1. Bölüm
Şirin'den...
Sıcak, sıradan güzel bir mahallemiz vardı. En azından bir zamanlar öyleydi. Herkesin birbirine komşuluğa gittiği, kötülük kelimesinin uğramadığı; ev alma komşu al zihniyetine sahip olarak komşusunu ailesinden sayan insanların olduğu bir mahalleye sahiptik. Fakat bu sıcaklıkta zamanın elinin değdiği her şey gibi değişime uğramıştı. Samimi komşulukların yerini samimiyetsiz yakınlıklar almıştı. Neyse ki benim yanımda Sevil vardı. Her zaman yanımda olan, ne olursa olsun destekçim olan daimi arkadaşımdı.
Çocukluktan beri arkadaştık. Aynı okulda okumuş, aynı liseyi bitirmiştik. Meslek Lisesi mezunuyduk ve ikimizde Güzellik bölümü okumuştuk. Okulu bitirdikten hemen sonra ise bir kuaför dükkanı açmıştık yaşadığımız mahallede. Şimdi ikimiz kendi çapımızda orayı işletiyor, rahat bir şekilde işimizi yapıyorduk. Şükür ki kazanıyorduk da...
"Ay Şirin," Dedi kolumda ki elini sıkılaştıran Sevil. Bakışlarım elinde ki poğaça kabı ile ağır ağır yüryen arkadaşıma döndü. "Hım?" diyerek onu dinlediğimi belirten bir ses çıkardım. "Baksana Cihangir'in evine." Dedi bakışları ile köşede kalan evi göstererek. Yer yer soyulmuş boyaları, solmuş çiçekleri ile Cihangir kadar soğuk ve korkutucu bir evdi. "Ne olmuş evine?" Dedim anlamamazlıktan gelerek. Oysa ne demek istediğini çok iyi anlamış aksini düşünmemiştim de. Yine de bir zamanlar abimin en yakın arkadaşı olmasına istinaden bunu dillendirmek doğru gelmemişti o anda.
"Kızım nesi var mı, var ya?" Dedi evi tekrar işaret ederek. "Baksana nasıl kasvet yüklü!" Bakışlarım bir kere daha güneşlikleri hiç açılmamış eve döndü. Cihangir'in annesi Ayten Teyze yaşarken camlarından dahi neşe saçan eve şimdi kasvet çökmüştü. "Sevil!" Dedim uyarırcasına. Gözlerini devirdi. "İyi be sustum." Derken Sevil başka konuları anlatırken aklım Cihangir'in yaşadıklarına kaydı.
Cihangir bir zamanlar herkesin çok sevdiği, gıpta ile baktığı, parmakla gösterdiği o çocuktu. Abimle çok yakın arkadaşlardı ve annemle babamda çok severdi o zamanlar Cihangir'i. Herkes Ayten ne kadar terbiyeli, iyi bir çocuk yetiştirmiş derdi. Çok severlerdi. Ama zamanla onların fikirleri gibi Cihangir'de değişti. Annesini toprağa verdikten iki ay sonra kardeşini de toprağa vermek Cihangir'in canını ne kadar acıtmış olmalıydı tahmin bile edemiyorum. Ama bu yaptığı hiçbir şey için onu haklı çıkarmıyordu. Kardeşini kaybettikten sonra karanlık işere daha da fazla bulaşmış, kendi ile birlikte mahalleyi de karanlığa sürüklemişti. Ayten Teyze yaşarken herkesin sevdiği, damat olarak gördüğü Cihangir yerini korkulan, nefret edilen günah keçisi Cihangir'e bırakmıştı.
Bir zamanlar neşeliydi de gerçi... Gülümserdi. Gülerdi hatta kahkahalar atardı. Kendisiyle birlikte çevresini de güldürürdü. Şimdi ise susuyordu. Cihangir uzun zamandır susuyordu. Yakın zamanlı peşpeşe yaşadığı iki kayıptan sonra yanına kimseyi almamıştı. Hatta bizden de uzaklaşmıştı. Annem ise yaptığı işler kulağına geldikçe abimi anne sütü ile Cihangir'den uzak tutmuştu.
Sevil'e kızmama rağmen bakışlarım kasvet yüklü evde dururken ansızın aralanan perdeden Cihangir'in gözleri ile buluştu gözlerim. Nefesim saniyelik olarak teklerken hızla kafamı çevirdim.
"Hadi geç kalıyoruz randevu var." Dedim ağır ağır yürüyen Sevil'i çekiştirerek. Sevil kafasını telefonundan kaldırıp bana baktı. Aklına yeni gelmiş gibi elini alnına vururken, "Koş koş!" dedi hızla. "Naciye geliyor bu sabah valla yanarız geç kalırsak." Dediğinde onu hızlandırmış olanın sevinci ile bende adımlarımı hızlandırdım. Yakalanmış olmanının korkusu ile ısınan yanaklarımla son bir kere kafamı Cihangir'in evine çevirdiğim zaman içeri girmiş olduğunu düşünürken, girmemiş olduğunu görerek daha da utandım.
Evini alalen izlerken Cihangir'e yakalanmıştım.
Bir an nefes dahi alamadığımı hissettim. Adımlarımı daha da hızlandırdım ve arkama bir kere bile bakmadan koşarak uzaklaştım oradan.
Yine de içimde garip bir his vardı.
Cihangir'e yakalanmanın verdiği o suçluluk karışık his miydi bu garip hissin nedeni bilmiyorum ama sanki hala ardımdan bakıyormuş gibi hissediyordum. Aynı şekilde ardıma dönüp bakmak istiyor ama bunu yapmamak için her şeyimle kendime savaş açıyordum.
Sonunda ise ev çok çok ardımda kaldığında dükkana ulaşmıştım.
İçimde ki hisle dükkanının kapısını açtım ve içeri girdim.
...
"Sağ olun kızlar."
Naciye cebinden yüz lira çıkarıp Sevil'e uzatırken, Sevil kasayı açıp para üstünü hesaplıyordu. Bu sırada da konuştu.
"Rica ederiz Nacoş, bir daha sabahın köründe gelmesen daha iyi olur tabi." Naciye suratını buruşturdu. "Kız sanki sabahın körü de on." Dediğinde güldüm. Dükkanı onda açıyorduk. Hem o saatten erken kimse gelmiyordu hem de gelen de gitmiyordu. Biz de en ideal saat olan onu seçmiştik yaşadığımız uzun uzun dedikodu sıkıntılarından sonra.
"Eee," Dedi Sevil. "Ne yapalım Nacoş saat yedide kim orasını burasını aldırır. Kaçta açacağız başka?" Sevil'in yorumuna üçümüzde güldüğümüzde para üstünü alan Naciye, "Ay bu da abla deme yaşlı hissediyorum dedim diye suyunu çıkardı he!" Dedi sahte bir takılma ile. "Geliyor şimdi terlik kıçına." Sevil'in suratını buruşturması ile güldüm. "Yine gel Naciye." Dediğim de kafasını salladı.
"Vallahi geldiğim tek yer burası." Dedi hırsla. "En son ablamın orada gittimdi de nasıl zor kurtarmıştık o kaşları... Ay!" Aklıma Naciye'nin o gün telaşla girmesi geldiğinde gülmemek için dudaklarımı dişledim. Kaşlarının yapısı zaten inceydi ve alan kız da acemi olduğundan düzeltmek için daha da inceltmişti bir iki hafta kadar kaşsız gibi gezmişti Naciye.
"Ya sana müstahak!" dedi Sevil alaylı bir kızgınlıkla. "Başka yerde kaş aldırırsan öyle olur." Güldük. "Ay tövbe, çok tövbe!" dedi. "Bir daha asla olmaz, sizden başkası bana haram kızlar." Gülerek Naciye'yi yolcu ettiğimiz sırada kapı açıldı.
"Oooo, Şükran Abla hoş geldin." Dedim gülerek. Şükran abla yine çarşı pazar dolanmış olmalıydı ki elinde ki poşetleri bekleme alanına bırakarak güldü. "Ay günaydın kızlar." dedi saçlarını savurarak. "Benim şu saçların dibi geldi yine ya!" Dedi kafasını eğerek. Esmer tenine platin sarısı saç yaptırdın be Şükran Abla, dibi sende nasıl gelmesin demek istesem de kendimi tutup koltuğu işaret ettim.
"Buyur geç abla," dedim "Hemen hazırlayayım boyayı." Dediğim zaman elinde ki çantayı da askılığa asıp hemen koltuğa oturdu. "Eee ne var ne yok?" Dedim boyaları çıkartırken. Birisi olmamasına rağmen sağına soluna baktı.
"Ay kız neler yok ki!" dediğinde ben önlüğü takarken Sevil sordu. "Ne oldu kız?" dedi heyecanla elinde ki çaylardan birini Şükran ablaya verirken Şükran abla hiç itiraz etmeden çayı alıp bir yudum içti.
"Cihangir var ya," dedi heyecanla. Sevil kafasını sallarken ben boyayı karıştırıyordum. "Bizim Sultan'la görüşüyor." Dediğinde Sevil elini dizine vurdu. Sanırsın ya nişanlısı ya da abisi falan kadar yakın olan tanıdıktı. Ben umursamadan açıcı ile boyayı hazırlamaya devam ettim. "Kız Sultan bir övüyor bunu sana anlatamam..." Sevil aynadan gördüğüm şekilde burnunu kıvırdı.
"Nesini övüyor kız Şükran Abla?" Dedi "Adam bildiğin bela." dediği anda gülmek istedim. Bir zamanlar Cihangir gibi sır küpü olan adamlara kafayı taktığı için Cihangir'i övdüğü zamanlar aklıma geldi. Hevesi çabuk geçmişti gerçi. "Yiğidi öldür hakkını yeme..." Dedi Şükran Abla. "Aşırı yakışıklı bir adam şimdi Cihangir. Boyu, posu endamı." Dediği zaman karışmıyordum ben konuşmaya. Elimde ki boyayı daha da karıştırırken kıvamına bakıp biraz daha boya katıp katmayacağımı tartıyordum o esnada.
"Yakışıklı olsa ne abla karakteri olmadıktan sonra." Dedi Sevil. Mahallede ki herkes gibiydi o da. Ne duyduysa ona inanırdı. Mahallenin günah keçisi de Cihangir olduğundan anında cephe almıştı adama.
"Kız zaten karakterini övmüyor Sultan'da." Dedi kahkaha atarken, "Yatakta ki halini övüyor." Dediğinde Sevil güldü. "Heh yollu Sultan başka ne över?" Dediğinde güldü Şükran abla ve omuz silkti. "Aman vallahi bana bir sayı dedi aklım bir kaydı yani." Dedi kahkaha atarak. "Bekir'e aşık olmasam bu kadar bende bir giderdim." Sevil yorumuna gülerken ben diğer malzemeleri çıkarıyordum.
"Kaçmış?" Dedi Sevil sanki kırk yıllık evli gibi. Bilgisi var mıydı bu konularda tam onu da bilmiyordum gerçi de. "Kız üç posta kırk dakika..." Dedi sonra da durdu. "Her biri." Sevil'in gözleri sonuna kadar açıldı. "Oha!" dediğinde elimde ki boya ile Şükran ablanın yanına geldim. O sırada kapı yeniden açıldı.
"Aaa Şükran Abla sende mi bugün gelcektin kız?" diyen Nilgün içeri girdiğinde elinde bir poşet vardı. Kuaförün boş bir yerine bıraktıktan sonra kendisini kaş bıyık için olan koltuğa attı. "Ne o kız sen sağını solu aldırıyorsun da ben maymuncuk gibi mi gezeyim?" Yorumuna güldüğümüzde Nilgün, "Kaş bıyık aldırmıyorun ki be." dedi ama o da gülüyordu. "Aldıracağım." dedi Şükran Abla. "Kimse bizim kızlar gibi alamıyor valla." dediği an Nilgün de hızla onay verdi.
"Valla öyle." dedi hızla. "Ay Sevil baksana şu kaşıma." Derken Sevil'e gösteriyordu. "İzmir'e gittim ya kuzenimin yanına orada fazla kalınca oldum orman gibi aldırayım dedim de nasıl derin girmiş bir türlü düzeltemedim. Okul da açılıyor ben bu kaşla ne yapacağım kurtar beni." Dedi. Konunun hızla değişmesi ve kapanması iyi olmuştu. Sevil hemen kaş almak için gerekli olan malzemeleri çıkarırken konuştu.
"Bu kaşını şimdi biraz daha derin alalım. Okula nasıl olsa üç hafta var o zamana kadar yağ sür besle yeniden çıksın okul açılmadan iki gün önce de gel düzgünce alırız." Nilgün hızla kafasını salladı.
"Allah razı olsun valla, yoksa keltek gibi gidecektim lisenin son senesinin ilk gününde." Dedi içli içli. Gülerek Şükran Ablanın dip boyasını yapmaya devam ettim.
...
Gün bittiği zaman yorgunlukla köşeye çöktüm. Saat akşam yediye geliyordu. Yarım saat içinde dükkanı toplayıp eve geçecektik. Elimdeki bardakta günün son çayı doluyken yanıma gelen Sevil'de en az benim kadar perişandı.
"Ay bugün nasıl yoğundu?" dediğinde kafamı salladım. "Vallahi öyleydi." dedim iç çekerek. Normalde de yoğundu ama bugün daha da yoğundu. "Yarından sonra daha da yoğun olacak." Dediği an aklıma gelen Sema'nın düğünü ile iç çektim. "Gelin başı bende o zaman." Dedim. Sevil yüzünü buruşturdu.
"Valla sende olsun o Sema'nın çenesini çekemem ben şurası olmamış burası olmamış diye. Buldumcuk." Yorumu ile güldüm. Sema mahallede durumu bir tık daha iyi olan Kürşat Abi ile evleniyordu bu sebeple hareketleri de o artan gelir ile değişmişti. Bu da Sevil'i aşırı sinir ediyordu ki bende ondan farklı değildim. Sadece Sevil kadar dışarı belli etmiyordum o kadar.
"Ay o değil de Şirin." dedi Sevil aniden çayımdan bir yudum alıkren ona baktım. "Eğer o Sema bir kulp bulursa kapıdan fırlatırım onu." Elimde olmadan kahkaha attım çünkü Sevil yapardı.
"Yaparsın sen." dedim itiraz etme gereği duymadan. Fazla sınırımı zorlarsa bende kapının önüne koyardım çünkü. Sevil gülerken yeniden ağzını açtığı o anda telefon sesi kuaförü doldurdu. Ortada ki sehpanın üzerinde duran telefonumu yazan isimle hızla açtım.
"Efendim?" Dedim Ayşe Abla'ya normalde beni aramazdı. "Koş kızım." dedi Ayşe Abla. "Abin çok kötü durumda." Elimde ki bardağı masaya bırakırken, "Ne oldu Ayşe Abla? Neyi var?" Dedim telaşla çantama koşarken Sevil'de hızla kalkmış, "Ne olmuş?" Diye soruyordu. "Dövmüşler." dediğinde dudaklarımdan, "Hih!" sesi çıktı. "Nerede şimdi?" dedim korku ile. Ellerim titremeye başladı.
