Mustafa gecenin karanlığında bir zamanlar her gece gelip sığındığı eve bakıyordu. Şimdi gitmek istemese de bu olayın bittiğini söylemek için eve girmek zoruydı. Atının üstünden indi, askerine baktı, eliyle geri evi arkasını işaret etti. Yüzündeki siyah maskeyi indirdi. Tahta kapıyı çalmak için elini kaldırdı, sanki vurmaya gücü yoktu.
Etrafına göz bakındı, kimsenin olmadığında emin olunca sert bir şekilde çaldı kapıyı. Biraz geri çekilip kapının açılmasını bekledi. Üstüne giyindiği pelerini başından indirdi. Kapı açılınca günlerdir aklına bile gelmeyen kadının yüzünü gördü Mustafa. Kadının gözlerindeki sevinç ışığını görüyordu. Kapıyı sonuna kadar açıp içeri girmesi için geri çekildi. Mustafa kapıdan girmeden önce etrafı yeniden kolaçan etti. Açılan kapından içeri girdi, kadın kapıyı kapattıp Mustafa'nın boynuna sarıldı.
Mustafa geri çekilmek için kadını tutup geri doğru itti. Kadın birden neden böyle yaptığını anlamamıştı.
"Mustafam, gönlümün sultanı. Bilesen seni ne çok özledim. Özlemin kalbime bir ağır yük gibi çöktü." Mustafa, kadının dediği sözlerden bile etiklenmemişti. Kadın elini uzatmış yüzüne dokuncakken Mustafa yüzünü yana doğru yatırdı. Odanın içine doğru yürüdü. Pencerenin kenarına gitti. Pencere kenarından etrafa baktı. Birileri tarafından takip ediyormuş gibi hissediyordu.
Kadın sessizce minderlerin üzerine oturdu. Mustafa'nın bu hali hiç hoşuna gitmemişti. Mustafası değişmiş gibiydi.
Mustafa pencere kenarından uzaklaşıp kadının karşısında boş minderin üzerine oturdu. Bakışları evin içinde dolandı. Sanki daha önce bu eve gelmemiş gibi her yerini inceliyordu. Karanlığın evi aydınlatan mumun üzeride kaldı gözleri. Konuşmak, söylemek istediği şeyler vardı ama Mustafa sessiz kalıyordu.
Yanında sessizce oturan kadına gözlerini çevirdi. Bu zamana kadar duyduğu şey aşk değilmiş Helen'i gördükten sonra her şeyi daha almıştı Mustafa.
"Nigar buraya son gelişim. Bundan sonrası yok. Bu aramızda olan şey çok yanlıştı. Aramızda olan her şeyi unutacaksın, bu şehirden zevcinle birlikte göndereceğim seni." İçinde geçenleri sonunda söyleyebilmişti Mustafa. Oturduğu yerden kalktı, Nigar da peşinden kalktı, tam konusacakken Mustafa eliyle susturdu. Bir şey demesini duymak istemiyordu. Pelerini örttü, yüzüne maskesini kapattı. Kapıya doğru hızlıca ilerledi. Nigar'ın yüzüne bakmadın evden çıktı.
Mustafa artık kendini özgür hissediyordu, askerlerin olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Getirilen atına bindi, yüzüne vuran rüzgar kalbinin özgürlüğünü ilan ediyordu sanki. Saraya bir an önce varmak için attını en hızlı şekilde koşturuyordu.
Saraya geldiğinde Helen'i görmek istese de kendine engel olmak zorunda olduğunu biliyordu. Kalbindeki hisseleri biri öğrenirse bu Helen'in sonu olurdu, aklına gelince hemen odasına doğru ilerledi. Kendine ne kadar engel olursa Helen o kadar tehlikede olmazdı. Helen'e zarar gelmemesi için ondan kendini uzak tutuyordu Mustafa ama kalbine bir türlü söz geçiremiyordu.
Odasına girip hemen üzerinde olan pelerini çıkardı. Yatağını üzerine fırlattı. Balkona çıktı, nefes nefese kalmıştı. Yıldızların aydınlattığı gökyüzüne baktı. Kalbinde özlemi bastıramıyordu. Elini kalbinin üzerine koyup göğsünü sıktı. Özlemi yok etmek ister gibi. Balkon önüne de olan minderlerin üzerine oturup uzandı. Bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu.
Yıldızlarını şeklini izlemeye başladı. Gözlerini alan bir yıldıza da kaldı bakışları. Sessizliğin içinde kayboluyordu. Kalbi sanki kimsesiz gibiydi, Helen'i yoktu Mustafa'nın. Helen yeniden aklına gelince uzandığı yerden kalktı. Yatağına doğru yürüdü. Yatağın içine girip gözlerini kapattı. Yüreğindeki sese kulaklarını tıkadı. Gözlerini önüne gelen Helen'in hayalini yok edemiyordu. Sanki kalbi ve beyni Mustafa'ya oyun oynuyordu. Helen'in hayaliyle uykuya daldı Mustafa.
Sabah erkenden uyandı Mustafa. Gözlerini her kapattığında Helen'i görüyordu. Gözleri uyuyamadığı için ağrıyordu. Üzerindeki kıyafetleri değiştirdi. Odasından çıktı. Saraydan dışarı çıktı, sarayda daha fazla duramıyordu. Av yapacağını söyledi. Şehirden uzaklaştı. En uzak ormana gitti.
********
Helen sabaha kadar gözlerini kapatmadan tavanı izlemişti. Öğrendiklerini doğru olduğunu anlayınca kalbi parçalara ayrılmıştı. Buraya geldiği için çok pişman hissediyordu. Yataktan kalktı, kapıya doğru baktı. Dünden beri hiçbir şey yememiş sabaha kadar ağlamıştı. Vücudu bitkin düşmüştü. Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi. Kapının yanından Dilber hatunun beklediğini görünce durdu. Ablasını görmek istediğini söyledi. Dilber hatun önce ne yapacağını bilemese de Helen'in iyi olması için ablasına ihtiyacı olduğunu düşündü.
Koridorda ilerleyip Helen'i ablasının odasına götürdü. Helen odanın kapısını açınca gözleri ablasını bulunca koşarak ablasına sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Lucrezia ne olduğunu anlayamıyordu. Kardeşine sıkıca sarıp onu avutmak için sırtını okşuyordu. Helen geri doğru çekildi. Lucrezia, kardeşinin yüzüne gelen saçlarını geri doğru topladı. Odanın içinde olan cariyelere dışarı çıkmalarını söyledi Lucrezia. Kardeşinin bu hale neden geldiğini öğrenmek istiyordu, Mustafa'nın yüzünden olduğunu da tahmin ediyordu.
"Helen neden bu haldesin? Ne oldu sana böyle?" diye sordu Lucrezia.
Helen yeniden ablasına sarıldı, kalbinde olan acı artıkça artıyordu. Lucrezia her şeyi anlamak istiyordu ama gücü yoktu sanki olanları bir daha duymaya.
"Lucrezia o başka birini seviyormuş. Ben sandım ki beni seviyor, ama yanılmışım." dedi Helen hıçkırıkları arasından. Lucrezia, Helen'in saçlarına okşuyordu.
"Ah benim saf kardeşim nasıl da bir düşmana inananı verdin sen." Helen'i yatağın üzerine oturttu Lucrezia. Mustafa'ya daha çok kızıyordu Helen'i bu hale getirdiği için. İçinden intikam yeminleri ediyordu. Bunların hesabını tek tek soracaktı Lucrezia.
Helen ağlaması kesince yataktan kalktı. Ablasının ona acıyan gözlerle bakmasından rahatsız oldu. Mustafa, Lucrezia hareme aldığı aklına gelince gözleri yine doldu Helen'in. Oysa Mustafa'nın da kendisine karşı bir şeyler hissettiğini düşünüyordu. Hayallerinin bir yalan olduğunu anlamak Helen'in zoruna gidiyordu. Ne umutlarla gelmişti, şimdi ise neler gelmişti başına. Roma'da bir gün bile yanından ayrılmayan Mustafa şimdi yanında yoktu. 'Herkes ne söylerse söylesin ben seni seviyorum Helen' demesini duymak istiyordu Helen, Mustafa'dan.
Bakışlarını pencere doğru çevirdi Helen. Yeniden akan gözyaşlarını sildi hızlıca. Lucrezia baktı.
"Burdan kurtulmak istiyorum Lucrezia. Burdan bu içimdeki aşktan kurtulmak istiyorum. Ne yaparsan varım. Ama ülkemizi geri almak istemiyorum. Beni burdan bir an önce kurtar. Dayanamıyorum ben buna, içimde yanan yangın beni kor edecek." dedi Helen. Mustafa'dan ayrılmanın ne kadar zor olacağını bilse de Mustafa'nın bir başkasını sevdiğini, haremi olmasını kabullenemiyordu Helen.
Lucrezia başını salladı. Kardeşine hiçbir şey anlatmayı planlamıyordu. Mustafa'ya âşık bir Helen bir şeyler öğrenirse Lucrezia'nın yapacaklarına engel olabilirdi. Kardeşinin kendi tarafına geçmiş olmasına sevdi. Bu savaşı kazanacağına emindi artık Lucrezia.
"Seninle birlikte burdan kurtulacağız kardeşim sen merak etme." Lucrezia kardeşine kendine çekip sarıldı. Kardeşinin bu haline ne kadar üzülse de kendi tarafına geçtiği için mutlu olmuştu Lucrezia.
Dilber hatun odaya girip artık kendi odasına gitmesi gerektiğini söyleyince Helen ayağa kalktı. Zorla Lucrezia'dan ayrılıp odasına gelmişti.
Helen biliyordu ki Lucrezia çoktan planlar yapmış, sadece kendisinin onayını bekliyordu. Helen onay verdiğine göre Lucrezia planlarına başlayacaktı. Helen, Lucrezia çok kurnaz, tehlikeli biri olduğu biliyordu. Eğer gerekirse Mustafa'ya zarar bile verebilirdi. Lucrezia bir anlaşma yapmalı Mustafa'ya bir şey yapmaması söylemeliydi. Helen, Mustafa'dan gidiyordu ama Mustafa'ya bir şey olmasını da istemiyordu.
Dilber hatun yanında olduğu için bir daha odadan kolayca çıkamayacağını biliyordu. Yatağının üzerine oturdu. Lucrezia harekete geçersen önce Helen'e haber verecekti. Helen o zaman aklında olanı Lucrezia'ya söylecekti. Şimdilik kimseyi şüphelendirmemek için sessizce kaldı Helen.