Atakan
Yüzüme tükürmedi ise tükürene kadar uğraşmak erkeğin çapkınlığının şanındandır, dedim ve üçüncü gün elimde çiçeğimle kapısını çaldım. Kapının önünde iki çocuğa sordum, "Burada Perihan Kaya diye biri oturuyormuş, kaç numaralı dairede?" diye. Öyle birini tanımıyorlarmış! Annesi ya da babasının adı ile sormak lazımdı ancak kimliğinden o bilgileri detayı ile almamıştım. Bazen olması gerekenden daha ısrarcı olduğumu söyleyenlere, "Hadi be oradan," demişliğim çoktur. Ancak bugün görüyorum ki dibine kadar haklılarmış. Taktığımı sağlam takıntı yaptığım yetmez gibi bir de her türlü soytarılığı mübah kabul ediyorum.
Apartmandan içeri girip, zemin kat sakinlerinin uğradığı falanca nerede oturuyor yağmalamasını yapmak üzere zili çaldım. Kapıyı kimse açmayınca bir kat üste çıktım, dört numaralı dairenin kapısını bir ay ışığı, huysuz huri, aksi cadım açtı. Güzelim ayağı halen daha sargılıydı ve kim bilir kapıyı açmak için ne kadar da zorlanmıştı.
"Ne?" dedi düpedüz yüzüme doğru bağırarak.
"Geçmiş olsun," dedim elimdeki laleleri göstererek. "Lale sever misin?"
Derin bir iç çekişle elimdeki buketi alıp "Sevmem! Ne istiyorsun?" diye çemkirdi.
Sevmiyorsun da niye kabul ediyorsun? Kıyamadı bana güvercinim.
"Geçmiş olsun ziyaretine geldim."
"Ne münasebet canım?"
Hafiften gülümsedim. Gülümseyince gamzelerim ortaya çıkarmış, böylelikle daha bir yakışıklı olurmuşum. Hiç de kendimi beğenmişlikten söylemiyorum bu sözleri, kaç kız tanıdıysam bana bunları söylerken son derece aşıktılar.
"Aynı zamanda tekrar özür dilerim."
Başını iki yana salladı. Ne yani bu da mı işe yaramamıştı?
"Tamam, özrünü diledin, çiçeğini verdin, apartman çıkışını biliyorsun herhalde..."
"Belki bir kahve ikram ederdin bana?"
Ayağını gösterdi, "Baksana sen bu ayakla kahve yapacak değilim." Tşörtünün düştüğü omzunun açıkta kalan kısmına anında gömülmek... Sapıkça bütün duygularımı bastırmak adına cici oğlan olup "Ben yaparım," dedim. "Gerçekten sana, yani ayağına olanlar yüzünden üzgünüm. İzin ver hatamı telafi edeyim, gerekirse iş yerinle konuşurum, gerekirse yeni iş bulurum."
Ne kadar zor durumdaysa artık yeni iş teklifim ile kapıyı ardına kadar açtı. "Evde kahve yok!" dedi kabaca.
"Ne yapalım canım?" dedim içeri doğru adımı atarak. Çiçeği tutmayan eliyle önüme geçti, "Ayakkabılarını çıkar," diye emretti.
Kabaydı, ukalaydı, sinir bozucuydu! Ama sertti, çok sert! Ayakkabılarımı çıkardım, en çok da bileklerimde kalan çoraplarımın görünmesinden rahatsız gösterdiği yere yöneldim. Baktım topallıyor, yardım teklif edecek oldum, "Çek elini," diye terslendi. Yüzdüğüm sular hep derin olurdu benim ama bu defa sığdı. Sığ yerde kulaç atarsan ne olur; dağıtırsın ambalajı! Etrafa dağılmış gazeteler, açık duran bir televizyondan gelen gündüz kuşağı programı ve essin diye açılmış pencereden dolan tuhaf sesler! Eski koltuk takımının parçalarından birine oturdum. Elinde çiçeğim ile karşıma geçti ve adeta tokatlamamak için kendini zor tutarcasına bana bakarak "Konuş ve git," pozu kesti. Bunu böylece söylese de garipsemezdim çünkü aksi cadıma en çok da bu haller yakışıyordu.
"Ben," diye başladım. Hangi ara çekingen bir delikanlıya dönüşmüştüm ki ben? Kaldı ki delikanlılığı çok geride bıraktım. Otuz üç yaşındayım yahu! "Ne iş yapıyordun?"
"Ne iş olsa yaparım ben, sen iş ayarlayacaksan ayarlayabileceğin sektörleri söyle."
Aklıma ilk olarak bizim sektör geldi. Şirkete gitmek için sebebim olurdu, her şey çok daha güzel olurdu falan da filan! Abim geldi gözümün önüne, tecrübesiz ve belki de eğitimsiz bir kızı işe aldığım için söylenirken babam duyuyordu ve olan oluyordu. Kıza rezil olduğum ayrı, yaptığım da işe yaramayacaktı.
"Otomobil," diye atılıverdim. Aklıma kadim arkadaşım geldi, o beni kırmaz kafası basmayan bir aptala bile iş verirdi. Yalnız bu kadar güzel yüzü taşıyan kafanın çalışmama ihtimali pek bir eksik imalat olmaz mıydı?
"Ne otomobili?"
"İyi bir markanın satış ofisinde temsilci olabilirsin."
Güldü, tabir caizse sırıtırcasına. Dolgun dudakları yayıldı yüzünde, şehvetle öpmek hissi ile sarsıldım. Acaba kaç gün sonra ne istesem yapabileceğim kadar yakın olurduk?
"Neden güldün?"
"Anlamam ben o işten!"
"Eğitim vermeden başlatmazlar zaten. Senin uzman olduğun bir alan varsa bakarım, ayarlarım ben.
"Bu kadar çok ayarlarım diyen erkeklerin geneli sahtekardır biliyorsun değil mi?"
Ne kadar çok erkek tanımış olabileceğini düşündüm? Dağıttım düşüncelerimi; tecrübe iyidir. Salaş tişörtünden görünen omzunu örtünce huzursuzca kıpırdadım yerimde. Manzara yine de güzeldi.
"Bilmiyorum. Erkekler değil kadınlarla ilgileniyorum!"
"Kadınlar seninle ilgileniyor mu?"
"Firesiz gidiyorum ama bakalım..."
Yüzünü astı, "Gerçekten iş ayarlayacak mısın bana?"
"Gerçekten diyorum," diyerek biraz yüksek perdeden savunmaya geçtim. Benim niyetim ciddi, iş güç derken seni de kafalamak istemek kadar ciddi! "Sen bana numaranı ver, ben seni her şey hallolunca arayayım."
Biraz düşündü, mecburdu besbelli. Rutubet kokan evi, döküntü eşyaları ve incinmiş ayağı ile istemeyerek verdi numarasını. Sonra da gitmemi istercesine dış kapıyı gösterdi. Lafı çabuk bağladığım için pişman oldum, el mahkum kalktım ayağa. Güvercinleri ürkütmeden alıştırınca özgürlüklerini bile sana bağışlarlar, felsefesi ile sabrımı bağrıma basıp kalktım.
Tam dört gün sonra aradım peri padişahının asi kızını. Bir saate de bizim Yıldırım'ın bayiinin önünde karşıladım onu. Topallamıyordu, saçlarını at kuyruğu toplamıştı ve bir gömlek, bir pantolon ile hanımefendi kılığına bürünmüştü.
"Ben asi severim," dedim onu görür görmez.
"Ne diyorsun be?" diye tersledi dakika bir gol bir.
"Bu da yakışmış ama," dedim saçlarını göstererek.
"Asılma vallahi fena olur!"
Güzel! İkimizde nettik, oynamaya, rol kesmeye gerek yoktu. Yıldırım'ın yanına kadar eşlik ettim ona. Yıldırım, eleman ihtiyacı olduğundan bahsetmişti bana ben de çok yakın arkadaşımı tavsiye etmiştim. Peri padişahının asi kızı bir anda çok yakın arkadaşım olmuştu, Yıldırım da eleman ihtiyacı ile kavrulan bir patron. Son derece kibar bir tutumla birer limonata söyledi Yıldırım bize. Bir kaç soru sordu formaliteden. Peri padişahı babası liseden sonra okutmamıştı kızımızı. Karşılama hostesliği yapmıştı bir süre, ardından bir kebapçı açmıştı ancak mali krize girip kapatmıştı, sonra bir kaç yerde daha garson olarak çalışmıştı en son da bir mağazada satış temsilciliği yapmıştı. Yıldırım bütün bunları dinleyip bana bakarak, "Yaptığınız işlerle bizim işimizin hiç alakası yok biliyorsunuz," dedi. Sonra yeniden cadımı hedef alarak, "Ama imkansız değil, zaten her eleman alımı öncesi iş öğretmek durumundayız. Umarım çabuk alışırsınız. Başlangıç asgari ücret, yol, yemek şeklinde olur sonra performansa göre ücret kısmını değerlendiririz. Ancak ilk altı ay artış beklemeyin."
Hiç itiraz etmedi benimkisi. Ne iş olsa yaparım tavrıyla razı geldi. Bayii'nin bir üniforması vardı, evraklarını tamamlayıp getirdikten sonra anlaşmalı terziye gidip bedenine uygun kıyafetini hazırda varsa alabilirdi, yoksa da dikim için beden verirdi. El sıkıştıklarında ben de kalktım, sonuçtan memnun gidecekken "Sen kalsaydın laflardık biraz," dedi Yıldırım. Sırası mı şimdi bakışı attım eski dostuma?
"Uğrarım," diyerek takıldım bizimkinin peşine. "Kutlayalım bunu," dedim önünü kesip.
"Bak," diye başladı ciddi bir tavırla. "Ben senin bildiğin kızlara hiç benzemem. Üstelik seninle öldürecek zamanım da yok! Sana minnettar olduğumu falan sanıyorsan da yanılıyorsun. İşimi senin yüzünden kaybettim sen de karşılığında bir iyilik yaptın. Teşekkür ederim, hepsi bu kadar. Rica ederim şimdi çekil yolumdan. Yoksa bir dahakine rica da etmem direkt patlatırım."
Patlatırım kısmında dişlerini öyle bir sıktı ki, afalladım. Fena bir şey mi yapıyordum ben? Bir tür kötülük yerine geçecek...
"Kusura bakma," derken buldum kendimi hem de son derece gardımı düşürerek. "Bir çay içeriz demiştim ama frekanslarımız çok farklı besbelli."
"Çok!"
"Tamam, hoşça kal o zaman!"
Yüreğimde bir adam konuştu. Nasıl girdiyse münasebetsiz oraya? Şeytan dedi tut kulağından götür annene pataklasın densizi. Gitmek üzereyken geri döndüm, "Bir kahve içecek kadar da mı vaktin yok? Söz asılmayacağım!"