Hayatın kimi nereye hangi plan ile götürdüğünü anlamak imkansızdı. Yaklaşık iki hafta öncesine kadar bir takıma bağlı olarak zorda olsa antrenmandan antrenmana koşuyordu. Fakat, tek bir doktor muayenesinde dünya üzerindeki sözde şanslı insanlardan biri olmuştu. Aslına bakarsa bunun şansla falan ilgisi yoktu. Kim, üç tane böbreği olduğunu öğrendiği günün ardından nakil olmak için nikah masasına otururdu ki? Sanırım şanslı olduğunu düşünen hiç kimse…
İdil, sabahın erken saatlerinde daha gözünü açtığı ilk saniyelerde kapısı çalınarak evinden alınmıştı. Sabaha kadar arkadaşı Birce’nin onu vazgeçirme konuşmalarına boyun eğmemişti fakat, şu anda duran arabanın içinde önünde durdukları eve bakıyordu. Yalan söylemeye gerek yoktu. İçindeki korku keşke Birce’yi dinleseydim diye bağırmıyor değildi. Çünkü kalbi içinde deli gibi atıyordu ve neredeyse nefes alması bile değişmişti. Yani bu ev ise kendi nerede yaşıyordu acaba diye düşünmeden edemedi.
Genç kadın, yıllarca Çanakkale’de yaşamıştı. Zengin değildi fakat, etrafına bakıldığında zengin olduğu anlaşılmayan ama cidden zengin olan tanıdıkları oldukça fazlaydı. Fakat şu anda hiçbirinin yaşadığı ev önünden bulunduğu ev ile kıyaslanamazdı. Çünkü lanet olsun ki bu bir ev değildi. Çünkü bu önünde bulundu yere ev diyecek olursa kesinlikle yaşadıkları evlerin ne olduğunu merak ediyordu. Üstelik küçük saraylara da hakaret falan edebilirdi. Bir kere Birce’nin söylediğine göre hakaret bir suçtu ve cezası iki aydan başlıyordu. Kendine hakaret eden bir adamı tam iki ay habis cezası ile yargılattı zamandan biliyordu. Gerçi Birce’nin ilk davası değildi. Kız mezun olup, avukatlık ruhsatını bile almadan kendi davasını açmış hatta hiçbir avukata ihtiyaç duymadan savunmasını bile yapmıştı. Yani kesinlikle avukat olduğunda ortaya çıkacak olan dişiden ürkmüyor değildi.
Kadir bey, onunla konuştuğu ve bir anlaşmaya vardığı gün, kızı eşi ve nakil olacak olan oğlu ile aynı evde yaşadıklarını söylemişti. Bir oğlu da Amerika’da bulunuyordu. Ne iş yaptığını anlamamıştı. Zaten anlamakta istememişti. Fakat, cidden burada birkaç kişiden oluşan bir aile mi yaşıyordu? Düşününce bir saçmalık daha diye düşünmeden edemedi.
Önünde bulundukları ev devasa büyüklükte bir malikaneydi. Ve içinde sadece 4 kişi yaşıyordu. Etraftaki güvenliğe baktığında ise bir o kadar çalışanında içeride olduğunu düşünmeden edemedi. Yani kendilerinden çok çalışanların olduğu bir ev. İlginç diye geçirdi içinden.
Genç kadın dalıp gittiği düşüncelerinden hemen yan tarafında duran arabanın kapısı açıldığında sıyrıldı. Kapıyı açan orta yaşlardaki oldukça ciddi adam
“Buyurun Hanım Efendi. Sizi bekliyorlar” diyerek ona seslediğinde İdil, resmen yutkunmuştu. Çünkü birkaç dakikaya İdil Kılıçkan olacaktı ve bunun getireceklerini cidden tahmin edemiyordu. Bakışları gerginlik doluydu ve sırt çantasını yemen yan tarafında uzanan koltuğun üzerinden alıp ceketini de eline alıp arabadan indi. Kalbi içinde deli gibi atıyordu ve tüm bedeni, çantanı koluna yak ve ardına bile bakmadan kaçıp git. Diye haykırıyordu fakat, derin bir nefes veren İdil,
“Sadece nakil yapılana kadar burada olacaksın. Ondan sonra hayallerin seninle kızım. Şimdi yürü!” diyerek kendini hem cesaretlendirdi hem de hareket etmek için emir verdiğinde kalbi içinde deli gibi atmaya başladı. Önünde açılan kapının ardından bir karanlık geliyormuş gibi hissediyordu. Sanki o açık ve ardında ultra bir zenginlik olduğunu gördüğü kadının içinden büyük bir karanlık yayılıyormuş ve tüm benliğini sarıyormuş gibi hissediyordu. Kalbi içinde hızla atarken nefes alamadığını hissetti. Fakat, yine de adımlarını hareketlendirip o karanlığın içine girdi.
Kısa bir yürüyüşün ardından onu karşılayan Kadir Bey2in yüzündeki gülümseme biraz olsun rahatlamasına neden olurken hala kalbinin hızla takmasını durduramıyor oluşuna derin bir nefes verdi ve Kadir Bey,
“Hoş geldiniz İdil Hanım” diyerek ona elini uzattı. Şık bir takım elbisenin içindeydi ve idil kendini bir anda yeni mezun ve işe yeni başlamış stajyer gibi hissetti. Şu anda Birce’nin hemen yanında durmasını ve ona
“Vazgeçtim de!” diye bağırmasını diledi. Fakat genç arkadaşı, ona gayet net bir şekilde o
“O imzayı atmaktan vazgeçtim. Beni buradan çıkar diye aramadığın sürece yanında durmayacağım. Bunun bir tercih ve her tercihin sorumlulukları olduğunu anlaman gerekiyor. Dağhan abi, sana her konuda yardım edebilirdi. Sponsorluk için bile” diyerek onu uğurlamıştı ve idil, yine de kararından geri adım atmamıştı. Sanki bunu yapmak zorundaymış gibi hissediyordu. Fakat, neden böyle hissettiğini cidden anlamıyordu. Gülümsemeye çalışan İdil, titreyen elini Kadir Bey’in elinin içine bıraktı ve neredeyse hiç çıkmayan bir sesle
“Hoş buldum” diyerek karşılık verdi. Gülümseyen yaşlı adam oldukça rahatlatıcı bir tavırla genç kadının elini sıktı ve bırakmadan,
“Ben, her zaman yanında olacağım ve hiçbir şekilde zarar görmemeni sağlayacağım. Fakat, içeriye geçmeden bir konuda seni uyarmalıyım. En azından güçlü kalman için” dedikten sonra derin bir nefes verdi ve sıkıntılı çıkan sesi eşliğinde
“Aras, yani nakil yapılacak olan oğlum biraz farklıdır. “Diye söylendiğinde İdil, içinde bir yerlerde gizlice kulağına fısıldayan Birce’nin sesini duydu.
“Vazgeçtim de ve beni ara. Vazgeçtim de ve beni ara” diye fısıldıyordu. Kalbi içinde deli gibi atmasını daha da hızlandırdı ve İdil, tekleyen bir sesle
“Ne gibi bir farktan bahsediyoruz?” diye sordu. Lanet olsun bir terslik olmasını, yanlış bir şey yapıyor olduğunu bildiği halde bir yanlışlık olmamasını diledi. Şimdi buradan hızla kaçması gerekirse buradaki adamların onu durdurma yetkisi olup olmadığını düşündü. Hatta ondan haber alamazsa Birce’nin, Dağhan abisini arayıp aramayacağını hatta arkadaşının onu merak edip etmeyeceğini bile o saniye düşündü. Lanet olsun, genç kadın bir anda bu kadar çok olasılığı bir anda düşündüğü tek bir anı hatırlamıyordu. Onun düşündüğü tek şey kaç saniyede bitti. Sorusunun cevabı olurdu. Kadir Bey derin bir nefes daha vererek
“Aslına bakarsan bunu fark olarak düşünmemeliyiz. Ciddi anlamda yıllardır durumundan gergin ve bu gerginliği yüzünden taşlaşmış olan bir adamdan söz etsek daha iyi olur. Oğlumun bu rahatsızlığından önceki halini görseydin o zaman cidden ne demek istediğimi anlardın. Fakat, biraz öfkeli, biraz umutsuz ve oldukça kötü hisseden bir ruh hali var. Önceki zamanlarda Sat komandosuydu. Hareketli ve oldukça aksiyon dolu bir hayatı yaşadı. Şimdi ise bir bardak su bile içmek için milimler hesaplıyor. Onun için sana sert davranabilir. Bunun şahsi olmadığını bilmeni istiyorum. Onunla aynı kapı girişli farklı odalarda kalacaksınız. Evdeki çalışanlar sizi gerçekten evli olarak düşünmeli. Bu durumun ortaya çıkması durumunda her iki tarafında ceza alması söz konusu” diye söylediğinde İdil, kısık ama korku dolu bir sesle
“Bana arkanı dön ve koşarak kaç dediğinizin farkında mısınız?” diye sorunca Adam resmen kahkaha atmış ve
“Sadece kendini ezdirme demek istiyorum. Çünkü emir verdiği birçok asker olan bir komando ile evleniyorsun. Üstelik serseri oldukça yaşlı ve huysuz bir ihtiyar gibi davranıyor.” Dediğinde İdil, Dağhan, Aslan ve Dora üçlüsünü aklına getirdi. Her biri Çanakkale’de onun abisi gibiydi. Çok fazla eğlenceli, enerjik ve oldukça keyifli adamlardı. Tabi bu yüzleri sevdikleri tarafından görülürdü. Önceki yıllarda yaz ayında birkaç aylığına Dağhan abisinin yanında ona ait olan barda çalışmıştı fakat, bir gece sarkıntılık yapan bir sarhoşun neredeyse elinde kalacağına şahit olduğundan beridir. Eline düşecek olan herkes için Allah’tan şans dilediği gerçeğini atlayamıyordu. Derin bir nefes veren İdil, sakin çıkarmaya çalıştığı ses tonu eşliğinde
“Ona tüm hayatını düzeltmesi için böbreğimi veriyorum. Buna rağmen saygısızlık yapacak olursa kesinlikle saygılı olmayacağımı belirtmeliyim.” Dediğinde Kadir Bey’in tek kaşı havaya kalktı ve yüzüne yerleşen sırıtma eliğinde
“Bunu sevdim.” Diyerek genç kadının kulağına kadar eğilip
“O zaman hiç saygılı olmamayı deneyerek başla” diyerek fikrini söylediği anda İdil saatlerdir ilk defa kalbi rahatlayarak gülümsediğini düşündü. Her ikisi de birkaç saniye göz göze kadı ve Kadir Bey oldukça minnet dolu bir sesle
“Bana, çok büyük bir hediye veriyorsun küçük hanım. Bu işin sonunda ve ondan sonraki tüm süreçte her zaman yanında olacağımı bil. Benim bir tane kızım var ama seninle iki oldu. Çok teşekkür ederim.” Diyerek konuştuğunda ise İdil yutkundu. Ardından hızla gelen neredeyse yaşı olan bir kadının
“Kadir Bey, hazırlıklar tamam. Aras Bey inmek üzere” diyerek seslendiğinde Kadir Bey, gülümseyerek
“Kıymet Hanım. Çalışanlardan bir tek o ne olduğunu biliyor ve her türlü ihtiyacında seninle olacak. Ne istersen ona söyleyeceksin. Oda hemen yerine getirecek.” Diyerek onları tanıştırdığında Kıymet Hanım’ın bakışlarındaki anne hissini genç kadının kalbinde hissetmesine enden oldu. Annesi hayatta olsaydı kesinlikle ona bu şekilde bakardı diye düşündü ve gülümseyerek
“Merhaba” diyerek seslendi ve Kıymet Hanım ise oldukça eğlenceli bir sesle
“Merhaba gelin hanım. Hazırlanmak ister misiniz?” diye sorduğunda İdil, bir an şaşırdı ve hızla üzerindeki kıyafetlere baktı. Kot pantolonu ve ona uyumlu bir tişörtü vardı. Saçları açık ve dümdüz. Zaten onarı başka hiç şekilde oluğu zamanı hatırlamıyordu. Bir makyaj yapmamıştı. Zaten, onu aldıklarında yataktan yeni kalkmıştı ve İdil, göz kalemi bile kullanmazdı. Şaşkın çıkan sesi eşliğinde
“Yani pek gerek görmedim. Resim çekilme durumu olmayacak değil mi? Sadece iki imza atacağız. Bunun için hazırlığa gerek olduğunu düşünemedim. İçeride davetli ordusu yoksa tabi?” diye sorunca hem Kıymet Hanım hem de Kadir Bey kahkahalar ile gülmeye başladı. Kadir bey,
“Cidden mükemmelsin. O zaman geçelim mi?” diye sorunca İdil, gülümsemeye çalışarak
“Bence siz, bana yolu gösterin. Ev baya büyük. Kaybolursam bulmanız vakit alır gibi görünüyor. Kaçtığımı düşünmenizi istemem” diyerek konuştuğunda bile Kadir Bey, kahkahalar atıyordu. Fakat İdil, onlara komiklik falan yapmak için espriler yapmıyordu. Genç kadın, korku dolu ve stres altındayken bu şekilde espriler yapardı. Etrafındakiler kahkaha atardı fakat o içindeki korku ile savaşırdı. Çünkü, genç kadın çok fazla korktuğunda bayılabiliyordu. Bunu birkaç kere yaşamıştı ve Çanakkale’de olan Aslan abisinin eşi Ceylan, onu muayene etmişti. Çünkü kendi kalp doktoruydu. Ona
