SAATLER ÖNCE
İnsan ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın kendi toprağına adım attıkça ne kadar özlediğini oraya ne kadar ait olduğunu anlıyordu. Yavuz elinde valizi yanında küçük yoldaşı ile alandan çıktığında derince bir soluk aldı. Öylesine temizdi ki hava bir an başı döner gibi oldu.
Abisi geleceğini biliyordu. Binmeden haber etmişti. O yüzden alanın otoparkına onun için bir cip bırakılmıştı. Başında bekleyen adam onu tanıdığında saygıyla selam verdi ve anahtarı teslim etti. Çocuk dikkatini çekmemişti çünkü direkt limana gitmesi gerekiyordu.
Yavuz arabayı alırken adam çoktan ardını dönmüş ileriden bir taksi çevirerek limanın yolunu tutmuştu. Valizi bagaja koyan adam onu bekleyen kızına döndüğünde gülümsedi.
“Babacım, burası dedemlerin yaşadığı yer mi? Onların yanına mı geldik?”
Çömeldi ve kızı ile yüz yüze gelmeye çalıştı. Küçük kıza ailesinin fotoğraflarını gösterir onları anlatırdı. Kızının, buradaki ailesinden haberi vardı. Sadece Aslı’yı hiç tanıtmamıştı.
“Evet, güzelim. Dedenlerin yanına geldik.”
Ellerini çırpan ufaklık neşeyle şakıdı. Küçük bir serçe gibiydi. Neşeli ve heyecanlı.
“Yaşasın. Amcamı ve halamı çok merak ediyorum. Tabi büyük nenemi de. Beni severler değil mi baba. Onlarla oyunlar oynarım.”
Yavuz iç çekti. Kızına sarılıp onu kucağına aldığında başını öptü.
“Severler tabi senin gibi bal küpü bir kızı kim sevmez.”
Kız çocuğu kıkırdadı ve babasının boynuna sarılıp “Ağzı dolu dolu babam” dedi. Yavuz onu sarıp sarmalarken “Kızım.” diye karşılık verdi. Arabaya bindirip kemerini takarken “Acıktın mı kızım?” deyip gözlerine baktı. Başını olumsuz anlamda sallayan kız “Hayır baba.” derken sürücü koltuğuna geçen adam arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı.
Meydanı geçerlerken küçük kız parkı gördü. Kuş gibi şakıyarak “Baba bak park. Kocaman değil mi? Ne olur azıcık oynayayım.” diyor küçük parmaklarının arasında azıcık mesafe bırakıp “Şu kadarcık oynayayım ne olur.” diyerek şirinlik yapıyordu. Sonunda dayanamayan adam arabayı kenara çektiğinde indi ve kızını da indirdi. En sevdiği salıncaktı. Onu salıncaklardan birini bindirip sallarken telefonu çaldı. Arayan Samet’ti. Kızına “Ben telefonla konuşup geliyorum güzelim sen sallan ve bir yere ayrılma tamam mı?” dediğinde küçük kız gülümsedi ve “Tamam babacım” dedi.
Sadece beş dakika kadar konuşmuştu belki de ama bu süreçte kızından gözlerini ayırmıştı. Çok uzakta değildi lakin düştüğünü ve ona yardım eden kızı görmemişti. Geri döndüğünde kızı bıraktığı yerde değil karşıda bankta oturuyordu. Hemen yanına geçip önünde diz çöktü ve dolmuş mavilerine bakıp sordu.
“Kızım, ne oldu? Neden burada oturuyorsun?”
“Düştüm baba ama bir abla bana yardım etti. Şimdi de su almaya gitti.”
O an telefonuna bir bildirim gelen adam bakmak istemedi lakin peş peşe bildirim gelince kızının yanağını okşarken cebinden çıkarıp ekrana baktı. Abisi “Hadi neredesin? Eve ne zaman geleceksin?” tarzında sürekli mesaj atmıştı.
“Geliyoruz” yazdı kısaca ve kızını kucaklayıp arabaya doğru yürüdü. Kader bazen insanı böyle oyunlarla sınıyordu işte ve onların gittiği tarafın tam tersi yönünden gelen kız banktaki kızı göremedi. Zaten sonrasında Yavuz kızı ile Tunalı evinin yolunu tuttu. Büyük bahçeye demir kapıdan girdiklerinde camdan bakan ufaklık gözlerini ışıl ışıl parlattı.
“Dedemler burada mı oturuyor baba?”
“Evet kızım. Burada oturuyorlar. Biliyor musun burası benim doğup büyüdüğüm ev.”
Kıkırdayan kız hevesle “Yaaa” derken sonunda araba durdu. Yavuz için elbette zordu. Çünkü bu kapıdan nasıl çıktığını biliyordu. Ailesinin öfkesini, kırgınlığını ve hayal kırıklığını tahmin ediyordu. Ne de çok özlemişti annesini Asiye Reisi ve de kardeşlerini. Babasını özlemişti elbette. Onun otoriter yanlarını hep kendine istemsiz bir şekilde rol model edinmiş işinde bunu göstermişti. Büyüdükçe ve aynı zaman da baba oldukça babasını anlamıştı.
Birkaç dakika öylece dursalar da artık inme zamanı gelmişti. Önce kendi indi. Ardından kızının kapısına geçip onun kemerini açarak dışarı çıkardı. Ayıcıklı sırt çantasını ve bebeğini alan küçük kız inerken heyecanlıydı.
Kapının önüne geldiklerinde Yavuz zile basmak istedi ama kapı ondan önce açıldı. Karşısında gördüğü kişi hasret kaldığı annesiydi. Hayriye Hanım evladını gördüğünde göz yaşlarını tutamadı. Anneydi o ve evladına ne kadar kırgın olursa olsun onu yıllar sonra gördüğünde yüreği dayanamamış dudakları titrerken “Oğlum” diyerek kollarına çekmişti. Oğlu sanki gittiği zamandan daha da kalıplanmıştı. Kolları arasında bedeni oldukça iri görünüyordu.
Kokusunu içine çekerken “Oğlum, gözümün nuru” demeyi de ihmal etmiyordu. Yavuz, annesine tek kolla sarılırken küçük kız kenarda hala babasının elini tutuyordu. Geri çekildiklerinde Hayriye Hanım gözlerini sildi ve “Gel oğlum. Babanlar seni bek-” dedi ama devamı gelmedi. Çünkü oğlunun hemen yanında elini tutan küçük bir kız çocuğu ona hafif çekimser bir şekilde bakıyordu.
O an dondu kaldı. Sanki zaman durmuş gibiydi. Bir çift küçük mavi göz ona hevesle biraz da korkuyla bakıyordu.
“Yavuz, oğlum bu.” dedi ama devamı gelmedi. Eğilen adam kızını kucağına aldı. Ardından annesine bakıp “Bu benim kızım anne. Aslım” dediğinde kadının eli ağzına gitti. İçine düştüğü dehşet elle tutulur cinstendi. Oğlunun bir çocuğu vardı. Üstelik adı Aslım’dı.
Ne diyeceğini nasıl tepki vereceğini bilemeyen kadın bir adım geri çekilirken Yavuz içeri adımladı. Koridoru geçip salona girdiğinde kızı hala kucağındaydı. Abisi annesi ve nenesi oturuyordu. Ayşe ise duvarın kenarındaki masa da elma soyuyordu.
Yüzleşme ağırdı. Hilmi Bey önce kıza sonra da oğluna baktı. Ardından “Ayşe, kızı mutfağa götür. Kapıyı da kapa kızım” dediğinde kalkan kız başını salladı. O da büyük bir şok yaşıyordu. Beş yıldır görmediği abisini görmüştü. Kucağında çocuğu ile ve aklına sadece Aslı geldi. Yengesi. Ona bu evde dost olan yaralı kız. İç çekip abisinin önünde durduğunda kıza gergince gülümsedi.
“Merhaba ufaklık. Benim adım Ayşe. Senin ha-”
“Halamsın. Biliyorum ben seni. Ayşe Halamsın benim. Onlar da dedem amcam büyük nenem ve babaannem.”
Asiye reis zorlukla yutkunup “Kızın bizi tanıyor” dedi. Yavuz, ona cevap vermeden önce kızına dönüp “Hadi Aslım. Sen halanla bize kurabiye yap” dedikten sonra şakağını öptü ve kızını kardeşine emanet etti. Onun da başını tutup saçlarını öperken derince soludu.
“Çok özlemişim abisinin gülü.”
Ayşe küskün bir ifade ile bakarken “Özleseydin şimdiye gelirdin.” diye homurdandı. Kızı alıp çıkarken hem salonun kapısını kapadı hem de mutfağa geçip oranın kapısını kapadı. Onlar mutfakta tanışıp kurabiye yaparken Yavuz ailesinin yüzüne baktı. Abisi ilk tepki verenlerden oldu. Ayağa fırladığı gibi yanağına bir yumruk geçirip yere düşmesine neden oldu. Hayriye Çetin’i tutarken “Yapma oğlum” diye ağlıyordu.
“Sen, sen nasıl yüzsüz bir şerefsizsin lan. Bu evden siktir olup gidiyorsun. Bizim zorumuzla yine geri dönüyorsun ama kucağında bir çocuk. Bir de utanmadan adını Aslım koymuşsun. Lan sen bizle taşak mı geçiyorsun it.”
Hilmi Bey oğluna dönüp “Çetin otur şuraya. Geldiğine göre anlatacakları da var. Bu kepazeliği bize izah edecek. Sesini çıkarma.” derken sesi buz gibiydi. Yorgun mavileri yerden kalkmış dudağındaki kanı silen Yavuz’a dönerken karşıdaki tek koltuğu işaret etti.
“Otur ve anlat. Anlat ki ben oğlumun nasıl bir kansız olduğunu öğreneyim.”
Hayriye ağlarken “Etme Bey. Oğlumuz geldi. Kem söz etme artık” dese de onu duymadı.
Yavuz ise koltuğa oturdu ve anlatmaya başladı. Sesi sakin olsa da mahcuptu. Kelimeleri özenle seçiyordu.
“Ben yıllar önce bu kapıdan çıkıp gittiğimde daha yirmi üç yaşındaydım. Gençtim. Toydum. Bir hata yapmıştım ve bunu temizlemek de yine bana düşüyordu. Size söyleyemezdim. Utanıyordum çünkü.”
Çetin “Ha utanmaya yüzün vardı yani.” derken Hilmi Bey “Çetin” diyerek uyardı. Adam susarken Yavuz devam etti. Anlattıkça evde sesler yükseldi. Asiye reis bile alt dudağını ısırıp ağrımaya başlayan başıyla sıkıntılı nefesler alıp verdi. Yavuz döküldükçe onun aklında sadece Aslı şekilleniyordu. O nasıl karşılayacaktı bu durumu bilmiyordu. Ne kadar konuştu anlattı kimse bilmiyordu.
Sonunda ise Çetin kalkıp “Tüm bunlar mıydı yani onca şeyin sebebi. Oğlum sen aptal mısın? Mal mısın lan sen? Bize söylesen anlatsan çare bulmaz mıydık? Düğün sabahı karını bırakıp gitmek hangi erkekliğe sığar bir anlatsana. Bizi geç biz aileniz kanınız canınız hadi anladık diyelim öyle bir şey çok zor olsa da. Aslı’ya ne diyeceksin? Onun işittiklerini yaşadıklarını nasıl unutturacaksın. Aklımı kaçıracağım lan o kız bu evde beş yıl boyunca yaşadı ama nasıl yaşadı sordun mu hiç. Siktir olup giderken hiç mi demedin benden sonrası ne olacak diye.” derken sağa sola dönüyordu.
Yavuz pişman bir şekilde başını eğerken “O kadarını hesap edemedim. Siz vardınız. Onu korur kollardınız. Bu evde yaşarsa kimsesiz kalmazdı. Düşündüğüm sadece buydu.” dediği an Hilmi Bey elini koltuğun kolçağına sertçe vurdu.
“Sen, benim bu ailedeki pişmanlığım oldun. Çocuklarıma tapardım ben. Hepiniz gözümde canımdan öteydiniz. Nasıl yaptın bunu bize Yavuz? Nasıl sana olan güvenimizi paramparça ettin. O adam bize güvendi sana güvendi ölmeden kızını emanet etti. Bizim kitabımız da emanete ihanet var mıydı? Soruyorum sana cevap ver bana var mıydı?”
Genç adam yutkundu. Başını sağa sola sallarken “Yoktu baba.” dedi. Ama o yapmıştı. Ona emanet edilen bir kıza hayatında unutamayacağı bir acı yaşatmıştı.
Hava kararmıştı. Akşam ezanı okunmuş herkes sessizdi ama o sessizlikte bile kocaman bir çığlık vardı. Ayşe mutfakta Aslım’ı bırakmış odaya gelmişti. Tedirgin bir şekilde “Az sonra yengem gelir. Nasıl olacak?” derken bir arabanın bahçeye girdiğini duydular. Çetin, perdeyi aralayıp baktığında gelen arabayı tanıdı. Aralık camdan içeride oturanı da gördü. Aslı gelmişti. Önce yanına gitmek istedi ama sonra durdu. Dönüp “Ne olacak kıyamet kopacak. Aslı geldi bahçede duruyor. Anlaşılan senin geldiğini de öğrendi. Her şeye hazırlıklı ol. O kıza tek bir ters laf edersen Allah yarattı demem seni hastanelik ederim Yavuz.” dediğinde genç adam nefesini tuttu.
Aslı gelmişti ve onunla yüzleşecekti. Ailesine durumu anlatmıştı elbette ama en zoru onunla yüzleşmek olacaktı. Oldu da. Aslı eve girip onunla yüzleştikçe yüzüne tokatlar attıkça içindekileri haykırdıkça küçülüyor haklı olduğu için bir şey diyemiyordu. En sonunda yere yığıldığında son anda tutmuştu. Elbette bunca şeye dayanamayan Asiye reis de kendinden geçmişti.
ŞİMDİ
Tunalı evinin önünden peş peşe iki ambulans hareket etti. Birinde Asiye Reis diğerinde Aslı vardı. Aslım Ayşe ile evde kalmıştı. Küçük kız korkmuştu ve o korku ile halasının kucağında uyuyakalmıştı. Diğerleri ile ambulansların peşinden hastaneye doğru yol alıyordu. Yavuz tek başınaydı. Sol yanındaki ağrı ona yaşadıklarını hatırlatıyordu. Aslı'nın haykırışları, çektiklerini dile getirişleri daha en başından verdiği kararın aptallığını saçmalığını yüzüne vuruyordu. Toydu ve herkesi bu denli etkileyecek bir karar vermişti. Sonuçları ise şimdi önündeki iki ambulansta yatıyordu.
Hopa devlet hastanesinin aciline giriş yaptıklarında müdahale odasına alınan ikiliden birinin durumu ağırdı. Aslı sinir krizi geçirmiş açlık ve stres kaynaklı baygınlık yaşamıştı. Ona hemen müdahale edilip eli temizlenerek sarıldığında bir odaya alınıp dinlenmesi sağlanmıştı. Asiye Reis içinse durum kritikti. Doktorların acil film ve kan sonuçları sonucunda yoğun bakıma kaldırılan kadına inme indiği söylenmişti. Kalp ve beyin damarına pıhtı atmış sol yanı komple felçli duruma gelmişti. Yaşı da göz önüne alındığında durumu kritikti. Hilmi Bey annesine bir şey olacak diye deli gibi korkuyordu.
Hayriye Hanım da çökmüştü. Kocası ile bekleme koltuklarında otururken elleri titriyordu resmen ve daha kötü şeylerin olmaması için dua ediyordu. Çetin, bir Aslı’nın odasına gidiyor kendine gelip gelmediğini kontrol ediyor bir doktorun yanına gidip bilgi almaya çalışıyordu. Yavuz ise perişandı. Pişmandı. Verdiği kararın sonuçları çığ gibi üzerine devrilmiş onu ezmek ister gibi baskı uyguladıkça uyguluyordu.
Gece yarısını geçmiş doktor durumun şu an için stabil olduğunu kalmalarının hastaya faydasının olmadığını söylemişti. Çetin anne babasını zorla da olsa eve yollarken Yavuz ortalarda yoktu. İki kat yukarıda olan odaların birindeydi. Yatakta uyuyan ama huzursuz olduğu hafif çatılmış kaşlarından belli olan kızı inceliyordu. Bıraktığındaki halinden daha farklı gibiydi. Büyümüştü. Beş yıl insana gerçekten de oldukça gözle görülür farklılıklar sunuyordu. Saçları daha uzamıştı. Yüzünün hatları oturmuş, kadınsı bir havaya bürünmüştü.
O çocuksu halleri uzaklaşmaya başlasa da minyon tipi yerli yerindeydi. Camdan dışarı dönen bakışları gecenin karanlığında kaybolup gidiyordu. Babası haklıydı. Abisi haklıydı. Aslı haklıydı. Bu aile de ona kim ne derse desin hepsinde haklılardı ama o an ki ruh haliyle saçma bir karar vermesi çok muhtemeldi. Sanki o zaman bunları anlarsa daha büyük olaylar çıkacakmış gibi düşünmüştü. Aslı hele, onun bir daha yüzüne bakmazdı. Hoş şimdi de pek baktığı söylenemezdi.
Aradan bir ya da iki saat daha geçmişti ki Yavuz refakatçi koltuğunda otururken uyuya kalmıştı. Çetin Aslı’ya bakmak için odaya yavaşça girdiğinde ikisini de gördü. Kaşları çatıldı. Kardeşini dışarı çıkarmak için hareketlendiğinde Aslı kendine gelmeye başlamıştı.
Genç kız yorgundu. Yaşadıkları, var olan patlama onu kamyon çarpmışa çevirmişti. Gözlerini usulca araladığında hafif karartılmış oda puslu bir şekilde görünmeye başladı. Yutkunmak istediğinde ağzının içi çamur gibiydi. Kısık bir tonla tam olarak olduğu yeri fark edemeden “Su” dedi. Çetin bunu duyar duymaz hemen komodinin üzerindeki şişeyi açtı ve “Geldim bacım” diyerek suyu azar azar içirdi.
Ardından adam saçlarını okşayıp “Bacım, kendini nasıl hissediyorsun? İyi misin?” derken Yavuz da sese uyanmış yatağın baş ucundaki abisine gözleri takılmıştı.
“Çok yorgunum abi de bana ne oldu? Neredeyim?”
“Hatırlamıyor musun?”
Gözlerini kapayıp kaşlarını çatan kız neler olduğunu daha net anımsamaya çalıştı. Anımsadı da. Gözlerini yorgunca açtığında “En son evdeydim. O, o gelmişti.” dedi. Çetin iç çekip “Sinir krizi geçirdin Aslı. Sonra da bayıldın. Senden hemen sonra nenem de kötü oldu. İkinizi de hastaneye getirdik.” değince Aslı hemen oturmaya çalıştı.
“Asiye nene iyi mi? Abi ona ne oldu?” diyerek kımıldanıyordu. Omuzlarından tutan adam ise “Merak etme. Yaşıyor ama inme indi. Yoğun bakımda şu an doktorlar yanına kimseyi almıyor. Ben anneleri eve yolladım. Biz bekliyorduk sizi.” deyip omuzunun üzerinden ayağa kalmış kardeşine baktı.
Sonunda biraz olsun nefesi düzene giren kız ağlamaya başladığında Çetin ne yapacağını bilmiyordu.
“Bir şey olmaz değil mi abi?”
“Allah’ın izni ile olmayacak bacım. Sen dinlen.”
Yavuz sonunda abisinin yanına gelip “Aslı” dediği an yeşilleri yorgun da olsa kızgın korlarla dolu vaziyette ona döndü.
“Senin ne işin var burada? Çık dışarı.”
“Çıkamam. İyi olduğunu bilmem lazım.”
Çetin ona bakıp “Yavuz çık” dese de adam başını salladı. Olumsuz cevap adamı da kızdırmıştı.
“Çık dedim lan sana.”
“Çıkmıyorum abi. Aslı'nın nasıl olduğunu bilmem lazım.”
Aslı ise alay eder gibi bakıp “Gerçekten mi? Nasılım diye merak mı ettin? Kıyamam ya sen ne kadar düşünceli bir kocasın. Yaptıkların yetmedi bir de tüm bunlardan sonra nasılım diye mi endişelendin. Vay be kocanın hasına bakın siz.” derken durmadı. Oturur hale gelip bir anda kolundaki serum iğnesini çekti. Babasından bu yana ölümcül hasta olmadıkça hastanelere girmiyordu. Kokusu bile ona ölümü anımsatıyordu. Babasının ölümünü ve onu kaybedişini.
“Dur kızım ya ne yapıyorsun” diyen Çetin’e karşı “Neneme bakacağım. Sonra da evime gideceğim” dedi.
İkisine de söz hakkı tanımadan yataktan indi. Başı dönüyordu ama umurunda değildi. Çıplak ayakları yere basarken Yavuz hemen yatağın ayak ucunda yerde olan ev terliklerini uzattı. Ayağında bu vardı en son ve onunla getirmişlerdi. Kaşları çatıp vaziyette bakan Aslı tek kelime etmeden elinden aldığı gibi yere attı. Nefretle baktı kocasına çünkü içindeki o cehennem yakıyordu. Yanıyordu ve yandığı kadar da yakmak istiyordu.
Odadan Çetin’in “Dur bir kızım ya delirme” demelerine rağmen çıktığında koridor sessizdi. Asansörün önüne gelene kadar tek kelime etmedi. Yoğun bakımı iyi biliyordu. Yıllar önce babasını beklediği yeri nasıl unutabilirdi ki.
Açılan kapıdan içeri girdiğinde abi kardeş ona baktı. Kapıyı kapadığında yalnızdı. Sırtını kabin duvarına yaslarken derin soluklar alıyordu. Saniyeler sonra kapı açıldığında dışarı çıkıp ilerledi. Hemşire bankosuna geldiğinde oradaki kadına baktı.
“Asiye Tunalı hakkında bilgi almak istiyorum.”
Hemşire ona bildiklerini söyledi. Ardından “Yanına girebilir miyim?” dediğinde ona başını olumsuz anlamda sallayan kadın “Maalesef. Şu an için yanına kimseyi alamıyoruz. Durumu kritik. Sabah doktoru ile görüşürsünüz.” dedi.
Derin bir soluk alıp veren Aslı “Anladım” deyip geri döndü. Koridorun sonundaki koltuklardan birine çöküp yüzünü sıvazlarken sargılı elini yeni fark etmişti. Kolundaki serum iğnesinin bıraktığı kan ise kurumaya başlamıştı.
Çetin “Hadi bacım seni eve bırakayım” dediğinde onun geldiğini anca fark edebilmişti. Hemen yanında duran Yavuz ise dikkatle bakıyordu. Dişlerini sıktı. Bu adam onun sınavıydı. Abi dediği adama dönüp “Ben giderim. Zaten köye çıkmayacağım.” dediği an sesi netti.
“Ne demek köye çıkmayacağım?”
Yavuz'un sorusunu es geçti. Çetin'e bakıp “Ben burada kalacağım. Babamın yani benim evimde. Sabah yine gelirim. Belki nenemi görmemize izin verirler.” deyip ayaklandı. Her ne olursa olsun Çetin onu yalnız bırakmayacaktı. O yüzden “Hadi ben seni bırakayım.” deyip Yavuz’a döndü.
“Buradan bir yere ayrılma.”
Kaşları çatılan adam sinirle solusa da ses etmedi. Biliyordu. Bunların hepsi olacaktı ama sonunda bitecekti. Bitmeliydi. Öyle ya da böyle. Zaman gerekiyordu elbette ama o zaman ne vakit olurdu emin değildi.
Çetin ile Aslı yola çıktığında genç kız sessizdi. Eve yanaştıklarında ise kendinden yükselen hastane kokusu ile yüzünü buruşturdu. Biraz çekinceli bir tavırla sordu.
“Abi önce eve uğrasak olur mu? Benim eşya almam lazım. Üstüm başım ilaç kokuyor midem kalktı.”
“Olur abim. Çıkalım.”
Köye yarım saate çıktılar. Eve girdiklerinde salonun ışığı yanıyordu. Aslı direkt odasına çıkmak istedi ama Hilmi Bey’in “Aslı, kızım” demesi ile o yana doğru yürüdü.
Adamın yaşlarla kızarmış mavilerine bakınca içi acıdı. Anne baba acısı fenaydı. O da yaşamıştı. Yaş kaç olursa olsun evlatlara bir şey olduğunda büyükler büyüklere bir şey olduğunda ise evlatlar yıkılıyordu.
Yanına pat pat vurup “Gel kızım” diyen adamla ilerledi ve oturdu.
“Nasıl oldun kızım?”
“İyiyim Hilmi baba. Sen nasılsın? Nenemi öğrendim. Ama inanıyorum ki ona bir şey olmayacak. Karadeniz kadını eski toprak o küçük şeyler yıkamaz değil mi?”
Yaşlı adam babacan bir tavırla gülümsedi. Başını sallarken keder resmen cam kırıkları gibi üzerinden dökülüyordu.
“Yıkılmaz elbette. Anam bu dünya da gördüğüm en güçlü insanlardan biri. Ama yine de insan korkuyormuş. Onu anladım.”
“Bilirim o korkuyu.”
Bir süre sustular.
“Çok yaktık canını değil mi? Çok acıttık seni.”
Aslı başını olumsuz anlamda salladı.
“Siz değil. Eğer siz yaptınız dersem Allah çarpar beni. Onca zaman bu evde size gelinlik kızlık ettim. Allah var tek bir kötü lafınızı işitmedim. Evlatlarınızdan ayırmadınız beni. O konuda hakkınızı asla ödeyemem.”
Hilmi Bey sakalını sıvazladı.
“Ama oğlum canını çok yaktı.”
“Geçti gitti artık.”
“Hakkını helal eder misin bize? Her şeye rağmen hala ailen görür müsün?”
Genç kız acı acı gülümsedi.
“Acıdır ama sizden başka kimsem yok. Siz benim ailemsiniz. Ben burada olsam da olmasam da.”
O an Hilmi kızın gideceğini anladı. Dur demedi. Gitme demedi. Sadece kolunu kızın omuzuna sardı ve tıpkı kızı Ayşe’yi kucaklar gibi onu kucakladı. Saçlarını öptü. Gözünden düşen damlaların o saçlara düşmesini sağladı. Ardından geri çekilip sessizce kalktı ve odasına çıktı. Aslı da odaya çıktı. Kapıyı açtığında komodinin üzerindeki ışık açıktı. Yatağın ortasında iki büklüm olmuş bir beden yatıyordu. Kollarındaki bebeğine sıkı sıkıya sarılmıştı. Küçük omuzları sarsılıyordu. Ağlıyordu belli ki. Bu Yavuz’un kızıydı.
Başta durumu anlamadı ama odasından çıkan Ayşe’nin “Aslım, halacım neredesin?” diye bağırması ile buz kesti. Aslım. Kızın adı buydu.
Odaya girdiği an başını bebeğinin üzerinden kaldıran kız “Abla, sen mi geldin? Babam da gelecek mi? Ben kabus gördüm çok korktum. Babamı istiyorum.” diye daha fazla ağlamaya başladığında genç kız yutkunamadı. Ağır adımlarla yatağa yanaştı. Kızarmış mavileri, dağılmış sarı saçları öylece izledi. Aslım ise hiç beklemeden kalkıp Aslı’nın boynuna sarıldı.
Hala küçük hıçkırıkları yeri yerindeyken “Çok korktum. Çok kötüydü kabus abla. Babam da gidiyordu. Annem gibi babam da gidiyordu. Yetişemedim ona.” diye boğuk bir tonla mırıldanıyordu. Yaralı eline rağmen ona sarılmaya başladığını ve saçlarını okşayıp “Geçti. Korkma tamam mı” dediğinin bile farkında değildi. Kocası ile olması gereken yatakta belki de kendi çocuklarını teselli etmesi gereken yerde şimdi onun başkasından olma çocuğunu sakinleştiriyordu. Esas kâbusun ta kendi bu değil miydi?