Bölüm 3

1399 Words
Çıkmaya çalıştım ama çırpınıyordum suda. Gözlerimi açtığımda havuzun dibine doğru battığımı gördüm. Üstümde kocaman bir yük vardı sanki beni havuzun dibine doğru çeken. Bağırmaya çalışsam su yutacağımı biliyordum. Shin Jinin sesi geldi önce kulaklarıma boğuk bir şekilde sonra biri havuza atladı. Ben dibe çökerken beni kolumdan tutup çıkardı dışarıya. Gözlerim kapalıydı sesleri boğuk bir şekilde duyuyordum. Dudaklarıma biri kapanıp nefes verdi. Sonra birkaç kişinin ayak seslerini duydum başımdan bir şey geçirdiler. İsmimi söylediler ama tepki veremiyordum. Beni kaldırdılar yerden. ..... Sesler daha belirdin olmaya başlayınca nerede olduğuma bakmak için gözlerimi açtım. Etrafıma bakındım. Shin Ji koltukta oturuyordu "Shin ji" diye seslendim "Oh sonunda"diye yanıma geldi "Ne oldu" ne olmuştu ki bir an hatırlayamadım ne olduğunu. Sonra her şey zihnimde canlandı tabi Shin jide anlattı. "Beni kim kurtardı peki" "Han sang atladı sana suni teneffüs de o yaptı deyince gözlerim açıldı" "Ne"dedim yerimden doğrulup. Başım zonkluyordu. Babam kapıda görününce yanıma koşarak geldi "İyi misin Yakut" "İyiyim baba "dedim en sevimli halimle tabi oradan nasıl göründüğümü bilemiyorum kesin kaçık gibi görünüyorumdur. Babam beni azarladıktan sonra eve gitmek için iki kilometrelik bahçeyi geçtik. Han sang ileride duvara yaslanmış duygusuzca bakıyordu. Babam arabaya bindirince ona baktım başının çevirip bana baktı. Bir süre bakmaya devam etti. Sarı çocuk gerçekten de hiç tahmin etmezdim sarı saçın bir erkeğe yakışacağını ve gözüne girmeye uğraşan saçlarını da hesaba katarsak benim beğeni tarzım şu an için değişmiş bulunuyor. Araba ilerlemeye başlayınca arkamda kaldı. "Korece dersine sonra gidersin"dedi babam eve doğru sürerken arabayı. "Yok baba eve gidelim de üzerimi değiştirip derse gideyim hiç bir şey anlamıyorum hocaların anlattıklarından "dediğimde bana döndü "Emin misin bak iyi değilsen " "İyiyim baba"dedim gülümseyerek. Eve geçince annem beni gördüğünde gözleri fal taşı gibi açıldı "İyiyim ben"diye geçiştirip içeriye geçtim odama girip kapının arkasına yaslandım. Dudaklarıma elim gitti. Ne yani suni teneffüs yapan bana Han Sang mıydı iyi de o yani kötü çocuk değil miydi. Başımı sallayıp bu düşünceleri kafamdan kovdum. Banyoya geçip ufak bir duş aldım saçlarımı kurutup üzerimi giyindim. Çantamı ve telefonumu aldım yanıma annemin beni baya bir azarlamasından sonra artık dışarıya çıkabilmiştim. Telefondaki konumdan en sonunda dersin olacağı yeri buldum içeriye girdim. İngilizce durumu anlattım. Onlarda beni beklediklerini falan söylediler. Dili öğreneceğim sınıfa girince yalnız benim olduğumu gördüm. Özel de ders almayacaktım birazdan gelirler diye çantamı bir sıraya koydum. Telefonumla oynarken kapı açıldı herhalde diğer öğrenciler diye düşündüm. Önüme kitap konulunca sıçradım yerimden kafamı kaldırdığımda ağzımın açık kalması bir oldu. "Ama sen sen" ne yani bu da mı ders almaya gelmiş iyide niye "Kafan mı karıştı "dedi bana İngilizce "Evet biraz ders mi almaya geldin diyeceğim ama "kahkahası ile sözümü kesince ona sinirle baktım. Eğilip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Geri gittim bende ama ben gittikçe o geliyordu. "Ne yapıyorsun be"dedim sertçe ittirdim onu. Bana şaşkınca baktı. Tamam yakışıklı olabilir ama kimse bana böyle yaklaşamaz "Burası bizim"dedi sırıtıp kapıdan çıktı. Şeytan diyor ki. Neyse sinirlenme Yakut hık onlarınmış Günay Kore onların sanki. Hoca gelince ilk başta alfabelerinden başladık birkaç kişi daha vardı benim gibi ama onlar baya biliyorlardı. Ben öğreneceğim diye canımı dişime takmıştım yani hatta nasıl sıktıysam kendimi ensemden sırtıma doğru bir ter kaydı gitti. Ders bitince bende yürüyerek eve doğru gitmeye başladım. Ayy sokaklar neden bu kadar tenha ki sanki saat de daha sekiz ama. Seri adımlarla yürümeye devam ettim en sonunda çıkmaz sokağa girdim. Neden çünkü telefona yanlış yol girmişim. Tekrar girip tekrardan devam ettim Ve en sonunda bir saat sonra evimi bulmuştum. Eve gelince annem elinde telefonla açtı kapıyı "Niye geç kaldın" diye azarlar tonda sorunca açıkladım olan biteni. Babamda evdeydi bu gün onlar çay içerken ben balkondan bakmaya başladım. Kore ışıl ışıldı serin hava yüzüme vurunca gözlerimi kapattım. Aşağıda bir kıpırtı olunca aşağıya doğru eğildim ama kimse yoktu. Başımı sallayıp içeriye geçtim. ... Okul formamı giyinip çantamı aldım kiliseyi temizlemeye gidecektik. Yürüyerek okula gitmeye başladım kulaklığımı da kulağıma taktım müzik çalınca yolda onun ritmi ile devam ettim. Ellerim ceplerimde yandan arabalar geçiyorlardı sanki kulaklığımdaki müzikle hareket ediyorlardı. Okula giriş yaptığımda önümden son model arabayla yanımdan geçti biri. Hem de son hızla "Oha lan" dedim sesli bir şekilde. Araba durunca bir anda Türkçe konuştuğum için sorun olmayacağını düşündüm kim bilsin canım Shin Ji hariç birde biri daha biliyor demişti ama niye sormadım ki. Arabadan sarı çocuk çıkınca nefesimi sesli bir şekilde dışarıya verdim. "Gene mi sen"dedi beni tepeden tırnağa süzüp "Ben de bu okuldayım farkındaysan "dedim sinirle "İyi dolanma ayak altında " "Sende yolu yarış pistine çevirme"diye ona baktım. Sarı işte ne beklersin ki. "Bak sana hatırlatayım bana bulaşma kötü olduğunu dün havuzda gördün" diye karşımda sırıtmaya başladı. "İki salak kızın aklını başından aldın diye kendini bir şey mi zannediyorsun" önüme gelip durdu. O sırıtmasından eser kalmamıştı. "Sen istedin Türk kızı" dedi geri adım atıp önüne döndü arabasına bindi sonra hızla kalktı. Aldın başına belayı Yakut. Choi dong beni havuza düşüren kız yanında iki kızlar gülüşerek geçiyorlardı telefonlarına mesaj geldi bana baktılar sonrada ilerlemeye devam ettiler. Bende sınıfa doğru yürüdüm geldiğimde tam oturacakken sırama baktım. Kazınmıştı ve bir şeyler yazıyordu. Shin Ji kitabını sıraya koydu benim okumamam için. "Ne yazıyor orada Shin Ji" "Boş ver "diye geçiştirmeye çalıştı. Kesin o kızlar yazmıştır. "Gel hadi dolaptan kitaplarımızı alalım"dediğinde başımla onayladım. Dolapların olduğu tarafa doğru koridorda yürümeye başladık.Dolabımın kilidini açtım yüzüme boya geldi bir anda. Üstüm başım beyaz boya olmuştu. "Yakut"diye Shin ji yanıma geldi. "Kim yaptı bunu" diye bağırdım koridorda Han Sang ileride sırıtıyordu. "Kendini beğenmiş piç"diye bağırdım. Kaşları çatıldı üstüme doğru yürümeye başladı.elim ayağım sinirden titriyordu. Bende onun üstüne yürürken yanımdaki Choi Dong u görmedim çelme takınca yeri boyladım etrafımdakiler bana gülüyorlardı. Elimi yumruk yapıp yere vurdum. Shin Ji gelip beni yerden kaldırdı lavaboya doğru götürdü. Ellerimi yüzümü falan yıkadım ama saçlarımdaki boya çıkmıyordu "Kim bu Shin ji niye böyle yapıyor"dedim ağlamalı sesim ile. "Okulun belalısı işte önünde kimse duramıyor gözüne kestirdiğime de ona karşı gelenleri de böyle cezalandırıyor sen kızsın erkek olsaydın dayak yemiştin bile" dediğinde başımı öne eğdim. "Şerefsiz buna ona ödeteceğim"dedim sinirle "Beni duymadın galiba Yakut" "O yüzden boyun eğmeyeceğim ya "dedim sinirle zengin piç lavabodan çıkarken Choi dong ile karşılaştım "Senin o ayağını bir tarafına sokacağım senin "dedim kulağına doğru "Yaa "dedi sırıttı "Ne o hoşuna mı gitti" dedim gülerek onun omzuna çarpıp gittim yüzümden gülümse gitmişti "Aptal formamı boya yaptın" dedi arkamdan. Onu takmadan çıkışa doğru ilerlemeye devam ettim otoparka doğru gittim kırımızı spor araba Han Sangı n arabasıydı bu. Anahtarla biraz zor olurdu ama en sonunda lastiğini patlattım. İçeriye neşeyle girdim. Sınıfa geçmeden tekrar lavaboya girdim üzerimi başımı düzelttim çıkacakken kapı açılmadı. Eyvah benim klostrofobim var. "Kimse yok mu" diye kapıya vurmaya başladım nefes nefes alamıyordum. Kapının yanına çöktüm sakin olamam lazımdı gözlerimi kapattım şimdi deniz kenarında olduğumu düşünmem lazımdı. Olmuyordu nefesimin sesini lavaboda yankılanıyordu. "Shin Ji"diye bağırdım en son bul beni arkadaşım. Telefonum tabi ya hemen aradım onu kesin derstedir ama bulur beni. Biraz sonra kapıyı açınca ayağa zar zor kalktım. "Yakut"dedi beni tutarken. "İyiyim iyiyim" dedim onu rahatlatmak amacı ile. "Derste değil miydin nasıl çıktın " "Kiliseye gidecektik unuttun mu"dediğinde başımla onayladım temiz havaya çıkınca daha rahat hissetmiştim kendimi. Okul otobüslerine bindik. Tabi paşazade Han sang bey arabasına gitti önümüzden sırıttım bu duruma otobüs büyük bir avlusu olan yerde durdu. Kore kültürünün bütün özellikleri taşıyordu. Ellerimizde süpürge avluyu süpürmeye başladık. Han Sang ortaklıkta görünmüyordu bir saniye ben onun arabasının lastiklerinin patlatmadım mı kesin yolda kaldı anahtar ile az bir delik açmıştım fark etmedi ama gelinceye kadar indi havası. Temizlik bittikten sonra gezmeye başladık. İleride Kral Sejong yazıyordu. "Burası ne Öğretmenim" "Kral Sejong zamanında kültür bakımından sanat bakımın da baya ilerlemiş Kore özellikle de Osmanlı ile "dediğinde dikkatle ona baktım "Osmanlı mı" diye tekrar sordum "Evet Nisa sultan ile Kral Sejong aşkını bilmiyor musun" dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım Nisa Sultan mı? İçeriye girdiğimizde çok güzel bir sultan resmi gördüm gözlerini içi gülüyordu tam karşısında da Kral' ın resmi vardı sanki birbirlerine bakıyorlar gibiydiler. Ahh içim yağları eridi. "Nisa sultan Kore'ye gelin geliyor önce yanındaki hizmetlisini kendinin yerine geçiyor Padişah mektup yollayıp kardeşi Nisa sultanın nasıl olduğunu soruyor Kral Sejong anlıyor tabi aslında ilk gördüğü andan beridir Nisa sultana aşık oluyor Nisa Sultan da karşısına böyle birinin çıkacağını bilmiyor. Kral ölmeden önce Nisa sultanın resmini çizdirip tabutunun iç kısmına koyduruyor. Nisa sultanda Kralın resmini istiyor işte bu resimler onlar. Burası aslında Aşk mabedi de diyebiliriz Aşk uzak yakın tanımaz " "Vay be "dedim içim bir garip oldu. Baksana şuna resim çizilirken birbirilerine nasıl bakmışlar. Sanki gerçekten karşı karşıyaymış gibi. "Önce Sarayımın sonra gönlümün sultanı oldun "dediğinde Öğretmen oradaki yazan yazıyı okuduğunu gördüm.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD