1
Anlamlandıramadığım bir his içimde dolaşırken denizin üstündeki kayalıklara oturmuştum ve yanımda neşeyle gülüşüp oynayan çocuklara imrenen gözlerle bakıyordum. O kadar masum ve güzellerdi ki...
Bir an için geçmişimi unutup onlar gibi çocuk olmayı diledim. Ama lanet olası geçmişim gözümün önünden bir film şeridi gibi geçince kendimi bir enkazın altında ezilmiş hissettim. Çünkü benim hayatım üzüntü dolu, pişmanlık dolu, nefret dolu ama en çok da gözyaşıyla dolu bir dram filmi gibiydi.
Çocuk olmayı bile dileyemeyecek kadar kırgınlıklarla dolmuş ve hayattan nasibimi almıştım. Beni bu hâle getiren aileme karşı hissettiğim tek şey kesinlikle nefret değildi. Çünkü nefret sözde ailem olan ama aslında benden çocukluğumu çalan o insanlara duyabileceğim hisselerin yarısını bile karşılamıyordu. İçinde cayır cayır yanan bir intikam ateşi vardı. Ve bu gün geçtikçe alevlenen ateşin aileme duyduğum öfke ve nefretten doğmuş olması canımı daha ne kadar acıtabilirdi, bilmiyorum.
Bunca zaman... Zarar, ziyan ve kayıplarla dolu bunca zaman... İçimdeki minik kız çocuğu bir mahkum misali esir alınmıştı. Ve o çocuğu ailem koyu bir zindana hapsedip kilidini de dipsiz bir kuyunun içine atmıştı. Ama en çok canımı yakan bu değildi. Canımı en çok yakan acılarla geçirdiğim onca zamanın bir telafisi olamamasıydı. Zamanı geri alamazdım. Kimse alamazdı. Zaman, kimseyi umursamadan akar geçerdi. Ardında da insanların üzüntülerini, pişmanlıklarını, umutlarını bırakırdı. Ve zaman insanın 'Keşke' leriydi.
Acıyı iliklerime kadar hissetmiş bir kızdım ben. Bunu kimse değiştiremezdi. Birinin bunu değiştirmesi için her şeyimi verirdim. Ama bu hayatta kendimden başka beni mutlu edecek hiç kimsem yoktu. Yalnızdım. Her anlamda. Sözde var özde yok bir ailenin çocuğu olmanın kefaretini ödemekti benim hayatım. Böyle bir hayatta mutluluk ne gezsin? Değil yanımdan geçmek selam bile vermezdi mutluluk bana. Buna ağlayamıyordum artık. Küçükken akıttığın gözyaşlarım büyüyünce içimde kurumuştu. Alıştım. Acıya alıştım. Acının hırçın bir hançer gibi bedenime çarpıp durmasına alıştım. Zaman duygularımın katiliydi. Elimde kalan tek şey acılarımdı ve kaybedecek bir şeyim yoktu. Hüznün her tonuyla boyanmıştım.
Aklımdaki düşüncelerin esiriyken gözlerim ufuk noknasında duruyordu. Ama öyle dolu ve güçlü bir ses kulağımı doldurdu ki yerimde irkilmiştim adeta.
Duyduğum motor sesiyle kendime gelip bütün düşüncelerden sıyrıldım. Kaşlarımı öfkeyle çatıp son sürat buraya gelen motora doğru baktım. Kafamı dinlemek için geldiğim tek yer burasıydı ve şansıma onda da yerlerin şaftını kaydırmak istercesine motor süren bir serseri mi denk gelmişti?
Öfkeli gözlerimi karşıya dikmişken gözlerim o noktaya kilitlenmiş gibi ayrılamıyordu oradan. Bu motorun sahibi olan serseriyi merak ediyordum çünkü.
Bir araba parasından daha değerli lüks motorun sesi kesildi bir anda. Serseri sürücü, motoru söndürüp indi ve kafasındaki siyah kaskı çıkarıp ondan beş metre uzakta olmama rağmen güneşte bir ışık gibi parlayan kuzguni siyah rengindeki kısa kesim düz saçlarını serbest bıraktı. Ellerini saçlarından geçirip onları dağıtırken sesli bir iç çektim.
Az önce yerlerin mi şaftı kaydı demiştim? Kesinlikle yalan. Çünkü onu görünce şaftı kayan bendim.
Yanımızdaki denizin eşsiz manzarasından daha güzeldi onun manzarası. Karşısındaki denize mavinin en güzel tonundaki gözleriyle bakıyordu serseri.
Gözlerim onda takılı kalmak için yeminliymişçesine arsız arsız süzüyordu bu eşsiz güzellikteki genç adamı.
Beyaz tenine inat kuzguni siyah saçları vardı. O siyah tutamlarsa alnına düşerken hırçın ve önüne gelen her şeyi yakıp yıkacak bir havası vardı. Onda ne bulduğumu bilmeden her hareketini dünyadaki en önemli şey oymuş gibi izliyordum.
Çok yakışıklıydı. Hatta gördüğüm en yakışıklı adam bile olabilirdi. Ona baktıkça kalbimin üzerine sıcak bir şeyler alıyormuş gibi hissettim. Kollarım ve bacaklarım çekilmişti sanki. Tatlı bir heyecan ona baktıkça ele geçiriyordu bedenimi.
Önce elinde tuttuğu kaskı motorun üstüne koydu. Sonra cebinden sigarayla çakmak çıkardı. Elindeki sigarasını yakıp çakmağı tekrar cebine koydu.
Sigaradan bir nefes çekip havaya üflediğinde içim titredi sanki.
O an onun elindeki sigara olmak istedim. Onun nefesiymişim gibi beni içine çeksin diye.
Dolgun ve hafif kırmızımsı dudaklarına tekrar yerleştirdiği sigarasıyla adeta etrafa Benden uzak durun çünkü tehlikeliyim. Der gibiydi. Halbuki o etrafındaki kimseyi sallamıyor, sadece önündeki denize bakıyordu. Elleri ceplerindeyken o kadar güçlü ve kendinden emin duruyordu ki ona imrenmeden edemedim. Neredeyse bir doksan boyu, kaslı bir vücudu vardı. Ve şimdiye kadar gördüğüm bütün maviler içindeki en güzel renge sahip gözlerini çevreleyen biçimli kaşlarıyla usta bir ressamın elinden çıkma bir resim gibiydi. Tek kelimeyle... Kusursuz! Ve bir o kadar da tehlikeli.
Ellerim titremeye başladığında kendime gelmek için bakışlarımı ondan kaçırmayı denedim ama olmadı. Gözlerim sanki ona kilitlenmişti başka hiçbir şey görmek istemezcesine. Onun gözleri bile yeterdi dünyadaki bütün manzaralardan soğutmak için beni.
Tesiri altına girmiş gibi bakarken baştan aşağı simsiyah giymiş olduğunu gördüm. Ve üzerine giydiği deri siyah ceket ile ona bulduğum serseri lakabının onu hiç tanımasam bile hakkını verdiğini hissediyordum. Giydikleri ve yanındaki motoruyla zengin biri olduğu her halinden belli olsa da o benim için sadece serseriydi artık.
Bakışlarımı üzerinden çekmek oldukça güç olmuştu. Israrla ona bakmak isteyen gözlerimi yola doğru çevirdim. Ama farkettiğim gerçek beni öfkelendirmekten başka bir işe yaramadı.
Yoldan geçen erkekler ona kıskanç ama bir yandan da korkmuş gözlerle bakıyordu. Bazı kızlar aralarında gülüşüp bakarken yoldan geçen kadınlar hatta bebek arabasını taşıyan anneler bile onu arsız gözlerle hayran bir şekilde süzüyordu.
Sonuç olarak yoldan geçen herkesin gözü bir şekilde serseride takılı kalıyordu ve bu beni hiç olmadığım kadar çok sinirlendirmişti.
O an içimde daha önce hissetmediğim kadar büyük bir kıskaçlık hissettim. Haksız bir kıskaçlık da olsa ona arsız gözlerle bakan herkesi yerden yere vurmak istedim, saçlarından tutup onları duvara yapıştırmak istedim. Ama... Ama sonra vazgeçtim. Çünkü herkes ona baksa dahi o dönüp kimseye bakmıyordu.
Cool Serseri.
Bir eli cebinde diğer eli sigarasında motoruna yaslanmış bir şekilde denizi izliyordu ve ona bakan hiç kimseyi umursamıyordu. Alışmıştı belki de bu bakışlara. Dikkat çekici hatta nefes kesici bir yakışıklılığı olduğunu kendi de biliyordu ve kimseyi umursamıyordu belki de.
Ellerimi kayalıklara dayamış onu izlerken sert rüzgarın uzun saçlarımı savurduğunu hissettim. Kumral saçlarım rüzgarda dalgalanırken kafamdaki bandaj uçmuştu. Öfkeyle bandaja bakıp peşinden gidecekken hiç beklemediğim bir şey oldu. Saç bandajım uçarak serserinin olduğu yerin biraz gerisinde durdu. Ve sonra tekrar esen rüzgarla havalanıp onun ceketine çarptı.
Kalbim şaha kalkmış gibi hızlandırken gözlerimi dahi kırpmaya korkarak onu izliyordum.
İnsanda öpme isteği uyandıran dolgun dudakları düz bir çizgi hâlini alırken ceketinin koluna takılan bandajımı eline aldı. O bandajımı uzun zamandır takıyordum ve saçlarımın kokusu onun üstüne sinmişti. Ve şuan o bandajı serseri elinde tutuyordu.
Bu bir tesadüf müydü, yoksa kaderin bana oynadığı bir oyun mu?
Serseri elinde tuttuğu bandajın sahibini bulmak istermiş gibi etrafa baktı. Ve bir an için gözlerimiz kesişti. Mümkünmüş gibi daha da hızlanan kalbime lanet ettiğimde o bana bakmayı sürdürüyordu.
Sadece üç saniye. Sadece üç saniye baktı bana. Sonra kafasını başka yöne çevirdi. Ve ben az önce hayatımın en güzel üç saniyesini yaşadım. Daha doğrusu hayatımın en güzel zamanını o üç saniyeye sığdırdım. Mutluluğun kırıntısına muhtaç paramparça olmuş kalbim o üç saniye ile onarıldı. Bir bakış. Mavi bir çift göz. Bana hayatımın en güzel üç saniyesini yaşattı daha sonra hayatımın en kötü saniyelerini yaşayacağımdan habersiz.
Serseri... Bandajımı tekrar rüzgara teslim etti. Bandaj kayalıklara doğru uçtu. Ve ben bu sefer acılarla dolu hayatımın en kötü üç saniyesini yaşadım.
Bandaj umrumda değildi. Benim için önemli olan o bandajı bana verirken bir umut onunla olan tanışma ihtimalimdi. Ve belki de onu bana verirken ellerinin benimkilerle değecek olmasıydı. Ama şimdi o ihtimal kaybolmuştu. İçim büyük bir acıyla kavrulurken gözlerimi ondan çekmek mümkün değilmiş gibi izledim onu.
Kader yine oynamıştı bana oyununu. Umut ettiğim her şeyin ellerimden kayıp gitmesine alışmıştım ama bari sen içimdeki umudu söndürmeseydin, bunu bana yapmasaydın serseri.
Bu adama boşuna serseri demiyordum.
Mavi gözlü serseri!