“Stres bozukluklarında yani korku ve baskı altında olduğunda kalbin ritim bozukluğuna giriyor. Gergin olduğunda kendini rahatlatacak bir şeyler bulmalısın. İlaç veya operasyon gerektirecek bir durum değil. Bunun tamamıyla kafandaki takıntılarında kaynaklı olduğunu söyleyebilirim. Dilersen psikiyatri ile görüşüm sana bir ilaç yazmalarına izin verebilirsin.” Diyerek açıklamıştı. İdil ise ilaç kullanmaktansa kafasını dağıtacak bir şeyler yapmayı tercih etmişti. Her saniye korkacağı bir olay olmadığından bu durum sadece iki kere tekrarlanmıştı. İlki takım seçmelerinde ve bir diğeri ise oldukça karanlık bir durum yüzündendi. Onu şu and hatırlamak bile istemiyordu. Onun için derin bir nefes vererek Kadir Bey ve Kıymet Hanım’ın yönlendirmesi ile nikahın yapılacağı yere doğru yürümeye başladı.
Nikah masasının hemen önüne geldiğinde kalbi daha hızlı atan genç kadın derin bir nefes verdiğinde etrafındakilere baktı. Kıymet Hanım, Kadir Bey, nikah memuru ve iki tane tanımadığı kişi orada duruyordu. Onların avukat olduğunu Kadir beyin tanıştırması ile anlamıştı ve avukatlardan birinin duruşundan güven hissi o kadar yaygın bir şekilde yayılıyordu ki adama gülümsemeden edememişti. Hatta genç adam elini ona uzatırken
“Mert Ertürk. Burada sadece senin avukatın olarak bulunuyorum. Bundan sonraki süreçte boşanma veya herhangi bir durumda ne olursa olsun benden yardım alacaksın. Buradaki işimi sadece senin yanında olmak için kabul ettim” dediğinde Kadir Bey, sırıtarak
“Bugüne kadar hiçbir işime bakmadı. Babası ülkenin en iyi avukatlarından biriydi ve oğlunu da kendi gibi yetiştirdi. İnan bana ofisimde gördüğün avukatları tek hamlesi ile yerle bir eder. Ona güvenebilirsin” diyerek konuştuğunda İdil’in kalbi içinde tekrar gümbürdedi ve gülümsemeye çalışarak
“Neden her biriniz kaçıp gitmem için elinizden geleni yapıyorsunuz? Bana, sorun olmadan geçecek bir durum olduğunu söyleyip, şahsıma avukat veriyorsunuz. Cidden korkmaya başladım” diye söylendiği anda Mert Ertürk oldukça keyifli bir sesle
“Hiçbir şey olmayacak ama sen yine de beni bir kenarda tut. Belki mobing davası açman gerekebilir. Sonuçta tam anlamıyla huysuz ihtiyar kılığına bürünmüş bir adam ile birkaç hafta geçireceksin. Eğlencesine bile o davaya girmek isterim” dediğinde İdil, derin bir nefes vererek
“Bence çok büyütüyorsunuz. Ben, tam anlamıyla huysuz bir kadın ile büyüdüm sayılır. Onun idmanından herkes kolay kolay geçemez.” Diyerek söylendiğinde kalbi daha hızlandı. Hatta biraz daha hızlanacak olursa kesinlikle ağzından fırlayacakmış gibi hissediyordu. Tüm bedeni bir yangına teslim olurken hemen kulağının dibinde
“Bence, o kadar emin olma küçük hanım” diye söylenen bir ses ile resmen kanı donmuştu. Yutkunmuş ve donup kalmıştı. Çünkü ses tanıdık bir ses değildi. Ses öyle derinden, öyle ciddi ve bir o kadar ürkütücü gelmişti ki kalbi resmen atmasına ara verip sabit kalmıştı. Yavaşça arkasını dönen genç kadın, karşılaştığı gözler ile neredeyse geri geri gitme isteği ile dolarken, hemen arkasında masa olduğuna şükretti. Çünkü cidden bunu yapabilirdi. Hayatında ilk defa bu kadar sert bakan bir adamla karşılaşıyordu. Sert, karanlık ve korkutucu. Bu bakışlar ile karanlıkta herhangi bir yerde karşılaşacak olsa kesinlikle korkudan bayılabilirdi….
