SEYİTHAN
Oturduğum yerden etrafta olan biten çoğu şeyi net olarak görebiliyordum. Alacadağ’larda mutluluktan çok yalandan gülümsemeler vardı. İki ay önce kaç yaşındaki amcaları ikinci kez evlenmiş olmasına rağmen ne zılgıtları susmuştu, ne halayları durmuştu. Onların da bu evliliği onaylamadığı belliydi ama tabi kızları ben sizi dolandıran o puştla evlenmek istiyorum deyince bir şey diyememişlerdi demek ki. Ara sıra içeriye garson kılığında yerleştirdiğim adamlarımla göz göze geliyor, hareketlerini takip ediyordum. Onların bugün çok önemli görevleri vardı.
Gelinle damadın giriş müzikleri kulağıma çalınınca kafamı kaldırıp diğer misafirlerin baktığı yere baktım. İşte geliyorlardı. Aylarca giydiği gelinlikle koluma girip mihraba yürüdüğümü hayal ettiğim kadın şimdi başla bir adamın koluna girmiş küçük adımlarıyla yürüyordu. Etraftan gelen alkış sesleri ve ıslıklar çalan müziğin sesini bastırıyordu.
Gelin ve damat gelip yerlerine oturlar. Artık tüm odağım onlarda, beni sırtımdan hançerleyen Suna’daydı. Gelinlik çok yakışmıştı. Beni de ilk gördüğümde bu masum güzelliğiyle kendine aşık etmemiş miydi zaten? Etmişti ama o günler çok eskide kalmıştı.
Gözlerimi bir saniye onlardan ayırmamıştım. Aralarında bir problem var gibiydi. Belki de küsmüşlerdi. Bir daha görüşemeyeceklerini bilseler kimbilir belki de barışırlardı. Ne Suna ne de yanındaki damat bozuntusu beni farketmedi. Düğün o kadar kalabalıktı ki bu uzaklıktan farketmeleri mümkün değildi zaten.
Zaman ilerledikçe amacıma ulaşmanın yakınlığı ile dudaklarım kıvrılmaya başladı. Suna’nın peçeteyle alnını silmesi dikkatimi çekmişti. Hava o kadar sıcak olmamasına rağmen demek terliyordu. Acaba beni hiç düşünmüş müydü bu iki ayda? Beni öyle ‘ah’ edip bekleyecek bir tip mi zannediyordu yoksa. Seyithan zaten beni seviyor, köylünün teki ben ona fazlayım diye mi düşünmüştü acaba? Gözlerimi kapatıp burnumdan derin bir nefes çektim. Yine nedenlerin niyelerin çukuruna düşmüştüm ama o çukurdan çıkmama çok az kalmıştı.
Gözlerimi açtığımda Suna’nın yerinde olmadığını farkettim. Telefonum çalınca açtım. Adamlarımdan biri arıyordu.
“Ağam Suna Hanım şu an içeriye girdi. Koridor boyunca yürüyor. İçeriye girince sağa dönün.”
Telefonu kapatıp ayağa kalktım. Dikkat çekmemeye çalışarak kapıdan içeri girdim. Göz ucuyla Onur pezevenğine bakarken yüzünde memnuniyetsiz bir ifade gördüm. Suna’yla mı tartıştılar diye düşünmeden edemedim.
İçeri girdiğimde bir kaç kişi çıkıyordu. Tanıdıklarım olsa da hiçbiriyle selamlaşmadan adamımın dediği gibi sağa döndüm. Yürürken kapısı hafifçe açık olan bir odada gelinliğiyle dikilen onu gördüm. Arkasını dönmüş camlı kısımdan dışarı bakıyordu.
Yazarın Anlatımından;
“Merhaba Gelin Hanım.”
Suna tanıdığı sesle vücudunda bir ürperti hissetti. Elleriyle göz yaşlarını temizleyip, derince bir nefes aldı ve yavaşça arkasını döndü. Aklı ona oyun mu oynuyordu yoksa duyduğu ses gerçek miydi? Görmesi gerekiyordu.
Oydu, sesiyle bile titremesine sebep olan o adamdı karşısındaki. Yutkundu, zor da olsa konuştu.
“Neden geldin?”
Sesi titreyen genç kız gözlerindeki yaşlarla, bugün görmeyi en son beklediği adamla karşı karşıya duruyordu. Aslında ölmeden önce en son sevdiğinin gözlerine bakmak, bu dünyadan ayrılırken en son onun sesini duymak içindeki huzursuzluğu da yatıştırıyordu.
Başı hafiften dönmeye başlayınca sırtını duvara yasladı. Üzerindeki boncuklarla bezeli beyaz gelinlik hareket alanını oldukça kısıtlıyordu.
“Seni götürmeye geldim.” Seyithan son derece kendinden emin bir şekilde bir adım daha yaklaştı, kendine umut verip sonrasında ihanet eden bir zamanlar köpekler gibi aşık olduğu kadına.
“Yapamazsın, çekil önümden.” Suna eliyle Seyithan’ı durdurmaya çalışsa da gence dokunmaya imtina ediyordu ama kendini son anlarında böyle görmesi sevdiği için büyük haksızlıktı. Kendisinin ne kadar onu görmeye ihtiyacı olsa da, onun Suna’yı böyle görmesi hayatına bir tane daha Suna’nın elleriyle acı verici anı eklemesi demekti.
“Yaparım. Sen benim duygularımla oynayıp, bana ihanet ettikten sonra istediğim her şeyi yaparım. Ya sen zorluk çıkarmadan önüme düşersin ya da ben zorla götürürüm Suna Alacadağ, tercih senin.”
Gelinlikler içindeki genç kız ağzına gelen öğürme refleksini durdurmayı başarıp cevap verdi.
“Lütfen çık buradan.” Karşısında duran adam ifadesiz yüzüyle ayakta dikilmeye devam ediyordu.
“Çıkmak mı?” Seyithan gülümsedi. “Seni kaçırıyorum melek yüzlü şeytan. Bana yaptıklarının cezasını çekmenin zamanı geldi.”
Artık dayanacak gücü kalmayan kız yavaşça yere eğildi.
Seyithan ani bir refleksle genç kızı yere düşmekten son anda kurtarıp kollarından tuttu.
“İyi misin, bir şey mi oldu?” Gözlerini Suna’nın gözünden ayırıp beyazlayan yüzüne baktı.
Suna cevap veremeden Seyithan’ın kollarına yığılırken, genç delikanlı, kızı kucaklayıp neler olduğunu anlamaya çalıştı. İçindeki bastırmaya çalıştığı endişeyle telefonunu güç bela çıkarıp adamlarından birini aradı.
“Arabayı kapıya yaklaştırın plan değişti ilk durağımız hastane.”
Seyithan içerideki adamının yardımıyla arka kapıda da bekleyen güvenlikleri aşıp kendini bekleyen araca doğru kucağında Suna’yla koşturmaya başladı. Güvenliklerin çöpü ön tarafa çekilmişti. Düğünde bir kargaşa olmuş olmalı ki içeride müzik durmuş, insanların bağrışları kulakları tırmalar olmuştu. Şimdi onu düşünecek zamanı yoktu. Araca yaklaştığında adamları yardım edip arka kapıdan Ağalarını ve kucağındaki gelini araca bindirdiler.
“Hadi çabuk çabuk en yakın hastaneye.”
“Emrin olur ağam.”
Seyithan aylardır ayarladığı planın bu kadar basit bir şekilde gerçekleşeceğini tahmin etmemişti. İşte kendine ihanet eden kadın şimdi kucağındaydı.
Seyithan yüzü kireç kadar beyazlamış olan Suna’nın alnına elini götürdü ateşi vardı.
“Çabuk lan çabuk.” Adamı aldığı emirle basabildiği kadar bastı gaza. Cezayı umursamadan ters yöne de girdi. Önemli olan şu an hastanedeydi. Gelin Ağasının kucağındaydı ve hiç iyi görünmüyordu. Frenle beraber sürtünüp duran tekerleklerin çığlığı asvaltta yanık kokusu bıraktı. Arkasından gelen araçlarda aynı şekilde durdular.
Seyithan aracın kapısı açılınca kucağındaki gelinle apar topar aşağı indi.
“Ağam verin biz taşıyalım.”
Seyithan lafı söyleyen korumaya bakış atınca adam lafı anlayıp sustu.
“Yardım edin acil hasta.” Sedyeyle koşan sağlık çalışanlarına Suna’yı bırakıp aceleyle peşlerinden yürümeye başladı.
Hemşirelerden biri sorular sormaya başladı. “Ne oldu?”
“Bir anda yığıldı bilmiyorum.”
Müdahaleyi yapacak olan ekip sedyeyle iki kapılı bir yerden geçtikten sonra Seyithan’ı içeri alamayacaklarını burada beklemesi gerektiğini söyleyip içeriye doğru devam ettiler.
Seyithan burnundan soluyordu. Ne olmuştu lan bu kıza? Sinirle iki elini de saçlarından geçirdi. Kafasında ki sorularla boğuşurken yanındaki adamına döndü.
“Hastaneye sahte isimle kaydedeceksiniz. Kimsenin bizi bulmaması lazım. Tek yanlış yaparsanız hepinizi kurşuna dizerim.” Seyithan hastane koridorunun duvarına alnını yaslayıp gözlerini kapattı. İstediği olmuştu ama bundan sonrası daha önemliydi. Yakalanmadan Mardin’e gitmesi şarttı. Tek kız kardeşi Gülhan’ı da yurt dışına kaçırdığı için berdel ihtimali de yoktu.
Kafasını şu an en çok Suna’nın bu hali meşgul ediyordu.
“Seyithan!”
Seyithan hastane koridorunda yankılanan sesle kafasını çevirdi. Gelen kuzeni Kemal’di. Arkasından da adamı Habib geliyordu.
“Lan ne yaptın sen? Ne yaptın?”
“Ne yapmışım?” Seyithan kaç aydır kahrını çeken kuzenine bile Suna için kafa tutmaya hazırdı. Kemal Seyithan’ın yanına gelip gözlerinin içine baktı.
“Oğlum düğünden gelin kaçırmak ne demek, yedi sülalemizi sikip atarlar. Bütün aşiretler onların tarafında olur. Çabuk bir yalan bulup kızı bırakıyorsun asabımı bozma.”
“Hiçbir bok yiyemezler. Götünden korkuyorsan defol git Kemal. Ben Suna’yı kaçırdım. Yaptığımın da arkasındayım.”
Kemal başını iki elinin arasına aldı. “Çok kan dökülecek Seyithan. Seni boynuzlayan kızdan vazgeçemediğin için çok kan dökülecek.”
“Ne dedin lan sen?” Seyithan Kemal’in yanına gidip yakasını ellerinin arasına aldı. “Bir daha desene lan hadi. De bir daha başkalarına gerek kalmadan ben dökeyim kanını.”
“Oğlum yakında gidip isteyeceğiz dediğin kız gidip başka adamla nikah kıyacaktı. Düğünü vardı lan bugün?” Seyithan duyduklarının doğru olduğunu bilse de evleneceği kadına laf gelmesini istemiyordu.
Habib koşarak gelip ikiliyi ayırmaya çalıştı. “Ağalar durun gözünüzü sevem. Gün birlik olma günü. Kendinize gelin güldürmeyin düşmanlarınızı.”
“Düşman mı? İçeridekinden büyük düşman mı var bize?”
“Yetti artık lan.” Seyithan yüzüne yumruğunu indirdiği kuzeninin düşmesine sebep oldu. İçindeki yangını söndürmeye tek yumruk yetmemişti.
“Kalk yerden kalk.” Yine de yerdeyken kanından olan amcasının oğluna vurmazdı. O yüzden kalkmasını kendisiyle dövüşmesini istiyordu.
Kemal yerden kalkarken elinin tersiyle alnının terini sildi. Şimdi yumruğa yumrukla cevap vermenin sırası gelmişti. O an Seyithan’ın adamlarından biri koşarak içeri girdi.
“Ağam Alacadağ’lar burada.”
“Adamlar çekip kafamıza sıksalar yeri.” Kemal olduğu yere çöktü.
Seyithan gelen adamına dönüp konuştu.“Takip mi etmişler, nasıl buldular bizi?”
Adam kendine gelen telefonu açtı. Sonra Seyithan’a baktı. Telefon hala kulağındaydı.
“Ağam Baran Ağa’nın karısı doğum yapıyormuş. Hastaneye ondan gelmişler. Bir de Onur Keskin’de bayılmış onu da farklı bir hastaneye götürmüşler. Alacadağ’lar şimdi hastanenin kadın doğum servisindelermiş.”
Seyithan en çok Onur şerefsizinin bayılmasına takılmıştı. Suna’nın da Onur’un da aynı anda bayılması tesadüf olamazdı.
Acil’in kapısı açılınca herkes kafasını kapıya çevirdi. İçeriden çıkan doktor ve hemşireleri gören Seyithan yanlarına gitti.
“Ne oldu doktor, neyi varmış?”
“Zehirlenme vakası ama gıda zehirlenmesi değil, dışarıdan alınan yapay bir zehir vücuduna etki etmiş. Tam zamanında gelmişsiniz. Hastamızın midesini yıkadık. Şu an hayati tehlikesi bulunmuyor. Kendisini ziyaret edebilirsiniz.”
Seyithan zehir lafını duyar duymaz kanı çekilmeye başlamıştı. Kim zehirlemeye çalışmıştı Suna’yı? Muhtemel Onur da zehirlenmiş olmalıydı.
Arkasını dönüp adamlarına talimat verdikten sonra acilin kapalı kapısından girip Suna’nın olduğu odaya doğru yürümeye başladı.