Cesaretimi toplayıp kapıya doğru yürüdüm. Elime beni koruyacak bir şey almak istedim. Mutfak tezgâhından büyük makası kaptım. Soğuk metal parmaklarımda ağırdı.
Kapıya yaklaştıkça içimdeki korku büyüyordu. Saat geceye dönmüştü. Bu saatte kim gelirdi ki?
Kapıyı hafifçe araladım. Karşımda Aras beyi görünce elimdeki makasla olduğum yerde dona kaldım.
O, üzerindeki ceketi hala daha çıkarmamıştı. Saçları hafif alnına düşüyordu. Gözleri bir kıvılcım gibi parlıyordu.
-Ne…ne işiniz var burada? dedim. Sesimin titremesine engel olmaya çalışıyordum.
O, bakışlarını elimdeki makasa kaydırdı. Alaycı tavırla dudaklarını ıslattı.
-Beni bununla mı durduracaksın? Elimi işaret ederek.
Sinirden daha da sıktım makası.
-Gecenin bu saatinde kapıma gelmeniz doğru değil. Ayrıca ben seçilmedim. İş için gelmediyseniz gitmenizi rica ediyorum.
Kolunu kapının pervazına yasladı. İçeri girmemişti. Kapının eşiğinde duruyordu.
-Kim söyledi sana seçilmediğini?
-Siz görüşmenin sonunda “dönüş yapacağım” dediniz. Çoğu kişiye bu cevabı verip gönderiyorsunuz.
Gözlerini kısıp dikkatlice yüzüme baktı.
-Elif beni yanlış anladın. Seni seçtim fakat bazı şeyleri ofiste konuşmak istemedim.
Bir an içime bir sıcaklık yayıldı. Sonra aklıma babam geldi. Ve soğuk bir boşluk hissettim.
-Neden? Neyi konuşmak istemediniz?
Beş dakika sessiz kaldı. Sonra başını hafifçe eğip bakışlarını bana yaklaştırdı.
-Çünkü bu sadece iş meselesi değil Elif. Seni işe almak istiyorum fakat seni daha yakından tanımak istiyorum. Beni asiste edecek insanı yakından tanımak isterim.
Heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Fakat aklıma birden babam geldi.
-Babam şu an hastanede yatıyor. Hayatımda boşa zaman geçireceğim bir saniyem dahi yok. O yüzden eğer iş için gelmediyseniz tekrar ediyorum lütfen evimden ayrılın.
Sözlerim karşısında yüzü tuhaf bir hale büründü. Bakışları önce cam gibi keskinleşti. Hemen arkasından yumuşadı.
-Baban içinde konuşmamız gereken şeyler var Elif.
-Siz.. siz ne demek istiyorsunuz?
Derin bir nefes aldı.
-Şirketimin özel sağlık sigortası var. Eğer teklifimi kabul edip benimle çalışırsan tüm tedavi masraflarını karşılayacağım. Ayrıyetten çok daha iyi bir hastanede en iyi şekilde tedavi olmasını sağlayacağım.
Bu sözleri karşısında nutkum tutuldu, ne diyeceğimi bilemiyorum. Sanki zaman durmuş gibiydi. Eğer tedavi masrafları karşılanırsa kısa sürede eski sağlığına kavuşacaktı. Bakışlarımı ona çevirdim ne diyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum.
-Elif yarın sabah saat sekizde ofisimde seni bekliyor olacağım. Gelirsen teklifimi kabul ettiğini düşünerek ona göre işin işleyişini anlatan bir yazı vereceğim. Gelmezsen bir daha bu kapıya gelmeyeceğim. Seçim senin.
Başımı sallayıp kapıdan uğurladım. Arkasına dönüp bakmadan arabasına binip gitti.
Saat gece 01.01 i gösteriyordu. Beklediğim fırsat kapıma kadar gelmiş, sonunda babamın masraflarını karşılayacak bir fırsat doğmuştu.
Sabaha telefonum zil sesiyle uyanmıştım. Saate baktığımda 6.34 dü. Arayan kişi annemdi. Bu saatte kolay kolay aramazdı. İçimden “acaba babama bir şey mi oldu?” diye düşünmeden edemiyordum. Açmaya korkuyordum. Elim ayağım titremeye başlamıştı. Tüm cesaretimi toplayıp telefonu açtım.
-E-efendim anneciğim. Sesimin iyi çıkmasına çaba gösteriyordum.
-Güzel kızım günaydın. Uyuyor muydun?
-Günaydın anneciğim. Yeni kalkmıştım ayılmaya çalışıyordum. Hayır olsun inşallah bir şey mi oldu? Sen bu saatte pek aramazsın beni?
Sessizlik oluştu. Derin bir sessizlik. Bekleyişim iyice korkuya sebep oluyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
-Anne orada mısın?
Ses yok.
-Anne cevap verir misin?
-Anne babama bir şey mi oldu?
Cevap vermiyordu. İyice korkmaya başlıyodum. 28 derece havada elim ayağım buz kesmişti.
-Elifim sakin ol kızım. Bir şey yok merak etme. Sesin gelmedi az önce duyamadım seni ondan cevap veremedim sana. Korkuttuysam özür dilerim canım. Sen naptın iş buldun mu?
-Evet anne buldum. Yönetici asistanı olarak başlıyorum bugün.
-Oh çok şükür kızım. Ben seni daha fazla tutmayayım sen giyin hazırlan işine git hadi daha sonra konuşuruz.
Telefonu kapattı. Ama ses tonu çok endişeli geliyordu. Elimi yüzümü yıkamaya banyoya doğru gittim. Musluğu açtım ve akan suya bakmaya başladım. Babama bir şey olduğu belliydi fakat annem belli etmemeye çalışıyordu. Gün içinde öğrenmekten başka çarem yoktu.
DAN DAN DAN
İrkildim. Sabah saat 7 yi gösteriyordu. Bu saatte kim alacaklı gibi kapımı çalıyordu. İçimden “acaba Aras bey olabilir mi?” diye düşündüm ama neden o olsun ki? Sonuçta dün akşam söyleyeceklerini söylemiş ve ardından çekip gitmişti. Belki kapıcı ihtiyacım var mı diye yoklamaya gelmiştir? “Ama o böyle vurmaz ki? Saat 8 de başlar onun mesaisi. E kim o zaman?” Kendime kendime konuşmam bittiyse açıp bakmam en doğru karar olacak.
-Sabah sabah ne bu alacaklı gibi kapıyı çalmak gel kır sen de rahatla ben de rahat-
Kapıyı açmamla lafımın ağzıma tıkılması bir oldu. Kapıda duran koskoca yazılım dünyasının kralı Aras Beyoğlu duruyordu. Hem de elinde kahve ve kruvasanlarla.
Kapıyı açmamla kapamam bir olmuştu. Bu bir rüya olmalıydı. Gözlerimi kapatıp açtığımda karşımda Aras Beyoğlu olmayacaktı. Arkadan bir ses yükseldi.
-Elif kapıyı açar mısın? Neden suratıma kapatıyorsun kapıyı?
Gerçekten oydu. Aras beydi. Koskoca imparatorluk sahibi Aras Beyoğlu asistanını almak için kapısına kadar gelmişti.
-Ku-kusura bakmayın Aras bey. Sizi bu saatte kapıda görünce şok geçirdim. Dolayısıyla bunun bir rüya olduğunu düşündüm ve aniden kapama kararı aldım.
Duydukları karşısında hem şaşırmış, hem de mutlu olmuştu. Belli etmemeye çalışıyordu fakat mimikleri ele vermişti kendisini çoktan.
-Asistanımın ilk iş gününde işe geç kalmasını istemem. Ben planlı programlı ve disiplinli bir iş insanıyım Elif. Aç gelme diye de sana kruvasan getirdim.
Bakışları ciddiydi. Üstüne giydiği lacivert renkli takım elbise onu olduğundan çok daha iri gösteriyordu. Bakışları birden üstümdeki geceliğe kaydı. Kendimi çıplak gibi hissediyordum. Kalbim deli gibi atıyordu. Hızla ayağa kalktım.
Odama koştum. Dolabı açıp dün akşam planladığım kıyafetleri çıkardım.
Üzerime rahat bir yelek, altıma çizgili bir kumaş pantolon giydim. Ayağıma kısa topuklu ayakkabılarımı geçirdim. Saçlarımı doğal dalgalı bıraktım.
Makyajımı hızlıca yaptım. Sonra Aras’ın yanına döndüm.
“Hazırsan çıkalım mı, Elif?” dedi.
Başımı salladım. Evden birlikte çıktık. Araba kapısını bana bırakmadı, kendisi açtı. Mahcup bir ifadeyle ona baktım ve arabaya bindim.
Sürücü koltuğuna yürürken yine ona baktım. Yüzüm çoktan domates gibi kızarmıştı.
Arabayla yola çıkmıştık ki, telefonum çaldı. Bilmediğim bir numaraydı.
“Elif Hanım, merhabalar. Ben Ceren. Babanızın yeni hemşiresiyim. Müsait miydiniz?”
Şaşkına dönmüştüm. Neden beni arıyorlardı ki? Annem oradayken üstelik…
“Evet… sizi dinliyorum.”
“Elif Hanım… babanızın sağlık durumu şu an çok kritik. Ciddi bir enfeksiyon kaptı. Acilen hastaneye gelmeniz gerekiyor.”
Gözlerimi Aras’a çevirdim. O da şaşkın bakıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Aras telefonumu elimden aldı. O an donup kalmıştım.
Aras bir şeyler konuşuyordu ama sesini duyamıyordum. Kulağımda vızıltılar vardı.
Tek düşündüğüm:
Enfeksiyon…
Babam ölecek mi?
Nefesim daraldı. Ellerim buz gibi soğumuştu. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi.
Aras bir şeyler konuşuyordu ama kelimeleri seçemiyordum. Kulağımda sadece uğultu vardı.
Bütün vücudum uyuşmuş gibiydi. Ellerim buz kesmişti. Gözümün önünden babamın yüzü geçti. Makine sesleri… serumlar… doktorların ciddi bakışları…
Nefesim göğsümde sıkıştı.
Aras eliyle omzumu kavradı. Sesi buğulu bir boşluğun içinden ulaşıyordu bana.
“Elif… bak bana. Derin nefes al. Seni hemen hastaneye götürüyorum. Baban için ne gerekiyorsa yapacağım.”
Ona bakmaya çalıştım ama gözlerim doldu. Kelimeler ağzımdan dökülemedi.
O an tek bildiğim bir şey vardı:
Hayatım bir gecede altüst olmuştu. Ve bu adam… Aras Beyoğlu… her şeyin tam ortasında duruyordu.