DENİZ
Gelmemişti. Beklediğimden değildi elbette ama gelmemişti.
Hayır! Doğruyu söylemek gerekirse bekliyordum. Altı gecedir. Bu gecelerin üçünde nöbetteydim. Ama olsun, sonuç olarak bekliyordum ve bence o, beni nerede bulacağını o kadar iyi biliyordu ki… Ve gelmemişti.
Altı gündür sırf ayık olarak beklemek için alkol bile almamıştım. Vaadini gerçekleştirsin diye değil, sadece ayık olmak istemiştim. Yardım istemek için… Ortaklık teklif etmek için… Adı her neyse işte… Onunla ortak çıkarlarda buluşup, yol almayı umuyordum.
Sinirlerim bozulmaya başlamıştı. Müşteri sıfatında mekanına gidip onunla görüşebilirdim, hatta bunu birkaç kez düşünmüştüm de… Fakat onun ayağıma gelmesi bir nevi, kendimi daha iyi hissetmemi sağlayacaktı. Çünkü bana karşı bir şeyler hissettiğini düşünüyordum. Daha önce hiç bu kadar yanıldığım da olmamıştı.
Hayatım normalde koşuşturma içinde geçtiğinden zaman benim için daimi olarak hızlı akardı. Hızlı ve öngörülemez. Oysa altı gündür akrep yelkovana savaş ilan etmişçesine ağır ağır işliyordu.
Geleceğini o kadar kesin bir dille söyledikten sonra, altı gündür ortaya çıkmamış olması saçma değil miydi?
Ben mi abartıyordum?
Verdiği sinyalleri ben mi yanlış anlamıştım?
Ve gelmemiş olması neden sinirlerimi bu kadar bozup beni deli ediyordu?
Son iki gündür hedef değiştirip Veli denen herifi göz hapsine almıştım. Babamla çok sık bir araya gelen isimlerden biriydi. Başak Kula cinayetinde bir anda öne çıkan isimlerden biri olmuştu. Kamera görüntülerinde tespit ettiğimiz kişi iki gün önce yakalanmış ve suçunu itiraf etmişti.
Fazla kolay olmuştu. Ve dibine indiğimizde Veli'nin en yakın adamlarından biriyle iletişimini yakalamıştık. Fakat yakaladığımız adam bunu reddediyor, cinayeti kendi isteğiyle işlediğini söylüyordu. Ve tepeden birileri olayı kapatmamız için baskı yapıyordu.
İşler düşündüğümden daha karmaşık, daha derin ve daha dolambaçlı bir hale gelmişti.
Bu kaçıncı kapatılmak istenen dosyaydı? Neden her yaklaştığımı düşündüğüm seferde önüme engeller çıkıyordu?
Oturduğum koltuk bana batmaya başlayınca bir hışımla ayağa kalkıp evin içinde tur atmaya başladım.
Olayın Veli denen adama bağlanmış olması beni heyecanlandırmıştı çünkü bir ipi yakaladığımı düşünmüştüm fakat yine, birileri o ipi elimden sökerek almıştı.
Yıllardır olduğu gibi…
Sinirlenip bir hışımla adımlarımı çalışma odasına yönlendirdim. Tüm hesapları ve planları yeniden gözden geçirmek benim hayrıma olacaktı.
Resimlerin, bağlantıların olduğu tahtanın karşısına geçip kollarımı göğsümde bağladım.
Bu listeyi hazırlamak günlerimi almıştı. Uykusuz birçok geceme mal olmuştu. Buna rağmen arpa boyu kadar yol alabilmiş değildim.
Ayvaz amca karışmamı istemediğinden, beni sık sık uyardığı için yardım bile isteyemiyordum. Bu işleri araştırmaya devam ettiğimi öğrendiği anda taş koyacağına emindim.
Bakışlarım Veli'nin resminin hemen altındaki Kartal’ın resmine takıldı. Aslında o, Oflaz’dan sonra düşündüğüm ikinci hedefti. Fakat içlerinde en muamma olan herif de oydu. Babamla bir araya geldiğine hiç şahit olmamıştım. En sessiz, en ürkütücü ve en bilinmez adamdı.
İşadamı kimliğiyle tanınan, kadınlara düşkünlüğü ile bilinen ama bunun dışında hakkında başka bir bilgi bulunmayan kilit isimlerden biriydi.
Sadece babamın konuşmalarında denk geldiğim bir isimdi. Hepsi hakkında yaptığım araştırmalarda en az bilgi edindiğim isimdi. Görünürde çok temizdi. Cinsel yönelimleri dışında görünen bir falsosu yoktu. Ama derinlerde karanlık bir yanının olduğunu çok iyi biliyordum. Çünkü babamın iş yaptığı birinin temiz olma ihtimali sıfırdı.
Bakışlarım Kartal’dan, Oflaz'ın resmine döndü. Ciğerlerimdeki tüm hava boşaldı. Çünkü öpücüğünü hala hatırlıyordum. Tüm sarhoşluğuma rağmen öylesine canlıydı ki, günlerdir aklımın çevresinde dönüp duran tatlı bir his bırakıyordu içimde.
Tüm tatlı hislere lanet olsun!
Panoda birbiriyle bağlantıları olan isimleri izlemek, onları teker teker yakalayıp hapsetttiğimi, tüm foyalarını ortaya çıkardığımı düşünmek, bana devam etmek adına güç veriyordu. Yoksa uğradığım yenilgilerden sonra devam etmek için asla güç bulamazdım.
En tepedeki isme kaydı bakışlarım. Babamın şeytan yüzüne! Şeytan bir surete bürünseydi eğer kesinlikle babam olurdu.
Kanlı hatıralar yerinden çıkarak yüzüme çarpıp durdu. Sistematik olarak şahit olduğum her sahne ne zaman babamın suretine baksam gözlerimin önünde dönmeye başlardı. Tekrar ve tekrar… Hiç bitmeden! Sürekli gömmeye çalıştığım o kuytulardan çıkarak.
Bir gün onun kendi kanında boğulduğunu izleyecektim. Dar ağacına çıkacak olsaydı, ayağının altındaki tabureye tekmeyi basan celladı olmak isterdim. Fakat ülkemizde idam yoktu. Mesleğimi, hayatımı, tüm varlığımı bitirmek pahasına kafasına kurşunu sıkacaktım.
Ama öncesinde… Çektirdiklerini çekmesi gerekiyordu. Acısız bir ölüm yaptıklarının karşılığı değildi asla.
Çalan kapının sesiyle gözümün önündeki kanlı sahneler sekteye uğradı. Babamın gözlerinden gözlerimi koparıp kapıya doğru yöneldim. Odanın kapısını kilitlemeyi ihmal etmedim.
Genelde kapımı çalanlar belli başlı kişiler olduğundan otomatiğe basıp hızlıca kapıyı açtım.
Belli başlı bir kişi değildi. Oflaz'ın yüzünü incelerken nefesim sekteye uğradı. Hazırlıksız yakalanmıştım. Günlerdir hazırola geçmiş bir vaziyette bekledikten sonra, en dibe vurduğum anda karşımda görmeyi beklediğim kişi değildi.
Ben beklerken gelmemişti.
Şimdiyse karşımda durmuş gözlerini gözlerimin içine dikmiş yüzüme bakıyordu.
Piç herif!
Her defasında beni gafil avlamayı nasıl başarıyordu anlamak zor.
“Kapıya gelen misafir genelde içeriye buyur edilir,” dedi düz bir ses tonuyla. Sesindeki, yüzündeki, gözlerindeki tüm renkler gitmiş gibi duruyordu. Herkesin bahsettiği o soğuk adamla ilk kez karşı karşıya geliyordum sanki…
Kapının önünden çekilirken konuşmaya ihtiyaç duymadım. Her an birine yakalanma tedirginliği kalbimin güp güp atmasına neden olmuştu.
Kapıyı hızlıca kapatıp oturma odasına yöneldim. Oflaz'ın varlığı evimin her yanını bir kez daha sararken peşimden gelen adım seslerini duyuyordum.
“Yanlış anlama! Kapımda bir erkeğin dikilmesini açıklayamayacağım için içeriye davet ettim. Derdin ne? Yine neden buradasın?”
Günlerdir bekleyen ben değilmişim gibi nasıl da tepeden tepeden konuşuyordum.
“Kime hesap veriyorsun?” derken sesi yine soğuktu.
“Sana vermeyeceğim kesin!”
“Kim?” diye buyurdu bir kez daha!
“Niye geldin?”
“Benimle kelime oyunu mu oynayacaksın?”
“Sen derdini söyleyecek misin?”
İki adımda dibime geldi. Kısa değildim ama bu kadar yakınıma girdiğinde kendimi küçülmüş hissediyordum.
Yüzü benimkine o kadar yakındı ki Allah belamı vermesin, nasıl nefes alınıyordu unuttum. Bir milimetre hareket etsem burnumu dolduran kokusunu boynuna sokulup içime çekebilirdim.
“Seni öpmek istiyorum Deniz. Uzun zamandır hiçbir şeyi bu kadar çok istememiştim.”
Sanırım uykusuzluktan bayılmış ve kendimi saçma sapan bir rüyanın içinde bulmuştum. Başka mantıklı bir açıklama aklıma gelmiyordu şu an.
Tepeden tavrı, küstah ve inceleyici bakışları, düz bir çizgi kesimini andıran dudaklarıyla “ve sen de istiyorsun,” diye devam etti konuşmasına.
Öyle mi? İstiyor muydum? Beni, bedenimi, içimdeki hisleri benden daha iyi bildiğini mi sanıyordu?
Doğru olduğu noktalar vardı esasında. Hem de birden fazla… Hayatımın son iki yılı onu izlemekle geçmişti. Öncesinde de tanıyordum ama son iki yıldır neredeyse onunla yatıp kalkıyordum. Yani mecazen…
Söz konusu Oflaz Dağtekin olduğunda bir yanım içten içe ona çekiliyordu. Bugüne kadar hiçbir zaman birini onu istediğim şekilde istememiştim.
Hem öldürmek istiyordum, hem de güçlü kollarına sığınıp tüm dünyadan kendimi soyutlamak için acınası bir arzu duyuyordum.
Dudaklarımı yaladım. İçten içe yanıyormuş gibi görünen bakışları ne düşündüğümü anlamak istercesine dikkatle izliyordu.
‘Evet,’ diyecektim.
Sözcük, dudaklarımın kıyısında titreşiyordu. Heyecan, içimde dalga dalga yükselirken, dudaklarının bana dokunmasını, ellerimin altında hissettiğim o sıcaklık ve kaslarının verdiği güveni istiyordum. Gerçekten istiyordum.
Uzun zamandır sadece kendim için bir şey istememiştim.
Ama bu kez farklıydı. Bu kez hazırdım.
İkimiz de istediğimizi alabilirdik. Tek yapması gereken oyunu benden yana kullanmasıydı. O da istediğini alırdı, ben de… Hem istediğimi alırken uzun zamandır beni etkileyen adamı yakınıma çekebilirdim.
Benden aşk istediğini hiç sanmıyordum. Benim de niyetim bir aşk değildi zaten. Eğlenebilirdik. Eğlenirken istediklerimi de elde edebilirdim. Win win… Al - ver!
Tam ‘evet,’ diyecekken, elini uzatıp baş parmağını dudaklarımda gezdirdi. Parmakları çenemin altını kavrarken ne söyleyeceğimi de unuttum.
“Ne istediğini söyle! Orta yolu bulabiliriz diye düşünüyorum. Basit bir anlaşma! Bence, bedenin benimle aynı fikirde.”
Aklımı bu kadar mükemmel bir şekilde okuması mümkün müydü?
“Babamı bitirmek için bana yardım edeceksin,” derken buldum kendimi. Sözcükler ağzımdan nasıl bir anda çıktı anlamadım.
“Kabul!” dedi hızlıca. Bu kadar çabuk kabul etmesi planlarımda yoktu. Uzun bir konuşma yapmayı kaç kez planlamıştım ve hiçbiri böyle basitçe olmamıştı.
Boştaki eliyle beni kendine doğru çekti. “Öyleyse, benimle yanmaya hazır mısın Deniz kızı?” Eli belimden yukarıya kayarken kalbim resmen bedenimin her bir noktasında atıyordu.
Başımı salladım.
“Söyle! Sesini duymak istiyorum.”
“Tamam!” Tek diyebildiğim bu oldu. Bluzumun altına sızan parmakları mantıklı cümle kurmamı tamamen engelliyordu.
“Seninle defalarca kez sevişeceğiz. Tekrar ve tekrar.”
Bluzum daha da yukarıya sıyrıldı.
“Ne zaman istersem.”
“Ne zaman istersem!” Sırf o istedi diye olacak değildi elbette. Ne sanıyordu kendini? Hakim mi?
“Sadece seks Deniz kızı! Sakın aşık olayım deme!”
“Aynısı senin için de geçerli.”
“Güzel!” Ve dudakları dudaklarımı esir alırken bakire olduğumu söylemediğimi hatırladım. Beni bir hamlede kucağına alırken tek söyleyebildiğim yatak odasının yeri oldu.
Kimin umrunda! Savaşa giden yolda her şey mübahtı. Kazanmak için doğru ata oynamam gerekiyorsa varsın öyle olsundu.