitmiyorum ki. Nerede ne harcayayım abi.”
Annesi hemen “On dakika pazarda sizi aradık. O zaman neredeydin? Ne yapıyordun neyi harcıyordun? Utanmadın mı kız babandan para çalarken. Hırsız mı olacaksın başıma. Arsız orospu mu olacaksın? O piçe mi yedirdin konuş.” Der demez ayaklandı ve tepesine dikilip saçlarına asıldı. Babası “Aldın mı? Bir de o piçle mi yedin?” diyerek annesinin sözlerine inanırken Ceylan hem ağlıyor hem de “Yok öyle bir şey” diye izah etmeye çalışmıştı.
Kimse dinlemedi. Hiç dinlememişlerdi. Babasından ayrı annesinden ayrı dayak yedi. O kadar hasar aldı ki bedeni sabaha kadar yatağında kıvrandı durdu. Sabah zar zor uyandığında ise abisinin kapının arkasındaki pantolonunun cebinden para aldığını gördü. Yani parayı abisi almış dayağı Ceylan yemişti.