Genç kızlar salondan çıkıp yaşlı kadının yanına geçtiğinde Yavuz öylece arkalarından bakıyordu. Kucağındaki kızı “Baba uykum geldi” derken nihayet gözleri kızına döndü. Onun alnına kendi dudaklarını bastırdığında ateşinin gerçekten de yükselmeye başladığını anladı. Hayriye Hanım “Oğlum, ne yapsan bir doktora mı götürsen? Çocuk bu maazallah bir sıkıntı yaşamasın.” Değince Hilmi Bey de başını salladı ve “Götür oğlum. Çocuk evde perişan olacağına doktor müdahale eder. Ayşe de sizinle gelsin. Orada sana yardımcı olur” deyip karısını onayladı.
Çetin daha yeni gelmişti. Salona girdiğinde “Aslı gelmiş” dedi. Ayşe “Geldi yengem abi. Elif abla da yanında nenemin odasına geçtiler.” Diyerek durumu anlatırken Yavuz “Ayşe, odaya çık güzelim. Aslım’ın çantasını al da gidelim” dedi ve salondan çıktı. Arkasından bakan adam merakla sordu.
“Ne oldu?”
“Çocuğun ateşi çıkmış. Onu götürüyorlar. Havalar çarptı her halde.”
Hilmi Bey düşünceli bir şekilde koltuğa otururken iç çekti.
“Aslı fark etti. Onca şeye rağmen küçük kıza şefkati merhameti çok fazla. Bazen diyorum da keşke Aslım ikisinin kızı olsaydı. Yavuz hiç gitmese o hatayı hiç yapmasaydı belki de bu aile ikisine ait olacaktı.”
Hayriye Hanım da koltuğa oturduğunda bakışları ellerine indi.
“Bu benim de aklıma geliyor sürekli biliyor musun? Keşke Aslı Yavuz’u dinlese de olanları öğrense. O zaman böylesine inat etmeyip Aslım’a anne olabilirdi. Yuvaları dağılmazdı.”
Kaşları çatılan Çetin annesine döndüğünde gözleri keskindi.
“Anne, sen ne dediğinin farkında mısın? Bunu nasıl beklersin? Evet, Aslı merhametli ama bunu da yapacak biri değil. Üstelik Yavuz’u dinlese bile affedeceğini kim söyledi. Biz kanımız canımız diye yuttuk gibi yapıyoruz olan biteni. Aslı aynısını yapabilir mi? Beş yılı gitti o kızın. Babasını nasıl kaybettiğini neler işittiğini nelere maruz kaldığını hepimiz biliyoruz bir tur daha anlatmaya gerek yok. Şimdi her şeyin üstüne bir de gel kocandan boşanma onun başkasından olma çocuğuna da analık et mi diyeceğiz. Bu ona haksızlık değil mi?”
Salondan çıktığında istikameti Asiye Reisin odasıydı. Aslı ile Elif ise odaya girdiğinde kızlardan biri yaşlı kadına çorba içirmeye çalışıyordu. Ağzını açmayan kadın genç kızı gördüğü an göz bebekleri ışıldadı.
Gülümseyen Aslı “Asiye sultan, afiyet olsun.” Derken yatağın kıyısına oturdu. Nesrin kalkıp omuzlarını düşürürken “İçmiyor abla. Asiye Hanım çok inatçı.” demekle yetindi. Kadına bakan kız “Ama olmaz ki nenem. Senin yemen lazım. Hem bak Elif de geldi.” derken kızı işaret etti.
Elif eğilip kadının elini öptü.
“Geçmiş olsun Asiye reis.”
Başını sallamaya çalışan kadın iç çekti. Aslı çorba kasesini eline alıp Nesrin’e “Sen çık ben yediririm. İlaçlarını ayarla onları da içirelim.” diyerek hareketlendi. Nesrin çıkarken bu defa Çetin odaya girdi. İlk dikkatini çeken Elif olmuştu. Genç kız saçlarını küt bir modelle kestirmişti. Sarı tutamları artık siyahtı. Gözünde gözlükleri vardı ve üzerine giydiği siyah kumaş pantolonu ve krem renk triko kazağı ile farklı görünüyordu. Normal de saçları uzundu. Daha cılızdı ve giyim konusunda spor takılırdı. Şimdi oldukça kadınsı hatlara sahip olmuştu.