"Cihangir yanındaydı. Evin aşağısında ki hastaneye götürcem dedi." Sevil yanımdan kolumu çekiştirirken Ayşe Abla yerini söyledi ve ben hızla Sevil'e döndüm. Telefonu anında kapatmıştım adresi öğrenip.
"Abimi dövmüşler." dediğim an Sevil'de elini ağzını götürerek çığırdı. "Nasılmış?" dediğinde kafamı salladım. "Bilmiyorum." derken gözümden düşmek üzere hazırda bekleyen yaşları geri gönderiyordum. "Ayşe Abla Cihangir yanındaydı aldı evin aşağısında ki hastaneye götürdü dedi." Çantamı alırken, "Sen dükkanı kapatırsın dimi?" Dedim halim ne kadar kötüydü bilmiyordum ama tahmin ediyordum. Severdim ben abimi. Diğer abiler gibi değildi. Abiden çok arkadaştı bana. Her şeyimi konuştuğum sırdaşımdı.
"Saçmala tabiki kapatırım ama iyi görünmüyorsun bende geleyim bekle az." dediği an hızla kapıdan çıktım. "Bekleyemem ki Sevil." Dedim "Görmem lazım abimi." Cevabını dahi beklemeden koşarak ayrıldım dükkandan.
...
"Kaya Yıldırım."
Telaşla girdiğim hastane kapısından abim abim diye yalvarırken ismini soran görevliye adını verirken tırnaklarımı yiyordum. Yolda gelirken annemleri aramış durumu söylemiştim.
"Soldan devam edin 124 nolu odada." Hızla kafamı salladığımda adamın daha başka bir şey deyip dememesini umursamadan koşarak sola döndüm. Yüz yirmi dört numaralı odayı bulduğum zaman kapıyı açıp içeri girdiğim an abimin yara bere içinde kalmış yüzünü görünce ellerim titredi.
Bacaklarım bedenimi taşımayacak gibiyken, "Abi..." dedim titreyerek. Dudaklarım titrerken alt dudağımı dişlerimin arasına aldım.
"Sakin ol." Diyen Cihangir'in sesi ile korku ile sıçradım. Odada olduğunu bile fark etmemiştim. "Ben..." dedim "Fark etmedim." Dedikten sonra anlamadığını düşünerek açıkladım. "Yani seni." dediğim zaman sadece kafasını salladı.
"Nasıl oldu olay? Şimdi nasıl?" dediğimde Cihangir abime döndü. Ben ise çoktan yanına ulaşıp koca ellerini ellerimin içine almıştım bile. "Yanına gittiğimde yaralıydı hemen aldım hastaneye getirdim." Dediğinde kafamı kaldırdım. "Teşekkür ederim." Dedim sessizce. Abim benim için çok önemliydi ve Cihangir olmasaydı belki de... Hızla nefes alıp verirken annemin sesi duyuldu koridorda.
"Oğlum." dedi "Kaya'm." dedikten birkaç saniye sonra ise kapı açıldı ve içeri annemle babam girdi. Annem abimi görür görmez, "Oğlum," diye feryat edip abimin yanına koştu. "Kim yaptı annem sana bunu." dedi "Boyu posu devrilsin." Dediği anda abime baka baka iç çekti. "Nasıl kıydılar sana?" Elimi annemin elinin üzerine koydum.
"Sakin ol anne." dediğim anda bende ondan farksız değildim aslında. İçim gidiyordu abimin yüzüne baktıkça. Kaşı patlamış, gözü morarmış ve şişmişti. Dudağının kenarında dört tane yara vardı ve biri hatrı sayılır kadar büyüktü. Yüzü bu haldeyse bedenini düşünemiyordum bile!
"Sakin ol hanım bak şimdi iyi burada." Dediği an bakışları Cihangir'i fark ederek ona döndü. "Senin ne işin var burada?" dedi sert bir şekilde. Annemin bakışlarıda Cihangir'e döndü.
"Sen yaptın." Dedi hızla üzerine yürürken, "Sen dövdün dimi oğlumu!" diye bağırdı hırsla. "Senin yüzünden mahalle bu halde zaten." Annem daha ne olduğunu anlamadan Cihangir'in yakasına yapışırken babam annemi geri çekti.
"Hanım bir dur!" dediği anda annem öfke ile bağırdı. "Neyine durayım Salim Bey, neyine?" dedi. Cihangir o sırada konuşmuyor sadece susuyordu. Bir zamanlar annem dediği kadın onun üzerine yürürken o neden kendini savunmuyordu. Yoksa gerçekten abime bunu yapan Cihangir miydi? Ama zarar verse neden hastaneye getirsin ki?
"Anne sakin ol!" dedim konuşarak. "Cihangir getirmiş abimi hastaneye." dediğim an annem acı ile konuştu. "Birileri gördüyse üzerime kalır diye getirmiştir o!" dedi öfke ile. Bakışlarım Cihangir'e döndü. Sadece duvar gibi bekliyordu. Kahverengi gözleri acıya çalmıştı ama ne düşündüğü anlaşılmıyordu.
"Anne zarar verse getirmez dimi?" dedim annem biraz daha sakin olsun diye konuşarak. Annem itiraz edecekti ki babam, "Seyhan!" dedi ağırlığını koyarak. "Kalk doktora gidelim konuşalım sen de bir sakinleş o arada." dedi daha mantıklı olmaya çalışarak. Babamda Cihangir'in yaptığını düşünse de mantıklı olmaktan yana kullanmıştı sanırım şu anda hakkını.
Elinde ki anahtarları ve çantayı masanın üzerine koyup bana döndü.
"Biz doktoru çağırıp gelelim." Ben usulca kafamı salladım. Annem beni Cihangir ile yalnız bırakmaktan memnun olmadığını belli eden bir bakış attı. Fakat abime kayınca tekar bakışları hızla odadan çıktı. Odaya uzun bir sessizlik hakim olurken bakışlaım Cihangir'e döndü. İçimde ki şüpheyi susturmaya çalıştım en başta ama susmadı. Sonra dayanılmayacak bir hal aldı ve ben sordum.
"Sen mi yaptın?"
Ansızın ortaya döktüğüm soru Cihangir'in bakışlarının bana dönmesini sağladı. Bakışları öylece yüzümde dolandı. "Abimi sen mi bu hale getirdin?" dedim yeniden sorumu farklı bir şekilde tekrar ederek. Alayla güldü.
"Öyle mi düşünüyorsun?" dediğinde sessiz kaldım. "Madem öyle düşünüyorsun neden savundun beni annene karşı kendini paralarcasına?" Sorduğu soru ile yutkundum. Kaçamak cevap veriyordu. Bana evet ya da hayır demiyordu. Abimin hafif inlemesi ile bakışlarım ona döndü. Uyanmamıştı. İçimde ki acı dolu kadının isyanına daha fazla sessiz kalamadım. Bakışlarım odada dolandı ve babamın cebinde taşıdığı katlı anahtarlık şeklinde çakıyı hızla elime alıp açtım.
"Sen mi yaptın diye sordum sana?" dedim bir kere daha sorarak. Bıçak boğazına yakın bir yerde dururken gözlerine derin derin baktım. Yapamayacağımı düşünüyordu ama yapardım. Gözleri kısılırken durkamsızın devam ettim.
"Abimi bu hale getiren sensen..." Avucumdaki bıçak benden beklenmeyecek bir cesaretle boğazına dayanmıştı. Cihangir ise ölümden korkmadan o bıçağın keskin ucunda kendi ölümüne oynadı. Benim tuttuğum bıçağı o hareket ettirdi ve sivri bıçak kanını akıtacak bir derinlikte tenini kesti. Çekmek istedim, izin vermedi. "Ben değilsem..." Dedi vicdanıma oynar gibi. "Ben değilsem sen bunun vicdanıyla yaşayacak kadar yürekli misin?"