1
Atakan
Bir temmuz sabahıydı...
Yazları İstanbul'da kalmış isem yapacaklarım sırasıyla şöyledir; yeni bir kız bulmak, daha yenisini bulmak, en yenisini bulmak... Bunun için de çeşitli yollar denerim. Bir gece kulübünde gözüme uzaktan kestirdiğim de gözüne uzaktan beni kestirmişse o gecenin sabahında terk edilmeye mahkum bir kız tanımışım demektir. Fakat sadece kestirme işini yapan ben isem vade yapabilirim, hem de peşin fiyatına. Vade işlemi bizim bankada ürünün cinsine göre değişir. Ailevi baskısı olmayan, zihin olarak da özgürlüğe meyilli bir kız bulmuşsam vade uzar. Ancak daha üçüncü günden sözde çaktırmadan evliliğe çıkan cümleler kuruyorsa vade kısadır. Kısa vadeli mevduat çok karlı bir yatırım olmaz ancak kar zarar hesabını geniş zamanda yapmak gerekir. Yapınca da her türlü karlısındır.
Klimaya, kapalı camlara, üzerimdeki ince giysilere rağmen dışarıdaki kırk derece sıcaklık ruhumu sıkıştırıyordu. Çalışmak zorunda değildim, kaldı ki şirkete gittiğim de yoktu. Fakat ne hikmettir ki muhterem pederim her hangi bir yurt dışı ve yurt içi ziyareti yapmama yasak koymuştu. Her gün şirkete gidecek, çalışmasam bile bana biçilmiş müdürlük görevine layık bir tavırla oturacaktım masamda. Babama yarım saatlik oturaklılığın uygunluğunu sordum. Uygunmuş... bazen onbeş dakika bile katlanamıyorum koltuğa. İşte bu yüzden insanlar sevdiği işi yapmalılar. Ben müzisyen olmayı seçerken bunu bütün kalbimle istemiştim. Babama göre çalgıcılık da olsa adı müzik klişe deyişle ruhumun gıdası. Kadınsız yaparım müziksiz asla. O sebepten ki babama, kurallarına, dilinden düşmeyen aile şanımıza inat her akşam bir gece kulübünde çıkar isimsiz, kimliksiz sadece ben ve müzik olarak yaşar, dinlenir, arınırım. Anneme göre müzik yapmak istemem kızların şarkıcı kısmına duyduğu ilgi. Birini tavlamak için ya paran ya da böyle popüler bir yeteneğin olmalıymış. Ben de ikisi de olduğundan bir türlü tek eşlilik kavramına ait olamıyormuşum. Anneme hak veriyorum ancak ben bu işlere bu kadar kafa yoramam.
Trafiğin her geçen dakika felakete dönüşmesi korkusuyla ilk bulduğum açıktan yolumu değiştirdim. Oradan ara sokaklardan birine döndüm. Yaşadığım şehirde trafik keşmekeşi ara sokak dinlemiyor olsa da bu sıcakta yapabileceğimin en iyisi buydu. O esnada çalan telefonumun bağlantısı aktif olmayınca, telefonu çıkarmaya yeltenmiştim ki yoldaki hakimiyetimi kaybettim ve birine çarpmak üzereyken ani bir fren yaptıysam da o birine çarptım. Panikle indim arabadan, yere yuvarlanmış bacağını tutan... biri denmezdi buna... bir kadın, bir insan, bir yaratık... bir melek! Gökyüzünden düşmüştü! Cehennem sıcağının orta yerinde bir huri. Ölümden sonra yaşama inanma isteği ile sarsıldım. Ayak bileğini ovarak oflayıp poflayan huriciğime odaklanmış, ayan beyan alık bir balık gibiyken "Dikkat etsene be!"cümlesi geldi. Bu filmi defalarca izledim. Sadece yeşilçam klasiği de değildir üstelik. Hollywood dahi kullanmıştı bu sahneyi. Bu sahne aşka giderdi. Aşk bana uzak bile olsa sahnenin yaşattığı devam sahnelerine uzandı hayalim. Kucağıma almalıydım, arabanın arkasına yatırmalıydım. Uzun kirpikli bakışları, muhtemelen takma,titremeli ve baygın düşmeliydi kollarımın arasında. Hafifçe inlemeliydi... İnleme kısmı sonra, devam sahnelerinde azcık sabır ya adam!
Korna sesiyle irkildim. Yeşilçamda trafik yok muydu? Hay bu trafiği icat edenin... sıkışan trafiğe öfkelenen sürücüler arabalarından inmeye başlamışlardı bile. Aklımı toparlayıp hurime doğru adım attım. Altın sarısı saçlar iyi bir kuaförün elinden çıkmış olduğu herhalinden belli bir doğallıktaydı. Lensleri... hangi markanın hangi numarasıydı bilmem ama Allah vergisi gibiydi mübarekler. Takma kirpikleri yoktu ama göz çukurları doğal makyajı ile kocaman görünüyordu. Hayır, kızda makyajda yoktu. Yanına eğildim, "İyi misiniz?"
"Bir de soruyor," diye bağırdı. "Kırmızı ışık diye bir şeyin varlığından haberin yok mu senin? Kırdın ayağımı... nasıl gideceğim ben işe şimdi? Patron kesin kovacak kesin! Allah'ın cezası, dikilip durma tepemde çekil, çekil!"
Hangi mahalledeydim ben? Bu şoparlık bu güzellikle nasıl böylesi zıttı? Annem böyle pasta yapmayı nereden öğrenmişti?
"Kazalar bilerek yapılmaz," demişim. İşte böylece tüm büyüyü bozdum.
"Vallahi de, yemin et! Ukala dümbeleği, çekil, çekil tepemden!"
Büyüyü ben bozmasam da bozan olacakmış!
"Yardım edeyim, bir hastaneye gidelim," diyerek elimi uzattım. Uzanan ellere karşı alerjisi varmış ne bileyim? Kaşlarını çatarak kendisi kalkmaya çalıştıysa da ayağı fena olmalıydı, yapamadı.
"Benim işe gitmem lazım yaaa," diyerek asfalta yumruk attı. Eli acımış olmalı! Hiç belli etmedi. "Ne talihsiz kızım ben Allah'ım, halbuki bu defa çok güzel dualar etmiştim."
Olmadı, yine kalkamadı. Yan şeritten geçmeye çalışan sürücüler arabalarının camlarından "Burası İstanbul," demeye başladılar. Bu şu demekti, bu şehirde ölmedi isen ya da ölüme yakın değilsen şerit ihlali hakkın yoktur. Çek arabanı birader derlerdi adama. Hurini bulmuşsun kimin umurunda? huysuz huri!
"Ambulans çağırayım ister misin?"
"İstemem!"
Çığlık kıyamet istemediğini söylese de zor şer kalkmasına yardım ettim.
Güzelim Yeşilçam senin masum bakışlı, yumuşak yüzlü hatunların nerede, nerede bu cadılar...
Arka koltuğa değil, ön tarafa oturmasına, koltuğu geriye çekmesine yardım ettim.
"Kırdın ayağımı," diyerek tısladı.
Hiçbir kızın bana bu kadar dirençli çıkışmasına alışkın değilimdir. Acaba ne kadar yakışıklı olduğumu görmemiş miydi acısından?
"Kırık değildir o kırık olsa duramazsın!"
Öyle bir bakış baktı ki, ne mavi ne yeşil okyanus derinliği gözleri keskin bir bıçak değmiş gibi yaktı gözlerimi. Kanadı belki de canım gözlerim. Akmadı bir şey yüzüme doğru, bilemedim o sebepten ben de...
"Ay aman ne komik?"
Hep böyle aksiydi belki de... babası gelse tanımaz cinsten. Etrafındaki herkes yaka silkiyordu. Yaşlı huysuzluğu cinsinden... Erken bunardı böyleleri. Gülmeyi bilmeyen uzun yaşamayı da beceremezdi . Kısa ömür, huzursuz yıllar... peh! Görüntüsüne tezat bir iştah kaybı yaşattı bana. Güzeller huysuz olur derdi ananem. Rahmetli öngörülü kadınmış!
"Komik olsun diye..." pısırık, tırsak bir şey oldum yanında. Oysa heybetli... tastamam olmasa da, yine de hatırı sayılır bir endamda adamımdır ben. Henüz yan gözle baktığımı gören hiçbir kızın yağlarının erimediği olmamıştır. Yağsız besbelli ki... zamanında eritmiş, şimdi kas kütlesi olarak duruyor.
"Altınıza milyonluk arabalar alıyorsunuz, fakat önünüze bakmayı öğrenemiyorsunuz."
Pek güzel bakarım önüme. İyiyimdir yani bu konuda, araba kullanmayı öğrendiğim ilk günden beri aslında. Telefonumun Bluetooth bağlantısında sorun olduğunu anlatsam acaba beni olgunlukla karşılar mıydı? Acaba olgun muydu?
"Üzgünüm... Çok üzgünüm! Umarım kırık değildir, kırıksa da ben tüm ihtiyacınız..."
"Yahu senin yüzünden işimi kaybettim ben!"
"Mesaj mı attı patronunuz?"
Kibarlığım karşımdaki cadıya rağmen sizli bizli tavrımla ispatlıdır. Lakin niye bu kadar kasmışım anlamış değilim.
"Ne mesajı?"
"Belki de çıkarmaz sizi işten, bir arasanız."
"Her gün her gün bahane yer mi adam? Daha geçen ay ayağımı burktum demiştim. Allah'ın sopası yok buldum cezamı."
"Yalan söylemek kötüdür tabii de hani o kadar adaletli bir sistem olsa ben ölmüştüm."
Kaşlarını çatarak döndü bana. Bakakalmışım! Huysuzluğuna inat nasıl güzel? Bir içim su! Karşında dursun sadece izle. Bir yerden sonra sıkılırsın demeyin, sıkılmak mümkün değil. Öylesi duru, ışık gibi... ölüme giderken de bir ışık yanarmış ve o ışığı takip ederek ulaştığın yerde bitermiş ömrün. Azrailin bir tür oyunlarından. Ah, nasıl bilemedim. Aslında çarptığım bir huri değil bir duvardı. Hızımla vurunca kafayı çarptım, iç kanamadan gitmek üzereyim fakat hayal kuruyorum.
"Önüne bak yahu önüne!"
Böyle huri mi olur be!
Silkelenip yola döndüm. "Şurada bir poliklinik var. Durum ağırsa büyük bir özel hastaneye gideriz ama şimdilik burası..."
"Uygundur, uygun!"
Yanında uzun konuşulmasına tahammülü yoktu besbelli. Ya da canının acısından! Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra acil bölümünden bir tekerlekli sandalye istemeye gittim. Döndüm ki çoktan inmiş, tek ayağının üzerine sekiyordu. Bir gülesim gelmedi değil. Gülersem haşlar beni diye korktum.
"Şimdi kaza falan adli vaka olmasın, düştüm desen olmaz mı?"
Sandalyeye oturmasına yardım ederken, babamın kulağına gidecek ufacık bir meseleden korkuyla ricada bulundum. Ne olur dedi ne de olmaz? Küçük bir plan yaptım kafamda. Adli işlem yapılırsa abimi arar, babamın duymasını engellemesini isterdim. Abim arkamı toplamaya alışkındır, zorlanmayacaktır. Yine de yok yere abimdeki kredimi harcamamalıydım.
Acilden içeri girdik, bizi karşılayan hemşireye durumu anlatmak üzere devreye girdim. Arkadaşım merdivenlerden düşmüştü.
"Siz işlemleri yaptırın, biz bir bakalım," denince sekreterliğe yöneldim. Hastanın nüfus cüzdanı istenince geri döndüm. Perdelerle ayrılmış müdahale odalarına tek tek başımı uzatmak suretiyle buldum arkadaşımı. Yalnız arkadaşımın adı neydi?
"Hayatım?"deyiverdim. Kız arkadaşım demiştim hemşireye isim tamlaması kurmak zorunda değildim ki. Hayatım, benim sesimi tanımayınca bozmadı bile pozunu.
"Canım," diyerek biraz daha yaklaştım. Ahlayıp vahlayan canım başını kaldırdı.
"Başlayacağım ha sana da?"dedi.
"Nüfus cüzdanını istiyorlar!" Mahcup delikanlı pozumu kestim. Yemedi!
"Al çantamdan!"
Arkadaş samimiyeti ne olacak canım? Fermuarını açtığım çantadan pardon tastamam ambardan nüfus cüzdanını bulmak zor oldu. "Cüzdanımda be," diye bağırmasa daha üç gün arardım.
Perihan mı? Kırk yaşüstü kadın ismi ile bu kıza yapılmış en büyük kötülüğü yapmamışlar mı? Perihan Kaya... kimsesiz çocukların soy ismi bile buymuş. Daha kötüsü olabilirdi deyip avuttum kendimi. İşlemleri yaptırdım ve beklemem istendiği için beklemeye başladım. Yarım saat sonra ayağında bir sargı ile tekerlikli sandalye üzerinde geri aldım arkadaşımı. İyi olup olmadığını sorduğumda bütün öfkesini yitirmiş bir kız buldum karşımda. Beni suçlamaktan vazgeçmiş kaderci olmuştu belki de bir anda. Başına bir şey düşmüştü besbelli.
"İyiyim," dedi uslu kız.
"Kırık değilmiş değil mi?"
"Üç dört gün üzerine basmazsam iyileşirmiş."
"Oh! Kırık değil demiştim bak sana!"
Başını salladı. Ne yani kırık olmadığına üzülmüş müydü?
"Seni gideceğin yere bırakayım?"
Omzunu silkti. "Gidecek yerim kalmadı artık. Patronum sakın gelme diye mesaj atmış."
"Hadi ya? Demiştin... Demek ki adamı tanıyormuşsun."
"Kadın!"
"Efendim?"
"Adam değil kadın!"
Omzuna dokunup teselli edesim geldi. Besbelli ihtiyacı vardı bu işe. Elinde tuttuğu ayakkabısına baktım. Güzelim sandaletin bağları kopmuştu. Ayağımdakileri çıkarıp versem... Pekala olmazdı, kırkdört numara giymediği çok net.
"Özür dilerim, daha dikkatli olsaydım işinden olmayacaktın."
Tatlı çocuk beni!
Başını salladı, dosdoğru hak veriyordu bana.
"Sana bir kahvaltı ısmarlarsam, özür mahiyetinde."
Hızlı yürüme sanatının incelikleri; ders bir!
"Evime bırakırsan sevinirim, minibüslerde böyle zorlanırım. Taksi için de fazla parasızım."
"Tabii, tabii bırakırım!"
Taksi paranı da verebilirim. Ama o seçenekte güzel gözlerini görme sürem kısalır. Çirkefliğin de gidip, uysallaşınca tadından yenmez bir masumiyet olduğun doğrudur. Bu masumiyet bana bulaşsın isterim, başkaca bir niyetim yoktur hakim bey!
Arabaya bindikten birkaç dakika sonra telefonla işine son verildiğini ve buna neden lanet kazayı anlatmaya başladı. Sakarın biri, belki de burada ahmak demek istemişti ama yanındaki varlığım buna mani oldu.
"Eve geçiyorum, akşam görüşürüz!"deyince kocasıyla konuşuyor olma ihtimali düştü aklıma. Tez elden parmaklarına baktım. Pırıl pırıldı parmaklar.
"Kahvaltı teklifim geçerli," dedim hemen boş parmaklardan yüz bulup.
"Benim de cevabım geçerli!"
Erkeklere karşı temkinli olabilirdi. Namuslu her kız... Pek namuslu kız tanımamıştım. Namus kavramı karşılıklı olunca beni öylesi bulmadı diyebilirim. Zaten böyle şeyleri de sorun etmem. Bizim evin erkeklerine iş atmadıkça her türlü kadının başımın üstünde... tepeme çıkarmama gerek yok herkes yerini bilsin.
Sokağında çocukların top oynadığı eski mahallelerden birine bıraktım kazazedemi. Bir kez daha özür diledim, bir kez daha yanıtsız kaldım. Kızgındı başına gelenlerin sorumlusu olan bana. İnsanlar tanımadıkları kimselere kızgın olmamalılar aslen. Belki tanımak için fırsat verilmeli... Apartmanından içeri girmek üzere iken geri döndü ve düşündüğüm her şey anında dağıldı. Arabamı işaret etti, "Altınızdaki arabaların konforunda insanların hayatlarının içine sıçıyorsunuz. Allah sizin gibilerin topunun belasını versin!"
Merak etmeyin, yüzüme tükürmedi.