Delal Tam 2 gündür çıkmıyordu odasından. Gerçi çıksa bile nereye gidecekti? Kalkıp elini yüzünü yıkadı, aynadan kendine baktı. Dudağı patlamış, gözü morarmıştı. Vücudundaki izleri saymıyordu bile. Tek suçu günahı yokken yine dayak yiyip bir köşeye oturmuştu…
O günden sonra Baran, kardeşine yaptıkları yüzünden babasıyla kavga edip evden gitmişti. Telefonla arayıp kardeşinin halini soruyordu.
Halil desen, 2 gündür defalarca aramış, onlarca mesaj yollamıştı ama Delal birini bile merak edip okumamıştı.
Başına yazmasını bağlayıp çıktı odadan, ahırdaki işlerine koyuldu. Zaten 2 gündür o yok diye bütün işler annesiyle kardeşlerine kalmıştı. İşlerini halledip çıktı ahırdan, çayı koyup kahvaltıyı hazırladı. Sanki olanlar hiç olmamış gibi…
Kahvaltı masasında aceleyle yemeğini yiyen kardeşine “Yavaş ablacım” diye fısıldarken, babası “Bundan sonra Ayşe gitmeyecek hayvanlarla, sen gideceksin” deyince Delal sadece kafasını sallayarak cevap verdi.
“Ama o nasıl gider?” diyen Emsal Hanım’a, “Sus sen! Madem ağa karısı olmak istemiyor, bundan sonra 4 yıldır sürdüğü sefanın biraz da cefasını çekecek” deyip kalktı sofradan.
Ona bakan annesine, “Üzülme ana, giderim ben. Hem evde oturmaktan iyidir” deyip kalktı yerinden. Yanına alacaklarını alıp koyunlarla birlikte düştü yola…
Geldikleri otlakta yeşilliklerin arasına geçip oturdu. Perişan halde olmasına rağmen acımıyordu kendine. Her an biraz daha yansın istiyordu canı. Yansın ki onu bu hale koyanı affetmesin diye…
Akşam üstü eve doğru yürüdüğünde, günlerdir yüzünü görmemek için köşe bucak saklandığı adam duruyordu tam karşısında. Hiç korkmadan, çekinmeden baktı sevdiği adamın gözlerinin içine Delal…
Sevdiği kızın halini görür görmez koşar adım yaklaştı yanına Halil. “Güzelim, kim yaptı bunu sana?” diyerek…
Onun bu telaşlı hali histerik bir şekilde güldürdü Delal’i. Ona doğru bir adım daha atan adama, “Yaklaşma!” diye bağırdı. “Kurban olduğum, ne olur dinle beni, konuşalım, dayanamıyorum” diyen Halil’e, “Benim seninle konuşacak bir şeyim yok. Bundan sonra çıkma karşıma, uzak dur benden. Başka da bir şey istemiyorum senden” deyip yürümeye başladı tekrar. Sonra arkasını dönüp, “Hani bana biraz önce bir soru sormuştun ya, ‘Sana bunu kim yaptı?’ diye… Cevabını vereyim: Aladağlı bana bunu sen yaptın. Hem de gözünü bile kırpmadan. O yüzden uzak dur. Dur ki sebebim olma!” deyip gitti…
Arkasında, “Sana bunu yapanın ellerini kırmazsam bana da Halil demesinler” diye fısıldayan bir adam bırakarak…
Sakin kalmaya çalışıyordu Halil. Ölse vazgeçmedi Delal’den. Sonu ne olursa olsun vazgeçmedi…
Evet, Dilzara’ya nikâh kıymak zorunda kalmıştı ama aması yoktu işte. Kimse uğruna sevdasından geçmeye niyeti yoktu. Sadece…
Günler peş peşe geçip giderken bugün tam 10 gün olmuştu Delal nişanı atalı. Tüm Mardin çalkalanıyordu artık. Herkes bir şeyler söylüyor, herkes durmadan konuşuyordu. Canına tak etmişti artık genç kızın…
Halil de memnun değildi bu durumdan. Sevdiği kadını diline dolayan herkesten hesap sormaya yemin etmişti. İlk olarak Delal’in babası Ahmet’ten başladı. Sevdiğine vuran elini kırmaya söz vermişti, verdiği sözü de tutmuştu…
Herkesle baş edebilir, herkesi susturabilirdi ama tek kişiye yetmiyordu gücü. Ne sözünü dinletebiliyordu ne de gücünü kullanabiliyordu…
O gün meydanda karşılaştı Delal’le. Ellerinde poşetler, alışverişten geliyordu. Sessizce takip etti genç kadını. Öyle dalgındı ki peşinden yürüyen Halil’in bile farkında değildi…
Ağzına kapanan elle neye uğradığını şaşırmıştı Delal. Tam kurtulmak için çabalarken “Şşş sakin ol, benim” diyen Halil’in sesiyle kalakaldı…
Usulca çekti elini Halil. İstiyordu ki bağırsın, çağırsın, kırsın döksün ama yeter ki konuşsun onunla. Ama yapmıyordu Delal. Sessizce çıkıp gitmeyi tercih ediyordu Halil’in hayatından…
“Ne var, ne istiyorsun?” diyen genç kadına, “Seninle konuşmak istiyorum kurban olduğum. Beni dinle, bağır çağır, kız… İstiyorum ama benden gitme Delal. Sen gidersen ben nefessiz kalırım, yapamam, dayanamam” diyen Halil’e, “Ben gittim Halil. Biz bittik. İster kabul et, ister etme. Sen ona…” deyip sustu Delal. Adını bile anamıyordu artık. Normalde de çok iyi anlaşamazdı Dilzara’yla. Sebebini bilmediği bir şekilde hep tavırlı davranırdı Delal’e. Şimdi adını bile anamıyordu…
“Yapma Delal, mecbur olduğumu sen de çok iyi biliyorsun. sakinleş diye, üzülme diye ses etmiyorum ama bil ki şu koca Mardin üstüme gelse yine de bırakmam seni. Gerekirse taş üstünde taş koymam, yine de bırakmam” diyen Halil’e gözyaşları içinde baktı genç kadın…
“Bana bunu yapma Halil. Bırak sevdanla yanıp köz olsun şu yüreğim. Bırak sana el olayım. Sen de çok iyi biliyorsun ki bu saatten sonra yar olmam sana, olamam. Önümde durma, durma ki yoluma gideyim şu yüreğimden…” deyip elini sertçe vurdu göğsüne. “Sevdamı söke söke alma. Şimdi var git yoluna” deyip uzaklaştı oradan…
Çocuk değildi Delal. Her şeyin farkındaydı. Elini kolunu sallaya sallaya nişanı bozmasına elbette izin vermezlerdi ama “Gerekirse ölürüm, yine de kabul etmem” diyor, başka da bir şey demiyordu…
Gece serinliğine aldırmadan çıktı dama, oturdu. Sanki bir el tutmuş sıkıyordu yüreğini. O burada, Halil aşağıda arabanın içinde akıtıyordu gözyaşlarını. Sonra bir şarkı mırıldanmaya başladı kendi kendine. Herkes kulak vermiş dinliyordu onun dile dökülen feryadını…
Ne diyordu şarkıda?
“Sevdamla toprağa giresim geldi…” Keşke elinde olsaydı da sevdasıyla toprağa girseydi Delal. Öyle yanıyordu yüreği. Herkese nasip olmazdı böyle sevmek. Sebepsiz, nedensiz, tertemiz sevmişti Halil’i. O yeşil gözlerini düşünmeden uyuduğu tek bir gece olmamıştı 4 yıldır. Tam kavuştum derken elinden kayıp gitmişti sevdası. Kendine değil aslında, bir günde hiç olan sevdasına yanıyordu genç kadın…