Ateş hastaneden çıktıktan sonra arabasına binip hızla oradan uzaklaştı. Hayatında ilk kez kendini bu kadar çaresiz hissediyordu.
Bir kadının ve bebeğinin hayatını kurtarmak için sevdiğinden ve çocuğundan olmuştu. Otoyolda hızla kullandığı arabasını bir an bariyerlere vurmayı bile düşündü. Yaşayabilecek bir gücü yoktu.
Ateş, her şeye rağmen ayakta durmak zorunda olduğunu hatırladı. Doğmamış bebeğinin babasız kalmasına, Arzu ve bebeğinin insafsız insanların ellerine kalmasına göz yumamazdı.
Ateş, Miran’la konağına geldiğinde hızla odasına yöneldi. Kendisi için küçük bir çanta yapıp Mardin’den gitmek için hazırlandı. Annesi Zelal Hanım oğlunun yanına geldiğinde hazırladığı çantayı görüp,
“Gidiyor musun oğlum? Hayatımızın ortasına bir bomba bıraktın ve şimdi gidiyor musun?” dedi.
“Annem, Asmin az daha kendini vuracaktı gözlerimin önünde ama söz verdim, bir daha yolumun çıkmayacağım. Ama burada durursam dayanamam. İşler için sık sık gidiyordum zaten, bir süre gelmeyeceğim. Senden tek bir şey istiyorum, Arzu ve çocuğuna iyi bakın anne.”
“Senin yuvanın dağılmasına sebep oldu, hâlâ o kadına iyi davranın diyorsun! Madem Asmin için her şeyden vazgeçecektin, Arzu’dan niye çocuk yaptın? Seni tuzağa mı düşürdü?”
“Anne, bu konuda hiçbir şey konuşmak istemiyorum. Ama şunu bilmenizi istiyorum, Arzu’nun da o çocuğun da hiçbir günahı yok.”
“Ateş, ben bir anneyim. Hiçbir şey olmamış gibi susup oturmamı nasıl beklersin, aklım almıyor. Asmin’i bu kadar severken Arzu’dan nasıl bir çocuk yaptın? Bunu hepimize açıklamak zorundasın. Böyle kaçıp giderek olmaz.”
Ateş, Arzu’nun sırrını açık etmemekte kararlıydı. Arzu’nun çocuğunun babasının başka birisi olduğunu öğrenmeleri, şimdiye kadar yaptığı her şeyi alt üst ederdi.
Ateş, Baran’a verdiği sözü tutmak istiyordu. Bu uğurda karısını ve çocuğunu kaybetmek en büyük pişmanlığı olsa da sözünden dönemezdi. Bir söz uğruna birçok kişiye hayatları zindan oluyordu.
Arzu, Ateş’in konağa geldiğini görmüştü. Zelal Hanım’ın odadan çıkması ile Arzu, dayanamayıp Ateş’in odasına gitti.
Ateş, Arzu’yu gördüğünde sessizce durup onun gözlerine baktı. Arzu’nun ne kadar üzgün olduğunu görebiliyordu.
“Ateş, benim için, oğlum Baran için yaptığın fedakârlık çok büyük. Bunu yapmak zorunda değilsin. Ben gidip Asmin’e her şeyi anlatırım. Kaderimde ne varsa yaşamaya razıyım. Ama göz göre göre senin yuvanın bozulmasına müsaade edemem.”
Ateş ellerini Arzu’nun omzuna koyup,
“Sen sadece evladına iyi bak, gerisini düşünme. Ben Asmin için her şeyi ve herkesi karşıma aldım. Bunu o da çok iyi biliyordu ama öfkesine yenik düşüp beni bir kere bile dinlemedi. Belki de bizim için hayırlı olan budur. Üzme kendini.” dedi.
Ateş ve Asmin bir duygunun esiri olmuştu. Ateş, “Mert adam sözünden dönmez.” diye düşünürken Asmin, “Hiçbir kadın aldatılmayı kabul etmemeli.” diye düşünüyordu. İkisine de engel olan şey gururlarıydı.
Ateş, ailesiyle vedalaşıp zaman kaybetmeden konaktan çıkıp gitti. Bundan sonra yaşanacak birçok olayın da fitilini ateşlemiş oldu.
Gül, tüm bu olup bitenden Arzu’yu ve oğlunu sorumlu tutuyordu. Gül ve Ateş, Arzu yüzünden birçok kez kavga etmiş olsa da Gül, hiçbir zaman Arzu’nun karşısına dikilip tartışmamıştı. Ama Ateş ve Asmin’in ayrılma kararı ile Arzu’nun karşısına geçti.
“Mutlu musun? Asmin bir daha dönmez. Sen de oğlunu kucağına aldın, bundan sonra hiçbir şey seni yıkamaz sanıyorsun değil mi? Her şey niçindi Arzu Hanım, ağlamak için mi, yoksa para için mi?” diye sordu.
Arzu, henüz üç aylık olan oğlunu kucağına alıp,
“Ben hiçbir şey yapmadım. Masum olduğumu hepinize göstereceğim.” deyip kucağındaki bebeği ile birlikte salona geçip herkesin gelmesini istedi.
Tüm aile salonda toplanmış, şaşkın bir şekilde Arzu’nun ne söyleyeceğini merak ederek bekliyordu. Arzu derin bir nefes alıp söze başladı. Sesi titriyordu, gözyaşları şimdiden akmaya başlamıştı bile.
“Oğlum Baran’ın babası, Baran Miranlı.” dediğinde odadaki herkes hayretle “Hihhh!” dedi. Konuşmaya devam ettiğinde odadakiler Arzu’ya kızmakla üzülmek arasında gidip geldi.
“Baran ile biz sevgiliydik. Hamile olduğumu ona söylediğimde göreve gitmek zorunda olduğunu, geri gelir gelmez de o zaman kaybetmeden evleneceğimizi söyledi. Ama Baran o görevden dönemedi. Aramızdaki ilişkiyi Ateş biliyordu, hamile olduğumu da... Baran, beni ve bebeğimizi Ateş’e emanet etmişti. Ateş ne yaptıysa beni törelerden korumak için yaptı. Babam beni ya öldürür, ya da bebeğimi aldırıp para için yaşlı bir adama satardı. Benim hayatım önemli değildi ama Baran’ın emaneti önemliydi. Ben tüm bunları yaşamak istemedim ama yaşadım. Oğlumu doğmadan kaybetmek istemedim. Ama şimdi görüyorum ki bizim yüzümüzden bir yuva yıkılıyor.” dedi.
Gül, başından beri Arzu’ya hep cephe almıştı. Ama Arzu’nun yerine kendini koyduğunda belki o da aynı şeyleri yapardı. Bir anne için söz konusu evlatsa gerisi teferruat gibi geliyordu.
Bu hikâyede yanan iki kadın vardı, biri Asmin, diğeri Arzu. Ve masumiyetin en saf hali olan iki günahsız bebek.
Zelal Hanım, Arzu’nun kucağındaki Baran’ı alıp,
“Kızım...” dedi.
Arzu, Baran’ı kucağından vermek istemese de Zelal Hanım’a verip oturdu. Boran Ağa hâlâ duyduklarının şokunu yaşıyordu. Demek bu bebek Baran’ın emanetiydi. Emanete ihanet edilmezdi. Baran’ı koruyup kollamak boyunlarının borcuydu. Ateş, bu uğurda en ağır bedeli ödemişti.
Boran Ağa elini sakalına götürüp bir süre düşündü. Bu bebek kapı dışarı edilemezdi, Baran yeğeniydi, kardeşi yoktu. Bebek Baran’ın dersek, ağalar Hazar ya da Ateş evlensin diyecekti.
Hazar olmazdı. Onların çocuğu olmuyordu. Gül, ileride Arzu ile arasında bir ilişki olur korkusu ile yaşayamazdı.
“Ateş, Asmin’e baştan anlatsaydı birlikte bir çözüm bulurduk. Ama her zamanki gibi Ateş kendi başına iş yapmıştı.” diye geçirdi içinden.
Boran Ağa "Bu işi hep birlikte temize çıkarmalıyız. Arzu’nun Ateş ile imam nikâhı kıydığını kimse bilmiyor. Bozdağ Aşireti duymasın diye onun için çok çaba sarf etti Ateş. İyi ki de yapmış. Ben Bahoz Bozdağ ile konuşacağım, bu işe birlikte bir çare bulabiliriz.” dedi.
“Ben de seninle gelirim. Hazal ile kadın kadına konuşuruz. Eminim Arzu için bir çare bulmaya çalışır.” dedi.
Hazar, oturduğu yerde ellerini saçlarına geçirmiş bir şekilde,
“Böyle boktan bir durumdan nasıl kurtulacaksınız çok merak ediyorum. Ateş en başından söyleseydi bu noktaya gelmezdi. Ama başına buyruk hareket etmeyi bayılıyor.” dedi.
Gül, Arzu’nun hâline o kadar üzülmüştü ki bu konuyla ilgili yorum yapmak istemedi. Maalesef ortada bir gerçek vardı. O da Baran öldükten sonra Arzu’nun hamileliği ortaya çıksaydı, ya ölümüne karar verilecekti ya da Ateş veya Hazar ile evlendirilecekti.
Gül için bunun düşüncesi bile korkunçtu. Ne kadar tedavi görürse görsün anne olamıyordu. Arzu, Hazar ile evlendirilse, doğumdan sonra... Gül düşüncelerinin devamını bile getirmeye korkuyordu. Hazar’ı kaybetmek istemiyordu.
Herkes yaşadığı şoktan çıktıktan sonra Zelal Hanım, Arzu’yu tekrar odasına götürdü. Bu konağa geldiğinden beri ilk kez Arzu’nun saçını okşayıp,
“Dinlen kızım. Sen şimdi sadece bebeğini düşün, gerisini biz halledeceğiz.” dedi.
Arzu, oğlunu kucağına alıp emmesi için göğsünü açtı. Oğlu iştahla annesinin memesini emmeye başladığında Arzu da dua ediyordu,
“Allah’ım, sen oğlumu koru. Kimsenin yuvası bizim yüzümüzden bozulmasın, ama oğluma zarar gelmesin.”
Bir anne için evlattan daha değerli ne vardı ki bu hayatta? Hiçbir şey. Para, mal, mülk, itibar, bazen aşk bile bir evlat için feda edilirdi. Ama evlat, feda edilemeyecek kadar değerliydi bir anne için.