DENİZ
Bu da neyin nesiydi böyle? Bedenimi terk eden aklımı başıma geri toplamam sanki dakikalar sürmüş gibiydi. Onu itmeyi denedim. Tüm gücüm yerinde olmadığından yerinden oynatma bile oynatamamış, aksine beni daha sıkı kavramasına neden olmuştum.
Oflaz'ı kendimden iterek uzaklaştıramayınca dudağını ısırdım. Öpücüğü gibi sertçe hemen. Dilime yayılan kan tadı sonunda aramızdaki tüm bağı koparınca, bu kez beni durdurmasına fırsat vermeden yumruğumu suratına geçirdim.
Yumruğum suratına oturduğu anda bedenim titredi. İçimdeki karmaşa yerini kısa bir süreliğine tatmin olmuş bir öfkeye bıraktı. Sert temasın ardından geri çekilirken nefes nefese kaldığımı fark ettim. Kalbim göğüs kafesimi tekmeleyip çıkacak gibiydi.
Yerinden milim kıpırdamamıştı bile… Gözleri kısılırken yüzünde bunu bekliyormuş gibi bir ifade vardı. Sanki ben ne yaparsam yapayım, sonunda yine onun çizdiği senaryoyu oynayacakmışım gibi kendini beğenmiş bir şekilde bakıyordu.
Bütün gardım küme düşen bir futbol takımı gibi yerin dibine çakıldı.
Kendi zaafımı gördüğüm gözlerinin bakışları, yemin ederim tüm bedenimi hakimiyeti altına alıyordu. Konuşmadan, tek kelime etmeden böylesine bir etki bırakması tepemin atmasına neden oldu.
Beni böyle tanımasına izin verdiğim için kendime öfkelendim. Böylesine basit biri değildim. Hiç olmamıştım. Onun karşısında böyle olmamın sebebi neydi? Nasıl başarmıştı?
“Sen kendini ne sanıyorsun?” dedim ama sesim düşündüğüm kadar güçlü çıkmadı.
Dudaklarım hâlâ titriyordu. Yumruk attığım elimi geri çekerken, parmaklarımın arasındaki sızıya odaklandım. Saçma sapan bir şekilde onun tenini değil de kendi kemiklerimi incittiğimden emindim.
Oflaz başını hafifçe eğdi. Yanağında beliren kızarıklığa parmaklarıyla dokundu.
“Acıdı,” dedi, ama sesi öfke taşımıyordu. Tam tersine eğleniyor, benimle resmen dalga geçiyordu.
Geri çekilmemi bekler gibi bana doğru bir adım attı. Ona istediğini verecek değildim elbette.
“Yine geleceğim Deniz,” dedi.
Adımı ilk kez bu kadar yumuşak söyledi. Sanki beni tanıyormuş gibi.
Sanki içimde sakladığım her duyguyu, her kırılmayı, her boşluğu biliyormuş gibi. İşte bu yüzden çok tehlikeliydi benim için…
Çünkü ben bile bazen kendime ne hissettiğimi itiraf edemezken, o sadece bakarak çözüyordu.
Göz göze geldiğimizde içimde bir şey çatladı. Hani bazen biri sizi o kadar dikkatli, o kadar derin bir yerden izler ki, saklanmak için hiçbir yer kalmaz…
Öyle bir bakıştı bu.
Artık öfkelenemiyordum.
Kızamıyordum.
Korkamıyordum.
Sadece kendime kızıyordum. Ondan neden bu kadar etkilendiğime?
Ve bu etkiyi neden durduramadığıma?
“Mezarını kazıp gel. Çünkü bir kez daha böyle bir hata yaparsan seni öldürürüm.”
Dudaklarının kıyısında o kendine has küçük kımıldama baş gösterirken ellerini cebine sokup beni bir kez daha tepeden tırnağa süzdü.
Bundan sonra evi kontrol etmeden üstümü çıkarmak gibi bir hata yapmayacaktım.
Resmen bana ömürlük ders vermişti.
“Bunu görmeyi çok isterim. Sırf bu yüzden geleceğim,” diyerek göz kırptı.
Kapıdan çıkarken hayretle arkasından baktım. Eve nereden girdiğini söylememişti bile göt herif! Öylece kapıdan çıkarken tam kapıya yönelmiştim ki üst kısmımın çıplak olduğunu hatırlayarak adımlarımı sertçe durdurdum.
Bana ne! Yakalanırsa belasını bulsun! Bir de onun için endişelenecek miydim?
Kapımı kilitleyip kendimi banyoya attım. Düşünmemek adına elimden geleni yaparak bir duş aldım.
Hayatım boyunca beni korkutan iki adam olmuştu. Biri babam, diğeri Oflaz! Ne halleri varsa görsünler deyip kendi hayatıma, işime odaklanmak istiyordum ama gözlerimin önünde can veren annemin görüntüsü aklıma doldukça geçmişi ardımda bırakamıyordum.
Babamın başını ezen, gücünü elinden alan o kişi olmak istiyordum. Ve bunu başarmak için öncelikle masadan birine ulaşmam lazımdı. Ve bu tanıma en çok uyan kişi de Oflaz’dı.
İkisinden de nefret ediyor ama ikisini de hayatımdan çıkaramıyordum. Babamla işim bittiğinde geçmişin kabusları son bulacak ve ben de sonunda önüme bakmayı başarabilecektim.
Ellerimle birlikte başımı fayansa dayayıp suyun bedenimden süzülmesine izin verdim. Gerçekten başarabilecek miydim?
***
Uyku bir illüzyondu sadece. Bedenimi dinlendirse de ruhumu susturamıyordu.
Gözlerimi kapatınca zifiri bir karanlık değil, geçmişin en kanlı sahnesi karşılıyordu beni.
Ve yine o geceye sürüklendim…
Geriye sarılmış bir film şeridi gibi, beynimin kıvrımlarında tekrar tekrar oynayan o cehennem gecesine.
Üzerimde pijamalarım. Küçücük bir çocuk bedenindeyim. İçimde büyüklere ağır gelen bir ürperti var. Yine o melodi çalıyor annemin telefonunda ve ardından annemin sesi yankılanıyor mutfaktan.
“Deniz, saçlarını kuruladın mı kızım?”
“Kuruladım,” diye bağırmıştım odamdan çıkarken.
Korkunun ne olduğunu o yaşta öğrendim ben. Nedeni yoktu. Henüz bir şey olmamıştı ama içimde bir şey olacak hissi kurşun gibi ağırdı.
Ve sonra kapı çalındı.
İlk tok ses.
İkincisi.
Üçüncüsü.
Zaman durmuş gibiydi. Annemin elleri, tuttuğu bardağın camında takılı kalmıştı. Yutkundu, sonra bana döndü.
“Odana geç, sakın ses çıkarma,” dedi.
Sesindeki titreme, hiçbir çocuğun duymaması gereken bir şeydi.
Ona itaat etmemek, kıyamet olurdu. Kalbim zaten çoktan yerinden çıkmıştı. Çünkü ne zaman kapı çalsa annemin gözlerinde aynı korku ifadesi belirirdi.
Aralık kapıdan içeriyi izlemekten kendimi alamadım. Annem yavaşça yürüyüp kapıyı açtı. Ve karanlığın içinden biri belirdi. Babam… Annemle ikimizin kabusu olan o adam.
Adımlarının seslerini bile tanıyordum artık. Çünkü yıllardır o ayak sesleriyle irkilerek büyümüştüm.
Ama o gece…
O, sadece babam değildi.
O gece annemin celladıydı.
“Ne istiyorsun? Neden geldin?” dedi annem. Sesindeki korku çocuk kalbimde çınlayarak atıyordu. Babamdan kaçtığımız o geceden beri, o yaşta bile bizi bir gün bulacağını biliyordum.
“Benden kaçabileceğini mi sandın?” Sesi buz gibiydi. Bakışlarında hiç tanımadığım bir cinnet, hiç görmediğim bir kin vardı.
“Bizi rahat bırak! Sadece kızımla mutlu bir gelecek istiyorum. Hayatımızda sen olmadan!”
“Kaçtın! Bana asla sadık kalmadın! Bunun yanına kalacağını mı sandın?”
Sonra cebinden silahını çıkardı.
Kalbimin orta yerinden, içimden bir çığlık koptu.
“Yapma,” dedim fısıltıyla.
Annem, benim olduğum odaya bir bakış atarken, gözleri korkuyla büyüdü. Aynaya bakıyordum sanki… Çünkü aynı ifade benim gözlerimde de vardı.
“Ben sadece senden kaçtım,” dedi annem.
Babam, anneme doğru yaklaşıp saçlarını ensesinden yakalayıp silahı şakağına dayadı. Annem dizleri üstüne çökerken üstüne doğru eğildi.
“İki ayağın var, kaçabildin mi? Benden kaçabileceğini mi sandın?”
“Yapma, kızımız daha küçük!” diye yalvardı annem.
Ama babam çoktan kararını vermişti. Annemin bakışlarını takip etse de kafasını çevirmedi bile. Bir an bile bana bakmadı.
Sadece tetiği çekti.
Annemin gözleri büyüdü.
Bedeninden bir yıldıza dönüşür gibi kan fışkırdı.
Bedeni kaydı. Yere yığılıp son nefesini verirken bile bakışlarını benden ayırmadı.
Öylece kaldım.
Küçücük bir çocuk.
Büyümekten başka şansı kalmamış bir çocuk.
Babam dönüp çıkarken adamlarına ‘temizleyin, kızı da alın,’ diye emir verdi.
Ne bir pişmanlık, ne bir telaş.
Sanki yıllardır planladığı bir işi nihayet halletmiş gibiydi.
***
Boğazıma saplanan çığlıkla uyandım.
Nefes nefeseydim. Tavan dönüyordu, kalbim paramparçaydı.
Yorganı üzerimden atarken ellerime baktım. Annemin kanı hâlâ oradaymış gibi titriyordu parmaklarım.
“Sen hâlâ hangisinden daha çok nefret ettiğine karar veremedin mi Deniz… Babandan mı, yoksa babanla aynı cehennemde yürüyen adamdan mı?”
Vermiştim. En başından beri kimden nefret ettiğim gün gibi ortadaydı. İkisi aynı gözükse bile, babama olan nefretim kimseyle yarışmayacak kadar uç noktadaydı.
***
“Yine kötü bir gece miydi?” diye sordu Cengaver amca. Çayımdan bir yudum alırken, başımı sallamakla yetindim.
Kötü demek hafif kalırdı. Bok gibiydi. Ne zaman kabuslar gün yüzüne çıksa bir daha uyuyabilmek için uykudan bayılmam gerekiyordu. En az üç gün boyunca uyku yüzü görmeyeceğim netletmişti dün gece…
“İzin al bugün. İyi görünmüyorsun,” dedi Dilem teyze. İzin alsam bile bir şey değişmeyeceğini o da çok iyi biliyordu ama şansını deniyordu her zamanki gibi…
“Bence sözümü dinle artık Deniz! Bir tedavi alsan düzelir belki. Böyle giderse bir operasyon sırasında kör kurşuna kurban gideceksin!”
Cengaver amca ne kadar sert bir sesle uyarıyor gibi görünse de benim için endişelendiğini biliyordum.
Düzelecektim. Madem Oflaz'ı bu şekilde yakalamak zordu, ben de diğer yolu deneyecektim. Bana karşı anlamadığım bir zaafı var gibiydi. Benden etkileniyor olma ihtimali yüksekti.
Madem öyleydi. Suçüstü yapmaya çalışmaktansa oyunu onun kurallarıyla oynardım. Al gülüm, ver gülüm…
Yakında geleceğini söylemişti. Acelem yoktu sonuçta. Bekleyecektim. Ayağıma gelecekti. Geldiğinde kartları yeniden dağıtmak için hazır olacaktım. Artık bu kabuslar bitsin istiyordum. Bitmesi için ruhumu şeytana satmaya bile hazırdım.
Cengaver amcanın önerdiği gibi terapiler işe yaramıyordu. Denemiştim çünkü. Benim tek terapim babamın cezasını çektiğini görmemle olacaktı.
O adam kan kusmadan, ben üzerimdeki kandan kurtulamayacaktım.
****
OFLAZ
Deniz'in evinden çıkarken içimde hala kaynayan bir ateş vardı. Cayır cayır… Yok edici, tüketici, hatta ezici…
Varlığı kafamı karıştırıyor ama kendimi onu merak etmekten alıkoyamıyordum. İçimi ezip geçen merak duygusu ilk kez galip gelmişti. İlk kez birinin peşine düşmüş, ilk kez bir kadını derinlemesine araştırmıştım.
Hayatı tüm dünyaya meydan okuyan bir alev topuydu sanki… Vurduğu yeri yakacak türden bir alev topu…
Babası mafya olan bir polis… Babası masanın lideri olan bir polis…
İlk etapta babasına yardım etmek için böyle bir meslek seçtiğini düşünmüştüm ismi gördüğümde, fakat araştırmanın derinine indikçe karşıma babasından nefret eden bir kadın çıkıvermişti.
Bu sonuç da tatmin etmiyordu beni… Belki de dışarıya lanse edilen halleri buydu. Dikkat çekmemek adına… Gemileri yürütmeye devam etmek adına…
Bu alemde kimseye güven olmazdı. Zaman evrilip kıvrılırken bunu çok iyi öğretmişti bana…
Birkaç sokak geride beni bekleyen arabaya doğru yürürken sağ elimin iki parmağı dudaklarımı buldu. Dudaklarının tadı hala dudağımdaydı. Sıcak, inatçı ve lanet olası şekilde cesurdu.
Korkmuyordu.
Kaçmıyordu.
Ve tam da bu yüzden, aklımı başımdan alıyordu.
Kendine güvenen her kadında bir şey olurdu ama Deniz’deki başka bir şeydi.
Teninde bir tehdit vardı sanki.
Dudağının kenarındaki kıvrım, gözünün içindeki sönmemiş öfke...
Yalnızca güzellik değildi bu.
Cazibe de değildi.
Bu başka bir şeydi. Adını bir türlü koyamadığım türden bir şey…
Dudaklarının tadını dilimle tattığım o anı tekrar düşündüm.
Tekrar ve tekrar…
Gözlerinde istediğini gösteren ışığı yakalamış olsam da, bana teslim olmamış, öpücüğüme karşılık vermemişti.
Arzusu ile öfkesini öyle ustaca birbirine sarmıştı ki, ayırmak mümkün değildi.
Ona ilk kez gerçekten sahip olmak istemiştim. İçimdeki hayvan, onu çırılçıplak soyup, ben teninde hüküm sürerken altımda titremesini istiyordu.
Sarhoş olmasaydı bunu yapacak noktaya gelmiştim. Eğer aklı başında olsaydı, beni durdurabilecek bir güç olacağını sanmıyordum.
Kendimi hiç bu kadar ilkel hissetmemiştim. Bana ne yapıyordu böyle? Ondan nefret etmem gerekirken, her defasında bedenim üzerine saldıracak bir arzunun girdabında dönüyordu.
Düşündükçe delireceğimi sandım. Belki de delirmiştim de henüz farkında değildim.
İliklerime kadar aç bir şekilde onu istemek ondan uzak durmamı imkansız bir hale getiriyordu.
Hem de öyle bir istiyordum ki…
Geceyi birlikte karşılayıp çırılçıplak yatağa yatırmakla çözülecek bir mevzu değildi sadece…
Her gününe karışmak, her anına hakim olmak istiyordum.
İşte bu yüzden benim için tehlikeliydi. Korhan’ın kızı olması umrumda değildi yoksa…
***
Çalkantılı ruh halime rağmen karşımdaki adama odaklanmayı başardım.
Ya da başardığımı sardım. Pars yumruğunu çeneme geçirir geçirmez, kafam arkaya doğru savrulmuş ve ağzım bakır tadıyla dolmuştu.
Acımıyordu piç!
Ağzıma dolan kan tadına rağmen bedenimden yükselen adrenalin, darbelerin etkisini yumuşatıyordu. Odaklanmayı başarıp toparlandım ve hızlıca sağlam bir yumrukla ben de karşılık verdim. Sert darbem göğsüne isabet edince acıyla inleyip bir küfür savurdu.
Ne kadar süredir ringdeydik emin değilim. Her yanım terle kaplanmıştı. Kaslarım dur artık dercesine adeta çığlık atıyordu. Kan ve ter kokusu burnumun direğini sızlatıyordu.
Deniz'in dudağının tadı zihnimi ele geçiren bir zehir gibiydi. Bir haftadır tüm sınırları zorlayarak uzak durmayı başarmıştım fakat artık kendimde uzak duracak gücü bulamıyordum.
Sol boşluğuma yediğim darbeyle geriye doğru iki adım sendeledim. Dikkatimi yeniden Pars'ın üzerine vermeyi deneyip, Deniz’i zihnimin en derin kuytularına atmayı denedim.
Pars'ın bacağına bir tekme geçirdiğim sırada, o da çeneme bir yumruk daha indirdi. Ben herifin yüzünü korumaya çalışırken, o resmen sadece suratıma çalışıyordu.
“Lan it! Suratıma çalışma demedim mi?”
“Fazla dağınıksın,” dedi kaburgalarıma bir dirsek geçirirken. “Aklın nerede senin?”
“Karının yanlış adamla evlendiğini düşünüyordum,” dememle yüzüme yeni bir yumruk hediye etti. Bu kez ben de acımadım. Suratına bir yumruk geçirip ardından dirseğimi boşluğuna geçirdim.
“Yalanını sikeyim,” dedi ben sırıtırken. “Şu geçen araştır dediğin polis olmasın sakın!”
Açık damarımı bulduğunu beyan edip bir yumruk daha salladı. Bu kez kaçmayı başarmıştım.
“Mafyanın kızı olmasının yanında polisliği çok masum kaldı.”
“Babasının gönderdiğini mi düşünüyorsun?”
“Yok,” dedim bedenimi ringin ortasına atarken. Benimle birlikte Pars da boylu boyunca uzandı. İkimiz de soluk soluğaydık.
“Kendi belasını arıyor sadece!” diye mırıldandım.
“Belki de belasını arayan sensindir. İki görmeye aşık mı oldun lan?”
Güldüm. “Saçmalama!”
Ben o kadını sevmek falan istemiyordum.
Ne aşkı lan?
Ben onun tenini istiyorum.
Kokusunu.
Nefesini.
Üstümde çırpınışını.
Hepsi bu.
İşin lanet kısmı da burasıydı. Karşımda Pars gibi bir örnek vardı. Aylarca ‘istemem,’ diye gezinip durmuş, bir kez dokununca küle dönmüştü.
Benim küle dönmek gibi bir lüksüm yoktu. Pars gibi sade bir hayatım yoktu, ve hayatıma birini dahil edecek kadar şuurumu yitirmemiştim.
Fakat, onunla bir gece geçirirsem muhtemelen daha çok yanacaktım. Belki inatla uzak durmamın tek sebebi buydu… Diğer sebepler teferruattı sadece…
Pars ‘hadi oradan,’ dercesine gözlerime bakıp ayaklandı. Yalan söylediğimi düşünüyordu aklı sıra…
Yalan değildi. Deniz'in ruhunu umursadığım falan yoktu. Kimin kızı olduğu da zerre sikimde değildi.
Geçmişini, kırıklarını, niyetini hiçbirini umursamıyordum. Onun da beni umursadığını sanmıyordum.
Ama o gece dudağımda bıraktığı iz… Teninin kokusuna karışan parfüm kokusu… Zihnimden bir türlü çıkıp gitmiyordu.
***
İşte buradaydım. Deniz'in kapısının önünde! Günler sonra kararımı vermiş olarak kapısına dikilmiştim.
Ne kadar uğraşsam da aklımdan bir türlü çıkmamıştı.
Sesi…
Dudağının tadı…
Ve lanet o bakışı…
Düşman mıydı? Belki!
Ama benim için bir şey kesindi.
Deniz benim için yangındı.
Daha önce yanmaya bu kadar gönüllü olmamıştım hiç!