Elif ise başını kaldırdığında ona bakan adamla ayağa kalktı ve hafif tebessüm edip baş selamı verdi. Çetin de aynı şekilde selam verirken nenesine döndürdü mavilerini ve gülümseyip “Nenem, sen kızın geldi diye ellerinden çorba mı içiyorsun?” derken yatağın diğer tarafına geçti. Oturup dudaklarını silen kıza bakarak “Bacım hoş geldin.” dedikten sonra Elif’e de bakıp bu defa çoğul bir şekilde “Hoş geldiniz” dedi. İkisi de hoş bulduk dedikten sonra bir süre günü birlik olaylarla sohbet ettiler. Ardından saat geç olmaya başladığında gitmek için ayaklandılar.
İlaçların etkisi ile Asiye Reis uyumuştu. Yemek konusunda ısrar etseler de tok olduklarını söylemişlerdi. Sadece çay içmişlerdi ama o da diken üzerindeydi. Şimdi misafir gibi geldiği bu ev onun eviydi. Yabancı gibi olmak sanki biraz kanına dokunmuş gibiydi. Evden çıktıklarında arabaya binemeden Yavuz’lar gelmişti. Arabaya binip gitmekle kalıp küçük kızın durumunu öğrenmek arasında kalan Aslı’yı Ayşe kurtarmıştı.
Arabadan indiği gibi Aslım’ı kucağına alıp giden genç kız abisine Aslı ile konuşması için zaman tanımıştı. Yorgun olduğu belli olan adam hemen önünde durup gözlerine bakarken “Erken fark etmişsin. Doktor ateşi için ilaç verdi. O sayende iyi.” dediğinde başını sallayan kız “Sevindim. Malum, masum bir çocuğun acı çekmesini istemem.” deyiverdi.
Yavuz, arkasını dönüp arabaya binmek isteyen kızın kolunu tutarken sesi sabırsız çıkıyordu.
“Aslı, yarın seni uçurumda bekleyeceğim. Konuşmamız lazım. Artık dinlemelisin beni.”
Ona dönen kız bir kolunu tutan ele bir de elin sahibine baktı. Kaşları çatılırken başını sağ omuzuna yatırdı. Gözlerini kısarken “Bekle bekle. Ne demişler. Bekleyen derviş muradına eremeden gebermiş. Hoş sana geber bile diyemem masum bir evladın var. Hem sen benimle konuşmayı takıntı haline getireceğine bu kızın anasını yanına getirt de daha fazla perişan olmasın tek başına.” dediğinde kaşları sertçe çatılan adam dişlerini sıktı. Sinirle solurken “Onun annesi yok” dedi.
Kaşlarını kaldıran kız “Nasıl yok? Bu çocuk ağaç kovuğunda olmadı ya illaki bir annesi vardır. Belki de senin gerçek karındır o kadın.” deyip kolunu adamdan kurtardı. Arkasını dönüp yeniden arabanın kapısına uzanmıştı ki Yavuz’un sözleri ile kaskatı kesildi.
“Öldü. Lela, Aslım’ı doğururken can verdi.”
Aslı anlık yutkundu. Bunu beklemiyordu. Aslında onlardan sonra kadının da peşlerinden geleceğini ummuştu. Ölüm aklına gelmemişti. Yavuz'a o kadar öfkeliydi ki bazen düşünceleri perdelenebiliyordu.
Sonra bir şeyi fark etti. Kadının adını söylemişti Yavuz ve bunun Gürcü isimlerinden biri olduğunu hatırlamıştı. Lela. Hani bir makine ayarı sonuna kadar açıldığında dişlileri hızla döner ve çalışır ya Aslı’nın zihni de öyle çalıştı. Elif, öylece dostuna bakıyor yüzündeki ifadelerden ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordu.
Yavuz, onlar evlenmeden önce arkadaşları ile Batum’a gidip geliyordu. Orada eğlendiklerinden haberdardı. Anlaşılan Lela orada tanıştığı ve sevdiği kadındı. Belki de ölümü yüzünden çıkıp gelememişti adam çünkü acı çekiyordu. Sevdiği kadının acısını nikahlı karısının yanında çekemezdi sonuçta değil mi?
Beyni fazla çalışmadan bir anda yavaşlarken bedenine komutları da geç veriyordu. Yavuz kızın öylece durmasından cesaret almış olacak ki sırtı göğsüne yaslanacak kadar yaklaştı. Saç diplerine sıcak nefesi vururken sesi yalvarır gibi çıkmıştı.
“Sana yalvarıyorum. Yarın uçurumun orada oturup konuşalım. Biliyorum hiçbir açıklama içini soğutmayacak ama en azından bir hata yapmışta olsam kararımın neden bu yönde olduğunu anlarsın.”
Yavuz da büyük bir soluk alıp verirken “Seninle böyle olmak beni bitiriyor Aslı. Döv, vur, kır, istediğini yap ama görmezden gelme. Dinlemeden infaz yapma.” dediği an ona dönme gafletinde bulunan kız hata yaptığını çok geç anladı. Yavuz ona doğru eğilmişti. Neredeyse yüz yüzelerdi. Maviler kızarmış olsa da yeşillere cam gibi tutunmuştu.
Kalbi ağzına gelen kız kendine hatırlattı milyon kere yaşadıklarını ve bir adım geri çekildi.
“Kızının annesi vefat etmiş başın sağ olsun Tunalı. Sende öğrenmişsin sevdiğin birini toprağa koymanın ağırlığını. O nedenle kızına sıkı sıkıya sarıl ona eksikliğini hissettirme. Bana gelirsek de hiç uğraşma. Ne şu an ne de önümüzdeki yüzyıl içinde seni dinleme gibi planlarım yok. Selametle.”
Arabaya bindiği an Yavuz elleri iki yanında yumruk olmuş vaziyette öylece dikiliyordu. Elif de hemen binmiş kemerini takmıştı. Geri geri gelen kız evin bahçesinden çıktığında köy yolundan ana yola kadar gözünü önünden ayırmadı. Yanındaki arkadaşı konuşmaya korkuyordu. Sonra sonra “Çok tatlı kız maşallah ama kaderi kötüymüş. Daha doğar doğmaz annesini kaybetmiş.” diye mırıldandı.
Aslı ise “Allah biliyor ya o kadın da çıkar gelir diye düşünmüştüm. Ölmüş olması düşüncesi pek aklıma gelmedi. Aslım annem melek oldu falan demişti ama birebir ondan duymak garip hissettirdi.” demekle yetindi.
İkisini de derin düşünceler sararken doğacak güneş yeni olaylara gebeydi.
***
Güneş doğmuş ikili kahvaltısını yapmış atölyeye gitmek için evden çıkmıştı. Elif birkaç gün dinlenip iş bakacaktı. Çetin ise iş konusunda Aslı’ya henüz ulaşmamıştı. Yürüyerek gitmek istediklerinden ikili kol kola sokakları geçiyordu. Semih onlardan önce atölyeyi açmış, gelecek malzemeler için listeyi hazır etmişti.
İçeri girdiklerinde onlara gülümseyen delikanlı “Ooo ablalarım hoş geldiniz” derken sevimliydi. Elif'e dönüp “Elif ablam seni gördüğüme çok sevindim. İyi ki geldin. Özlemiştik.” dediğinde ona bakan kız göz kırpıp “Hoş buldum Semih’cim. Sana zahmet bize şöyle tavşan kanı çay kapıp gelir misin?” dedi.
Genç adam çay almaya giderken kızlar ofis masasına oturmuş gün içinde yapacaklarını konuşuyorlardı. Elif dayanamayıp “Uçurumun oraya gitmeyeceksin değil mi?” diye sordu.
“Hayır.”
“Valla normal şartlarda ısrar eder hatta seni kaçırır oraya ben götürürdüm ama şartlar norma değil.”
“Boşver.”
Çaylar gelmiş hem sohbet hem de iş aynı anda yürürken Tunalı evinde gece nöbetleşe Aslım’ın başının beklenmesi ile sabah olmuştu. Asiye nene stabildi. Konuşmakta zorlanıyordu. Dudakları hala bir tarafa doğru çekilmiş gibi yamuktu. Doktor biraz zaman geçmesini sonrasında ise fizik tedaviye başlamasının doğru olacağını söylemişti.
Zaman ise herkese ilaç olmuyordu. Yavuz, içindeki pişmanlığı, suçluluk duygusunu ve kalbinde büyüttüğü aşkı taşıyamaz duruma geliyordu. Uzaktayken nasıl sabrettiğine ise şaşırıyordu. Şimdi burada böyle dip dibe oldukları zamanlar kendini nasıl tuttuğunu bir Allah bir kendi biliyordu.
Kızını annesine emanet edip evden çıktığında istikameti uçurumdu. Elleri direksiyonu sıkarken gelmesi için dua ediyordu. Gelmezse son çare omuzuna atıp getirecekti. Hoş ona da hakkı yoktu ya hata yapmış bunun da bedelini ödemeye gönüllü bir adamın çırpınışlarıydı.
Gittiğinde arabayı kenara çekti ve inip kıyıya kadar yürüdü. Oradan denize bakarken havanın kararması yağacak yağmura işaretti. Saatine baktı. On biri geçiyordu. Arkasını dönüp geldiği yola bakarken aklında bazı anılar yeniden canlandı. Aslı babasının hastalığı sırasında çok bunalınca buraya kaçar bazen yağmur yağar ve ıslanırdı. Genel de onu alıp geri götürme işi ona kalırdı. Zaten acısını, çektiklerini, gücünü görüp kalbinin kapılarını aralamamış mıydı?
Kendi kendine buruk bir tebessümle güldü. Altı yaşında yeşil gözlü kumral bir kızdı Aslı ilk geldiğinde. Çekingendi başlarda ama sonradan açılmış neşeli halleri onu da ailesini de sarmıştı. Aile için Ayşe neyse Aslı da oydu. Şöyle bir düşününce galiba onu bırakıp giderken inadına gücüne ve ailesinin kol kanat gerip evlat gibi sahip çıkacağına güvenmişti. Ona istinaden sırtını dönebilmişti.
Düşünceler onu alıp giderken bir dal sigara yaktı. Bitirdi. Yenisi yandı ve yenisi peşinden geldi. Saatine baktığında saat bire geliyordu ve Aslı hala ortalarda yoktu. Telefonunu çıkarıp aramak istediğinde engellediğini fark ettiğinde gözlerini kapayıp sakin kalmaya çalışarak geri açtı.
Beklemeye devam etti. Kendine hatırlattı. O beş sene bekledi sen beş saat beklesen çok mu dedi. O beş saat oldu da. On bir de geldiği uçurum kenarında saat dört olmuştu. Üstelik yağmur hafiften çiselemeye başlamıştı.
Dudaklarındaki son sigaranın son nefesini çekerek yere attığında ayağı ise sertçe ezdi. Arabaya geçtiğinde yağmur daha da şiddetlenmişti. Yola çıktığında aldığı sert soluklar arabayı dolduruyordu.
“İnatçı keçi. Yok ya ne keçisi bildiğin katır. Ya insan hiç mi merak etmez hiç mi düşünmez bu adam ne diyecek diye. Beş saattir kök saldırdı bana uçurum tepesinde. Damarı tam damar anasını satayım.”
İç sesi şöyle bir kollarını sıvadı ve ete kemiğe bürünmüş gibi yan koltuğunda belirdi. Kendinden emin bir tavırla söylendi.
“Sence ona kızmaya hakkın var mı?”
“Var. Kocasıyım ben onun.”
“Bok kocasısın. Kıza dokunmadın. Onu affedersin ama sik gibi bırakıp gittin. Yetmedi geri dönmedin. Aramadın sormadın. Sence hala kocası mısın?”
“Kes sesini.”
“Neden? Haklı olduğumu biliyorsun. Bak sen beş saatte çıldırdın. Aldın ateşi gidiyorsun. O kız ne yaptı beş sene nasıl sabretti? Senin gibi sıkıştığında kapısına dayanacağı bir kocası da yoktu. Yalnız hakkaniyetli kızmış. Başkası olsa çoktan başkasına kaçmış hayatını kurmuştu.”
Kaşları derinden çatılan adam “Sus lan sus. Sikerim başkasını da hayatımı da. O benim karım. Tamam ulan bir bok yedim. Yapmamam gereken bir şey yaptım ama mecburdum amına koyim. Eğer ben gitmeseydim olacakları biliyorsun. Kızımı sonsuza kadar kaybedebilirdim. Bunun azabı ile nasıl yaşayacaktım.” diye kendi kendine kükredi. Delirdiğini düşünmeye başlaması saniyelerini aldı.
Meydandan geçip atölyenin sokağına geldiğinde yağmur daha fazla yağmaya başlamıştı. Dükkanın önünde sert bir frenle durduğunda elindeki kumaşı inceleyen Elif camekanın dışına baktığında gözleri büyüdü.
“Ananı avradını desem ayıp kaçacak ama Yavuz abi geldi Aslı.”
Bilgisayar ekranından yapacağı takımın ölçülerini inceleyen kız başını kaldırdığında gördüğü adamla kaşlarını kaldırdı. Uçurum kıyısında gün boyu beklemediğini düşünmek istiyordu ama içeri girdiğinde burnundan soluması beklediğini ispatlıyordu.
Duruşunu dikleştirirken “Hayırdır Tunalı niye geldin?” derken ses tonu soğuktu. O soğukluğu yakalayabilmek için kulaklarında çınlayan milletin ettiği lafların ağırlığıydı.
“Beş saat seni bekledim.”
“Eee? Ben sana gelmeyeceğimi söyledim neden bekledin ki.”
“Rica ettim. Konuşmamız lazım dedim. Hiç mi merak etmiyorsun neler olduğunu?”
“Etmiyorum. Çünkü ne olursa olsun benim yaşadıklarıma eş değer olmayacak.”
Ellerini saçlarına geçiren adam sağa sola yürürken kükrer gibi konuşuyordu. Semih çoktan kaşlarını çatmış vaziyette kapı kıyısında yerini almış Elif ise konuşan çifti teniz maçı izleyen izleyici gibi izliyordu.
“Mecburdum. Gitmek zorundaydım.”
“Yani? Banane bundan.”
“Aslı delirtme beni.”
“Sen zaten delirmişsin bana gerek yok.”
Yavuz büyük adımlarla onun ayak ucuna kadar gelip kollarını tuttuğunda gözlerini gözlerinden ayırmadan haykırır gibi konuştu.
“Lan ben gitmeseydim Lela İtalya da doğacak çocuğu satacaktı. Aslım'ı satacaktı anlıyor musun? Mecburdum. Düğüne birkaç gün kala mesajla söyledi hamile olduğunu. Lanet olsun ilki ben mişim ama içkili kafa hatırlamıyordum bile. Sonra düğün günü bir mesaj daha attı. Kızın olacak dedi. İtalya’ya gidiyorum kızı doğurup orada bir aileye satacağım sen bize sahip çıkmıyorsun dedi. Ailesi sorunluydu. Yakalasalar öldüreceklerdi onu. Bir karar vermem gerekiyordu.”
Gözleri dolmuş kız “Sende beni bırakmayı seçtin öyle mi? Söyleme gereksinimi duymadın bile” derken sesindeki o kırılma noktası adamın içine işliyordu.
“Korktum. Utandım. Ben, kahretsin ben çukura düşmüş gibiydim. Kimseye ses edemedim. Bir bebeğin ahını almayı göze alamadım.”
