PARÇALANMIŞ RUH 3/2

3780 Words
Her an öldürülecekmiş gibi tetikte beklemeye gerek yok, dedim kendime. Kimse yok. Sen öldürecek hiç kimse yok. Kendimi hatırlattığım bu sözler ikna edici değildi ama gerçekti. Aynı cümleyi içimden kurup duruyordum. Anlık bir hevesle Sarah'ı ziyaret etmek istemiştim. Eminim ki soru soracaklardı. Nerelerdeydin bunca zamanlardır? Neler yapıyordun? Ya da en başta sorulacak o soru; Neden gittin? Onlar eski arkadaşlarımdı. Şimdiyse belki de yabancılardan farksızdık. Cidden anlaşılmak istediğim zamanlardan birindeydim. Masada bıraktığım babama anlatmak istemiştim, Paris'te kalan kız kardeşime tüm gerçekleri anlatmak da istemiştim ve bunun gibi bir çok zamanda da. Ama çizdiğim sınırlar aklımda. Kim olduğumu belirleyen çizdiğim sınırlar içinde güvendeyim. Olabildiği kadar hala sevdiğim insanları koruyabilme bilincindeyim. Başımı geriye atarak omuzlarımı dikleştirdim. Taksi şoförüne gidiceğim adresi verirken biraz zorlanmıştım. Tanıdık gelen ama tanımakta da zorlandığım yabancı bir şehirdi. New York uzun zamandan sonra epey değişmişti. İnsan ve arana nüfusu epey bir artmıştı. On yılın çoğu fransızca konuştuğum için aksanım biraz fransız aksanıyla pekişmişti. Vakit öğleye doğru yaklaştığı için trafik fazla yoğun değildi. Çoğu insan iş yerindeydi. Yollar açıktı. Büyük aynalı camları olan gökdelenlerin olduğu ve onlarca insanın kaldırımlarında yürüdüğü caddelerden geçtik. Gökdelenlerin sayısı azalıp ne zaman orta halli insanların yaşadığı caddelere geldik. Taksiyi durdurup ücreti ödedim. Yüzüme ekimin cılız rüzgarları çarptı. Hava biraz serin ve rüzgarlıydı. Gözlerimi etraftaki dükkanlarda gezdirdim. Aradığım dükkan eczacı, çiçekçi yada pastane değildi. Yolumu kaybettiğimi sanarken beyaz renkli tabeladaki büyük kırmızı harfler ile yazılmış yazıları okudum. Cafe Sarah. Bulmuştum. Fırsatını bulunca caddenin karşısına geçtim. Cafenin yanına geldiğimde camdan içeri bakındım. Sade ahşap sandalye ve masalarla döşenmişti. Masalarda kırmızı beyaz ekoseli örtüler seriliydi. İçeride yedi sekiz yaşlarında altın sarısı saçları omuzlarına kadar dökülen küçük tatlı bir kız çocuğu vardı. Kare fayansların arasında seksek oynarmış gibi zıplıyordu. Kapıdan içeri girince çan çaldı ve kız beni görünce, "Anne yeni bir müşteri geldi!"diye bağırdı ve oyununa geri döndü. Mutfak tarafından elinde tepsiyle çıkagelmişti. Gözleri kızındaydı bana hitaben, "Hoş geldiniz size nasıl yardım edebilirim?" diye sordu. "Siparişiniz nedir?" "Sarah!"diye mırıldandım sesim ona yıllar geçse bile tanıdık gelmiş olmalıydı. Mavi gözleri beni bulunca elinde tuttuğu üzeri bira bardakları olan tepsiyi yere düşürdü. Küçük kız korkudan çığlık atıp geriye çekilirken Sarah ise bana doğru koşup boynuma atıldı ve bana sıkı sıkı sarıldı. Böyle bir tepki beklemiyodum ama hâlâ birilerinin sevgisini ve özlemini hissetmek güzel bir histi. "Aman Tanrım Emelie sen buradasın! Benim cafemde...." diye bağırdı heyecanla. "Beni bulmayı nasıl başardın?" Lise yıllarında bize sürekli oturduğu caddenin yakınlarında bir cafe açmak istediğinden bahsedip dururdu. Aklımda kalmıştı belki Sarah'ı bulurum diye bir umut buralara kadar gelmiş ve onu bulmuştum. "Sarah Cafe hayalindi ve elbette bu cafenin sahibi ve bu küçük prensesin annesi sen olmalıydın." dedim sevecenle. Ona sarıldım ve kulağına fısıldadım. "Merhaba." "Burdasın ama nasıl?" dedi hayretle. Hala şaşkındı. Bu halini anlayabilirdim. "New York'a kısa bir süreliğine döndüm." dedim. "İş için." "Ne zaman döndün peki?"diye sordu. Eli ayağı birbirine karışmıştı. Bir sandalye çekip onu oturttum. "Sabaha karşın.Tüm gazetelerde ben vardım." Sesim alaycıydı. "Hiç bakmadın m?" "Elbette ama ben sadece sana benzettikleri biri sanmıştım"diye saf saf itiraf etti. "Evet hemde gazetelerim hepsine baktı."diye annesini onayladı. Sarah kızararak utandı. Gülmekle yetindim. Bende bir sandalye çekip oturdum. Sarah'ın şoku üzerinden atmasını beklerken Anais ile tanışmıştık. Çok neşeli ve sevimli bir kız çocuğuydu. Kucağımda otururken bana uzun kirpiklerini kırpıştararak baktı. Melek yüzü Ange'yi hatırlatmıştı. Benim küçük sarı şeytanımı... Çok hareketli bir kız çocuğuydu Angela büyüdükten sonra çevremde bir daha hiç çocuk olmamıştı. Minik ellerinden tutmuş söylediği tekerleme eşliğinde ellerimizi sallandırıyorduk. Bal sarısı saçları mavi gözleri anne kız gerçekten birbirine çok benziyordu. Sarah adına mutluydum. Sarah sersem şaşkınlığını üzerinden attığında koyu bir sohbete başlamıştık. Sarah bana kendi hayatında son bir kaç yılın özetini geçmişti. Sarah, lise aşkı olan Brandon ile evlenmesine hatta Anais gibi çok tatlı bir kızları olmasına çok sevinmiştim. Onlar gerçek bir aile olmayı başarabilmişlerdi. Bir kaç yıllık çalışma sonucunda ufak birikimleri ile bu küçük hoş cafeyi açmışlardı. Onlar gerçekten de kendi dünyalarında mutluluğu bulmuşlardı. Klasik bir sondu sondu. Evli, çocuklu ve mutlu. Ama mutlululardı. Anais kırdayarak "Biliyor musun?" diye sordu. Gülümseyerek, "Neyi biliyor muyum?"diye sordum ve küçük hokka burnuna dokunup saçlarını okşadım. Annesi gibi kızardı. "Fotoğraflarında göründüğünden daha güzelsin ve çiçek gibi kokuyorsun." Sarah, "Eski lise yıllıklarından gördüğü fotoğraflardan bahsediyor." diye açıkladı. Sarah'a gülümsedim o ise bana yine şaşkın şaşkın bakmayı sürdürdü. Sanki hala karşısında oturduğuma inanamıyordu. Anais'in sevimlice 3ttiği o güzel iltifatları ile gururumu okşamıştı. "Sana bir sır veriyim mi?" diye fısıldadım kulağına. Merakla mavi gözlerini açıp sessizce başıyla onayladı. "Sırrım şu ki sen daha güzelsin." Kıkırdayıp yanağımdan öptü. Küçük bir kız çocuğuna bu kadar yakın olmak içimde ki ölü annelik hissini canlandırmaya başlamıştı. Kurumuş dudağımı ıslattım. Şimdi düşünme sırası değildi. Yüksek güçlü iç güdüsel bir histi. Merhamet ve koruma hissiyle karışık bir duydu. Sarah karşımda oturduğu sandalyede kamburlaşmtı. Giydiği eteğin kenarlarından çekiştiriyordu. Kaşlarını kaldırdığı için alnı kırışmıştı. Bir şey demek ister gibiydi ancak ikilem arasında kaldığı için susmayı seçiyordu. Yüzünde hüzünlü ve ciddi bir ifade yer aldı. Benimde yüz ifadem değişti. Burada olmamdan memnun değildi sanki. Ancak Sarah'ı tanıyordum. O istese aramıza net bir çizgi çekerdi. Farklı bir şey vardı. "Anais neli kek seversin?"diye sordum. "Çilekli" "Ben de."dedim kabanımın cebinden bir kaç dolar çıkarıp küçük avcuna bıraktım"Neden anne ve Emelie teyzene, birde kendine köşedeki pastaneden çilekli kek almıyorsun?"Sonra onay almak için Sarah'a baktım. "Tabi anne izin verirse?" Anais,"Lütfen anne!"diye yalvardı. Sarah,"Arabalara ve yabancılarw dikkat et."diye uyardı küçük kızını. "Ve ben çikolatalı istiyorum"diye ekledi yarım samimi bir gülüşle. Anais kucağımdan kayıp,"Hemen alıp geliyorum."dedi hevesle. Cafeden çıkana kadar Sarah ve ben sessizliğimizi korumuştuk. Niye birden böyle gerildiğine anlam verememiştim. Birden öyle çıkıp geldiğim için miydi? Beni kovsaydı bile ona hak verirdim ama o beni her zaman olduğu gibi sevecenlik ile karşılamıştı. Sarah ile yalnız kaldığımızda emin olduğumda, "Çıkar ağzındaki baklayı." dedim. Yumruk yaptığı ellerini kucağına bastırdı "Sen?" "Ben ne?" diye dediğine açıklık getirmesini istedim. "Onun ile görüştün mü?" "Kim ile görüştüm mü? Benimle açık konuş Sarah." "Edward ile yani onunla görüştün mü?" İsmini söyleme Sarah lütfen. İsmini duymak can yakmaktan başka bir şey yapmıyor. "Hayır." Başımı salladım. "Yani onunla asla da görüşmeyeceğim" "Üstüme düşmez ama. Sen ve o birbirinizi fazlasıyla seviyorsunuz." "Seviyorduk."diye düzelttim Sarah'ı. "Yıllar geçti ve her şey bitti. BBen her şeyi bitirdim. Yeni hayatlar kurduk." "Emelie?"dedi. "Efendim?" "Onu terk ederken bizi arkanda bırakırken hiçbir şey söylemedin bizi ve onu öylece bırakıp gittin beni en yakın arkadaşını bile aramadın. Sadece küçük bir mesaj attın. Geri dönmemek üzere gidiyorum. Bu kadardı." Küskünce omuz silkti. "Geri dönmene bile hâlâ şaşkınım. Sencede soru sormak hakkımız değil mi?" Mavi gözlerini konuştuğu her sırada sürekli kaçırıp durmuştu. Sana anlatamak istedim Sarah ama yapamadım. Yapamazdım. "Öyle olması gerekiyordu "dedim kurumuş dudaklarımı içime çekip dilimle ıslatarak. Göğüs kafesim üzerine bir yük binmiş gibi sıkışıyordu. "Ama-" "Sarah lütfen bunları ve onu konuşmayalım..." Sesim kontrolsüzce titremişti. Sandalyesini bana biraz daha yaklaştırıp ellerimden tuttu ve en samimi sevecen haliyle gülümsedi. "Her gün buraya geldi ve seni sordu. Her gün sana mektuplar gönderdi seni aradı ama açmadım bana bile yalvardı..." "Sarah."dedim sözünü keserek. "Buraya seni görmeye geldim. Onunla ilgili dertleşmeye değil ve şunu söyleyebilirim ki o benim için artık bir şey ifade etmiyor. Sadece geçmişte kalan bana çok uzak olan bir anı. "Emelie." Masadan çantamı ve telefonumu alıp oturduğum sandalyeden ayağa kalktım. Sharon'ı verdiği limit bitmek üzereydi. Onu başıma sarmak istemiyordum. "Artık gitsem iyi olur." "Ama daha yeni geldin."dedi Sarah da benim gibi ayaklanarak. Gitmemi istemiyordu ayrıca konuyu açtığına pişman olmuştu. "İki gün daha buradayım." Gülümsedim. "Söz fırsatını bulduğumda yine gelirim." "Ya daha sonra?" Ona soru sorar gibi baktım. Kederli bakışlarımız buluştu. Edward ile ben ilişkiye başladığımızda bizi destekleyen Sarah olmuştu. Beni ona karşı açılma konusunda da Sarah cesaretlendirmişti. "Ona ne söylemeliyim?" diye sordu. "Hiçbir şey." "Gazeteleri ve haber sitelerinde ki haberleri görmüştür. Her akşam burqda Brandon ile bira içerler seni kesin bize sorar. Aksini söylesemde bana inanmaz." "Bir kağıt ve kalem var mı?"diye sordum. "Getireyim."diyerek gitti. Geri geldi ve kağıda bir kaç şey yazdım. Ona yazdığım notun sonuna imzamı atıp Emelie diye yazarken hâlâ elim titriyordu. Notu katlayıp Sarah'a verdim. Hâlâ kötü bir fikir gibi geliyordu. Ama sonuçta onu hiç görmeden bu şehirden geldiğim gibi sessiz sedasız gidecektim. "Sadece o okusun" Sessizce başıyla onayladı. Arkadaşıma son kez sarılarak, "Görüşürüz."dedim. Bana içtenlikle sıkı sıkı sarıldı. Konuşurken sesi titriyordu. "Keşke biraz daha kalsaydın." "Üzgünüm. Kalamam." diyerek ondan ayrıldım. "Görüşürüz Emelie."dedi zar zor bana gülümseyerek. Biraz daha kal gibi bakıyordu. Sarah'a kalsa beni hiç bırakmazdı. "Görüşürüz."dedim arkamı ona dönüp gidecekken cafenin kapısı açıldı ve çan çınladi. Onu görmüştüm kucağında Anais, Anais'in kolları arasında ise çikolatalı ve çilekli kekler vardı. Beni gördüğüne aynı Sarah gibi büyük bir şok yaşamış gibiydi. "Emelie sen!?"dedi yarı öfke ve şaşkınlık ile. Anais neşe ile güerek,"Bak baba bu teyze oydu işte."dedi küçük ince parmağıyla beni işaret edip babasına göstermişti. "Annemin arkadaşı Emelie teyze." Sarah kocası Brandon'nın yanına gelerek kucağından kızları Anais'i aldı. Kısa bir açıklama yaptı. "Bizi ziyarete gelmiş Brad." Anais bana çilekli keklerden birini uzatmıştı bende gülümseyerek ondan almıştım. Sarah'ın gözleri ben ile kocası arasında mekik dokuyordu. Her an gerginleşen sessiz ortamı Brandan'nın homurdanışı bozmuştu. "Lütfen git burdan."dedi bana çıkışı göstererek. "Sanada merhaba Brad."dedim. Brandon kapıyı açıp"Git!"diye tekrarladı.Sarah ince kaşlarını çattı. Kocasını kolundan sarsıp azarladı "Kibar olsana Brandon!" "Karışma Sarah!"diye bağırdı Brad ona. "Sarah gerçekten önemi yok." diyerek dışarı doğru yürüdüm Sarah kucağında Anais ile geriye çekilip bana geçmem için yer açtı. Özür diler gibi bakıyordu. Brandon kolumdan tutup,"Son bir şey daha."dedi. "Onun karşısına sakın çıkma. O nişanlı ve evlenecek. Sakın bir daha en yakın dostumun hayatını mahvetme! Buna hakkın yok!" O nisanlanmış mıydı? Sarah ile birbirimize dehşete düşmüş ifadelerle baktık. Geçirdiğim şoku gizlemek için güldüm. Cafeden çıkıp giderken de yanlarından ayrılırken de gülümsedim. Nişanlı mı!? diye sordum içimden. Nasıl ruhum bir yandan acı çekerken bir yandan da mutlu olabiliyordu? ●●● Kaderin insanlara oynadığı oyunlar fazlasıyla beklenmedik ve sıra dışıydı. Hayat bilinmezlikler ve bilmeceler ile doluydu. Sevdiğiniz kişi bir saniye sonra ölebilir yada bir anda hayatınızı değiştirecek insan ile tanışabilirdiniz.Nefesimi ne kadar tutabilirim? Otuz saniye bir dakika iki dakika... Aynı şekilde onlarca yıl yaşayan bir insanı sadece üç dakikada içinde öldürebilirdiniz. Ya da kötü geçmişi yıllarca içinizde de tutabilirdiniz.Suyun içinde nefesimi tutarken düşüncelerim daha berraktı. Batık bir çıpa gibi ağır düşüncelerim beni suyun dibinde tutuyordu. Bir gemi batığının harebesinden kalmış parçalar gibiydi gibiydiler. Keşfedilmeyi bekliyorlardı. Hissedilmeyi. Kayıp gibi hissederken kontrolümü kaybetmeliydim. Ancak sakindim. Bir mezar kadar sesiz ve sakin. Ateş gibi yanan yüreğime buz basmışlar sanki. Huzurluyum. Ne pişmanlık, ne hayalkırıklığı. Onun için mutluyum. Tanrı'ya şükür bizim için hiç umudum kalmadı. Elleri belimdeydi. Beni kendi dibinde tutuyordu. Kollarımı omuzlarına dolamıştım. Beraber yüzüyorduk. Dans ettiğimiz bile söylenebilirdi. Beni kendine özellikle yakın tutuyordu. Sırf beni panikletip, suda çırpınmamı görmek için... Ona daha sıkı sarıldığımda eli belimden bikinimin içine kaymıştı. Ona engel olmamıştım. Ellerim ensesinden saçlarına çıkarmıştım ve dudaklarımı boynuna bastırmıştım. Beni tatmin etmesini biliyordu. Aslında nefesim dışında hiçbir şey düşünmüyordum. Yalancının tekiyim.. Sadece nefesim aklımda sadece o vardı. Elim bacaklarımın arasındaydı, kendimi okşuyordum. Onu düşünerek. Uzun zamandır böyle olmamıştım. Onu düşünerek kendimi orgazmın raddesine getirmemiştim. Dişlerimi sıktım. Saliseler aktıkça zamanım tükeniyordu. O raddeyi geçmeden elimi aniden oradan çektim. Üç. İki. Bir. Küvetten başımı çıkardım. Derin bir nefes alıp, sertçe soludum. Göz kapaklarımı ovuşturarak gözlerimi açtım. Ilık suyun içine omuzlarıma kadar gömüldüm. Nefes nefeseydim. Onu düşünerek mastürbasyon yapmaktan suçluluk duygusu hissetmiyordum. Yalnızda değilim. Ne zaman yalnız kalmıştım ki? Banyo tezgahına yaslanmış sigarasını içiyordu elinde boş, son damlasına kadar içilmiş Goichot Merlot fransız şarap şişesi vardı "Ne zamandır şişenin dibini görüyorsun?"diye sordu. " Yumruk yaptığım elimi yanağıma yasladım. "Bilmem." diye mırıldandım sessizce. "Alkol benim en iyi arkadaşım. O beni yeryüzü üzerinde anlayan tek varlık sanırım." "Seni neden bir kliniğe kapatıp, senden tamamen kurtulmuyorum acaba?" diye sordu kendine. "Bazen sırf kendin varmış gibi yaşıyorsun. Kendin dünyandasın." "Bilmem." dedim daha sonra bir tahminde bulundum "Belki çok merhametli olduğun içindir. Ya da beni böyle kabullenmişsindir." "Geceye kadar kendini topla tabi seni zorla götürüceğimden eminim..." diyerek iç çekti. "Daha fazla da içme. Yanakların fazlasından daha fazla kızarıyorm" Küvette doğrulup diğer ucuna yaslandım.Kabul etmeliydim kafam biraz iyiydi ama hâlâ mantıklı cümleler kurabilirdim. Yada tam tersini yapıp sevgili anneciğimi çıldırtırdım. "Üç şey.."dedim parmaklarımla göstererek. "Birincisi o davete geliyorum. İkincisi o elbiseyi giyiyorum"diye sıraladım. "Ya üçüncüsü ne?"diye sordu. "Neydi?Neydi?"diye sordum kendime. Sabrını biraz daha zorlayabilirdim. "Ah evet. Şartlarını yerine getiriceğim sende bu geceyi ve yarın bütün günü bana bırakacaksın.Yalnız olucağız babam ile." "Ve?" diye üsteledi. "Ve ne?" eiye sorup açıklama bekledim. "Ya kariyerin ne olucak?" "Kariyer mi?"dedim gülerek. "Olmayan bir şey ile ilgili seninle anlaşma yapamam." "Ama olucak birşey için benimle anlaşma yapabilirsin."dedi yanı başıma gelip bana elini uzattı. "Sadece onlar teklif ederse ve işi beğenirsem olur. Kimseden iş dilenecek değilim" "Tamam. "dedi hevesle. "Anlaştık mı?" Annemin elini sıkıp"Anlaştık." dedim. "Saat altıda benim odamda ol." Yüzünde heyecan vardı. "Kuaför ve makyöz senin için gelecek." Sessizce başımla onayladım. Annem banyodan çıkıp kapıyı arkasından kapattı. Topuklularının tahta zeminde uzaklaşan tok sesini duyabiliyordum. Gittiğinden emin olduktan sonra ise dakikalardır içimde tuttuğum yüksek kahkahayı attım. Artık ağlamak yerine gülüyordum. Hemde delicesine.Çünkü haklı çıkmıştım. Başkasını bulmuştu.Bir geleceği vardı. Nişanlıydı ve evlenecekti. Çocuğu bile olabilirdi eminim ki iş hayatında da başarılıydı. Haklı çıkmıştım o kendi geleceğini inşa etmişti şimdi geleceğini kurma sırası bendeydi. Ne kadar itirafsızca acı çekiyor olsam bile onun için mutluydum. O mutlu olmayı hak ediyordu. Geçmiş Kasım-2011 Utançla kızarıp duvar köşesine sinerken kahkası odayı boğdu. Koltuğun sırtına kolunu atarken oturduğu yere iyice yayıldı. Omuzumu duvara yaslayıp göğsümü kollarım ile göğsümü kapattım. Elbisenin küçük dekoltesi bile beni rahatsız etmeye yetmişti. Onun aklına uyarsam böyle olurdu. Bir bluz ile kot giysem ne olurdu ki? On üç kasım, asla sevemediğim bugünü bana zorla kutlatıyordu. "Hediyeni beğendin mi?" diye sordu. Göğüs dekoltesini yukarı çekiştirdim. Bu seferde kumaşı yukarı çekince eteği dizlerimin üzerine çıkmıştı. "Nerden buldun bu lanet şeyi?" diye sordum. Bedenimi sarıp sarmalayan dizlerime gelirken açılan eteği ile bu kırmızı elbiseyi nerden bulduğunu defalarca sormuştum ona. Tek söylediği elbiseyi giy diye ısrar etmesi olmuştu. "Çıplak gibi hissediyorum." "Beğenmedin mi?" diye sordu kırgın bir sesle. "Beğendim ama çok sıkı değil mi? Edward biliyorsun ben genelde bu tarz giyinmem." dedim. "Ve sen bunu biliyorsun." "Biliyorum ama senin üzerinde çok hoş durdu. Üstelik tarzına biraz kendi zevkimide katabilirim." diye mırıldandı ve ayağa kalktı. "Tam doğum günü kızı oldun ya da parti." Bana diyene bak. Üzerinde siyah eşofman ve yine siyah tişört vardı o ev halinleydi doğum günümde sadece ikimiz vardık ve evde kutlayacaktık. Ama o sanki bir yere gidecekmişiz gibi bana zorla bu elbiseyi giydirmişti. Sindiğim duvardan sıyrılarak odanın diğer tarafına piyanonun yanına gittim. Beni takip etti. "İnan bana çok güzel oldun." diye devam etti. Yüzünde sersem bir sırıtış vardı. "Ve bugün on sekiz oldun." Gözlerini kıstı dudakları kıvrıldı. "Moruk." "Ve sende hâlâ on yedi yaşındasın." dedim ellerimi belimde birleştirdim ve ekledim. "Velet." Keyifle güldü. Bu çocuksu laf atışmalarını her ikimizde seviyorduk. Başını yana eğdi. "Benden sadece üç ay büyüksün o kadar havalara girme." Ellerimi bu sefer belime koydum. "Hâlâ çocuksun bense yetişkin oldum." Dedim gururla. "Çocuk mu?" diye sordu alayla. "Sana çocuğu göstermeme izin ver." Atağa geçip üzerime atladığında bacaklarımdan tutarak beni kucağına almıştı. İtiraz etmeden kollarımı boynuna sarmıştım. "İyiki doğdun sevgilim." Gerisine yatırdığı saçlarını okşadım. "Seni seviyorum." diye fısıldadı hemen beni öpmeden önce. "Seviyorum." dedim. "Seni her şeyden ve herkesten daha fazla seviyorum." "Bir kişi hariç." "Yalancı." dedim dudaklarından bir kez daha öperken. "Az kaldı." diye mırıldandı. "On sekiz olmama çok az kaldı. Sonra tamamen senin olacağım güzelim." Neden bahsettiğini anladığımda yeniden kızarmaya başladım. Derin bir iç çektim. Şu bekaret ve on sekiz yaş meselesi. Beklemeyi tercih eden oydu. Acele eden taraftım, elimde olsa zamanı hemen ileriye alacaktım "Biliyorum aptalın tekiyim ve konuyu açmamalıydım. Korkak gibi görünüyorum. Üzgünüm." Çenesinden tutup kaldırdım ve yanağını okşadım. "Sen olacaksın." sedim "İstediğim kişi sensin Edward. Bunu sende en az benim kadar istiyoaun." Gözlerinin içi parladı. "Cesur olduğunuda biliyorum. Sende biliyorsun...." " "Buna benden öylece karar vermemi bekleme!" Canlı bir kahkaha odayı çınlattı. "Her yerde olabilir zaman ise bilinmez." "On sekiz olduğum geceye ne dersin?" diye sordum hevesle. "Belki." Beni kucağından indirip ellerini belimde birleştirdi. "Haklısın. Acele etmeye gerek yok. Hala on yedi olan sensin çocukluğunun keyfini çıkar ufaklık." dedim alayla. Saçlarını okşayıp saçının iyice dağılmasını sağladım. Yaşıyla alay etmeye ve ona büyülük taslamaya bayılıyordum. Belimden kavradığı gibi beni piyanosunun üzerine oturttu. "Hey!" "Uslu bir kız olup orada otur." sedi piyanonun ortasına kayıp bağdaş kurarak yerleştim. Bana piyano çaldığı zamanlar hep oturduğum yerdeydim. Piyano kapağını kaldırıp tuşlarda parmaklarını gezdirdi. Yüzüm ellerimin arasındaydı gözlerim ise Edward'a sabitlenmişti. Siyah deri tabureye oturdu. "Doğum günüm şerefine ne çalacaksın?" diye sordum neşeyle. "Beethoven'a ne dersin? Ay ışığı Sonatı yada Mozart, Lacrimosa?" "Aklımda daha özel bir parça var." D "Franz Peter, Johann Sebastian Bach, Sergey Rachmaninov, Wolfgang Amadeus Mozart Ludwig Van Beethoven?" diye aklıma gelen ilk müzisyen ve piyanistleri tek tek saydım. Edward en çok Beethoven'dan beste çalmayı severdi. Sihirli parmakları onun bestelerini çalmaya daha yatkındı. Saatlerce onun piyano başında benim için çaldığı besteleri dinlerdim. "Hiçbiri değil." Boğazını temizlemeyerek konuştu. "Daha önce duymadığın bir beste. Eşsiz ve güzel." "Modern piyanistlerden mi?" Meraklanmıştım. " Eğer öyleyse duymamam normal. Piyanistin adı ne?" "Edward Shawn." sedi gülümseyerek. Bir tuşa dokundu ve do notası kulağımda çınladı. Sonra peşi sıra diğer notalar duyuldu. Melodi hüzünlü bir harmoniye dönüştü. Müzik etrafımızı sardı o an ikimizinde kalp atışlarımızı duyduğumuza yemin edebilirdim. Müziğin ritmine göre atan kalplerimiz... Çalmaya devam etti gözleri bendeydi benim gözlerimin onda olduğu gibi. Beste ezberinde olmalıydı. Notalar parmaklarının arasından melodi olarak akıp gidiyordu. "Sana sürekli yanında taşıyabileceğin beni sana hatırlatan kolye veya bileklik gibi bir aksesuar yada resim yapmayı sevdiğini bildiğimden çizim yapman için malzemeler alabilirdim ancak ben daha özel bir hediye vermek istedim." Derin bir nefes. "Bize özel bir beste. Her notasında beni sana hatırlatan bir melodi besteledim.." Gülümsedi "Aşkının kalbimde yarattığı harmoniyi seviyorum. Ve bu harmoni şimdi kulaklarımızda çınlıyor ruhlarımıza dokunuyor." Bir eli ile tuşlara ilahisini dizmeye devam etti. Diğer eli elimi tuttu. "Doğum günün kutlu olsun yasemin kokulu sevgilim." diye fısıldadı aşkla bakan gözleri ile. "Umarım hediyeni beğenmişsindir." Son notaya her bakışında kalbime dokunur gibi dokunduktan sonra diğer elimden tuttu. "Seni seviyorum Emelie." Kelimelerin anlamını yitirdiği o anlardan birindeydim. Aşkını notalara dökmüştü bende sözlere dökmeliydim. Ama bu imkansızdı. Ah Tanrım! Dilim nereye kaçtı? Ağzımı bıçak açmayacak durumdaydım. Bu harmoni o kadar güzeldi ki. Kalbimin ritmini değiştirebilecek kadar da güçlüydü. "Emeward." sedi Edward "Parçaya verdiğim isim. Aceleyle verdiğim bir isimdi istersen adını sen başka bir isim koyabilirsin Emelie." Ayaklarımı piyanodan aşağı sarkıtıp kendimi kucağına bıraktım. Kolları belimi sardı düşüşüm ikimizide yere yığmıştı. Edward'ın sırtı tahta döşemeye sertçe çarptığında inildemişti ama ben umursamayarak sevgilimi öpmüştüm. "Emeward kulağa mükemmel geliyor!" diye haykırdım onu tekrar tekrar öperken. Yanağına düşen yaşları görünce ağladığımı yeni fark ediyordum. Belki hayatımda ilk kez mutluluktan ağlıyordum. Saçımdan tutarak dudaklarıma tutundu. Gözlerimi kapattım parmaklarım yüzünde dolanırken beraber doğrulduk. "Teşekkür ederim. Teşekkür ederim sevgilim bu hayatımda alacağım en eşsiz ve güzel hediye. Teşekkür ederim." Beni yine öptü. "Rica ederim güzelim beğendiysen ne mutlu bana." "Beğenmek mi? Beğenmek az kalır bayıldım. Bu çok özel bir hediye benim için bile." Alnımı alnına yaslamadan önce yanağından tam gülümsediğinde oluşan çukurun üzerinden öpmüştüm. "Benim için en özel kişiye özel, ikimize özel bir beste." Göz yaşlarımın ıslattığı yanaklarımı sildi. "Ağlama." "Çok mutluyum!" dedim inleyerek burnum sancıdı ve ben yine ağlamaya başladım. "Emelie mutluysan gülümse, ağlama." Gülümsedim ama hâlâ ağlıyordum. Bestelediği parçayı bir ninni gibi mırıldandı. Kendini ben yarı ağlar yarı gülerken o da kendini gülemeden tutamadı. Kaldığı yerden gözyaşlarımı silmeye devam etti. Dudağımdan öptüğünde, kalbim yine o harmoninin ritmi ile çarpıyordu. "Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum." dedim defalarca bu iki sözü söylemeye asla doyamazdım. Birbirimize sarıldık Edward saçlarımı okşadı başımı göğsüne yasladım. "Seni seviyorum Emelie." Dudakları saçlarımdayken mırıldandı. "Kırmızı elbiseli hüzel sevgilim." Alaycı sesi ile dalga geçmesine güldüm. "Beste kadar olmasada elbiseyi de sevdim. Sağ ol aşkım. " Gözlerimi dikip aşağıdan ona baktım. Başını geriye attı. "Sana yakıştı bence bundan sonra böyle elbise giymeyi dene. Yani benimle başbaşayken." Bacağımı elini eteğin içine sokarak kavradı ve okşadı. "Çok güzelsin." Boyunundan öperken kapı aniden açılınca ikimizde yerimizden sıçradık. Yüzlerimiz kapıya döndüğünde arkadaşlarımız ile karşılaştık. Sarah'ın elinde çikolatalı bir pasta vardı. Lisa Sarah ve Bradon da olmak üzere hepsinin kafasında üçgen parti şapkaları vardı. Brad'in elindeki konfeti patlayınca yerimden ikinci kez sıçrayıp Edward'a sokuldum elini soktuğu etek altından çekip saçlarının arasına koydum. Lisa, "Yanlış zamanda mı geldik?" Diye sordu. Yarı alay ve iğnelemeyle. Ellerimi Edward'ın üzeriden çektim. "Çocuklar burdasınız.." Sarah ,"İyi ki doğdun." sedi gözleri fal taşı gibi açılmış yüzü kızarmıştı. Brad kızların kollarından tutup odadan dışarı çıkarttı. "Size aşağı katta beklememiz gerektiğini söylemiştim." Utanmıştı. "İşiniz bitince bize katılırsınız artık. İyi ki doğdun Emelie." Kapıyı kapattı Edward ile birbirimize baktık. Gülüşürken, "Utanç vericiydi! Yalnız olacağız sanıyordum." Dedim resmen içime kaçmış sesimle. Yanaklarımın kızardığını hissediyordum. "Onlar arkadaşlarımız elbette senin doğum günüde olacaklardı." "En azından haber verseydin daha hazırlıklı olurdum. Yada kapıyı kilitlerdim." "Kapıyı ne için kilitleyecektin!?" "Sus!" siye omzuna vurdum ve ayağa kalktım. Elinden tutup çekiştirirken beni kendine büyük bir kuvvetle geri çekti. "Hey, hey işimiz daha bitmedi. Bitince onlara katılırız." Yanağımdan öptü ve gülümsedi. Sırtım parkeye düştü ve Edward belimden tutarak kendine çekti. "Elbiseyi mahvedeceksin." dedim gülmeden edememiştim. Elini bacağıma koyup okşadı. Başımı geriye yatırıp gözlerimi kıstım. "Hadi ama oyun bozanlık yapma eylülde ki sonbahar dansından beri sana dokunmadım." Dedi. Elimi karnına koyup tişörtünü avuçladım. "Hatırlatmasana!" Dedim. "Hatırlasana." dedi "Nerdeyse biyoloji öğretmeni Bay Cope'a yakalanıyorduk." "Ama neyseki ben kıvrak aklımla seni ve kendimi dolaba atmayı başarmıştım." "Ve sen o dar alanda bir saat kucağımda oturmuştun." Pis pis sırıttı. Üzerimde bir tulum vardı ve o beni çıldırtmak için sürekli tulumun fermuarı ile oynayıp durmuştu. Şimdi eli elbisenin düğmelerine gitmişti. Tişörtünü sıvayıp karnına dokundum. Anında gerildi ve nefesini içine çekti. Kapı tıklandığında Lisa bize seslendi. "Emelie! Edward! Her ne bok yiyorsanız bırakın ve yanımıza gelin. Brad pastayı yemeye başladı." Edward başını göğsüme koyup küfür fısıldadı. "Bu çok yakındı neden en önemli anları bölmek zorundalar ki?" "Şışşş! Duyacak." dedim kıkırdayarak. Sonra "Geliyoruz Lisa." Diye seslendim. Uzaklaşan adımların parke zemine çarpan toplulukların sesini duyduk. Edward doğruldu ve beraber ayağa kalktık. Kırışmış eteği düzelttim. Edward kapıyı açıp elini uzattı. Elinden tuttum. "Gerçekten doğum günüm de kutlama yaparken bana zorla elbise giydirmişken sen eşofman ve tişört ile mi kalacaksın?" Sırıttı. "Evet ama sen asıl akşamı bekle. Başbaşa olduğumuz zamanı." Tuttuğu elime parmaklarını geçirip sıkıca kenetledi. Alnımda öptü. "O zaman istersen hiçbir şey giymem." "Kot pantalon ve bir tişörtü de tercih ederim." Başıyla onayladı. "İkinci bir seçenek olarak düşünülebilir." Sarah'ın bağırışını duyduk. "Brad eğer tek bir çatal pasta daha almaya çalışırsan seni öldürüceğim! Sabırlı olsana!" Brad, "Alt tarafı bir pasta!" diye çıkıştı sonra inledi büyük ihtimalle Lisa başına bir tane yapıştırmıştı. Edward, "Hâlâ o gerzekle neden arkadaş olduğumu bilmiyorum." diye söylendi. "Çünkü bu arkadaşlık." dedim "Arkadaş olmak karşındaki kişinin kim olduğuna yaa bir nedene veya sebebe bakmaz." Edward'ın koluna sarılıp peşimden sürükledim. İtiraz etmeden hevesle geldi. Son bir kez kırmızı elbisenin dekoltesini çekiştirdim. Odadan çıkarken Edward eğilip kulağıma dediklerim üzerine fısıldadı. "Bana aşk gibi geldi. Aşkta, aşık olurken bir kişiye yada sebebe veya nedene bakmaz. Sadece aşık olursun." Başımla onayladım. "Kesinlikle." Yanağından öpüp aşkla bakan gözlerimi gözlerine çevirip gülümsedim. "Seni çok ama çok seviyorum." "Bir kişi hariç." "Yalancı." Edward sadece gülümsemekle yetindi. Kimin yalancı olduğunu biliyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD