6. Bölüm

2871 Words
1 hafta sonra.. Çayımdan bir yudum alırken gülmemek için zor tutuyordum kendimi, İpek karşımda Hande cadısının taklidini yapıyordu ve çok başarılıydı. Karnım ağrımaya başlamıştı artık, İpek o kadar tatlı ve komik bir kızdı ki çok iyi anlaşmıştık. Buradaki en iyi arkadaşlarımdan birisi olmuştu, gülerek karşımdaki sandalyeye attı kendini. “Uzun zamandır şu hastane sınırlarında bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum.” Sanırım bende aynısını söyleyebilirdim, İpek çok güzel bir kızdı. Kıvırcık kumral saçları ve masmavi gözleri vardı, henüz sevgilisi olmamasına çok şaşırmıştım. O da benim gibi buraya geçen sene gelmişti, hastanedeki herkesin dedikodusunu yapmıştık birlikte. “Sen olmasaydın bu kadar eğlenemezdik ama.” Gülümseyerek kendi çayından bir yudum aldı, cebimdeki acil telefonu çalarken ikimizde aynı anda birbirimize baktık. “Sanırım tüm eğlencemiz buraya kadarmış hocam.” İkimizde ayağa fırlayıp koşar adım acile indik. Liam’ın adamları her yerdeydi ve bu fazla sinirimi bozmaya başlamıştı. Acile indiğimde kamuflajlı birkaç asker bana bakıyordu, hızlıca kenardan aldığım eldivenleri elime geçirdim. Kalbim korkuyla hızlanırken Gökçe ve diğerlerine bir şey olmaması için dualar ediyordum.. Sedyenin başına geçerken Ömer geldi hızlıca yanıma. “47 yaşlarında, kaçarken yaklaşık 3 metre yükseklikten kayalıklara düştü. Düşme sonrası kısa süreli bilinç kaybı yaşadı, ilk müdahaleyi olay yerinde yaptım. Sağ bölgede açık bir yarası var. Nabız 130/85 mmHg” Ömer’e şaşkınca bakıyordum, nasıl bu kadar bilgiliydi. Sedyede yatan adamın üzerinde terörist kıyafetleri vardı. Cebimdeki ışık kalemini çıkarıp gözlerine tuttum ve reflekslerini ölçtüm. “Refleks iyi durumda, hemen oksijen desteği istiyorum. Hastayı BT ye alın. Kafa kırığı ve hematom için acil nöroşirürji değerlendirilmesi yapılsın. Açık fraktür nedeniyle geniş spektrumlu antibiyotik ve Post-travmatik nöbet riski nedeniyle levetirasetam başlansın.” Hemşire beni onaylarken hastayı hızlıca BT odasına aldılar. Eldivenlerimi çıkarıp rahat bir nefes aldım, askerlerimize bir şey olmamıştı çok şükür. Ömer bu kadar bilgiye nasıl sahipti acaba? “O piçi hayatta tutman gerek, bizim için önemli bilgiler biliyor.” Gözlerimi daldığım boşluktan çekip Bora’ya baktım. Üzerinde siyah askeri kıyafetler vardı ve.. kahretsin ki yine çom yakışıklıydı. Yorgun görünüyordu. “Umalım da travma yüzünden hafızasını kaybetmemiş olsun.” Silahını çapraz takmıştı, üzerindeki çelik yelek bile o kadar ağır görünüyordu ki. Kaç gündür uykusuzdu acaba? “İki saatliğine geri getiremez misin?” Minik bir kahkaha atarken kehribarları gülüşüme kaymıştı. Bu çok saçma bir istekti ama tıpta henüz resmileşmemiş bir teorim vardı aslında. Ona doğru yaklaşıp duyabileceği bir şekilde fısıldadım. “Eğer aramızda kalıcaksa bunu yapabilirim.” Gülümsedi.. evet ilk kez onu gülümserken görüyordum ve öküz herif çok güzel gülüyordu. 1 haftadır görevde olmasına rağmen hala çok iyi kokuyordu, ondan bir adım uzaklaşıp kehribarlarına baktım tekrardan. “İyi misin?” Sorum onu anlık da olsa afallatmıştı ama hemen toparladı kendini, gözlerim bir süre vücudunda gezindi ve tam karın boşluğunda durdu. Siyah giydiği için belli olmuyordu ama kıyafetinde bir delik vardı, elim refleksle karnına giderken uzaklaşmaya çalıştı ama izin vermedim. Elimi karnına dokundurup geri çektiğimde elime bulaşan kana baktım. “Vuruldun mu?” Endişeli gözlerle ona bakıyordum, elini ensesine götürüp kaşıdı ve kafasını iki yana salladı. “Ufak bir sıyırık sadece.” Kaşlarımı çatarak elimi havaya kaldırdım ve görmesi için iyice ona uzattım. “Ufak bir sıyırıktan bu kadar kan geliceğini düşünmüyorum, yarana bakalım.” Acile gideceğim sırada kolumdan yakalayıp durdurdu beni. “Gerek yok, eve gidince pansuman yaparım.” Sinirle ona döndüm ve kolumu ondan kurtarıp göğsümde birleştirdim. “O halde hafızasını geri getirmemi unut, anlaşmamız bozulur.” Belli belirsiz gülerken sabır dilenircesine kafasını kaldırdı ve tekrar bana baktı. “Peki, o zaman kimsenin göremeyeceği bir yerde bak. Küçük bir sıyırık için mızmızlandığımı sanmasınlar.” Gözlerimi devirip elimle geçmesi için işaret ettim. Yürümeye başlarken bende onunla birlikte yürümeye başladım, asansöre binip 3. Katın düğmesini tuşladım. Umarım Liam’ın adamları onunla odaya girdiğimi görmezdi, asansörde birkaç kişi daha vardı. Birlikte asansörden inerken gözleri etrafta geziniyordu. “Takip ediliyorsun.” Ona baktım hayretle, bunu nasıl anlamıştı hemen? “Nasıl anladın?” Kaşlarını çatıp bana kısa bir bakış attı. “Ben askerim doktor, unuttun mu?” Askerler sürekli tehlikeyle burun buruna yaşıyordu. Takip edildiğini anlaması zor olmamalıydı. “Güvenlik için, Liam’ın kararı.” Liam’dan nişanlım diye bahsetmekten nefret ediyordum. Bu yüzden adını kullanmak daha iyiydi. Odaya girdiğimizde kapıyı arkamdan kapattım ve sedyeye geçmesini işaret ettim. Beni ikiletmeden sedyeye geçip oturdu, bende malzeme dolabından malzeme çıkarıyordum. “Üzerindekileri çıkartman gerek.” Malzemeleri alıp yanına ilerlerken biraz tuhaf hissediyordum. Daha önce birçok kez hastalarla baş başa odada kalmıştım ama şuan.. biraz tuhaftı. Üzerindeki çelik yeleği çıkarıp kenara koydu, daha sonra üzerindeki siyah uzun kollu tişörtüde çıkardığında.. sertçe yutkundum. Bu kaslar gerçek mi diye kontrol etmek istiyordum, elime hakim olmakta zorlanıyordum çünkü kasları.. muhteşemin ötesindeydi. KENDİNE GEL LAL! Derin bir nefes alıp kanayan yere odaklandım, siktir.. çok kanıyordu. Ters ters baktım gözlerine. “Ufak bir sıyırık demek, sanırım ölmeyi bayılmak falan sanıyorsun sen.” Dudakları hafifçe kıvrılırken gazlı bezlerden birisini yarasına bastırdım ve eldivenlerimi elime geçirip yeni bir gazlı bez aldım. Batikonu gazlı beze döküp diğer gazlı bezi kaldırdım. Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. “Biraz acıyabilir.” Kafasıyla beni onaylarken yarasına üfleyerek batikonla temizledim yarasını. Hiç tepki vermiyordu, gözlerine baktım tekrar ve gülüyordu. “Komik olan ne?” Dedim ters bir sesle, kafasını iki yana salladı. “Oradan bakıldığında küçük bir çocuk gibi mi duruyorum?” Yarasına üflediğim için benimle dalga geçiyordu. Sinirle batikonu yarasına bastırdığımda inleyerek elimi tuttu refleksle, bu sefer gülme sırası bendeydi. “Bilmem nasıl duruyormuşsun?” Gözlerini kısarken uyuşturucu iğneyi hazırlayıp yaranın etrafına enjekte ettim. Bölgenin uyuşmasını beklerken dikiş iğnesini ve ipi hazırladım. Dikişleri hızlı bir şekilde bitirirken pansumanına geçtim, o sırada kapım açıldı birden. Sinirle kapıyı çalmadan içeri giren dengesize baktım, Hande öfkeli gözlerle bize bakıyordu. “Bora, neden haber vermiyorsun geldiğini aşkım?” Yanımıza geldi birkaç adımda, Bora gözlerini devirmişti. “Kapılar süs olsun diye değil çalınsın diye var Hande hanım, bir daha odama kapıyı çalmadan girmeyin.” Ters ters baktı bana. “1 haftadır sevgilimden haber alamıyorum ve yaralandığını duyunca aklımı kaybettim, kusura bakmayın.” Yapmacık bir şekilde güldüm. “Bir daha olmasın.” Dedim yine aynı ters sesimle, Hande Bora’nın yanına oturup koluna dokundu. “İyi misin sevgilim, neden haber vermedin doktoru çağırırdım ben.” Biz burada eşşek başıydık çünkü, o kadar sene tıp fakültesini boşa okumuştuk. Sabır dileniyordum resmen. “Hande susucak mısın kafamı siktin gelir gelmez.” Hande bozulurken Bora’ya baktım, gözlerinde sevgiden çok nefret vardı sanki. Pansumanı tamamladıktan sonra öasamın başına geçtim ve reçete kağıdını alıp birkaç tane ilaç yazdım. Bora üzerini giyiyordu. “Birkaç gün su değdirmemeye çalış, duşa gireceğin zaman su geçirmez bantlardan yapıştırabilirsin üzerine. Pansumanını üç gün sonra değiştir, yaran derin olduğu için ağrı olucaktır. Herhangi bir ağrı kesici kullanabilirsin, biraz enfeksiyon kaptığı içinde antibiyotik yazdım mutlaka kullan. Pansuman sırasındada yazdığım kremi kullanırsın.” Elimdeki kağıdı ona uzatırken gözlerimiz birbirini buldu ama hemen çektim. Kağıdı elimden alırken Hande kenarda bizi izliyordu, biraz bozulmuştu sanki. “Teşekkür ederim.” Dedi düz bir sesle, başımla onu onaylarken Hande gülümseyerek Bora’nın koluna girdi ve bana üstten bir bakış atmaya çalıştı. “Ben ilgilenirim seninle sevgilim.” Gözlerimi devirirken Bora kolunu Hande’den kurtarıp çıktı. Bu ikisinin arasındaki ilişkiyi henüz anlamış değildim, Bora ona karşı soğuk duruyordu. Gerçi Hande gibi bir kadına başka nasıl tahammül edilebilirdi ki? Kapım çaldığında duruşumu dikleştirip ‘gel’ diye seslendim. Hemşirelerden biri elindeki raporları bana uzattı. “Hocam gelen hastanın BT ve Nöroşirürji sonuçları çıktı.” Raporları alıp inceledim. “Sol temporal kemikte lineer kırık Epidural hematom 20 mm kalınlık, midline shift 5 mm Temporal lobda kontüzyon” sıkıntılı bir nefes verip ayaklandım ve hastanın bulunduğu yoğun bakıma doğru ilerledim. “Hastayı ameliyata hazırlayın, ben birazdan geliyorum.” Hemşire hastayı hazırlamak için yoğun bakıma girerken kapıda bekleyen Gökçe ve Ömer’in yanına gittim. “Ameliyata alıyoruz, kafatasındaki kırıklar beyne zarar vermiş. Hasar bırakmış olabilir.” Gökçe sıkıntılı bir nefes verip saatine baktı. “Kaç saat sürer bu ameliyat.” Anlaşılan uykusu vardı ve zamana ihtiyacı vardı. “Beyne ne kadar zarar verdiğini bilmiyorum, durum değişebilir ama ortalama 1.5 saat sonra çıkmış oluruz.” Gökçe beni onaylayıp Ömer’e döndü. “Askerler ameliyathanenin kapısında beklesin, sen eve gidip dinlen bende bir yerlerde kestiririm. Sonrasında üsteğmen gelir.” Ömer Gökçe’yi onaylayıp bana kısa bir selam verdi ve koşar adım eve gitti resmen. “İstersen odamda uyuyabilirsin, İpek’e haber ver kimseyi almasın içeri.” Gökçe minnettar gözlerle bana baktı ve göz kırpıp odama doğru ilerledi. Bende ameliyata girdim, yaklaşık 1.5 saatlik ameliyatın sonunda hastayı yoğun bakıma almıştık. Uyanması için narkozu az vermişlerdi, bilekleri sedyeye kelepçeliydi. İlk kontroller için göz reflekslerini kontrol ettim. “Merhaba, sesi duyabiliyor musunuz?” Gözlerini kırpıştırarak baktı bana, kaşlarını çatıp kollarını oynatmaya çalıştı ama kelepçeler engel oluyordu. “Neredeyim ben!? Kimsin sen!?” Sakinleşmesi için serumuna sakinleştirici ekledim. “Ben doktor Lal, ameliyattan yeni çıktınız ani hareket yapmamanız gerekiyor. Size hitap edebilmek için adınızı öğrenebilir miyim?” Bana baktı emin olamayarak, etrafı inceledi bir süre. “Maho ben, arkadaşlarım nerede?” Adını hatırlıyordu. Adamın siması o kadar korkutucuydu ki kapıda askerler olmasa arkama bile bakmadan kaçardım. “Doğum tarihinizi hatırlıyor musunuz?” Hafıza kaybı geçirip geçirmediğini anlamaya çalışıyordum. Biraz düşündükten sonra ellerine baktı. “1975 3 nisan.” Doğduğu tarihi hatırlıyordu. “Yani kaç yaşındasınız?” Ne zamana kadar hatırladığını ölçmeye çalışıyordum, biraz daha düşündükten sonra konuştu. “30 yaşındayım, karım nerede?” 2005’e kadar hatırlıyordu, demek karısı vardı. Gülümseyerek elimdeki kağıtlara imza attım ve çıktım odadan. Bora yoğun bakımın kapısında bekliyordu, ilk ifadeyi onlar alıcaktı. Ağzımdaki maskeyi indirip elimi ceplerime soktum. “Şüphelendiğim gibi, hafıza kaybı var. 2005 yılında olduğumuzu sanıyor.” Bora bu habere pek memnun olmamıştı. “Numara yapıyor olabilir.” Kafamı iki yana salladım, bu ihtimali tahmin ettiğim için kafasını karıştırarak sormuştum. “Önce doğduğu yılı sordum, daha sonra yaşını. Hesaplama yapabilecek durumda değil, ifadesi bu kadar önemli mi?” Elini alnının ortasına götürüp ovdu, üzerini değiştirmiş duşa girmişti. Kokusu daha yoğundu. “Kaçırılan askerlerimizin yerini sadece o biliyor, bir an önce harekete geçmemiz gerek. Elimizde olduğu öğrenilirse şantaj yapıcaklardır.” Askerlerimizi mi kaçırmışlardı? Geçen her saniye onların hayatını tehlikeye atıyoruz demekti. Etrafı kontrol ettikten sonra ona doğru yaklaştım. “Söylediklerimde ciddiydim, eğer bunu gizli bir şekilde halledebiliceksen ilacı sana verebilirim. Askerleri bir an önce kurtarın.” Şaşkınca bana baktı, ona yakın olduğum için aramızdaki mesafe azalmıştı. “Onu karargaha götürücem, sende hazırlan.” Hafifçe güldü, bende mi hazırlanıcaktım? Bora bir şey dememe fırsat vermeden kapıdaki askerlerine döndü. “Hazırlanın, piç kurusunu karargaha götürüyoruz.” Askerler Bora’nın emriyle harekete geçerken bana döndü tekrar. “İki dakikaya kapıda ol doktor, çıkmamız gerek.” Söylediklerinde ciddiydi, odama gidip eşyalarımı aldım. Mesai saati bitmişti zaten, çantamı alıp otoparka indiğimde Bora arabamın önünde bekliyordu. “Güvenliğin için seninle gelicem.” Şoför koltuğuna geçicekken kapımı kapatıp elimdeki anahtarı aldı. “Arabayıda benim kullanmam gerek.” Kaşlarımı çattım. “Sebep?” Etrafa bakıp bana doğru eğildi. “Şuan teröristi konuşturucak ilaç senin elinde ve her an saldırıya uğrama ihtimalimiz var. Askerlerimi riske atamam.” Kollarımı göğsümde birleştirerek meydan okurcasına baktım ona. “Hala arabayı senin kullanmandaki sebebi anlayamadım.” Sabır dilenircesine bir nefes verdi. “Tehlikeli bir durumda kaçmamız daha kolay olur.” Dedi imalı bir ses tonuyla. “Yani benden daha iyi araba kullandığını idda ediyosun, öyle mi?” Alayla güldü ve üzerimde doğrulup elini cebine soktu. “İdda etmiyorum, öyle.” Şuan ağzımı eğerek onun taklidini yapma isteğimi bastırmak zorundaydım. Sabır dilenircesine elindeki anahtarı alıp şoför koltuğuna geçtim. “İyi o halde, kim daha iyiymiş otur ve izle.” Kapıyı suratına kapattığımda kaşlarını çatmış bir halde bakıyordu bana. Fazla vaktimiz olmadığı için sağ tarafa geçip oturdu, kemerini bağlayıp bana baktı. “İlerden sağ yap, 350 metre so..” arabayı çalıştırıp gazı köklerken cümlesi yarım kalmıştı, ani bir manevrayla sağa dönüp 350 metre sonrada sola dönüp ana caddeye çıkmıştım. Yolu hatırlıyordum, gittiğim yeri asla unutmazdım. Arabaların arasında yılan gibi süzülürken beni izliyordu, kısa bir bakış attım ona. Karargahın önüne yaklaşırken yavaşlamıştım, ikimizde konuşmuyorduk. Kapıdaki nöbetçi askere başıyla selam verdikten sonra arabayı otoparka park ettim. Bagajdan ilk yardım çantasını alıp birlikte sorgu odasına geçtik, adam yatakta boylu boyunca yatıyordu. Ömer başında serumunu takıyordu, Behzat albay ve Oğuz’da odadaydı. “Hoşgeldin kızım, bu yaptıklarını unutmayacağımı bilmeni isterim.” Behzat albaya kısa bir tebessüm gönderdikten sonra Ömer’in yanına geçtim. “İlacı enjekte ettikten sonra hafızası birkaç saatliğine geri gelicek ama sonrasında tamamen kaybedicek. Bu yüzden hızlı olmanız gerek, ayrıca fazla hırpalamamalısınız.” Hiçbirinin umrunda değildi yatakta yatan adamın sağlığı, tek gayeleri askerlerin yerini öğrenmekti. Çantamdan çıkardığım ampulü enjekte edip kolunu tuttum. “Kolunu ve ayaklarını sıkı tutun, kriz geçiricek.” Bora ve Oğuz ayaklarından tutarken Ömer ve bende diğer kolunu tutuyorduk. Behzat albay yanıma gelip elimi çekmemi istedi. “Sana zarar vermesini istemeyiz.” Geri çekilirken terörist çığlıklar atarak kriz geçirmeye başlamıştı. Ne Bora ne de diğerleri hiç zorlanmıyordu bile onu tutarken, ben olsam şimdiye yere kapaklanmıştım. “BIRAK, BIRAK BENİ BIRAK!” Çığlıkları odanın dört bir yanında yankılanırken serumun içine anestezi ilacıda koydum. Sakinleşip konuşması için. “Sakin olun, sadece birkaç dakika kaldı.” Adam kıpırdamaya çalışıyordu ama başaramıyordu, birkaç dakikanın sonunda gözleri yuvalarından çıkarcasına etrafa bakıyordu. “Neredeyim!? Bırakın lan beni!” Herkes elini ondan çekerken Bora tam karşısına geçip kollarını göğsünde birleştirdi. “Askerlerimin yerini söylemeden sana buradan çıkış yok Maho, ya konuşursun yada ölürsün.” Maho denen adam alyala güldü ve kolunu çekmeye çalıştı, kelepçeleri kırmaya çalışıyordu. “Öldürün lan o zaman, sizin gibi hainlere söyleyecek söz yok bende.” Adamın iğrenç bir aksanı vardı, kenardan aldığım ampulü serumun içine enjekte ederken herkes bana bakıyordu. “Ne koydun lan seruma, orosp..” Bora karnına sert bir yumruk geçirirken sözünü bitirmesine izin vermemişti. Ondan uzaklaşıp Bora’nın yanına geçtim. “Kendi ürettiğim bir zehir, panzehiri çantamda fakat siz konuşana kadar vaktiniz çoktan dolmuş olabilir. Ayrıca.. birazdan çektiğiniz acıların on katı kadar bir acı verebilir.” Adam korkuyla seruma bakarken çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Hepsinin gözü bana dönmüştü, Bora kaşlarını çattığında umursamazca omuz silktim. “İki saat burada bekleyecek halim yoktu elbette.” Adam ağlayarak bakıyordu bana. “Tamam.. tamam konuşacağım yalvarırım ver şu panzehiri.” Oyunum işe yaramıştı, Bora yanına gidip üzerine doğru eğildi. “Tek soru, askerlerim nerede?” Acıyla inledi ve konuşmaya başladı. “Suriye’nin doğusunda, sınıra 28 kilometre uzaklıkta 41 17 13.71 k 3 21 88.6 d” Bora telefonunu çıkarıp birisini aradı. “Turgut, 41 17 13.71 k 3 21 88.6 d ihaları gönderip kontrol edin.” Telefonu kapatmadan bize dönmüştü, adam panzehiri vermem için yalvarıyordu. Yaklaşık 5 dakika sonra tekrar konuştu. “Tamam, helikopteri hazırlayın.” Bora rahat bir nefes alıp Behzat albaya baktı. “Bulduk komutanım, timi hazırlıyorum.” Behzat albay Bora’ya bakıp eliyle dur işareti yaptı. “İlyas ve timi gitsin, yeni görevden geldiniz.” Bora tam itiraz edicekken Behzat albay tekrar konuştu. “İtiraz istemiyorum Karakurt, herkes yorgun ve ne sizi ne de askerlerimi riske atamam.” Bora kafasıyla onaylarken Behzat albay bana baktı. “Yardımların için teşekkür ederim küçük hanım, panzehiri verebilirsin.” Alt dudağımı dişlerimin arasına alırken kafamı iki yana salladım. Oğuz Ömer ve Behzat albayın aynı anda kaşları çatılırken sedyedeki adamın çığlıkları daha da arttı. “Gaspçı kafayı mı yedin ver panzehiri adam ölüyor.” Oğuz’a baktım ters ters bana sürekli gaspçı demesi sinirlerimi bozuyordu. “Panzehir falan yok, zehirde yok çünkü. Seruma vitamin enjekte ettim.” Herkes şaşkınca bana bakarken adamın çığlıkları kesilmişti, tek şaşırmayan Bora olmuştu. Adamın yanına gidip serumu durdurdum ve yenisiyle değiştirdim. “Bir yerde okumuştum, sana zehir verdiğimi düşündün ve acı çekiceğini söyledim. Beynin bu yalana o kadar çok inandı ki sana büyük bir oyun oynadı.” Adam öfkeyle bana bakarken küfürler etmeye başladı, elim refleksle kulağıma giderken Oğuz adamı dövmeye başlamıştı. Bora kolumdan tutarak beni dışarı çıkardı, ellerimi kulağımdan çektiğimde sesler kesilmişti. “İyi plandı.” İlk defa beni övmüştü, yüzümde gururlu bir gülüş belirdi ama o bunu hemen bozdu. “Şimdi gidelim, bir an önce uyumam gerek.” Önümde ilerlemeye başlarken bu dengesiz hallerine şaşkınlıkla bakıyordum. Sanırım uykusu geldiğinde çeneside düşüyordu, kapıyı açıp aynı anda bindik arabaya. Sessiz geçen yolculuğumuzun ardından arabayı otoparka park ettim. Bana döndü. “Sağol doktor, bugün çom yardımın dokundu.” Gülümsemem genişlerken zaferle baktım gözlerime. “İyi olduğumu kabullendin demek.” Gözleri kısılırken kafasıyla arabasını gösterdi. “Henüz değil, deneyip göreceğiz.” Bana yarış teklif ediyordu, elimi uzattım ve aynı onun gibi kıstım gözlerimi. “Anlaştık.” Elime kısa bir bakış attı, daha sonra elimin tutup kendisine doğru çekti. Bunu beklemediğim için bende ona doğru yaklaşmıştım. “Anlaştık.” Elimi elinden kurtarırken arabanın önünde elleri göğsünde bizi izleyen Hande’ye baktım, ölümcül bakışları benim üzerimdeydi. Arabadan inerken Bora’da benimle birlikte indi, tam yanlarından geçip gideceğim sırada Hande kolumdan yakaladı ve durdurdu beni. “Erkek arkadaşımın yanında çok dolanıyorsun doktorcum, ayağını denk almalısın.” Alayla baktım suratına, cidden bu kadar seviyesiz olamazdı. Kolumu ondan kurtarıp üzerine doğru eğildim. “Ne yaparsın? Milletvekilleriyle yakınlaşıp ayağımı mı kaydırırsın?” Bunu sadece onun duyabileceği bir ses tonunda söylemiştim, büyük bir şaşkınlıkla bana bakarken hemen toparladı kendisini. “Ne saçmalıyorsun sen!?” Bana doğeu bir hamle yapıcakken Bora onu kolundan sertçe çekip uzaklaştırdı. Sinirle bakıyordu ona. “Ne işin var senin burada!?” Hande gözlerini benden çekmiyordu, sevgilisinden kıskanıyordu beni. Onunla isteyerek yakınlaşmamıştık, onlara yardım etmek için aynı ortamda bulunmuştuk sadece. “Hastasın Bora, kalıp sana yemek yapmak istedim.” Onlar tartışırken ben çoktan asansörlerin olduğu bölüme gelmiştim bile. İpek bugün Hande ile ilgili şok olduğum bilgiler vermişti bana, sırf hastane müdürü olabilmek için milletvekilleriyle yakınlaştığını söylemişti. Bunu ona söylediğimde çok şaşırmıştı, buda İpek’in söylediklerini kanıtlar nitelikteydi. Bir an önce eve gidip duşa girmek ve rahat bir uyku çekmek istiyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD