“Güzel. Çok güzel.” Anna, çekmeceden acil durum doz kitini çıkardı. İçinde deneysel nöroinflamatuvar inhibitörler vardı. Hiçbirinin bu tarz bir virüse ya da hastalığa karşı denenmişliği yoktu ama birini seçti. Bistürinin yanında taşıdığı iğne setini çıkardı, koldaki temiz bir damarı bularak enjeksiyonu yaptı.
“Yardımı olur mu?” diye fısıldadı Seo-Yun.
“Göreceğiz,” dedi Anna.
Tam o sırada, binanın içinde yankılanan ağır adımlar bir koşuyor gibiydi—düzensiz, sarsak adımlar. Ses, koridor boyunca hızla ilerlerken, her darbede duvarları sarsıyor, metal zemin üzerinde yankılar yapıyordu. Adımlar bir noktada duruyordu, ardından yeniden başlamadan önce derin bir nefes sesi geliyordu. Bir koşuşturmadan, bir kaçıştan daha fazlasıydı bu; bir vahşet, bir anlık akıl kaybı ve paniğin birleşimiydi. Anna’nın kalbi hızla atmaya başladı. Her adım, yaklaşan tehlikenin derinliğini hissettiriyordu. Birden, binanın her köşesinden gelen alarm sesleri tüm koridoru sarstı. Keskin, acı verici tiz bir çınlama, zihnini zorluyor, kalp atışlarını hızlandırıyordu. Bip-bip-bip. Alarmın sesi, nefes almayı bile zorlaştıracak kadar yoğun, beynine kazınan bir korku duyurusuydu. Yanındaki tüm monitörler kırmızı ışıklarla yanmaya başladı, acil durum uyarıları ekranda belirdi. Sonra, metallerin birbirine sürtünmesi gibi bir ses geldi, uzun ve sarsıcı, metalin metalle çatışması—belki de kilitlerin yerinden oynayışı...
Anna’nın gözleri hemen laboratuvarın cam kapısına kaydı. O cam kapıya kıyasla kalın titanyum kapılar şimdi kapanmış olmalıydı. Yirmi santimlik titanyum—sert, dayanıklı, laboratuvarı koruyan en güvenli bariyerlerdi. Fakat bu kapılar, sadece içerideki güvenliği sağlamakla kalmıyordu. Aynı zamanda bir kaçış umudu olmaktan da çıkmışlardı. Eğer o kapılar kapanmışsa, dışarıdan hiçbir şeyin girmesi ve içeriden hiçbir şeyin çıkması mümkün olmazdı. Ve içeride olanların, dışarıdakilerden ne kadar farklı olduğu artık hiç şüphe götürmüyordu. Anna güvenlik kodlarını hatırlamaya çalıştı. Tüm kodları bir bir kapı numaralarına denk gelecek şekilde Gordan’a mesaj attı. Telefonu kullanmadan cebine koydu. Şarjı azdı ve idare etmeliydi.
Yeniden Anna’yı yerinden sıçratan sesler duyuldu. Art arda gelen silah sesleri, havada keskin bir yankı bıraktı. Her patlama, sanki zamanın akışını durdurmuş gibi, kulaklarını sağır eden bir boşluk yaratıyordu. Anna, bir anlık şokla olduğu yerde donup kaldı. Gözleri, güvenlik kapısının ötesine odaklanmıştı, sanki o kapı bir sınır çiziyordu ve her patlama, o sınırı biraz daha yaklaştırıyordu. Duyduğu her silah sesi, bir hayatın sonlanışını, her geçen saniye daha fazla yaklaşan tehlikeyi hatırlatıyordu. Dudaklarını sıkıca birbirine bastırarak, her sesi içindeki korkuyla tartmaya çalıştı. Ardından, yeniden ateş sesi duyuldu—yakın, çok yakındı. Bir anda Anna, yanlışlıkla masaya çarptı. Raflardaki cam tüpler, hafifçe titreyerek tınladı, içindeki sıvılar birbirine çarptıkça mavi ve yeşil ışıklar dans etti. Ama bu renkli ışıkların hiçbir anlamı yoktu. İçerideki hava, bir anda soğumuş gibiydi. O an, tehlikenin uzak olmadığını, tam kapının öbür yanında olduğunu her hücresinde hissetti.
Anna refleksle yerinden sıçradı, hemen çalışma masasına sabitlediği Seo-Yun’a döndü. Kadının gözleri açılıp kapanıyordu, bilinci dalgalanıyor gibiydi. Nefesi zayıftı. Dudakları daha da morarmış, alnında soğuk ter birikmişti. Anna içini çekti. Vakit daralıyordu. Elini cebine attı, telefonunu çıkardı. Ekranını açtı—hâlâ sinyal vardı. Mesajları iletilmişti. Parmağı otomatik olarak Gordan’ın adına gitti, aramaya bastı. Hat bağlanmaya çalışırken, göz ucuyla ekranın köşesine baktı: %30 şarj. Ama o anda aklına gelen şey kalbini hızla çarptırdı: Şarj aleti... çantasında. Ve çanta ofisindeydi. Beşinci katta. Sığınak gibi hazırlanmış bu yerden çıkmak ölüm demek olabilirdi. Ama o zamana kadar dışarı çıkıp ofise gitmek mi? İmkansıza yakındı. O sırada telefonun çaldığını duydu: Tuuut. Tuuut. Hat hâlâ çalmaktaydı ama Gordan’dan bir yanıt yoktu. Belki de cevap verecek durumda değildi. Anna’nın parmakları titremeye başladı. Telefonu yavaşça tezgâha bıraktı, ekran kararmadan önce son bir kez şarja baktı. %29.
Kendini toparlamaya zorladı. İçindeki panik duygusunu, bilim insanı benliğiyle bastırmaya çalıştı. İşlevsel düşünmeliydi. Panik, ona hiçbir şey kazandırmazdı, aksine sadece hata yapmasına neden olurdu. Güvenlik kapısının ötesindeki tehlike hâlâ belirsizdi ama yakındı. Her silah sesi, durumu biraz daha netleştiriyordu. Ateş sesi, güvenlik görevlilerinin silahlarına ait olmalıydı. Bu, bir felaketin ilk dakikaları olabilirdi. Anna, hızla zihnini toparlamaya çalıştı. Dışarıdaki tehdit, güvenli bölgeyi aşmaya çalışıyordu. Bir kez daha Seo-Yun’a baktı; zayıf, solgun, çaresiz... ama hâlâ hayattaydı. Ve içinde bir başka hayat daha vardı, bir annelik içgüdüsüyle onu korumak zorundaydı. Anna, gözlerinde belirginleşen kararlılığı hissederek sırtını dikleştirdi. Gözleri güvenlik kapısına çevrildi, her hareketi, her düşüncesi ona son bir şans veriyordu. Eğer gerekirse savaşacaktı. İçindeki her şey, bu anı yaşaması gerektiğini söylüyordu. Ve o an geldiğinde, elindeki bistüriyi kullanmak zorunda kalabileceğini artık biliyordu. Gerçekten de bir ölüm kalım meselesiyle karşı karşıyaydı.
Dişlerini sıkarak, “Gordan.” diye mırıldandı. “Acele et.”