Bölüm 14-Eve dönüş

613 Words
Gece sessizdi; rüzgâr bile nefesini tutmuş gibiydi. Şehir dışındaki ıssız yolun sonunda yükselen depo, loş projektör ışıklarıyla çevresini diken gibi tarıyordu. Tayfa, planlandığı gibi bölgeye dağılmıştı. Gözcü’nün kulaklığında yankılanan fısıltılar, içerideki kameraların tek tek devre dışı bırakıldığını bildiriyordu. Altan, siyah giysisinin içinde gölge gibi kayarken kısa bir emir verdi: — “Yerleşin. Sessiz olun. Bir hata istemiyorum.” Sessiz, elini kaldırıp işaret verdi. Bay Kısmet kapının demir kilidine yönelirken, Anahtar’ın parmakları küçük cihazın üzerinde dans etti. Bir tık sesiyle kilit açıldı. Giriş yolu şimdi önlerindeydi. Bir nefes, bir bakış… ve Tayfa, içeri sızdı. Karanlık koridorlarda ağır bir yemek kokusu yayılıyordu. Yaklaştıkça fısıltılar duyuldu. Paslı bir kapının arkasından kahkaha kırıntıları sızıyordu. Kapı aralandığında manzara buydu: Meltem, elleri hâlâ bağlı, önündeki tabaktan yarım yamalak lokmalar almaya çalışıyordu. Karşısında üç koruma oturmuştu. Yüzleri taş kesilmiş gibiydi ama gözlerindeki parıltı onları ele veriyordu. Meltem’in peş peşe sıraladığı espriler, dudaklarını zorlayan bir tebessümü bastırıyordu. — “Yahu tamam, sert bakıyorsunuz da… kaşığın ucuna pilav takınca o bakış pek işlemiyor,” dedi Meltem, gözlerini kısarak. Korumalardan biri başını yana çevirdi, diğer ikisi dudaklarını sıktı. Tam o sırada kapı gürültüyle açıldı. Tayfa içeri girdi. Altan’ın adımları sert, Sessiz’in gözleri tetikteydi. Bay Kısmet’in dudaklarında ise her zamanki tuhaf tebessüm vardı. Meltem’in gözleri parladı, sesi neredeyse neşeyle çıktı: — “Ooo! Ekşın! O ne girişti be!” Bir anlığına, odadaki gerginlik kırıldı. Bay Kısmet kıs kıs güldü, Altan ise ilk kez derin bir nefes alabildi. Meltem’in sesi titremiyordu ama yorgunluğun ağırlığı sözlerine sızmıştı: — “Kaçıralı neredeyse kırk sekiz saat oldu… Şu iki gün var ya, geçmek bilmedi. Sonunda geldiniz.” Altan’ın içini kesen taş gibi ağırlık, o an kalktı. Gözlerini kapatıp derin bir soluk verdi. Bay Kısmet çoktan harekete geçmişti. Üç korumayı hızla sandalyelere oturttu, kollarını bağladı. Ellerini birbirine vurup dudaklarında yaramaz bir tebessümle eğildi: — “Eee, benim kısmetime de siz düştünüz. Hadi bakalım… ötün biraz.” Korumanın gözleri büyüdü, odada bir an sessizlik oldu. Meltem’in dudaklarından ise alaycı bir kahkaha daha kaçtı. O kahkaha, Tayfa’nın içindeki bütün gerginliğe inat, havayı değiştirdi. Altan hızlı adımlarla Meltem’in yanına çömeldi. Bileklerini bağlayan ipleri çözerken gözleri onun yüzünden ayrılmadı. — “Bir şeyin var mı? Canın acıyor mu?” diye sordu, sesi beklenmedik kadar yumuşaktı. Meltem gözlerini kırpıştırdı, dudak kenarında yorgun ama dirençli bir gülümseme belirdi: — “Simit yok, çay yok… ama iyiyim sanırım.” Altan, bileklerindeki kızarıklıkları kontrol etti, omzunu yokladı. Yaralı değildi; yalnızca bitkin düşmüştü. İçindeki öfkeyi saklamak için dudaklarını ısırdı. — “Buradan çıkıyoruz,” dedi tok bir sesle. Onu ayağa kaldırdı. Meltem’in adımları sendeledi ama Altan’ın kolu her seferinde yanında oldu. Soğuk gece havası yüzlerine çarptığında, özgürlüğün keskin kokusu ciğerlerini doldurdu. Depo geride kalmıştı. Tayfa içeride işini tamamlarken, Altan Meltem’i arabaya bindirdi. Motorun uğultusu, ikisinin arasında yankılanan sessizliğe karıştı. Yol boyunca Meltem başını cama yasladı. Gözleri kapanır gibi oldu, uykuyla uyanıklık arasında mırıldandı: — “Beni bıraktınız sandım… gelmeyeceksiniz sandım…” Altan direksiyonu kavradı, gözleri yoldan ayrılmadı. — “Seni asla bırakmayız.” Evin önüne geldiklerinde sabahın ilk ışıkları doğuyordu. Kapı telaşla açıldı; annesi dışarı fırladı, babası hemen arkasındaydı. Yüzleri günlerdir uykusuzluktan solgundu, gözleri kan çanağına dönmüştü. Altan, Meltem’i arabadan indirip annesinin kollarına bıraktı. Kadının feryadıyla Meltem’in gözlerinden yaşlar boşaldı. Babası sarıldı; koruyucu, yıkılmaz bir duvar gibi. Meltem annesinin omzuna yaslanırken, Altan geride durdu. Sessizdi ama gözlerinde hâlâ ateş vardı. Onu ailesine teslim etmenin rahatlığına rağmen zihninde yankılanan tek cümle vardı: “Bu iş bitmedi. Arkasında daha büyük bir karanlık var.” Dönmek üzereyken Meltem’in sesi duyuldu. Yorgun ama inatçı bir tonla: — “Altan… teşekkür ederim. Bir gün… ben de sana simit ısmarlayacağım.” Altan istemsizce gülümsedi. Omuzlarındaki yük ilk kez biraz hafiflemişti. Ama gözleri hâlâ geleceğe bakıyordu; çünkü Ertuğrul’un adı, zihninde ağır bir gölge gibi çınlıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD