4

971 Words
Saat sekize geliyordu ve ben serseriyi gördüğüm yerde oturmuş karşımdaki hırçın denizi izliyordum. Babamın göndereceği para hesabıma yarın yatacaktı ve bir şekilde yarına kadar kalacak bir yer bulmam lazımdı.   Başım sürekli olanları düşünmekten ağrımışken beynimi sıfırlamak, hayata yeniden başlamak istiyordum artık. Fakat dalga sesleri geçmişte bana karşı edilen hakaretleri bir nebze bastırsa da o sesler kulağımda çınlıyordu hâlâ.   Seni doğurmak hayatımın en büyük hatasıydı.   Bana baba deme!   Seni bu evde istemiyorum. Defol!   Hayatında bir baban olmayacak.   Ölsen umrumda olmaz.   Keşke sen hiç doğmasaydın.   Hiçbir kabahatim yokken ailemin bana ettiği yüzlerce kötü sözlerden birkaçıydı sadece bunlar. Nefret ediyorum. Her şeyden.    Ailemden nefret ediyorum. Annemin üç evlilik yapmış kocasından da, babamın burnu havada karısından da, beni sevmeyen ailelerinden nefret ediyordum. Sevilmemek neydi iyi bilirim. Ama sevmenin ne demek olduğunu hiçbir zaman bilememiştim.   Ta ki bu güne kadar... Mavi gözlü serseriyi görene kadar. Hayatımın en güzel zamanını sekiz saniyeye sığdırana kadar.   Ömrümün sonuna kadar o mavi gözlere bıkmadan bakardım. Keşke onun hayatında ufacık bir yerim olsa. Onu her gün bir saniye bile görmeye razıydım. Adını bile bilmediğim bu adam benim için niye bu kadar değerliydi, bilmiyorum. Böyle duygulara çok yabancıydım. Ama tek bildiğim ona karşı hissettiklerimin hayranlıktan öte olmasıydı.   Derin bir nefes verirken hiçbir şey düşünmeden durmaya çalıştım. Bu çok güç olsa da kafamı dinlendirmeye ihtiyacım vardı.    Dakikalar saatleri kovalarken çevrem yavaş yavaş ıssızlaşmaya başlıyordu. Telefonumu çıkarıp saate baktım.   23:52   Oha! Ben sahiden o kadar saattir mi oturuyordum boş boş burada? Kafamı dinlemeye gerçekten ihtiyacım varmış meğer.   Saat ilerledikçe üşümeye de başlamıştım. Harika! Bir hafta sonra yaz tatili bitecek ve okullar açılacaktı. Bense sonbaharın başında havalar soğurken eve gelmem gereken saatten on altı dakika geç geldim diye evden kovulmuştum.   Olanları düşünmemeye çalışarak derin bir nefes verdim ve ayağa kalktım. Her ne kadar serseriyi gördüğüm yerden ayrılmak istemesem de saat geç oluyordu ve benim kalacak bir yer bulmam lazımdı.   Düşüncelerle boğuşurken patlayan silah sesiyle yerinden sıçradım. Lanet olsun! Şimdi mi?   Hayattaki şansım bana kahkalarla gülerken korkudan ne yapacağımı şaşırdım. Etrafa baktığımda neredeyse hiç kimsenin olmadığını gördüm.   Lanet olsun! Lanet olsun! Lanet olsun!   Oturduğum kayalıklardan kalkıp hızlıca koşmaya başladım. Ne kadar acı da çeksem mutlu olmadan ölmek istemiyordum çünkü sadece on yedi yaşındaydım daha.   Kalbim deli gibi çarparken duyduğum sesle donup kaldım. Koşmak için attığım hızlı adımlar yavaşladı bir anda. Kavga sesi artarken ben sadece o sese odaklanmıştım.   "Gebertirim ulan seni!" Bu... Bu serserinin sesiydi! Yüzünü, kokusunu aklıma kazıdığım gibi sesini de kazımıştım. Ve yemin ederim ki bu kusursuz ton onun sesiydi.   O an her şeyden vazgeçtim. Yaşamaktan vazgeçtim. Mutlu olmaktan vazgeçtim. Serseriye bir şey olmadığı sürece bana bir şey olma fikri umrumda bile değildi.   Kavga sesinin olduğunu yöne doğru ilerlerken serseriyi gördüm. Onu görür görmez kalbim yine şaha kalkmış gibi atmaya başladı.    Beni görmemeleri için büyük bir ağacın arkasına gizlendim.   Gözlerimi kısıp olanlara daha dikkatli bakmaya çalıştım. Serserinin yanında üç erkek daha vardı. Ve bu ıssız sokakta ölümüne dövüşüyordu serseri. Daha önce birçok kavgaya girmiştim ve oturduğum semtin tehlikeli oluşundan dolayı birçok kanlı bıçaklı kavgalara şahit olmuştum. Ama... Ama bu kadar güzel dövüşen biriyle hiç karşılaşmamıştım.   Yanındaki arkadaşlarıyla birlikte toplam dört kişiydiler. Karşılarında ise on tane adam vardı. Ama serseri daha bir dakika bile olmadan beş tanesini tek başına yere sermişti. Ağacın arkasından kavgayı izlerken ona bir şey olmaması için bildiğim bütün duaları sıralıyordum.   Belki serseri kötü biriydi. Ama bu da umrumda değildi artık. Ben onunla kötü bile olurdum.   Son gördüğüm manzayla nefesim kesildi. Ama bu sefer hayranlıktan değil korkudan kesilmişti. Lanet olasıca bir adam elindeki silahı serseriye doğrulttu. Ama adam, serserinin arkasında durduğu için serseri henüz fark etmemişti adamı.   Kalbim korkuyla tekledi. O ölemezdi. Ölmemeliydi. İstemiyorum. Ölmesin. Allah'ım sana yalvarıyorum. Lütfen ölmesin. Lütfen ona bir şey olmasın. O yaşasın yeter ki ben öleyim. Lütfen.   Serseri sana yalvarıyorum. Farket. Dön arkanı ve farket o silahı.   Ellerim titremeye başladığında korkuyla yutkunup beni görmemeleri için ağacın arkasına gizlendim tekrar. Bir yandan da dua etmeye devam ediyordum. Ama artık dayanamıyordum ve aklıma gelen şeyle kalbim sarsılmıştı.   Ya serseriye bir şey olursa?   Silahlı adam ateş etmeye hazırlanırken bana ne olduğunun farkında değildim. Son sürat adama doğru koşarken ne düşündüğümü de bilmiyordum. Hiç tanımadığım bir adam için hayatımı tehlikeye atıyordum. Peki bu benim neden umrumda değildi? Neden kendimden çok onun yaşamasını istiyordum?   Adama doğru son sürat koşarken aklımdaki hiçbir soruyu umursamadım ve direkt atağa geçtim.   Sen kimsin de benim serserime silah çekiyorsun? Piç herif!   "Seni pislik piç!" deyip elindeki silahı aniden çektiğimde adam neye uğradığını şaşırmış bir şekilde bana baktı. Ben silahı bizden en uzak yere doğru fırlattığımda çıkan sesle serseriyle arkadaşları yüzlerini bana doğru dönmüştü. Ve ben bir anlık boşlukla serseriye bakmıştım. İşte o bir anlık boşlukta hiç beklemediğim bir şey oldu. Adam, cebinden bıçak çıkartıp boynuma doğru tuttu. Karnı, bel boşluğuma değerken bıçağı tuttuğu elini boynuma dolamıştı. Ve bıçağı boynuma doğru bastırırken acıya dayanıklı bünyem hiç ses çıkarmadan sadece serseriyi izliyordu.   O ifadesiz mavi gözlerinde ilk defa bir duygu görmüştüm. Öfke! Yüz mimiklerinden hiçbiri oynamıyordu. Öfkeli bir şekilde adama bakan gözleri bana çevrildiğinde dişlerini gıcırdattığına ve boynundaki damarın sinirden sertleştiğine şahit oldum.   O mavi gözleri... Ah o beni benden alan mavi gözleri... Şuan bulunduğum duruma pişman bile değildim. Serseri için değerdi. Hiç tanımadığım bu adam için değerdi. Ama ölmek istemiyordum. Kendim için değildi bu istek. O mavi gözleri görmeye devam edebilmek içindi sadece.   Adamın elindeki bıçağı sertçe kavrayıp ona doğru döndüm ve kasıklarında doğru sert bir tekme geçirdim. Ağzından acı dolu bir inilti döküldüğünde keyifle sırıttım.   Senin gibi piç heriflerin çoğalmasına gerek yok.   Ben bıçağı sertçe çekmeye çalışırken adam bıçağı bırakmamıştı. Bıçağın ucunu tutan elim kanamaya başlarken o yine aynı pozisyonda beni rehin aldı. Bu sefer bana doğrulttuğu bıçağı daha sert bir şekilde saplamıştı boynuma. O kadar acıyordu ki ne kadar dayanmaya çalışsam da ağzımdan acı dolu bir inilti koptu. Yere yığılmamak için insan üstü bir çaba sarf ediyordum. Kafama vuran gerçekle canım acıdı. Yüksek ihtimalle ölecektim. Ölmeden önce son isteğim ne miydi?   Serserimin gözlerine son kez bakmak...  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD