Boran Ağa, karısı Zelal Hanım ile salonda oturmuş düşünüyordu. Boşa koysa almıyor, doluya koysa taşıyordu. Bu meseleyi nasıl çözeceğini bilemiyordu. Bahoz Bozdağ ile görüşmek için aradı. Telefon defalarca çalmasına rağmen açılmadı.
“Haklı adam, torununu bana güvenip Ateş’e verdi. Oğlumun yaptığına bak.” diye geçirdi içinden.
Karısı Zelal Hanım’a dönüp,
“Ben gidip Bahoz ile konuşayım, telefonları açmıyor.” dedi.
“Git bakalım, Allah sonumuzu hayretsin.” Zelal Hanım’ın içindeki endişe, Asmin dönmez haklı ama Ateş yıkılır düşüncesiydi.
Anne olmak böyle bir şeydi; hata da yapsa evladına sahip çıkmak, doğru yola getirmekti. Ateş yolun sonuna geldiğinde öğrenmese, işlerin bu hâle gelmesine izin vermezdi. Arzu kuma olmadan bir çözüm bulurdu. Zelal Hanım yerinden kalkıp,
“Ben de Arzu’ya bakayım.” diyerek Boran Ağa ile birlikte salondan ayrıldı.
Boran Ağa büyük bir sınav için kendini güçlü tutmaya çalışıyordu. Miranlı konağının önünden arabalar bir bir ayrılırken, Zelal Hanım arkasından dua etti,
“Rabbim, sen yardım et.” diyerek.
Zelal Hanım Arzu’nun odasına geldiğinde, Arzu kucağındaki oğlunu susturmaya çalışıyordu. Zelal Hanım bir anne şefkatiyle,
“Neden bu kadar ağlıyor benim paşam?” deyip Baran’ı kucağına aldığında ateşinin yüksek olduğunu anladı.
“Kızım, bu çocuk yanıyor! Hemen hastaneye gidelim.” dedi.
Arzu başını sallayıp bebek çantasını hazırladı. Aceleyle evden çıkıp en yakın hastaneye gittiler: Umut Hastanesi...
Umut Hastanesi’nde işler karışıktı. Asmin hâlâ hastanede dinleniyordu, tüm ailesi de başındaydı. Mirza, kızının durumuna kaç aydır üzülüyordu ama canından vazgeçme noktasına gelmesiyle yıkıldı. Kadın doğum uzmanı yaptığı muayenede bebeğin dört aylık olduğunu söyledi.
Evin, kızının kaç aydır regl olmadığını biliyordu. Stresten olduğunu düşünmüştü. Asmin doktora gitmeyi reddetmişti; belki de bildiği için gitmedi diye düşündü.
Evin, Dilan ve İnci sabırsız bir şekilde Asmin’in yanına girmek için bekliyordu. Umut odadan çıkıp İnci’ye,
“Asmin seni çağırıyor.” dedi.
İnci koşarak odaya girdi. Evin, oğluna yaklaşıp,
“Nasıl oğlum, konuştu mu?” diye sordu.
Umut derin bir nefes alıp,
“Konuştu anne. Asmin hamile olduğunu biliyormuş. Ateş duymadan boşanmak için söylememiş kimseye. Şimdi öğrendi, beni hiç bırakmaz diye korkuyor.” dedi.
Dilan öfkeli bir şekilde,
“Kimi bırakmayacak? Eşşek gibi bırakacak! Asmin’den mi olalım?” dedi.
Umut halası ve annesini kollarının altına alıp,
“Kardeşimi de, yeğenimi de kimse alamaz. Siz bunları düşünmeyin, bebek bakmaya hazırlayın kendinizi.” dedi.
Evin gülerek,
“Ben anneanne olacağım, değil mi?” diye hevesle konuştu.
Umut göğsünü kabartarak,
“Ben de dayı oluyorum.” dedi.
Mirza ve Demir de aralarına katıldı. Mirza, kızının anne olmasına sevinmiş, Ateş’i silmesiyle bayram etmişti. Mirza’nın tek düşüncesi,
Kızım da, torunum da gözümün önünde olacak. Kimsenin üzmesine izin vermem. diye içinden defalarca yeminler etti.
İnci hâlâ Asmin’in yanındaydı. Bozdağ ailesi koridorda beklerken Zelal Hanım ve Arzu’yu gördüler. Telaşlı halleri dikkat çekiyordu.
Umut öfkesine yenik düşüp onlara doğru ilerledi,
“Kardeşimi ne hâle getirdiğinizi görmeye mi geldiniz?” diye Arzu’ya bağırınca kız, korkudan kucağındaki oğlu ile irkilip birkaç adım geri gitti. Sesini kendi bile zor duyacağı bir tonda,
“Ben… ben burada olduğunuzu bilmiyordum, yemin ederim. Oğlum hasta, o yüzden geldik. Ama buraya gelmekle hata etmişiz, biz gidelim.” deyip Zelal Hanım’a döndü.
Zelal Hanım,
“Olmaz, ateşi çok yüksek. Havale geçirir çocuk.” dedi.
Umut, öfke ile söylediklerine pişman oldu. Karşısında çaresiz, savunmasız bir anne vardı. Umut hatasını telafi etmek için,
“Kusura bakmayın, size yardım edeyim.” diyerek bebeği Arzu’nun kucağından aldı.
Minik elleri Umut’a değdiğinde bebeği inceledi. Umut, masum bir bebek... Çocuk doktorunun odasına dalan Umut,
“Hemen muayene et!” deyip odadan çıktı.
Arzu ve Zelal Hanım odada kalırken kapıyı kapattılar. Umut, o minik elleri hatırlayıp gülümsedi. Mirza dikkatle oğlunu inceledi. Mirza, oğlunun ne yapmaya çalıştığını kendi içinde ölçüp tartarken hiçbir kadına böyle davranmaması gerektiğini oğluna söylemeyi aklına not etti.
Arzu’nun oğlu Baran’ın muayenesi bittikten sonra serum bağlanması için aynı katta bulunan boş bir odaya alındı. Baran küçücük elleriyle serumu çıkarmaya çalışırken, Arzu oğlunu sakinleştirmek için uğraşıyordu.
Zelal Hanım dayanamayarak Evin’in yanına gittiğinde, herkesin ona kızgın olduğunu gözlerinden anlayabiliyordu. Yine de Zelal Hanım,
“Evin, biliyorum kızgınsınız ama biz de çaresizlik… Ateş hiçbirimizi dinlemedi. Biz iki anne konuşup bir orta yol bulsak olmaz mı?” diye sordu.
Evin kararlı bir ses tonuyla,
“Bu işin bir ortası yok. Kızım artık Ateş’i istemiyor. Bundan sonra herkes kendi yoluna gidecek.” dedi.
Zelal Hanım son bir umut kalbinden geçenleri diline döktü,
“Asmin kızım sonuna kadar haklı, bize kızmakta da haklı. Ama bizim elimizden bir şey gelmedi.” dedi.
Evin omuzlarını dikleştirip,
“O zaman elinizden bir şey gelmedi, sustunuz. Şimdi de benim elimden bir şey gelmez. Kızım ne derse o.” diyerek noktayı koydu.
Zelal Hanım bir kez daha anladı,
kimse onlara karşı yapıcı davranmayacaktı. Zelal Hanım “Haklılar.” dese de torununu görmek istiyordu. Asmin doğum yaptığında bebeği öpüp koklamak, torun sevgisini tatmak istiyordu. Baran’ı kendi torunu olarak görmüştü ama gerçekte olmadığını öğrenmek, hem hayal kırıklığı hem de içinde bir boşluk bırakmıştı.
Asmin kendini daha iyi hissetmeye başlamıştı. İnci, kardeşi gibi gördüğü kızı yatakta doğrultup,
“İstersen biraz bahçede hava alalım, iyi gelir.” dedi.
Asmin,
“İnci, kendimi kötü hissediyorum. Bu acı geçer mi zamanla?” diye sordu. Gözlerinde yaşlar birikmiş, akmak için bahane arıyordu.
İnci, Asmin’in sırtını okşayıp,
“Geçecek canım, biz yanındayız. Gel, biraz hava alalım.” diyerek yataktan çıkardı ve koluna girip koridora çıktı.
Asmin’i gören ailesi yanına gitmek istese de, İnci eliyle durun işareti yapıp durdurdu. Asmin ile birlikte bahçeye çıktı.
Asmin ve İnci, banka oturup yüzlerini gökyüzüne çevirdi. Asmin kısık bir sesle,
“Hatırlıyorsun değil mi? Gençken damda yatıp yıldızları seyrederdik. O zamanlar ne kadar da mutluyduk. Hiçbir kötülük yanımıza yaklaşamazdı. Şimdi aynı yastığa baş koyuyoruz.” dedi.
İnci, dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini yumdu. Kardeşinin canı yanıyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Zor da olsa dudaklarını kıpırdattı,
“Asmin canım, bundan sonra yine eskisi gibi olacağız.” dedi.
Asmin ve İnci bir süre daha sessizce bahçede oturdu. Bahçede yankılanan araba sesi ile başını çeviren Asmin, Ateş’i gördü. Ateş’in gözleri de Asmin’i buldu. Bir süre göz göze kaldılar. Hastaneden, kucağında oğlu ile çıkan Arzu ve Zelal Hanım arabaya doğru yürüdüğünde, Asmin’in gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
Asmin’in düşündüğü,
Sevdiğim adam, başka bir kadın ve çocuğu için gelmişti. Bana olan aşkı da yalanmış. diye geçirdi içinden.
Asmin yerinden kalkıp İnci’yi beklemeden hızlı adımlarla hastanenin içine doğru yürüdü. Ateş, Asmin’in ne hâle geldiğini gördüğünde direksiyonu sıkıca tuttu. Yüzündeki çaresizliği gören Arzu,
“Ateş, istersen onunla konuşabilirim.” dedi.
Ateş başını umutsuzca sağa sola sallayıp,
“Bu, onu daha da kızdırır.” deyip arabanın motorunu çalıştırdı ve gaza bastı.
Asmin, ağlayarak hastane odasına girdiğinde sırtını kapıya yaslayıp hıçkırarak ağlamaya başladı. Dilinden dökülen tek bir cümle vardı,
“Ben bunu hak etmedim...”