BÖLÜM 16- GÖLGEYLE VAR OLMAK

1000 Words
Zaman yer değiştirmiş gibiydi. Averiel, Kırık Tahtların altındaki derinlikten yukarı çıktığında gökyüzü sanki onu bekliyordu. Ay, artık tam çember hâlinde gökyüzünde duruyor; yıldızlar bile sessiz bir tanıklıkla yeryüzüne bakıyordu. Cassian onu bekliyordu. Gözlerinde alışık olmadığı bir ifade vardı: çekinme. Averiel yaklaştı. “Sormayacak mısın ne gördüğümü?” Cassian başını hafifçe iki yana salladı. “Senin gözlerin anlatıyor zaten. Artık eskisi gibi değilsin.” “Hayır” dedi Averiel. “Artık sadece mühür taşıyan biri değilim. Artık onları anlamaya çalışan biriyim.” Bu söz üzerine Cassian dikkat kesildi. Averiel avcunu açtı ve parmaklarının ortasında son mühür belirdi. Ama bu mühür diğerlerinden farklıydı. Parlak değildi. Solgun bir gri renkteydi, ama kendi içinde nabız gibi atan bir ışık taşıyordu. Ne tamamen ışık, ne tamamen karanlıktı. Cassian’ın gözleri büyüdü. “Bu... farklı.” “Çünkü bu mühür bir seçim değil. Bir kabul” dedi Averiel. “Karanlığı mühürlemek değil, onunla var olmayı öğrenmek.” İkisi birlikte sessizce yola devam etti. Önlerinde şimdi bir geçit açılmıştı. Son mühürün rehberliğinde Averiel’in hissedebildiği kadim bir çağrı: Silrath’ın Kuyusu. Bu kuyu, gölgelerin doğduğu yerdi. Efsaneye göre zamanın başında karanlık, boşluktan taşarak yeryüzüne ilk adımını bu kuyudan atmıştı. Orada mühürlenmeden önce form bulan ilk varlık, gölgeyle konuşabilen ilk ruh olmuştu. Onun adı kitaplarda geçmiyordu ama her mühür taşıyıcısı rüyalarında ona rastlardı. Yolculuk boyunca Averiel’in içindeki mühürler suskundu. Sanki hepsi nefesini tutmuş, gölgenin sınırında bir karar bekliyordu. Sonunda geçide vardıklarında Silrath Kuyusu'nu örten taş kapak, kendi kendine geriye çekildi. Kuyunun içinden bir hava akımı değil, bir varlık yükseldi. Beden değil. Ses değil. Sadece bir his: Kabul edilmeyi bekleyen gölge. Cassian geride kaldı. “Bu sınırın ötesi bana ait değil.” Averiel başını salladı. “Biliyorum. Ama bu defa yalnız yürümekten korkmuyorum.” Kuyunun içine adım attığında karanlık onu yutmadı. Aksine yol verdi. Her adımda bedeninin değil, ruhunun derinlerine iniyor gibiydi. Ve nihayet, boşlukta bir varlık belirdi. Ne kadın ne erkekti. Ne genç ne yaşlı. Tam da Averiel’in mühürlerinin birleşiminden doğmuş gibi. “Ben senin diğer yüzünüm” dedi varlık. “Beni ne kadar mühürlersen, o kadar güçlendirdin. Ama beni anlamaya çalıştığında ilk kez küçüldüm.” Averiel yaklaşarak başını eğdi. “Artık seni bastırmak değil, seni dinlemek istiyorum.” “Çünkü içindeki parçanın karanlık olduğunu anladın. Ama karanlık da bir parça olabilir.” Averiel’in gözlerinden yaşlar süzüldü. “Ben seni yok etmek istemiyorum. Ama seni yönlendirmek istiyorum.” Varlık yaklaştı. Elini Averiel’in kalbine uzattı. “O hâlde son mühürü kalbine geri koy.” Averiel avcunu açtı. Gri mühür, hafifçe parlayarak kalbinin hizasına yükseldi. İçeri süzüldüğünde Averiel’in içindeki diğer mühürler bir anda yanmaya başladı. Bu bir aydınlanma değil, bütünleşmeydi. Sadakat. İnanç. Merhamet. Cesaret. Sessizlik. Acı. Ve son olarak… Gölge. Hepsi bir araya geldiğinde Averiel’in gözleri kapandı. Varlık ona son bir cümle fısıldadı. “Sen artık sadece ışığın değil, gölgenin de taşıyıcısısın. Ve bu dünya ancak seni anlayanlar tarafından kurtarılabilir.” Gözlerini açtığında kuyu yoktu. Artık orası karanlığın değil, dengenin doğduğu yerdi. Cassian, onun karşısında bekliyordu. Ama Averiel’i ilk kez gördüğü gibi değil, sanki başka biriymiş gibi baktı. “Artık kim olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Averiel derin bir nefes aldı. Gözleri sakindi. “Hayır. Ama artık kim olmadığımı biliyorum. Ve bu da başlangıç için yeterli.” Silrath Kuyusu'nun içinden geri döndüğünde Averiel, gökyüzünün renginin değiştiğini fark etti. Mavi değil, gri değildi. Bir tür yanık altın. Ne gündüzdü ne gece. Zaman, onunla birlikte esniyordu artık. Bu dünyaya ait olmaktan çok, bu dünyanın yeni şekline aitmiş gibiydi. Cassian ona yaklaştığında bir an duraksadı. “Değişmişsin” dedi kısık sesle. “Ama bu... korkutucu bir değişim değil.” Averiel bakışlarını kaldırdı. Gözlerinde alışıldık parıltıdan farklı, derin ama duru bir ışık vardı. “Artık karanlığı bastırmıyorum. Onu içimde kabul ettim. Ve şimdi ilk kez içimde bir sessizlik var. Dış sesler değil. Kendi sesim.” Cassian, onun bu halini hayranlıkla izledi ama içinde büyüyen tedirginliği bastıramadı. “Peki ya mühürler? Artık yedisi de içindeyse... bu ne anlama geliyor?” Averiel yanıt vermedi. Bunun cevabını sadece zaman gösterebilirdi. İkisi birlikte yola devam ederken çevre değişmeye başladı. Toprak daha yumuşak, hava daha yoğun hâle geldi. Burası, mühürlerin birleşiminden doğan denge bölgesiydi. Kimsenin ulaşmadığı, haritalarda olmayan, ama kadim varlıkların anılarında hâlâ yaşayan bir yer: Elaris Vadisi. Averiel bu vadiye ilk adım attığında içindeki mühürler parlamaya başladı. Bu kez onları bastırmadı. Her biri kendi frekansında fısıldıyor, geçmişte bastırılmış hisler şimdi onunla konuşuyordu. İlk gelen ses Sadakatin yankısıydı. “Sen bizi taşıdın ama biz seni koruduk. Artık birlikte yürüyoruz.” Sonra Merhamet konuştu. “Birçoklarını affettin, ama kendini affetmeyi en sona bıraktın. Şimdi o zamanı da geçtin.” Korku sessiz kaldı. Sadece derin bir iç çekişle geri çekildi. Yerini başka bir his aldı: Özgürlük. Ve bu yeni his, içindeki karanlıkla birlikte doğan mühürün ta kendisiydi. Averiel’in baştan beri farkında olmadığı sekizinci bir parça: Gölgelerden doğan Seçim. Vadinin ortasında bir göl parlıyordu. Suyu berrak değil, aynaydı. Averiel eğildi. Suda yansıyan yüz, artık sadece onun yüzü değildi. Onun tüm hâlleri: geçmişte korkan, geleceği düşleyen, sevdiği için kaybolan, ama her seferinde ayağa kalkan hâlleri bir arada görünüyordu. Tam o anda gölün suyu dalgalandı. Yüzeyden bir başka varlık çıktı. Averiel’in bir kopyasıydı ama gözlerinde saf karanlık vardı. Göz göze geldiler. “Ben senin içindeki gölgelerim. Beni tanıdın. Beni kabullendin. Şimdi benimle bir olmayı seçtin.” Averiel başını eğmedi. “Artık seni düşman görmüyorum. Sen, içimdeki boşluğu tamamlayan parçaydın.” İki Averiel, gölün ortasında birleşti. Ne ışık galip geldi ne gölge. Birlikte yandılar, birlikte söndüler. Ortaya çıkan yeni Averiel, artık ne önceki kimliğini ne de geçmiş yüklerini taşıyordu. O şimdi Denge’nin Taşıyıcısıydı. Cassian göl kenarında beklerken bir şey hissetti. Yüzüne yansıyan ışıkla başını çevirdi. Averiel gölden adım adım çıkarken sanki zaman eğiliyor, doğa onu selamlıyordu. Gözleri artık insan gözleri gibi değildi. İçinde galaksilerin yankısı vardı. Ama hâlâ Averiel’di. Sadece tamamlanmış hâliyle. Cassian, gözlerini kısıp hafifçe gülümsedi. “Artık seni korumam gerekmiyor değil mi?” Averiel başını iki yana salladı. “Hayır. Ama hâlâ yanımda yürümeni istiyorum.” Cassian başını eğdi. “O zaman yürüyelim. Nereye?” Averiel gökyüzüne baktı. Ufukta, kıyametin ilk sarsıntısı gibi bir gölge yükseliyordu. “Çünkü şimdi... mühürleri taşımayanlar geliyor. Nefiller uyanıyor.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD