VİRAN OLMUŞ İNSANLIK
Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri,
çünkü kavganın göbeğidir benim yerim!
BÜYÜK VİRAN;
Devlet binasının önünde ölüm sessizliğine yakın bir uğultu vardı. Gri duvarların arasında, rüzgârın bile korkarak estiği o dar alanda halk, kan kokan bir kararın duyurulmasını bekliyordu.
Tam ortada, gökyüzüne uzanan dev kürsü... ve kürsünün ardında siyah giymemeye ant içmiş beyaz cübbeler içindeki yargı konseyleri.
Hepsi, Büyük Viran'ı bekliyordu.
Viran, binanın iç kapısında duruyordu. Gözleri yerdeydi önce, elinde kelepçeler yoktu ama yıllardır taşıdığı kararlar bileğinden daha ağırdı. İçinde sönmeye yüz tutmuş binlerce vicdani duygu peyda olmuştu birden.
"Cesur..."
İsmi zihninde yankılandığında boğazı düğümlendi.
Oğluydu. Belki kan bağları yoktu ama kalbi bir ömür onun için çarpmıştı. Devleti'nde Zefira'dan sonra güvendiği tek kişiydi...Bir zamanlar "Özgürlüğün Sesi" olarak andıkları o çocuk, şimdi halkın en büyük düşmanıydı.
Halk...
Alpiyon'da karanlığa doğan, baskıya alışmış ama suskunluğu öğretilmiş halk.
Onlar için bu karar, bir dönüm noktasıydı. Hepsi, kuşkusuz, hepsi Viran'a tapıyordu. Viran, onların gözünde iyi bir lider, iyi bir insan ve her şeyden öte onların babalarıydı.
Viran gözlerini kapadı.
"Bu karar bana değil, tarihe aittir." dedi. Ama biliyordu, tarih bile Viran'a hak vermekle mükellefti. Adımlarını attı. Geriye değil, ileriye. Kalabalık onu gördüğünde önce sessizlik... sonra yavaşça büyüyen bir alkış tufanıyla karşıladı; bazıları inandı ona. Bazılarıysa artık hiçbir şeye inanmıyordu. Kürsüye geldiğinde bakışları Cesur'u buldu.
Demir tasmalı, ağzı bağlanmış, dizlerinin üstüne çökmüş, delice hırpalanmış bir beden.
Cesur ona bakmıyordu. Gözleri bir noktaya saplanmıştı.
Kırgın değildi. Öfkeliydi. Gururluydu. Ve her şeyden öte artık uyanmıştı. Bu yüzden artık hiçbir şey onu korkutmuyordu. Ama büyük bir pişmanlığı vardı halkına karşı, ondan nefret eden ve onu öldürmek isteyen halkına...
Halk sessizleştiğinde, Viran sesini yükseltti. Yüksek perdeden konuşmayı babasından öğrenmişti. Çok sevgili babasından...
"İşte sen," dedi Viran, "İnançlarının esiri olan oğlum." Kullandığı son kelime halk tarafından yuhalanmıştı. Onların gözünde Cesur artık vatan haininden başka bir şey değildi... Yanında çok yemekten gıdısı çıkmış ve boğucu sıcaktan boncuk boncuk terleyen sarı benizli, adını hatırlamadığı, devlet sözcüsü halkı susturdu tekrar. Ve Viran oyununa kaldığı yerden hiçbir pot kırmadan devam etti.
"Alpiyon halkı...Bugün burada sadece bir yargıyı değil, bir geleceği oyluyoruz. Bu çocuk, onu tanıyorsunuz. Şanlı devletimizin baş mimarı Cesur Tyra! O, benimle birlikte Alpiyon 'un duvarlarını sorgulayan ilk kişiydi. Ama sonra...Bir karar aldı. Vatanımıza ihanet etti. Teröristlerle işbirliği yapıp ülkemizin kaynaklarını yani sizin hakkınızı başkalarına SATTI! Ne için? Düzeni yıkmak için. Adaletin simgelerini bombaladı. Devlet verilerini sızdırdı. Koruma görevindeki askerleri öldürdü!"
Her cümlesinin sonunda halk ona hak verdiğini söyleyen birkaç kelime ediyor ve birbirini gaza getiriyordu. Viran sık sık durmak zorunda kalıyor ve bu da zaten zor olan işini daha da zorlaştırıyordu. Pes edemezdi, özellikle de karşısında duran kocaman binada babasının boydan boya asılmış resmi ve kendisine diktiği zifiri karanlık gözleri varken! Derin bir yutkunuştan sonra tekrar başladı söze:
"Ve son olarak... Alpiyon 'un en büyük yasaklarından birini çiğnedi. Bir Seçilmiş'e dokundu! Beni öldürmeye çalıştı!" Kalabalığın içinden acıyla yoğrulmuş onlarca inilti yükseldi. Viran devam etti: "Bazılarınız onu kahraman sanıyor olabilir. Ama ben size şunu soruyorum:
Bir kahraman, halkının çok sevdiği liderlerini öldürmeye çalışır mı?
Bir kahraman, kendi halkının mirasını başkalarına para için satar mı? Cesur...Ben seni yalnızca kendi oğlum olarak değil, bir ideolojinin simgesi olarak da kaybettim. Ve bugün, Alpiyon' un kanunları önünde, sadece seni değil... Kendi içimdeki umudu da infaz ediyorum. Çünkü ben, halkın başına geçmişsem, halkın vicdanı olmak zorundayım."
Bir alkış tufanı daha... Ve Viran işte şimdi milletini en çok uyuşturan sloganla kürsüye veda edecekti.
"Alpiyon'da adalet, lideri değil, halkı korur." Devletin tek ve eşsiz sahibi Büyük Viran, Muhteşem Malivor'un Oğlu, kürsüyü terk ettikten sonra duyduğu son sözler devlet sözcüsünün cümleleriydi.
"Ya bu düzen ayakta kalacak...
Ya da hep birlikte bir başka kaosun içine düşeceğiz!" Halk bir an sustu.
Sonra biri bağırdı: "Yaşasın Alpiyon!" Arkasından binlercesi: "Adalet! Adalet!"
Viran, içeriye girip son kez Cesur'a bakmak istediğinde çoktan Cesur'un onu izlediğini gördüğünde kanı çekilir gibi olmuştu. Yıllarca o gözlerde sadakat ve sevgi varken şimdi Orloc Deniz'inden daha soğuk ve öldürücü bakışları barındırıyordu içinde. Gözlerini Cesur'un gözlerinden çekemedi.
Tam o sırada ağzındaki bezi tükürdü ve sadece fısıldadı:
"Artık bitti! Sen bu oyunda yenileceksin Büyük Viran. Sana şerefim ve namusum üzerine yemin ederim!"
Aralarındaki uzak mesafeden onun dediklerini bu kadar yakından hissetmek ve anlamak gerginleşmesine sebep olmuştu. Tam cevap vereceği sırada Cesur'u zapt eden iki iri adamdan birisi onun ağzından yere düşen bezi görmüş ve küfrederek tekrar adamın ağzına sokmuştu.
Viran istemsizce sırıttı, o da Cesur gibi ağzını oynattı sadece;
"Bildiğin her şey seninle mezara gidecek Mimar!"
Arkasını hızla dönüp odasına giderken asansörlerin önüne geldiği an, bu aralar sık olduğu gibi, yine ani bir baş dönmesi yaşamış ve gözleri odağını yitirmişti. Bugün her yer çok kalabalıktı, atak geçirmesi onu mahvederdi. Dayanması lazımdı ama bedenine hakim olamadığı için sol tarafına doğru yalpaladı. Tam düşeceği sırada onu güçlü ama yumuşak iki kol sardı önce, sonra burnuna o tanıdık koku doldu... Onu sarıp sarmalayan kişi Zefira'dan başkası değildi.
Artık gözlerini rahatça kapatabilir ve bedenini doğru kişiye emanet edebilirdi.
Sevdiği kadından daha fazla kime güvenebilirdi ki zaten?
Bedeni kendisini yere bırakır bırakmaz Zefira'nın yüzüne kondurduğu sahte endişe tuzla buz olmuştu.
"Ah! Keşke kendi ecelinle ölebilsen!" diye geçirdi aklından ama biliyordu tüm çabası ölmemek içindi zaten kollarında hareketsiz yatan bu pisliğin!
Koridoru sonundan koşarak gelen üç adam kimsenin onları görmediğinden emin olduktan sonra tek komutla Viran'ı yerden kaldırmış ve odasına götürmüşlerdi Zefira da onlara eşlik ediyor ve endişeyle bir şeyler gevelemeye çalışıyordu. İyi oyuncuydu...
Doktorun da hemen arkalarından geldiğini çıkardığı hantal nefeslerden anlıyordu. Bu yüzden arkasını dönme gereği görmeden devam ettiler. Binanın en büyük ve en görkemli odası tabi ki ülkenin sahibine aitti. Orloc Deniz'ini gösteren kurşun geçirmez cam, odanın sağ tarafını boydan boya kaplamıştı.
Bugün Orloc'ta sinirliydi, Zefira gibi...
Viran'ı hemen L koltuklardan birine yatırmışlardı. Sonrasında doktor herkesi dışarı çıkması için uyardı. Ama Zefira oyalanmak adına ağlamaya başladı ve sanki nefes alamıyormuş gibi elini boğazına götürdü.
Doktor şaşırsa da Zefira'nın durumunu iki üç saniye izledikten sonra onu da karşısındaki koltuğa oturtmuş ve "gömleğinin iki- üç düğmesini aç Zefira!" demişti. Evet, doktorda ona en az Viran kadar güveniyordu. O numara yapmaya devam ederken, doktor da Viran'ın beyaz gömleğinin kolunu sıyırmış ve çantasından çıkardığı şırıngayı hazırlamaya başlamıştı.
Kolunu kaldırıp iğneyi derisinden içeri sokacağı anda Zefira yarı çığlık atarcasına bir şokla adama bağırdı.
"Onun içinde ne var? Senin onu öldürmeye çalışmadığın ne malum? Belki de senin verdiğin ilaçlar yüzünden bu halde!" dediğinde doktor hızla ağızındaki tüm baklaları döküvermişti. Ölüm, insanları bu kadar korkutmamalıydı.
Doktor ağzını açacağı sırada Zefira onu tam olarak alt etmek için vurucu darbesini yaptı:
"Ya sen de Cesur denen adam gibi devletimizin sahibini öldürmeye kalkarsan?"
İşte tam o anda doktorun gözbebeklerinden geçen korku Zefira'ya çok ince bir zevk vermişti. Adam kızarıp bozararak lafa atladı:
"Ben, ben asla böyle bir şey yapmam! Bana neden güvenmiyorsun Zefira? Eğer Büyük Viran yasaklamamış olsaydı sana neden ona bu iğneyi yaptığımı anlatırdım ama yasak!" dediğinde Zefira, olayı daha da büyüteceği sırada doktor kendiliğinden yakayı ele vermişti:
"Ama eğer haberi olmayacaksa sana söylerim tabi ki!"
Zefira hiçbir şey yapmadan ona bakmaya devam etti ve doktor bunu bir evet olarak kabul edip konuştu:
"Viran Bey'de Nöral yırtılma hastalığı var!"