? Artick Monkeys|505
•
Kalbi kırık bir kadın tehlikeli olabilir ama kalbi kırık bir adam ölümcüldür.
-Lal Asrın
•
2. BÖLÜM
KIRIK BİR KALP
-Ekim 2022/New York-
Unutmak. Hatta hissizleşmek mutlak Tanrı'nın insana bahşettiği en büyük bir lütuftu. Geçmiş yaşanmışlıkları, kin güttüğün, nefret ettiğin insanları unutacaksın. Ve sanki hiç orada olmamış gibi olacaklar. Hafızamdan silmek istediğim yaşanmışlıklar kötüye kıyasla geçmişimin mükemmel parçaları. Affedemem ama unutabilirim. Kırıldım. Kırık sivri parçalar büyüyerek sivrildi ve aynaya her baktığımda keskin bakışlı adamı meydana getirdi. Üzülmüyorum. Acı duymuyorum. Artık hissetmiyorum. Aynada ki keskin bakışlı sert ifadeli adam hiçbir duygunun emaresini yüzünde taşımıyor. Zaafları yok. O korkak çocuk ya da duygularının kurbanı olan genç değil. Güçlü ve hırslı bir adam. Hiçbir şeyi kaybetmemiş gibi görünen bu adam olmak için çok şeyi kaybetmem gerekmişti.
Karanlık ışığa savaş açmıştı mesela. Kaybetmişti. Işık güçlü çıkmıştı. Işık karanlığa savaş açmıştı sonra. Bu sefer kaybeden ışıktı. Karanlık güçlüydü. Işık yada karanlık her savaş sonrası kim kazanırsa kazansın. Eşitlik asla bozulmayacaktı. Nefret ve aşk gibi geçmiş ve şimdi gibi öfke ve şefkat gibi bu savaş her zaman içimde sürecekti. Kim kazanırsa kazansın her zaman ben taraf seçmedikçe. yenilgi ve galibiyet eşit olacaktı. Ancak gerçek nefreti yalan sevgiye tercih ederdim. Gardını indirip zaaflarını gösterdiğinde her zaman kaybeden sen olurdun çünkü. Gittiğinde kendiyle bir çok şeyi birlikte götürmüştü. Sevgimi, mutluluğumu, huzurumu o genç çocuktan sonra içi boş ruhsuz bir adam kalana dek benden almıştı. Kalp tıyordu ama hissetmiyordu duygusuzdu. Taştan farksızdı. Sadece kan pompalıyor hayatta tutuyordu. Yaşatmıyordu.
Sadece hayattaydı, yaşamıyordu. O gittiğinde yaşamak için bir neden yoktu. Hayata devam etmenin tek sebebi onunda yaşamasıydı hayatta olmasıydı. Eğer ölseydi, ölüm haberi gelseydi bir saniye bile düşünmeden şakağına dayadığı silahın tetiğini çekerdi. Zamanım geçiyordu. Ömrümde daha kaç kez gözümü açabileceğim bir sabaha uyanacaķtım? Kim bilir... Bildiğim tek şey onsuz geçireceğim üç bin beş yüzüncü sabaha ve yeni bir güne gözlerimi açmam olmuştu. Yorgunlukta gözlerimi araladım gün çoktan doğmuştu. Belki saat öğleyi bile geçmiş olabilirdi. Gözlerimi avuşturup ayaklandım. Geceden sadece bir bara içmek için girdiğim zamanı hatırlıyordum. Eve gelebilmem bile bir şanstı. New York'ta benim için sıradan basit ve rutin bir gün. Sabah sporu, belki kahvaltı, ekonomi haberleri, sekreterden alıcağım toplantı tarihleri belki katılacağım bir kaç parti veya önemli davet. Bu kadardı.
Günün sonunda ya evde ya da eski bir dostumla atacağım bir kaç tekle tamamlanırdı. Uzun zamandır bakmadığım okyanusa bakan camın önünde durduğumda uzun zamandır evimin böyle bir manzaraya eşlik ettiğini unuttuğumu fark ettim. Unutmak bu kadar basitti işte. En azından unutabilmek. Dalgalar sahil kıyısına vuruyor ve ıssız sahil şeridi okyanusu sessizce karşılıyordu. O sahilde en son ne zaman koştuğumu en uzak anıda bile anımsayamadım. Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim ve ardından elimi soğuk cama yasladım. Yalnız okyanus. Yalnız sahil. Yalnız adam. Duygusuzca güldüm. Sakindi. Sorun ya da sıkıntı yoktu. Ama bugün için bir an kendimi bir nebze olsun farklı hissetmek kendimi alıkoyamamıştım. Uyanamama ihtimalime karşı kurduğum alarm sesi yatak odamda gürültüyle çınladı. Telefonuma uzandım ve alarmımı kapatmamla değişen ekran paneliyle bir sürü mesaj ile cevapsız çağrı bildiriminin ekrana düşüşünü gördüm.
09.30'da yeni Rus yatırımcılar ile toplantı.
12.30 Kyle Shawn ile öğle yemeği.
13.30'da Shawn Şirketler Topluluğu yönetim kurulu toplantısı.
Mesaim evimde başlamıştı Görüşme ve toplantı saatlerimi gözden geçirirken, öğle yemeğini iptal etmeyi düşündüm. İş dışında Amy'den de bir çok cevapsız çağrı ve bir iki mesaj vardı. Doğru ya onunla görüşecektim. İlgisiz bir nişanlı olmaktan başka bir çözüm yolum yoktu. Umursamazdım çünkü Amy'yi önemsemiyordum.Kayıtsızca omuz silktim. Banyoya doğru ilerlerlerken üzerimdeki kırışmış gömlekten kurtuldum. Kendimi soğuk duşun altına attığımda bedenim irkildi. Sonbahar mevsiminden olsam bile her zaman buz gibi soğuk suyla yıkanırdım. Beni günün diğer saatlerinde de zinde tutardı ve kaslarımı gevşetip rahatlatırdı. Duştan çıktığımda, sarındığım siyah havluyla ayakta dikilirken buğu tutmuş camı sildim.
Su saçlarımı daha da koyulaştırmıştı.
Alnıma yapışmış ıslak saç tellerini başımın gerisine yatırdım. Omzumdan başlayıp göğsümün soluna uzanan yara izi bugün gözüme diğer günlere göre daha koyu ve kötü görünmüştü. Gözümün alışması gerekiyordu ama çoğu şey gibi bu yara izide bana yabancı geliyordu. Yatak odamda bulunan giysi odasına geçtim. Üzerime beyaz bir gömlek ve siyah kumaş pantolon giyindim. Siyah üzerinde gri şeritleri olan bir kravat seçtim. Kravatı yaparken biraz zorlanmıştım doğru açıyı ve net oranı sağlayacak şekilde düğüm atıp, bağlamak için bir kadının ince dokunuşuna ihtiyacım vardı. Gümüş renkli bir saat seçip taktım. Pantolonumun siyah tonuna uygun bir cekette ile bilindik beyaz yakalı konsepti tamamlanmıştı.
Yatak odasından çıkıp mutfağa ilerlerken yüksek kafein içeren kahvenin kokusu burnumda tütüyordu. Mutfağa girdiğimde kahve makinesinin haznesine acı kahve çekirdekleri ile doldurdum ve üç dakika sonra öğütülmüş sıcak kahvem kahve kupamın içinde benim için hazırdı. Bir yudum almıştım ki telefonuma iki bildirim sesi geldi. Kahve kupam elimde aynı anda telefonumdaki sesli mesajlara bakmaya başlamıştım. Kahvemden uzun zevkli bir yudum aldım. Hiçbir şeyden zevkimi yarım bırakmazdım. Kyle Shawn'ın sesini duydum.
Edward nelerdesin? Neyse sadece zamanında öğle yemeğinde tam zamanında restorantta ol senden sadece bunu istiyorum. Tam öğle vakti ne bir dakika geç ne bir dakika erken.
Homurdanarak Amy'den gelen ikinci mesaja geçtim. Babam biraz daha katlanılabilirdi ama Amy ona uzun zamandır sabrettiğim için cennet ile mükafatlandırılmalıydım.
Edward sevgilim. Merhaba!
Bugün Londra'daki tatilimden dönüyorum. Seni fazlasıyla özledim. Yarın davete geliyorsun değil mi? Ah bu davet için epey güzel giysiler aldım. Davet mükemmel geçecek ve seninle-
Artık onu daha fazla dinlemeye tahammülüm olmadığından sesli mesajı kapadım. Davet demişti.
Ne daveti? diye sordum kendime. Yine şu sosyetik insanların konuşabildikleri tek konunun para olduğu davetlerden biri değildi umarım. Gözlerim sabırsızca mutfaktan oturma odasına açılan geçişte gezdirdim. Orta sehpanın üzerinde siyah bir zarf vardı. Sanırım her hafta sonu temizliğe gelen hizmetli hanımlardan biri oraya bırakmıştır diye tahmin ettim. Zarfı elime alıp inceledim siyah pürüzsüz kağıttandı. Zarfın üzerinde som altın rengide Owen yazıyordu.
Owen! Cedric Owen'nın sahibi olduğu moda markasının ismiydi. Adamın şehirde ve ülke çapında bir çok butuği vardı. Bir zamanlar ben bile onun tasarımlarından giyiniyordum. Kabul etmeliydim ki adam işinin erbabıydı. Zarfı açıp içindekileri okudum.
Bay Shawn
Markamızın kuruluşu adına verilen Cedric Owen markasının 50. yıl dönümü şerefine bir davet vermektedir. Sizin gibi saygıdeğer birini aramızda görmekten onur duyarız.
Yazıyordu.
Davetin altında davetin gerçekleştirileceği yerin adresi ve saati yazıyordu.Gidicek miydim?
Elbette hayır.O adamla veya markasıyla hiçbir işim olmazdı.
Davetiyeyi umursamadan orta sehpanın üzerine fırlattım. Telefonuma bir bildirim sesi daha geldi. Babamdandı. Ama bu sefer sesli mesaj yerine yazılı bir mesaj göndermişti. Derin bir nefes verdim. Onun işi için tatil bile vermez gecemi gündüzüme katıp çalışırken biraz kendime zaman ayırmak benimde hakkımdı. En azından kahve içmek için. Mesajda yazanlar beni şasırtmamıştı. Rus yatırımcılar erken davrandı. Toplantı bir saat daha erken olucak. Senin için bir araba gönderiyorum. Hızlı ve hemen holdingte ol.
Sıcak kahveyi boğazımın yanmasına aldırmadan tek seferde içtim. Ceketimi arttığım sandalyenin üzerinden aldım. Evden çıkarken kasvetli hava beni karşıladı. Kış kendini yavaştan hissettirmeye başlamıştı. Evim şehirden uzakta sahil kenarı bir yerde ve tepenin üzerine baştan sona kendime özel zevklerime uygun olarak inşa ettirmiştim. Güney tarafında okyanusu görebilirken batı kısmında kıyı şeridini görebiliyordum. Çakıllı bahçe yoldan yürürken yaklaşan araba motorunun yaklaşan sesini duydum. Bahçe kapısını açıp dışarı çıktım. Arabayı kullanan şoför beni görünce aniden fren yapıp durdu.
Gerçekten o kadar korkutucu muydum ki? Arabadan inip benim için kapıyı açtı böyle şeylere ne kadar lüks içinde yaşasamda alışık değildim. Normalde şirkete kendi arabamla giderdim ama onuda iki gün önce araç bakım servisine vermiştim. En geçte yarına alıyordum. Küçük lise çağındaki bir çocuk gibi arabayla alınma işi sona eriyordu. "Günaydın Bay Shawn." dedi şoför titrek bir sesle.
"Size de günaydın. "dedim düz bir sesle.
Arabaya bindikten sonra şoför kapıyı kapadı ve arabaya tekrar binip motoru çalıştırdı.Tuşa bastım. Arka ve ön koltukta arasındaki siyah paneli harekete geçirek görüş alanını gizledi.Böyle daha rahat ederdim. Arka koltukta otururken yanıma saçılmış bir kaç gazete gördüm. Bay Shawn'a Babama ait olmalılardı. Eski kafalı adam diye söylendim içimden. Gazetesini online olarak tablet ve laptonda okuyabilirdi ve öylesi daha derli toplu olabilirdi.Dağınıklığa asla tahammül edemezdim.Gazeteleri alıp düzenli bir şekilde iç içe yerleştirdim.En üstte kalan gazetede kırmızı bir haber başlığı dikkatimi çekmişti. SHARON ØUUEN VE KIZI NEW YORK YOLCUSU diye ilk önce haber başlığını daha sonrada haberi okudum. Øuuen dergisinin sahibi Sharon Øuuen yeni markalar ve yetenekleri keşfetme arayışında. Paris'te yaşayan ünlü dergi sahibi kızı Emelie Owen ile New York'a geliyor.
Emelie!
"Emelie..." diye mırıldandım.
İsmini söylemeyeli uzun olmuştu.
Ağzımda acı bir tat bırakmıştı.
Yıllardan sonra geri mi dönüyordu?
Aldığım nefes boğazıma yumruk gibi oturmuştu. Göğsüm sıkışır gibi olduğunda krvatımın düğümünü gevşettim. Lanet olası zaman, zamanlamaları hep böyle mi olmalıydı? Yalan haber olma ihtimalini düşündüm annesi tek başına geliyordu ve daha fazla ilgi toplamak için kızının ismini kullanmışlardı. Saçmalık. Bu olamazdı. Geri dönüyordu. Haberi kaldığım yerden okumaya devam ettim.
Emelie Owen'ı habercilerimiz yıllardan sonra ilk kez kameralarına aldılar.
En son 3 yıl önce babasını tasarımları ile İtalya'nın Milano şehrinde sadece seçkin insanların katıldığını ve basının kabul edilmediği Sonbahar defilesinde podyumda boy göstermişti. Kendisi kabul etmese bizim manken olarak kabul ettiğimiz Emelie Owen, gözlerden uzak bir hayat sürmesi ile hayatının merak konusu olması ve bunun dışında tasarımları ile modayı ve trendleri belirleyen babası Cedric Owen'ın yaşadığı şehre New York'a gelmesinin nedeni tüm basın tarafından merak ediliyor.
New York'a Hoş Geldin Emelie Owen.
Kelimeleri fazlasıyla hızlı okumuştum. Başım sanki beyzbol sopasıyla ağır bir darbe almış gibi zonkluyordu. Bir kutu ağrı kesici bile yeterli olamazdı. Kırışma sesine aldırmadan gazete yapraklarını çevirerek resmini aradım. Herhangi bir şey. Onu görmeyeli çok olmuştu. Gözlerim gözlerini aradı. Başına siyah ceketinin kapişonunu geçirmiş yüzünü ise dahada uzamış olan uzun koyu kahverengi saçları ile gizlemişti. Oydu. Resim pek net olmasada kabul etmeliydim o hâlâ ince uzun bacakları seksiydi. Bu düşünce yüzünden kendimden nefret etmiştim. Sıktığım dişlerimin arasından, "Lanet olsun..."diye soludum.
Bugün müydü? Şimdi mi?Neden bir yıl önce gelmemişti ki? Neden şimdiydi? Sadece bir yıl daha erken gelmiş olsa her şey daha kolay olurdu. Başımı ellerimin arasına alıp şakaklarıma baskı uyguladım. Migren atağı başımı ağrıtıyordu. Düşünemez duruma gelmiştim. Şimdi olmazdı yeniden olmazdı. Adı sadece adı zihnimde yankı buldu ve yüzü, o güzel melek yüzü zihnimde canlandı. Tüm o bende kalmış fotoğaflarını yaktığım, kadının resmi zihnimin önünde belirmişti. Çok güzeldi. Hâlâ can yakacak kadar güzeldi. Kalbimi titretecek nefesimi kesecek kadar güzeldi. Hayali bile güzeldi. Bende açtığı yaraya bile aşık olabilecek kadar aşıktım ona. Nefret de ediyordum. Bu yaralarımla beni bir başına bıraktığı için ondan nefret ediyordum. Gittiğinde bu bir son olmamıştı bu tam tersine her şeyin başlangıcıydı. En başta nefretin ve ona karşı savaş açmış olan aşkın başlangıcıydı.
"Bay Shawn. Bay Shawn iyi misiniz?"dedi tedirgin bir ses.
Sesin geldiği tarafa baktım şoför kapıyı açmış bana garip garip bakıyordu. Başımı hiddetle kaldırınca yutkunup bir adım geriye çekildi.
"Neden buradasın?"
"Geldik efendim."dedi "Şirketteyiz."
"Geldik demek." dedim. Ağzımdan garip bir ses çıktı. Siyah filmli camların arkasına baktığımda etrafta işlerine gitmekte olan üzerlerinde resmi giysi taşıyan beyaz yakaları insanları gördüm.
Şoför, "Buyrun Bay Shawn. "diyerek aracın kapısını sonuna kadar açtı.
Gözlerim ellerimin arasında parçalanan gazeteye indi. Sadece adını sayıklamıştım yüzü dışında gözümün önünde bir sanrı canlanmamıştı. Öfkemi gazeteden çıkarmıştım. Emelie'nin olduğu resim buruşmuştu. Arabadan hızlıca inip şirkete doğru yürümeye başladım. İlk işim yeni bir gazete bulmak olacaktı. Geldiğinden emin olmak zorundaydım. Eğer yalan haberse de gazetenin ve haberi yapan gazeteciden - habere onay veren editöre kadar hepsinin elimden çekeceği vardı.
●●●
"Toplantıda kafan neredeydi senin?" diye bağıran babam ofisimin kapısını sert bir rüzgar olarak açıp içeri girmişti. Ona hesap verecek durumda değildim ve kafamın nerede olduğu zaten belliydi. Deri kaplı geniş ofis sandalyeme yaslanıp babama karşın genişçe gülümsedim.
"Sonuca bak baba Ruslar ile artık ortaksın." dedim. "Legal olarak iyi bir silah ticareti olacak."
"Bay Petrov eğer kârı yüksek olmayan bir proje olmasaydı senin o soğuk tavrına karşın Shawn Şirketi ile o anlaşmayı asla yapmazdı."diye bağırmayı sürdürdü. Düşüneceğim son şey toplantıydı. İş bile umrumda değildi ne kadar stres ve gerginlik yaşatsada önceki işimden daha iyi olduğu kesindi.
"Baba."dedim sakin bir tavırla "Sadece sonuca odaklan. Hem bu anlaşmayı isteyen bir çok ülke vardı. Bay Petrov olmasaydı diğerleri olurdu."
Bu sakin tavrım babamı dahada sinirlendirmişti. "Neyin var bugün senin?" diye sordu. "Sen işi her şeyden ve herkesten önce tutarsın."
O hariç, dedi içimdeki bir ses.
Lanet olsun. Neyim vardı benim?
Babam haklıydı iş benim için her şeyden önce gelirdi. Önceliklerim değişimişti şimdi herşeyden önce benim için biri ilk sırayı almıştı. Babam bir kez daha ağzını açıp beni azarlamaya başlıcaktı ki ofisimin aralık kalan kapısı sekreterim Bayan Mason tarafından üç defa tıklatdı. Elinde önceden istediğim tüm gazeteleride kucağında yığın halinde tutuyordu. Başıyla ikimizi de selamladı. "Bay Shawn tüm istediğiniz gazeteleri getirdim Times, New York Word-" Gazete isimlerini sayarken susmasını işaret edip gazetelerini getirmesini işaret ettim.
"Başka bir şey ister misiniz efendim?" diye sordu.
"Hayır. Yeterli." dedim başımı eğip gazetelere bakınırken. "Teşekkürler." Odak noktam başkasıydı. Bayan Mason sessizce homurdanarak başını salladı ve dışarı yöneldı. Arkasından, "Kapıyıda kapatın lütfen Bayan Mason" diye ekledim. Ricamı cevapsızca yerine getirdi ve kapı sessizce kapandı. Babama dönüp, "Azarına beraber olacağımız öğle yemeğinde devam etmeye ne dersin?" Teklifim onu şaşırtmıştı. Babamı başımdan savmalıydım yalnızlığa ve sükunete ihtiyacım vardı.
Konuyu değiştirirek "Birde bana eski kafalı dersin bu kadar gazeteyi ne yapacaksın?" diye sordu. Gözleri gazetelerdeydi. "Fazla garip davranıyorsun."
Omuz silkip, "Önemi yok." dedim"Sadece bir şeye bakacağım." O soru sormadan asıl merak ettiğim şeyi ona sordum; "Sanada Cedric Owen'nın Owen markasının ellinci yıl dönemi şerefine verilen davet adına bir davetiye geldi mi?"
"Hayır." dedi ceketinin yakalarını düzeltirken. Gözleri irileşti kaşları kalktı. "Yoksa sana geldi mi?"
Babam ve Cedric Owen birbirlerinden hiç haz etmezlerdi. Bunda birazda o ve benim eskiden olan ilişkimizde rol oynuyordu. Bizim ilişkimizi en başından beri hiç onaylamamışlardı.
"Hım... Evet ama gitmeye pek hevesli değilim." dedim. "Amy başımın etini yese bile bir mazaret uydurabilirim."
"Güzel." dedi omuz silkip. "Onunla en azından nasıl başa çıkacağını öğrenmiş olman sevindirici."
Gazetelere göz gezdirirken babama, "Senin bir toplantın daha yok muydu?" diye sordum. Gazeteleri masada yaymaya başlamıştım. "İşine odaklanmalısın baba."
Tag Heuer saatine bakıp,"Ah doğru.c diye mırıldandı. Kapıya yönelmişti. Ofisimden çıkıp kapıyı kapatmadan önce, "Öğle yemeğini sakın unutma." diye bana ufak bir hatırlatma yaptı. Başımla dediğini onayladım. Bazen babalık damarı kabarırdı. Şu öğle yemeklerinde epey ısrarcı olduğu zamanlar özellikle. Acaba bu sefer hangi katliam projesine yatırım yapmak isteyecekti?
Yalnız kaldığımda asıl işime odaklandım. Öğle yemeğine daha bir kaç saat vardı rahatlıkla araştırmamı yapabilirdim.
●●●
NEW YORK'A HOŞ GELDİN OWEN'S
KRALİÇE VE PRENSES PARİS'TEN
NEW YORK'A GELİYOR
KUMRAL GÜZEL NEW YORK'TA
"Siktir!"diye mırıldandım.
Tüm gazetelerin magazin ve dedikodu köşelerinin ilk sayfasında o vardı. Ancak hiç bir şekilde net bir fotoğrafı yoktu.İnternetten haber sitelerine de bakmıştım. Hiçbir sosyal medya platforumunu kullanmıyordu. Buna daha önceden de defalarca bakmıştım ama ne kadar şöhreti olursa olsun yıllardır kendini benim kadar iyi gizlemeyi başarmıştı. İstemsizce onunla gurur duymuştum. Gurur duymak? Sahte ilgiden her zaman nefret etmişti ya da merak duyulası biri olmaktan. Şimdi de buna şaşırmamam gerekirdi. Gazete haberinin küçük bir paragrafında; Emelie Owen babasının Owen markasının ellinci yıl dönümü partisi ve Owen markasının yeni yüzü olmak için New York'a geri dönmesi de dedikodular arasında.
Ne yani hepsi dedikodudan mı ibaretti? Aklım darmadağındı.
Haberdeki paragrafa bir kez daha göz gezdirdim. Davet! Davet! Davet! Bu kelime aklımda bir kilisi çanı gibi çınladı. Kesinlikle o davete gelecekti. Sonuçta babasının sahibi olduğu markanın ellinci yıl dönümü partisiydi ve o parti için bendede bir tane davetiye vardı. Gidebilir miydim? Gidicek miydim? Onu gördüğüm zaman kendime engel olabilir miydim? Hiç sanmıyorum.
Aklımda binlerce soru ve girişiceğim eylemlerin olasılığı aynı anda dönüp duruyordu. Ne yapıcağıma karar vermeliydim. Dirseklerimi masaya yaslayıp yüzümü ellerim ile kapattim. "Düşün Edward Shawn. Düşün." diye bağırdım odanın içinde. Gitmek yada gitmemek bu kadar zor olmamalıydı. Bir şeyler yapmalıydım. İkinci kez göz göre göre gitmesine izin veremezdim. Ona saplantılıydım. Sadistçe yada psikopatça değildi. Sadece benim için o vardı. Onun bende uyandırdığı nefrete rağmen. Varlığını aynı şehirde olmamızi göz ardı ederek hayatıma devam edemezdim.
Ofisin kapısı aniden açılana kadar düşünüyordum. "Sevgilim?" diyerek içeri giren Amy'yi gördüğüm de affallamış bir halde ona bakakaldım.
Ne olmuştu ona böyle? Omuzlarına atırdığı kızıl kürkü ile içeri girmişti.
Dudakları sanki arı sokmuş gibi şişmişti ve kırmızı ruju üzerinde ki deri kırmızı elbise ile uyuşuyordu.
Kürkünü omuzlarından alıp masamın karşısında duran tek kişilik koltuklardan birinin üzerine hızla bıraktı. Hâlâ ona şaşkınlıkla bakarken o kalçasını masama yaslayarak oturdu. Gözüm sinirden seyirdi kim olursa olsun babam dahi olsa o kapı çalınmalıydı. Saygısızlığa tahammülüm yoktu.
Bana sahte sahte gülümseyerek "Merhaba sevgilim!"dedi tekrar.
Uçuk sarı saçlarını geriye doğru attırıp bana o sahte gülümsemesi ile bakmaya devam etti.
"Merhaba Amy."
"Sorun ne?"diye sordu.
Alerjik reaksiyon olabilrdi. "Sadece dudakların sanki biraz şismişler..."
Cilveli bir kahkaha atıp, "Ah seni şaşkın. Dudaklarımı Londra'da ki bir estetik merkezinde yaptırdım" dedi ve dudaklarını yaladı."Yakışmamış mı?"
Parmaklarımı saçlarımın arasında gezdirip, sandalyem de geriye doğru yaslandım."Şey, evet yakışmış Amy daha güzel olmuşsun yani eskisine göre daha güzel." Hadi ama yalan söyleme ve rol yapmada her zaman iyi olan Edward'a ne olmuştu? Uğradığım şok rol yapmama engel oluyordu. Bir günde ilki kadar etkili olmasada iki kez.
Ah Tanrım! Berbattı! Dudakları, hastalık kapmışa benziyordu. Bu hastalığı kapmak için de para ödemişti. Kendine ne yapmıştı öyle?
Birden doğrulup kalktı ve iki elini masanın iki farklı köşesine koyup bana doğru eğilebildiği kadar eğilmişti. Şişkin dudağınını büzerek, "Seni özledim Ed'ciğim." dedi. Ed. İsmimi kısaltmısından nefret ediyordum. Ah Tanrım. Bu kadında sevmediğim ve nefret ettiğim herşey toplanmıştı."Sen beni özledin mi?"
"Evet." diye cevap verdim. Ayağa aniden bende kalktım. Bu kadar yakınlık fazlaydı. Ona nişanlı olduğumuz bir yıla yakın zaman diliminde bile isteye bir kez bile dokunmamıştım. Masamın etrafından dolanıp ondan uzaklaştım ve dosyaların olduğu rafa yöneldim.
"Bu gazete yığınıda ne?"diye sordu.
Kırışan kağıt seslerini duydum. Okuma yazma biliyor muydu acaba? Okuduğu tek şey güzellikle ilgili yalan dolan haberlerle dolu dergilerdi. Amy ile paylaşabileceğim hiç birşey yoktu. Onunla sohbet etmeye çalıştığımda bir kaç kez denemiştim. Konuyu sürekli kozmetiğe ve moda trendlerine getiriyordu.
"Onlar mı? Sadece haber okuyordum. O kadar."
"Emelie Owen."diye mırıldandı "Kumral Güzel New York'ta!" diye gazete başlığıyla okumaya devam etti. Elektirik çarpılmış gibi bir dalga bedenimde dolandı. "Sharon Øuuen ve Cedric Owen'ın kızları olan Emelie Owen'ın New York'a geliş nedeni merak ediliyor?"
"Hım..."dedim ilgisizce sanki haberim yokmuş gibi.
"Ne yani Cedric Owen'ın kızı bu mu? Yüzü bile belli değil. Haber değeri taşıyacak kadar değerli mi? Eminim ki çok çirkindir-" dedi gülerken. Sen öyle san. Yürüyen plastik. diye geçirdim içimden. "Amy."diyerek ona döndüm yine sinirimi tepeme çıkarıyordu "O gazetelerde resmi bile belli değil onun çirkin olabildiğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
"Çünkü yüzünü gizlemiş. Ve sen ona mı baktın?" Kıskançlığı sahteydi sadece ilgi isteyen bir fino gibi.
"O kadına?"
"Elbette hayır."dedim gözlerimi devirip. Beni kıskanacak son kişiydi. Buna hakkı bile yoktu. Eğer arada aileler olmasa çoktan onu hayatımdan çıkarmış olurdum. Yükten başka bir şey değildi."Sadece haberi gözüme çarpmıştı. Ailelerimiz birbirini tanır."
Nerdeyse saatlerdir onu araştırıyordum. Ama pek bir şey bulamamıştım. Sharon Øuuen biricik kızını yıllarca benden saklamakla epey başarılı olmuştu. Ve Emelie de kendini gizleyebilmişti. Venimde kendime göre koz ve planlarım vardı.
"Ah evet doğru. Bay Owen'nın davetine geliyorsun değil mi?"
diye sordu merak ve heyecanla içinde. Emelie yerine Sharon'ın kızı kesinlikle Amy olmalıydı. Aynı sinir bozucu kişiliklere sahiptiler.
"Sana davetiye geldi mi ki?"
"Ah Bay Owen'nın tasarımlarına bayılıyorum ve evet babam davetiye konusunu halletti. Sanada bir tane göndermiştim"
"Ah evet aldım."
"Geliceksin değil mi?"diye sordu. Dudağını sarkıttı. Yalvaran bakışlarla bana bakıyordu. "Ed'ciğim beni yalnız bırakmazsın değil mi?" Dudağını mümkünmüş gibi daha da büzmüş bana şeker isteyen şımarık bir kız çocuğu gibi bakmayı sürdürdü.
"Gelemem, üzgünüm..."
"Neden?"
"Yarın bir iş yemeğine katılacağım." diye ona her zaman söylediğim mazaretlerden birini söyledim. "Davet ile aynı saatlerde olacak."
"Her zaman iş yemeğin var zaten bana sadece bir geceni ayıramaz mısın?" Ellerini çenesinin altında kavuşturdu. "Lütfen Ed'ciğim."
"Neden bunu telafi etmek için seni iki gün sonra bir akşam yemeğine çıkarmıyorum?" diye teklif ettim. Bu tekliği de başka bir mazaret ile geçiştirirdim. Yapabileceğimin en iyisi buydu ve o bu teklife kesin balıklama atlardı. "Gideceğimiz yeri sen seç."
"Ferçekten mi?"diye sordu.
Sessizce başımla onayladım ve yarım bir gülüşle ona baktım."Hım..."diye fısıldandı. "Bu güzel olacak o geceyi ve gecenin ilerleyen saatlerini büyük bir merakla bekleyeceğim. Özür hediyeni kabul ediyorum."
Kürkünü koltuğun üzerinden alıp yanağıma ben istemesem bile küçük bir öpücük bıraktı. "Gitmeliyim sevgilim. Güzellik merkezine gideceğim. Sonra görüşürüz."
"Evet görüşürüz Amy."
Giderken de bana havada öpücüklerini bırakmayı ihmal etmedi. Kapıyı kapatana kadar ona gülümsedim gidince ise ilk işim öptüğü yanağımı silmek oldu.
Ah gerçekten o dudaklar tarafından öpülmek... Beni kirlenmiş gibi hissettiriyordu. Gözlerim masanın üzerinde ki gazetelere düştü. Basından bir şey çıkmayacağı kesindi.İşimi kendi yollarımla halletmeliydim.