Tugay, kapıyı öfkeyle çarpıp evden çıktığında Eylül sonunun sıcak akşamı tenini yaladı. Hava neredeyse yazdan kalma gibiydi. Gökyüzü berraktı, sokak lambalarının turuncu ışıkları kaldırımları yıkıyordu. Evden çıkarken alışkanlıkla ince ceketini almıştı ama sıcaktan bunalmıştı; giymedi. Ceketi koluna dolamış, parmaklarının ucunda taşıyordu. Nefes almaya çalıştı ama göğsündeki baskı azalmıyordu. Adımlarını hızlandırdı, sokak başındaki arabasına bindi. Kapıyı sertçe kapattı, direksiyonun başında bir an durdu. Ceketi yan koltuğa bıraktı, başını direksiyona yasladı. İçinde patlamaya hazır bir yangın vardı. Derin bir iç çekti, sonra motoru çalıştırdı. Kafeye doğru sürdü arabayı. Gideceği yer kendi mahallelerinden biraz uzaktaydı — Cevat ve Kerem’in işlettiği o küçük, sakin kafe. Herkesin bilm

