Sevmek, sevilmek zor zanaattı vesselam. Hele böyle tertemiz sevmek… Halil kolay kolay kimseyi almayacağı yüreğine Delal’i almış, 4 yıldır ondan başka kimseye değil bakmak, aklının ucundan bile geçirmemişti. Öyle çok sevmişti…
Abisinin ölümü alt üst etmişti hayatını. Allah biliyor ya, Dilzara nikâh kıymıştı kıymasına ama sadece yeğeni Adar anasız kalmasın diye. Kendi üvey ana elinde büyümüştü; yeğeni de öyle olsun istemedi. Onun yaşadığı yalnızlığı yaşamasın, onun tattığı anasızlığı tatmasın istedi…
Daha Halil 4 yaşındayken vefat etmişti anası Zerya Hanım. Rasim Ağa’nın ikinci eşiydi. Ondan sonra yapayalnız kalmıştı genç adam. Şu dünyada başka bir çocuk onun yaşadıklarını yaşamasın diye sevdiğini kaybetmişti…
O sabah erkenden uyanıp saatlerce düşündü. Bir yolunu bulup konuşacaktı Delal’le. Konuşmak zorundaydı, yüreği daha fazla dayanmayacaktı sevdasından uzak kalmaya. Önce duşa girdi, sonra üstünü giyinip indi avluya. Kahvaltı masasının etrafında oturan ailesine selâm verip geçip oturdu…
“Rasim Ağa, seninle biraz konuşalım mı?” diye sorduğunda, “Konuşalım bav” deyip kalktı yerinden. Birlikte geçtiler çalışma odasına…
“Bak,” dedi yaşlı adam, “sen sadece bu aşiretin değil, koskoca Mardin’in ağasısın. Bilirim zor şeyler yaşadın ama git konuş Delal’le. Söyle taksın o yüzüğü parmağına. Herkesin ağzında siz varsınız. Seviyorum dedin, istedin, ses etmedim. Okusun dedin, yine ses etmedim. Ama bu son ettiğinin cezasını sana koymam bilesin oğul.”
Babasına ilk kez sözünü kesti Halil:
“Babamsın, atamsın ama madem bu aşiretin de Mardin’in de ağası benim, kimse benim sevdiğim kadınla arama girmeyecek. Hele ki ona zarar vermeyi aklından bile geçirmeyecek. Saçının teline zeval gelsin, bak o zaman bu Mardin’i yerle bir ediyor muyum etmiyor muyum Rasim Ağa!” deyip öfkeyle çıktı odadan…
Delal, hayvanlarla birlikte geldiği dere kenarında oturmuş öylece düşünüyordu. Eğer yaşananlar olmasaydı bir ay sonra evlenecekti Halil’le. Birlikte kurdukları onca hayal, onca plan bir anda yok olup gitmişti…
Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Boğazı düğüm düğümdü. Tam o anda arkadaşı Ayşe’nin sesini duydu. Günlerdir biraz olsun yüzünü güldürebilmek için elinden geleni yapıyordu genç kız.
“Yine dalmışsın. Ne var şu gökyüzünde, senin gördüğün de bizim bir türlü göremediğimiz?” diye soran arkadaşına sesi titreyerek cevap verdi Delal:
“Halil bana ne zaman ki ‘Göğsün daralır, bana bile anlatmak istemediğin bir derdin olur, işte o zaman gökyüzüne bakıp ona fısılda. Benden bile sakladığın şeyi sadece gökyüzü bilsin, sana benden başka derman olacak varsa o olsun’ derdi. Ve biliyor musun Ayşe, şimdi gökyüzüne bile sığmıyor derdim…” deyip sustu.
Canı acıyordu. Hem de öyle böyle değil; nefesini kesen, ciğeri yakan bir acıydı bu. Hâlâ yanında, yakınında olsun istiyordu. Ne kadar dili “Git” dese de yüreği “Kal” diye yalvarıyordu Halil’e…
İnsan celladını sever miydi? Evet, seviyordu. Hatta kendi celladına deli gibi âşıktı Delal…
Sonra Ayşe tekrar girdi lafa:
“Hatırlıyor musun, nişanınız ne güzel olmuştu…”
Elbette hatırlıyordu. Kendi aralarında küçük bir nişan beklerken Halil bütün aşireti toplayıp gelmiş, dillere destan bir nişan yapmış, tüm Mardin’i ayağa kaldırmıştı.
“Neyse, bunlardan bahsetmeyelim artık” deyip kalktı oturduğu yerden Delal. “Hadi kalk, geç olmadan gidelim” diyerek…
Zaman akıp giderken çalışmaya karar verdi Delal. Ana sınıfı öğretmenliği okumuş, diplomasını almıştı. Civardaki okulların hepsine başvurmuştu iş için. Kendine yeni bir yol çizecekti; içinde Halil’in olmadığı yeni bir hayat kuracaktı…
Başvurduğu okullardan birinden haber gelmişti sonunda. Babası izin vermek istemese de Baran “Gidecek” demiş, susturmuştu herkesi.
Bütün kardeşlerine çok düşkündü Baran ama Delal başkaydı. Bu ailenin bütün yükünü, çilesini çekmişti. Küçücük yaştan beri hep ezilen olmuştu; tâ ki hayatına Halil girene kadar. Baran korumak için elinden geleni yapsa da engel olamıyordu babasına…
Ama Halil, babasından bile daha çok yakmıştı kıyamadığı “kar tanem” diye sevdiği kardeşinin canını. Erimiş, iyice bitmişti Delal. Bu yüzden “Çalışırsa belki biraz kendini toplar” deyip izin vermek istemeyen babasına resti çekmişti.
Bugün ilk iş günüydü Delal’in. Hazırlanıp indi aşağı, annesinin, abisinin elini öpüp çıktı. Merkezdeki okulda çalışacaktı artık…
Aslında çalışmak hiç yoktu aklında. Zaten Halil olmasa hayatta izin vermezdi babası üniversiteyi okumasına. Bu yüzden “Okulu bitireyim yeter” diye düşünmüştü hep. Sevdiği adama yapılan baskıların farkındaydı, onu daha fazla üzmek istemiyordu. Bu yüzden tek bir kez bile bahsetmemişti çalışmaktan…
Ama artık ayaklarının üstünde durmak istiyordu. Çünkü “Üzülmesin” istediği adam onun canını almıştı resmen. Evet, çoğu kişiye göre milyonlarca sebebi vardı Halil’in bu nikâhı kıymak için ama Delal nezdinde affı yoktu…
İlk iş gününde önce iş arkadaşları, sonra öğrencileriyle tanışmıştı genç kadın. Çocuklarla bir arada olmak iyi gelmişti ona. Tabii ki birkaç gün içinde Delal’in çalışmaya başladığı anda duyulmuştu Mardin’de. Bir toplantı için gittiği restoranda kanlı bıçaklı olduğu Şahman aşiretinin oğlu Serwan karşısına geçip vermişti haberi Halil’e…
Bir anda yerinden ok gibi fırladı Halil. Boğazından tuttuğu gibi yapıştırdı duvara:
“Bana bak! Bir daha benim sevdiğim kadının adını ağzına alırsan o dilini koparır köpeklere yediririm!” diyerek…
Zar zor elinden aldılar Serwan Şahman’ı. Arabasına binip hızla uzaklaştı oradan. Bu kez ne olursa olsun konuşacaktı Delal’le…
Eve geldi ama yoktu Delal. Sonra çalışmaya başladığı okulu öğrenip oraya doğru hızla sürdü arabasını. Okulun bahçesinde iş arkadaşlarıyla oturmuş sohbet ediyordu genç kadın, olacaklardan habersiz…
Bir anda duyulan fren sesiyle herkes girişe doğru bakarken Delal, sinirli olduğu her halinden belli olan Halil’i fark etmişti. Ona doğru hızlı hızlı gelen Halil’e yaklaştı; bir sorun çıksın istemiyordu.
“Ne işin var burada?” diye soran Delal’e, “Asıl senin ne işin var burada?” diye sordu Halil. Burnundan soluyordu adeta.
“Çalışıyorum. Ayrıca nerede olduğum da seni hiç alakadar etmez Aladağlı. Şimdi git buradan” diyen genç kadına, “Öyle mi?” dedi histerik bir şekilde gülerek. “Beni alakadar etmez? Senin içinde olduğun her konu, her yer beni alakadar eder. Şimdi bin arabaya, gidip konuşacağız. Çok uzadı bu mevzu” diyerek tuttu elinden…
Hızla çekip kurtardı elini Delal. “Seninle hiçbir yere gelmiyorum!” deyip ama Halil’in onu dinlemeye hiç niyeti yoktu bu defa…
Kolundan tuttuğu gibi arabaya götürmeye çalışırken öğretmenlerden biri girdi araya:
“Bırak kızı!” diyerek…
“Sen karışma!” diye tıslayan Halil’e bu kez o öğretmen, “Seninle gelmek istemiyor, zorla mı götüreceksin?” diye sordu. Burnuna yediği yumrukla neye uğradığını şaşırdı…
“Delirdin mi, ne yapıyorsun?!” deyip yerde yatan arkadaşına doğru giden Delal’i kolundan tuttuğu gibi bindirdi arabaya:
“Yemin olsun şimdi benimle gelmezsen bu okulda taş üstünde taş koymam!” diyerek…
Gidecekleri yer belliydi zaten. Bu yüzden oraya kadar tek kelime etmeden sustu genç kadın. Kulübenin önüne geldiklerinde ise hiç itiraz etmeden indi arabadan. Madem Halil konuşmak istiyordu, konuşacaktı. Delal içinde ne var ne yok dökecekti ortaya…
İçeri girdiklerinde oturmadan öylece dikildi.
“Oturmayacak mısın?” diyen Halil’e, “Konuşmak istiyorsun madem konuşalım, bitsin bu tantana” deyip koltuğun en uç köşesine oturdu.
“Yapma güzelim, kurban olayım, tantana dediğin şey bizim hayatımız. Nasıl böyle kestirip atabiliyorsun?” diyen Halil’e:
“Biz diye bir şey kalmadı. Sen bizi, beni bu kulübeye getirdiğin o günün sabahında kendi ellerinle bitirdin. Gidip Dilzara nikâh kıydığın gün bittik biz. Şimdi geçip karşıma ‘biz’den bahsetme. Sen benim de sevdamın da celladısın Aladağlı. Ben yaşamıyorum; beni sen öldürüp kendi ellerinle gömdün şu Mardin’e. Bari bırak da mezarımda rahat edeyim” deyip sustu…
Sözleri kurşundan beterdi ama vazgeçmek Halil için söz konusu bile değildi. Sevdasından vazgeçmek demek zaten ölmek demekti…
“Neden diye sormuyorsun? Tamam, biliyorum, sana yaşattığım şey dünyanın en berbat şeyi ama yemin ederim sadece o sabi için yaptım. Benim gibi anasız büyümesin diye. Yoksa Dilzara benim dünya ahiret bacım değil o. Şu dünyadaki tüm kadınlar dizilse önüme, biri senin tırnağın etmez gözümde. Ama sen de anla, mecburdum. Sen böyle kestirip atınca deliriyorum ben. Bana senden başka yol yok, sana da benden başka. Bunu bil, ona göre hareket et” diyen Halil iyice sabrını taşırmıştı genç kadının…
“Benim yolum bundan sonra ölsem sana çıkmaz Halil Ağa. Kumalığı kabul edip susmamı bekliyorsan çok beklersin. Benim için şu dünyada artık seninle birlikte yürüyebileceğim hiçbir yol yok. Çık hayatımdan, uzak dur benden, bırak kendi yolumu çizeyim. Sana yemin olsun beni sana getiren bütün yolları kapatacağım Halil. Son çarem bile olsa gelmeyeceğim sana. Şu ‘sen sen’ diye atan yüreğimden seni söke söke çıkaracağım. Çünkü sen benim yalnız sevdamın değil, umudumun, hayallerimin de boynunu büktün. Şimdi geri götür beni, bir daha da yoluma çıkma” dedi Delal…
“Hayatımdan çıkmamı istiyorsun, öyle mi?” deyip kalktı oturduğu yerden Halil. “Peki o zaman, çıkayım hayatından” diyerek…
Sakinliği Delal’i ürkütse de ses etmeden durdu öylece. Kulübeden çıkıp arabaya giden Halil’in arkasından tam kalkıyordu ki büyük bir gürültüyle tekrar açıldı kapı.
Hiç düşünmeden elindeki silahın emniyetini açıp tutuşturdu sevdiği kadının eline:
“Madem hayatımdan çıkmamı istiyorsun, öldür beni. Çünkü beni senin hayatından çıkaracak tek şey ölümdür. Ben sağ kaldığım sürece sen benim yarim olarak kalacaksın. Ölüm dışında kimsenin gücü seni benden almaya yetmez” diyen Halil’e korku içinde bakıyordu Delal…
“Sen delirmişsin” deyip bırakmak istedi silahı elinden ama izin vermedi Halil. Yaklaşıp yüzünü avuçlarının arasına aldı genç kadının:
“Anlamıyorsun. Sen yoksan ben de yokum. Senin hayatında yerim yoksa benim bir hayatım zaten yok” diyen Halil’e:
“Bırak, yapma, olmuyor. Niye zorluyorsun? Ne kadar seversem seveyim yapamıyorum, kabul edemiyorum bu durumu. 4 yıldır her gün kavuşmak için dua ettiğim adama kuma olmayı kabul edemiyorum. İçim almıyor Halil, anla, almıyor!” deyip yere fırlattı elindeki silahı…
Sonra koşarak çıktı kulübeden. Daha birkaç adım atmıştı ki ardından peş peşe patladı silah.
Bu aşk ikisinin de canını çok yakacaktı…