Gordan, kavşağa yaklaştığında gözleri bir anda koca metal gövdeyle karşılaştı—bir tank. Şehirde gerçek bir tank! Sokağın ortasında hareketsizdi ama etrafı kaynıyordu. Kasklı, yüzleri maskeli askerler barikat kurmuş, sivilleri yönlendirmeye çalışıyordu. Her biri ter içinde, tüfekleri tetikteydi. Ortalık bir cehennemi andırıyordu: alevler, çığlıklar, duman. Ama Gordan, savaş alanlarının ortasında soğukkanlı kalmayı öğrenmişti.
SUV’yi yavaşlatmadan barikata yaklaştı. Bir asker, elini kaldırarak onu durdurmak ister gibi oldu ama göz göze geldiklerinde, iki adam başlarını hafifçe eğerek birbirine selam verdi. Asker, gözünü Gordan’ın üzerindeki kan lekesine, kırık cama ve direksiyona sıkıca sarılmış ellerine kaydırdı. Ne bir sorgu geldi ne de engel. Sadece yol açıldı. Gordan gazı hafifçe artırdı. Araç tankın yanından geçtiğinde, çelik devin gövdesine çarpan alev kıvılcımları SUV’nin yüzeyinde parladı. Arka teker, bozuk asfaltta sekerek sarsıldı ama Gordan’ın elleri direksiyonun kontrolünü bırakmadı. O an kısa, keskin bir bağ oluşmuştu—hayatta kalma ortaklığı. Ne asker sordu ne Gordan anlattı. Zaten kimsenin anlatacak zamanı kalmamıştı.
Gordan direksiyonu döndürüp sokağın karşısına kırarken, sağdan yaklaşan bir sivil pikap aniden görüş alanına girdi. Farları kırpışıyordu, sürücü direksiyona kapaklanmıştı ama araç hâlâ geliyordu. Fren sesiyle birlikte Gordan ani bir dönüş yaptı, iki araç arasındaki mesafede neredeyse teneke tenekeye sürtünerek geçti. “Hadi!” diye haykırdı, hem kendine hem motora. Şehrin çöküşü tam anlamıyla etrafında vücut bulmuştu. Binaların yüzeylerinden dumanlar çıkıyor, siren sesleri ambulans ya da polis değil, tamamen birbirine karışmış bir kıyamet melodisi gibi yankılanıyordu. İnsanlar koşuyor, sürünuyordu; hareketsiz olanlar yere saçılmış organları ile yerdeydi, ya da arabanın sesini işittikleri için Gordan’a doğru boş gözlerle bakarak ve hırıltılı sesler çıkararak yürüyordu. Ellerinde hiçbir şey yoktu.
Gordan, direksiyona daha sıkı sarıldı. Elini silahına götürdü ama anında geri çekti. Şu an, her şeyden önce hayatta kalması gerekiyordu. Anna’yı bulmak zorundaydı. Adrenalinin etkisiyle kalp atışları hızlı ve düzensizdi, alnından ter boşaldı. Burnunun kenarlarında yanık et kokusu vardı; havada barut ve çürümüş duman karışıyordu. Yolun ortasında, bir polis arabası kendi etrafında dönerek ters şeritte savruluyordu. Lastikler yüksek sesle çığlık atarak asfaltla kavruluyordu. İçinde bir adam vardı, direksiyona gömülmüş halde, yüzü camda kanlı bir maske gibi görünüyordu. Yüzünün yarısı, sanki bir canavar tarafından ısırılmış gibiydi. Gordan gözlerini sıkıca kapattı, kendini toparlamaya çalışarak, “Sakin ol, Gordan. Sakin ol…” diye mırıldandı. Ama içindeki polis eğitimi ve kriz tecrübesi, artık bir işe yaramıyordu. Şu an karşısında, sıradan bir isyan, bir enfeksiyon ya da terör saldırısı yoktu. İnsanların delirmesini nasıl açıklardı, bilmiyordu.
Kavşağa yaklaştığında, gözleri bir grup sivilin hareketlerine takıldı. Çöp konteynerlerini devirmişlerdi, ama bu bir barikat kurma çabası değildi. Onlar bir şey arıyordu. Ya da birini… Gordan hızla yolunu değiştirdi, ama ne kadar hızlı giderse gitsin, o an her şey ona yaklaşırken her şeyin ne kadar karanlık bir hızla değiştiğini fark etti. İçlerinden biri başını kaldırdı. Yüzü simsiyah lekelerle kaplıydı, ağzı açık ve kanlıydı. Gordan ile göz göze geldiler. O an, adamın bakışlarında bir şey vardı—insanlıktan çok uzak, bir tür açlık. O an, adam birdenbire koşmaya başladı, zayıf ama deli bir hızla. Gordan’a doğru, gözlerinde hiç durmayan bir öfkeyle. Gordan’ın gözleri genişledi, kalbi hızla çarptı. Araba hızla ilerlese de, her şey ona yavaş geliyordu. Sadece bu bir saniyelik anın içinde, adamın hızla yaklaşması, Gordan’ın kararının sonuçlarını taşıyor gibiydi. Adam, sanki doğrudan ona yönelmişti. O an, tüm dünyadan soyutlanmış, sadece o adam ve kendi hayatta kalma güdüsü vardı. İçindeki tüm soğukkanlılık, bütün polis eğitimleri ve yıllarca süren kriz deneyimleri bir anda yıkıldı. Kendisini, sadece hayatta kalmaya çalışan bir insan olarak hissetti. Gaza bastı, aracı sağa doğru kaydırdı, adamın ondan birkaç adım gerisinde kalmasını sağlamak için. Ama Gordan, gözlerini bir an bile ondan ayırmadı.
Gordan birden gaza abandı.
SUV, adamı havaya savurdu. Araba aniden sarsıldı, cam çatladı ve içeriye kırık cam parçaları fırladı. Bir an için her şeyin, seslerin ve hareketlerin durduğunu hissetti. Gordan, sadece kalp atışlarını duydu—hızlı, boğazında düğümlenen bir gürültü gibi. Zihni kararmış, sanki dünya bir film şeridi gibi yavaşlayıp duraklamıştı. Ama ne kadar korkutucu olursa olsun, devam etmesi gerekiyordu. Durmak yoktu. Anna, kızlar—her şey onlar için. Gordan hızla gözlerini yola çevirdi, direksiyonuna yeniden sıkı sıkı sarıldı. Araç bir an için kayarak yol alırken, şehrin çöküşüyle baş başa kalmıştı. Yokuşu hızla çıktığında, gökyüzünde dev bir askeri helikopterin silueti belirdi. Helikopterin dev pervaneleri gürültülü bir şekilde dönerken, aşağıya halatlar sarkıyor ve askerler, birer karaltı gibi, uçuşan ışıldakların arasında hareket ediyordu. Gövdesinden ışıklar sıçrarken helikopter, etrafı aydınlatıyordu ama aşağıdaki kaos, ışığın dağılmasına engel oluyordu. Sivil bir binanın çatısında, ellerini havaya kaldırarak panik içinde bağıran insanlar vardı. Birkaçı, o halatları tutup helikoptere ulaşmaya çalışıyordu, ama kasvetli bir umutsuzluk vardı her hareketlerinde. Derken, o anlardan birinde, bir kişi tutunamayıp çığlıklar içinde boşluğa düşerek, yere doğru hızla süzüldü.
Gordan başını çevirdi, ama kulağında düşen kişinin çığlıkları hâlâ yankı yapıyordu. Hızla ilerlerken, Gordan’ın gözleri bir başka felakete takıldı. Bir sokakta, devasa alevler içinde ilerleyen bir okul otobüsü vardı. Alevler, otobüsün her bir köşesini sarıyor, dumanlar gökyüzüne yükseliyordu. Otobüs şoförünün koltuğu boştu—ama içindeki çocuklar hâlâ, gözleri korkuyla genişleyerek, camlara vuruyorlardı. Otobüs şoförü, otobüsün içindeki dengesiz hareketlerle yürüyerek hareket ediyordu. Camlar yerinden çıkmış, kırılmıştı ve çocukların yüzleri yaralı, elleri ise her geçen saniyede daha fazla kanla bulanıyordu. Camdan akan is ve kan karışımı, Gordan’ın gözlerine takıldı. Çocukların çığlıkları, otobüsün içindeki boğuk bir hüzün gibi yükseliyordu. Her çığlık, her vuruş daha da kalıcı bir boşluk yaratıyordu. O an Gordan bir kez daha anladı: Bu sadece bir felaket değildi, bir felaketin ta kendisiydi. Şehirdeki her şey birer kırıntıydı, bu kırıntılar arasında hayatta kalmaya çalışan sadece bir avuç insan vardı. Ama Gordan, ne olursa olsun, hayatta kalmak zorundaydı. Anna'ya ulaşmalıydı.
“Hayır,” diye fısıldadı Gordan. “Lanet olsun.”
İşte o an Anna’nın sesi tekrar kafasında yankılandı. “Kızlarımız iyi mi?” Gordan, hızla direksiyona bastı, lastikler asfaltı neredeyse yalıyordu. Araştırma merkezinin olduğu komplekse sadece birkaç blok kalmıştı, ama her saniye, her adım, daha da yaklaşan kaosu hissettiriyordu. Kızlarına ulaşma zamanı yoktu, ama Anna’ya güvenli olduklarını söylemek zorundaydı. Evleri hala güvende olmalıydı. Elaiza ve Zoe’ye ulaşmak için zamanları olacaktı. Yolda ilerlerken, çoğu tanıdık üniformalar giymiş cesetlere rastladı—polisler, acil müdahale ekipleri… Bazılarının silahları hala yanındaydı, ama artık işlevsizdi. Yüzleri korkunç bir şekilde parçalanmıştı ve bazıları hâlâ hareket ediyordu. Gordan, hızla ilerlerken, bedenlerin arasında yaşamın son kırıntılarını görmek zorunda kaldı.