Kollarını adamdan kurtaran Aslı “Benim, babamın ahını almayı göze aldın öyle mi?” dediğinde bağırıyordu.
“Hata yaptım. Cahildim.”
Yavuz’un yanağına bir tokat indi. Ses dükkanın içine yayıldı. Elif elini ağzına kaparken dudaklarından kaçan hiii nidasını avuçları içinde tutmaya çalışıyordu.
“Çocuk yapacak kadar aklın başındaydı.”
“Sarhoştum. Lela beni oyuna getirmişti. Kendimde değildim.”
“Banane!”
Bir tokat daha attı. Avuç içi acıyordu ama umursamadı.
“Aslı yapma.”
“Banane.”
“Özür dilerim.”
“Dileme! Sen bir kadınla yattın. Hamile bıraktın. Sonra da o çocuğu kurtarmak için peşlerinden gittin. Amenna, eyvallah. Peki ben neredeyim bu denklem de. Var mıyım? Oldum mu hiç? Benim geçen yıllarıma bir cevabın var mı? Babamın kırılmış onuruna gururuna güvenine karşın dileyeceğin bir özrün var mı? Kadınlık gururuma yaptığını bedelini ödemeye gücün var mı? Yavuz, sen sadece kendini düşündün. Geride bıraktığın hiçbir şey senin umurunda olmadı. Ben umurunda olmadım.”
Adamın yakasından tutup koca gövdeyi sarsmaya başladı. Elif de Aslı gibi ağlıyordu çünkü arkadaşının neler çektiğine bizzat şahitti. Sevdasına da ayrılığın acısına da çöküşüne de öfkesi sayesinde ayağa kalkmasını da izlemişti. Ağladığında omuz olmuştu. Sinirlendiğinde birlikte saydırmışlardı. Düşündüğünde sessizce yanında durmuş orada yokmuş gibi davranmıştı.
“Ben senin için yangında ilk gözden çıkardığın kişiden fazlası değilim.”
Yavuz başını sağa sola salladı.
“Öyle değil. Yemin ederim ki öyle değil.”
“Sus. Konuşma. Artık konuşma. Bana kendimi daha da değersiz hissettirme. Git buradan ya git. Uzak dur benden. Yıllarca durdun yine dur. Kızına git Tunalı. Bundan böyle senin ailen sadece o. Ben değilim. Hiç olmadım. Olmama izin vermedin. Şimdi de tıpkı beş yıl önce yaptığını yap ve buradan çık git.”
Adamın bakışlarında derin bir korku vardı.
“Aslı, kurban olayım yapma. Az sakinleş, öyle konuşalım. Ben cahildim. Toydum. Ne yaptığımı sonradan anladım ama iş işten geçmişti.”
Aslı başını olumsuz anlamda sallarken geri gitti. Ardından adamın yanından ok gibi fırlayıp kendini dükkandan dışarı attı. Yağmur öyle şiddetli yağıyordu ki sanki altında olan her şeyi dövüyordu. Yolun ortasına kadar gelmişti ki karşı kaldırımda duran kadınla durdu. Nefesi kesildi. Gözleri büyürken yaşadığından bile emin değildi. Ona bakan gözler, yılların çizgilerini misafir etmiş yüz, dudaklarındaki belli belirsiz tebessüm, saçlarına değen yağmurun yüzünü yıkayışı ve yüzüne tokat gibi inen yanındaki kişiler. Bir kız bir erkek çocuğu ve babasına tercih ettiği o adam. Sormasına düşünmesine gerek yoktu.
“Aslı, kızım.”
Melek Koçari on sekiz yıl sonra yeni ailesi ile ardında bırakıp gittiği terk ettiği kızının karşısındaydı. Aslı tam yolun ortasındaydı. Bir yanında annesi ve yeni ailesi dikiliyordu. Diğer yanında ise Elif, Yavuz ve Semih duruyordu. İşte şimdi belki de delirmenin tam sırasıydı.