Etrafı morluklar içinde kalmış iki çift mavi gözün, ölüm korkusu yaydığı gerçeği ne kadar doğru olabilirdi? İdil, bu gerçeklik yüzdesini hesaplayamayacak kadar donuk kalmıştı. Karşısında neredeyse 1.90 boyunda kule varmış gibiydi. O kadar uzundu ve İdil o kadar kısa hissediyordu ki kendini herhangi bir plazanın en üst katına bakmaya çalışıyormuş gibi hissediyordu. Genç adamın gözleri maviydi. Ama öyle sıradan bir mavi değildi. Bildiği turkuaz gibi parlıyordu. Yani, cidden iki tane misketi alıp adamın gözlerinin içinde takmışlar gibi bir izlenim veriyordu.
Gözleri zayıflıktan içe çökmüş gibiydi. Yanaklarındaki elmacık kemikleri oldukça belirgindi. Yüzünde et yoktu. Sadece yüz kemiklerini deri örtüyormuş gibi görünüyordu. Üstelik o kadar uzun boylu bir adama oranla bedeni çok zayıftı. Üzerinde giymiş olduğu ceketi ona birkaç beden büyükmüş giydi. Aslına bakarsa S beden giyen bir adamın L beden giyen bir adamın ceketini ödünç almış gibi görünüyordu. Fakat, her birini kenara bırakacak olursa kesinlikle normal bakmıyordu. Sanki birazdan onu dişlerinin arasına alacak timsah gibiydi. Fakat, İdil’in kalbi atması gerektiğini anlamış gibi hızlandı. Sadece atması gerekiyordu fakat bildiğin depara kalkmıştı. Bununda tek nedeni vardı İdil korkuyordu. Karşısındakine belli etmeden derin bir nefes alıp vermeye çalıştı fakat bunu beceremedi. Sonra hızla
“Birisi, neden beni birazdan dişlerinin arasına alacak acımasız bir timsah gibi baktığını açıklayabilir mi?” diye sorunca yüzlerini görmese bile her birinin kısık bir sesle kahkaha attığını duyabildi. Fakat, karşısındaki timsahın kesinlikle bu espriye gülmediğini ise görebiliyordu. Adamın gözleri kısıldı ve İdil, ona elini uzatarak
“İdil Deniz” diye ismini söyledi ve Aras’ın bakışları ile bir süre bekledi. Aras, nakışlarını biz an olsun genç kadının bal rengi gözlerinden ayırmadan baktı ve kendine uzattığı elini, eli ile sıkarak
“Aras Kılıçkan” diyerek kendini tanıttı. İdil o an buz kestiğini hissediyordu. Elini çekmek istediğinde ise Aras onun elini bırakmadan kendine çekti ve zaten aralarında olmayan mesafede bir anda kapandığında
“Lakabım timsah değil küçük hanım” diyerek söylendi. İdil, neredeyse çıkmayan sesi eşliğinde
“ Ne o zaman?” diye sordu ve Aras, neredeyse nefesini kesecek kadar ürkütücü bir sesle
“Köpek balığı” diyerek söylediğinde İdil, tüm damarlarında dolanan buz kütlesini resmen hissetti. Hatta içinden lanet olsun Birce’yi dinlemeliydim diye de söylendi…
Evet yorumları alalım. Sizce İdil'mi Aras'ı alt edecek? Yoksa Aras mı İdil'i alt edecek. bu savaşı kim kazanır? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .