Peri
Bir pazar sabahıydı Suzan yetimhaneden kaçtığında. İlk kez o sabah bana düşenden daha fazla zeytin yiyememiştim. O zeytin sevmezdi, bense bir avuç zeytini çabucak haklayabilirdim. Kaçışından üç gün sonra buluştuk bir sahil kafesinde. Bana hesap ödetmedi. Bir tost bir de çay ısmarladı. Onsekizimi beklemeden kurtulmamı, özgür olmamı, onun yanına gelmemi söyledi durdu. Dışarıdan, birilerinin koruması olmadan yaşamaktan korktuğumu bile bile ısrar etti. Kabul etmedim! Benim ölene kadar arkadaşım, sırdaşım, kardeşimdi Suzan ama devlet bana kapıyı göstermeden kaçmayacaktım oradan. "Olsun," dedi. "Ben hayatımı düzene sokarım sen gelene kadar, iş bulurum. Gerçi işim olsa da olmasa da Feyyaz bana gül gibi bakar. Öyle çok seviyor ki beni!"
Feyyaz'ın onu sevdiğine hiç inanmadım. Herhangi birini sevebilecek gibi görünmedi gözüme. Haydut, hırsız, kapkaççı, katil... Kısaca hangisi olursa olsun fena biri gibi görünüyordu gözüme. Suzan bunu hiç kabul etmedi. İlk kez birini sevdiğini söylemiyordu ama ilk kez doğru olanı bulduğu konusunda emindi. Ben bir türlü emin olamayınca Feyyaz'dan daha az bahseder oldu. Bundan sonraki buluşmalarımızda da gereksiz yere övüp durmayı bıraktı. Evleneceklerdi, Suzan onsekizini doldurur doldurmaz. Evlendiklerinde yanlarında kalmamın uygun olmayacağından bahsettim. Ne olacaktı ki, Feyyaz sorun etmezdi böyle şeyleri. Suzan benden önce onsekiz oldu, sormadım ama ne yalan söyleyeyim hep nikah tarihi verecek bana diye umut eder oldum. O adam yüzünden yurttan kaçmış, okulu bırakmıştı. En azından evlenir, gerçekten bir yuva kurarsa... Yuva kurmak şurada dursun, her geçen gün neşesi de azaldı Suzan'ın. Sorunca sahte kahkahalar attı, havadan nem kaptığımı ima etti. Yurtla ilişiğimin kesildiği günü dört gözle bekleyen arkadaşım, o günü de anmaz oldu.
Yine de o gün kapıdaydı, hemen oracıkta bana sarılmayı bekliyordu. Bir taksi tutmuştu beni götürmek için. Yol boyu sustu, o sustukça konuşmadım. Şoföre evini tarif ederken ara ara lafının arasına sıkıştırdı, biraz döküntüymüş evi, biraz da soğuk. Yurdun sıcağı kuruymuş ama bizim evimiz soğuk da olsa o kuru sıcaktan iyiymiş. Evini bizim kılıyordu. Feyyaz'ın, onun ve benim...
Virane bir apartmanın çatı katında oturuyorlardı Feyyaz'la. Tavanı akan, evin köşelerine konulan leğenleri dolduran ıslaklıkta bir ev. Kuru sıcak olmayışını hemen anlamlandırdım. Bir yatak odası bir de salonu vardı. Belki salon belki daha küçük bir oda. Mutfağı yoktu; bir göz ocak, duvara sabitlenmiş çıtadan raflar, raflarda yağlı, pis kap kacak. Bulaşıkları balkonda yıkıyormuş orada varmış musluk. Buz gibi balkonun buz gibi taştan korkuluğuna tünedi arka arkaya iki sigara yaktı Suzan. Durduğum yerden baktım koca şehre. Her yüzünü çirkin bulmakta haklı olduğumu haykırdı gördüklerim. Bir güzellik yaşatacaksa da bana önce çektirirdi ceremesini, sonra verirdi ne verecekse.
"Feyyaz nerede?"
"Gelir birazdan!"
Anlatamadıklarını anlamam için beklemiştik sanki Feyyaz'ı. Beyaz, az yağlı bir makarna ile ortadaki sehpaya kurulan akşam yemeğine yetişti Feyyaz.
"Çıktın mı kız?"dediğinde yıllardır mahpus yatmışım gibi hissettim. "Ne yiyoruz?"
Öpmedi Suzan'ı; kimse kimseye hoşgeldin demedi. Aileler böyle olmazdı.
"Sen başka yemek bilmez misin lan orospu?"
Bir keresinde bizi sinemaya götürmüştü Feyyaz. Bilet kesen kız bize öğrenci indirimi yaptı ona yapmadı diye gıyabında tam da böyle söylemişti. Canım sıkılmıştı bu yaptığına, ses etmemiştim Suzan üzülmesin diye. O gün geldi aklıma, Suzan'a baktım; hakaret edilmiş olmasını önemsememiş gibiydi. "Etleri terbiye etmeyi unutmuşum," dedi sadece. Tabakları yere serdi Feyyaz, öyle bağırdı öyle bağırdı ki o gittiğinde bile sesi kulaklarımda çınladı. Suzan ağlamadı, daha çok sigara içti, bir de küfretti. Hiçbir şeyin anlattığı gibi olmadığını hissettiğimi söyledim.
"Hayal kur istedim kız, onu bile kuramadın mı?"
Oysa biz Suzan'la çok hayal ekmeği yerdik. İçi dolu, lezzetli, doyurucu...
"Başka gidecek yerin olsaydı, izimi kaybettirirdim sana. Biliyorum ki yok, bu kadar kimsesiz olmak zorunda mısın lan Peri?"
O gün yan yana uyuduk Suzan'la. Ev bahsettiğinden daha soğuktu. Sabaha kadar titredim diye ayaklarımı ısıttı Suzan.
"Benden sadece sekiz ay büyüksün," dedim ona gece yarısı bir saatte. Bilmiştim, o da uyumamıştı. "Sadece anneler ısıtır çocuklarının ayaklarını."
"Her anne değil!"
"Üzülme Suzan, sabah olunca çıkıp gidelim buradan. Feyyaz'a muhtaç değilsin, olmazsa bu şehirden de gidelim. Sıfırdan başlayalım."
"Eksideyiz..."
"Eksiden başlayalım o zaman!"
"Gidemem!"
Anlamadım neden gidemez? İnsan ne isterse onu yapar kimse buna mani olamazdı ki?
Birkaç gün geçti öyle. Suzan aynı yerde sigara içti, ben yanı başında şehre baktım. Havalar git gide soğudu, bir türlü o evde rahat bir uyku uyumadım. O birkaç günün sonunda yine geldi Feyyaz. "Yarına hazır olun, Sakarya'da bir iş var," dedi. Ona sormadım nasıl bir iş olduğunu, hatta beni de dahil etmesine sevindim içten içe. Üç beş kuruş kazanırsam cebime harçlık olurdu, temelli bir iş bulana kadar da fena olmazdı.
Yanılıyordum! Çok fena olacaktı...
O gece yine ayaklarımı Suzan'ın bacaklarının arasına sokuşturmuştum. Uyuyup uyanmış bir türlü dalamamıştım şöyle rahat bir uykuya.
"Sana bir şey söyleyeceğim Peri," dedi bir anda Suzan. Uyumamış meğer o da hiç fark etmemişim.
"Rüyanda mı gördün?"
"Bu yarınki iş..."
"Evet..."
"Feyyaz böyle işler ayarlıyor hep. Eğer güvenini kazanırsam daha çok para kazanacağımı da söylüyor. Şuan bana güvenmediği için paramı vermiyormuş. Başta itiraz ettim, falan..."
"Anlamadım!"
"Göründüğü gibi değil, çok güçlü biri. Kapının önünde hep bir adam durur. Nereye gitsem peşimde. O yüzden sakın gidelim deme. Bir avantajı var genelde elit insanlar, zengin, kibar..."
"Kimler?"
"Müşteriler..."
"Ne müşterisi?"
"Yarın ki iş şeymiş... adamın bekarlığa veda partisi varmış. Arkadaşları falan. Başka kızlar da olacakmış. Eğlence işleri işte. Sorun çıkarmaman için seninle konuşmamı istedi Feyyaz. Konuşamadım bir türlü." Yatağın içinde toparlandı, ay ışığının bile vurmadığı karanlık odamızda tutuverdi elimi. "Kurban olayım Peri," dedi. Tutulmuş gibiydim, yattığım yerden toparlanamadım bile. Neydi bu işin aslı astarı etraflıca anlatsaydı ya. "Öldürür bizi, ben denedim çok denedim karşı gelemiyorsun. Çok dövüyor, hiç acıması yok. Allahsızın teki! Komalık etti gözümün önünde kızın birini. Sadece biz de değiliz üstelik, başka kızlar da var. Alışıyorsun ama Peri vallahi alışıyorsun!"
"Polisi arayalım!"
"Evet, üç beş gün içeride sonra tutuksuz serbest. Gebertir bizi!"
"Neden beni soktun bu işin içine Suzan?"
Bencillik gibi geldi sonra bu laflar bana. Kendisi de kurtulmak istiyordu, pınar gibi akıyordu gözlerinden yaşlar. Gördüğüm yoktu ama burnunu çekişi, sesi bana aksini söylemiyordu. Birkaç kez tutulmuş gibi, "Ben yapamam," dedim.
Yapamam deme, neleri yapabileceğini görmeden!
Feyyaz'dan, dövülmekten, hatta ölmekten bile korkmadığımı fark edip sürüklendim o selde. Bir mucize bekledim, olmadı. Özel araçlarla alındık evimizden. Bedenlerimiz soruldu yol üzerinde. Her türlü özelimiz ulu orta iken bu normal olabiliyordu. Yalan söylüyordu Suzan, alışmamıştı gözleri puslu pusluydu. Ağladı ağlayacak... Sadece tutmasını biliyordu akmak isteyen yaşları. Elimi tuttu birkaç kez, her seferinde hırsla çektim elimi. Kızgındım ona, bir kez olsun bahsetseydi yaşayacaklarımdan, seçme şansı verseydi. Tercihim sokaklar olurdu, sokaklar da aynı yere götürürdü. Belki daha da fenası.
Tam dört kızdık. Diğer ikisinin çok neşeli olduğunu hatırlıyorum. Yaşça bizden büyük, bizden de çokça tecrübeli oldukları her hallerinden belliydi. Yüksek perdeden konuşuyor öyle de gülüyorlardı. Durup durup bize takılıyorlar, suratlarımızın sirke sattığına dair benzetmeler yapıyorlardı. Böyle yapmaya devam edersek, adamlar bizi görür görmez başlarından atacaklardı. Feyyaz da canımıza ot tıkayacaktı.
Suzan onun adını her duyduğunda ürküyordu. Ondan bu kadar korkarken beni kendisinden uzak tutmaktan da korktuğunu düşünüyordum. Feyyaz benim de onlara katılmam üzerine planlar yaparken Suzan aksi yönde hareket edemezdi. Yine de kabahatliydi. Çokça! Onu hayatımın sonuna kadar affedemem deyip duruyordum içimden.
Arabanın konforu bozulduğunda bir toprak yola girdik. Çok sürmedi yeniden asfalta çıktık. Direksiyondaki şoför on dakikalık yolumuz kaldığını söylediğinde diğer kızlar derin bir oh çekti. İçlerinden biri laf arasında sıradan olmadığımızı söylemişti. Şimdi düşünüyorum bu sözü hangisi etmişti, hatırlayamam. Şoför de alay etmişti bu sözle, "Sizin bir gecenize güç mü yeter?"demişti.
Bu işte de vardı sınıf ayrımı. Belli bir yaşa ve belli bir güzelliğe sahip olanlar doğru patronu da bulurlarsa çok iyi paralara kalender adamlara satılıyorlardı. Kalender adamlar da parayla kadınlar buluyorlardı. Ancak bu kadınlar da bazı incelikleri bilen yetenekte oluyordu. Suzan öğrenmiş miydi acaba bu incelikleri? Ya da birileri de birazdan bana eğitim mi verecekti? Yaşayacaklarımı almadıkça aklım göğsüm yerinden kopacak gibi hissediyordum. Artık emindim ki Allah beni hiç sevmiyordu ve bugünden sonra da sevme ihtimali yoktu.
***
Yüksek duvarlarla çevrili bir bahçenin devasa demir kapısı bize açıldığında, yanımızdaki kızlar gördükleri doğal güzelliklere ağızlarını ayırarak bakıyorlardı. Meyve ağaçları vezeytinliklerin bitiminde üç katlı bir villa karşıladı bizi.
"Oha eve bak," dedi kızlardan biri diğerine.
"Ben on gün kalabilirim burada!"
Duvarları, eşyaları, şatafatı yeter miydi günlerce orada kalmak istemeye? Ne fark ederdi ha zengin evi ha fakir? Yaşanılan ve yaşatılan aynı oldukça.