bc

Kod Adı: BERDEL (+21)

book_age18+
5.7K
FOLLOW
77.4K
READ
revenge
dark
contract marriage
family
fated
forced
opposites attract
arranged marriage
kickass heroine
mafia
heir/heiress
drama
serious
kicking
bold
city
office/work place
small town
lies
secrets
war
surrender
addiction
like
intro-logo
Blurb

🔞+24 okuyucular için uygundur.

Askeri kurgudur.

Üsteğmen Acar Kara, gözü kara bir istihbaratçıdır. Terör örgütlerine ve yasa dışı faaliyetlere karşı yıllardır yürüttüğü mücadele, onu Doğu’nun en güçlü aşiretlerinden biriyle karşı karşıya getirir. Yıllardır yakalayamadığı terörist elebaşı Kesikkol'a finansal destek sağlayan Osman Ağa’yı hapse atmak üzere üstleri tarafından sahte bir kimlikle hazırlanan tehlikeli bir oyunun içine sürülür: Osman Ağa'nın oğlu Atalay Işık’la yapılacak sahte bir berdel evliliği.

Tek yapması gereken Osman Ağa'yı hapse attırıp asıl teröristi kapana kıstırmaktır. Ancak Acar’ın planladığı bu operasyon tahmininden çok daha karanlık bir gerçeğin perdesini aralayacaktır.

Atalay Işık, babası annesini öldürdüğünde daha 15 yaşındaydı. Şehrini terk edip Rusya’ya kaçtı ve yıllar boyunca Rus gizli teşkilatında aktif bir ajan olarak görev yaptı. Babasına olan nefretiyle büyüdü. Rusya'da nişanlısının ölümünün arkasından babasının çıkması ise onu köklerine geri dönmeye ve kendi intikamını almaya zorladı. Geldiği gün, kendini bir berdel evliliğine mahkûm buldu. Fakat bu bile intikamından vazgeçmesi için bir sebep değildi.

İki yabancı, iki düşman, iki savaşçı...

Zamanla bu sahte evlilikteki her yalanın ardında hayatlarının en gerçek duygularını keşfedecekler.

Aşk, intikam, tutku, aksiyon, sadakat ve ihanetin iç içe geçtiği bu oyunda, gerçekler en beklenmedik yerlerde gizli.

Peki ölümüne kurulan bu planın sonunda kim ayakta kalacak?

chap-preview
Free preview
1- Üsteğmen Acar Kara
Telefonumun tiz sesi odada yankılanırken gözlerimi hızla açtım. Yastığın kenarında duran cihazı kavrayıp arayanın kim olduğuna baktım. Görevdeki istihbarat askerlerinden biriydi. Kaşlarımı çatıp hızla açtım telefonu, bir yandan da yataktan doğruldum. "Komutanım, içerideki adamımız vuruldu." Sözleri beynimde yankılanırken vücudumun gerildiğini hissettim. Parmaklarım istemsizce sıkıldı. "Ne!" diye gürledim öfkeyle. Ne demek vuruldu! "Sabah Rusya’dan misafir geldikten sonra konaktaki koruma sayısı arttı. Sonra ne olduğunu anlamadan içeride kargaşa çıktı. O kargaşa esnasında vuruldu. Hastaneye kaldırıldı, durumu ağır." Çenem kenetlendi, gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Lanet olsun! Planın dışında gelişen her şey, kontrolümden çıkan her an, içimdeki öfkeyi bilemekten başka bir işe yaramıyordu. "Kapat telefonu. Benden haber gelene kadar ortadan kaybol," dedim sertçe. "Adamımızın durumunu takip et. Tek bir detay bile gözünden kaçmasın." Telefonun diğer ucundan kısa bir "Emredersiniz." duyuldu, ardından hat kesildi. Avuçlarımdaki teri fark ettiğimde, başımın içinde çınlayan sinir bozucu sessizliği ancak nefes alarak bastırabileceğimi biliyordum. Telefonu kapattıktan sonra öfkeyle derin nefesler alıp verdim. Yine olmamıştı! Yine elim boş kalmış, yine Osman Işık’ın hesabını dürüp kapatamamıştım. İçimde bir yerler alev alev yanıyordu. Zaman kaybetmeden telefonu tekrar elime aldım. Bu iş başka şekilde hallolacaktı, ama önce Albay’a durumu bildirmeliydim. Telefonu kulağıma götürdüm, çaldı… ikinci çalışta açıldı. “Acar Kara, emir ve görüşlerinize hazırım komutanım!” diye sertçe rapor verdim. Albay Hüseyin’in tok sesi duyuldu. “Rahat, Üsteğmenim, rahat. Bu saatte hayırdır?” Kolumdaki saate hızlıca göz attım. Sabahın körü, 04:35. Ama uyku bize haramdı. Hele bu geceden sonra… "Komutanım, Osman Ağa'nın yanındaki ajanımız vurulmuş!" Sesimdeki sitemi gizleyememiştim. Bu, içeriye soktuğumuz üçüncü ajandı. İlk ikisini çoktan kaybetmiştim ve şimdi de bu asker… Osman Ağa öyle biriydi ki, artık bu sadece bir görev değil, kişisel bir mesele haline gelmişti. Albay, "Konumlarının içine yeni bir ajan gönder, Acar," dediğinde haddimi aşarak çıkışmıştım. Başka bir planım vardı. İçeriye kendim girmek istiyordum. Ama Albay bunu kesin bir dille reddetmişti. Ve şimdi, ajanım ölümle pençeleşiyordu. "Komutanım, bu görevde başarısız olursa benim planımı kabul edeceğinizi söylemiştiniz!" dedim kendinden emin bir sesle. Sıkıntılı sesi kulaklarıma doldu. "Tamam Acar, tam yetki sende. Ne yaparsan yap ve bu adamın tüm kirli yüzünü ortaya çıkar. Üslerimle konuşup gizliliğini sağlıyorum. Artık bu görevde sorumlu yalnızca sensin!" Gözlerimi kapatıp kafamı yavaşça aşağı yukarı salladım. Beklediğim buydu. Artık tüm ipler elimdeydi. "Emredersiniz, komutanım!" diye sertçe karşılık verdim ve telefonu kapattım. Hiç vakit kaybetmeden ekibimle olan şifreli gruba girdim. Parmaklarım hızla ekrana dans ederken mesajımı yazdım: "Bir saat sonra karargahta, toplantı odasında herkes hazır olsun. Görev var." Mesajı gönderdikten sonra telefonu yatağa bıraktım. Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip derin bir nefes aldım. Bu iş böyle devam edemezdi. Osman Ağa'nın ipini çekmenin vakti gelmişti. Banyoya yöneldim. Soğuk suyun yüzüme çarpmasıyla zihnim bir nebze berraklaştı ama içimdeki öfke hâlâ oradaydı, damarlarımda dolaşan zehir gibi… Bu kez farklı olacaktı. Bu kez, son olacaktı. *** Ekip eksiksiz bir şekilde toplantı odasında hazırdı. Hiçbiri bir dakika bile gecikmemişti. Bu, işlerine olan bağlılıklarının ve disiplinlerinin bir göstergesiydi. Askeri üniformamın düğmelerini düzeltip ayağa kalktım. Ciddi bir ifadeyle projeksiyonun önüne geçerek elimdeki kumandaya bastım. İlk resim ekrana yansıdı. "Hepiniz bu adamı tanıyorsunuz," dedim, gözlerimi ekrana dikerek. Osman Ağa'nın uzaktan gizlice çekilmiş bir fotoğrafıydı. Yaşına rağmen dimdik ayakta duran, sert bakışlarıyla sanki ekrandan bile tehdit saçan bir adam… Bilişim uzmanımız Mehmet, koltuğunda hafifçe öne eğildi ve bilgileri sıralamaya başladı. "Osman Işık. Hakkında hiçbir dava yok. Yaptığı tüm ihracat legal yollarla. O kadar zengin ki, tüm Doğu'nun sahibi gibi hareket ediyor." Aysu, dudaklarında alaycı bir gülümsemeyle Mehmet'in sözlerine kısa bir kahkaha attı. Ama gözleri, ekrandaki adamın üzerindeydi. Aysu bizim haritacımızdı. Operasyon bölgelerini belirleyen, güvenli rotaları çizen ve her türlü kaçış senaryosunu hazırlayan en iyi isimlerden biriydi. "Bu herifin kağıt üzerinde temiz olması, gerçekten temiz olduğu anlamına gelmiyor," dedi gözlerini kısıp ekrana bakarken. "Bu kadar büyük bir serveti sadece legal yollarla kazanması imkânsız." Kafamı onaylarcasına salladım. "Ve biz de tam olarak bunu kanıtlayacağız. Terörle olan bağlantısını somut hale getireceğiz" dedim, ikinci fotoğrafı açarken. "Bunlar devlet kayıtlarında gözükenler." Sesim sertti, projeksiyonun ışığı yüzüme vururken gözlerimi ekrandan ayırmadan devam ettim. "Terör örgütüyle anlaşmalı olduğunu ve kara para aklamak için şirketlerinden birini kullandığını düşünüyoruz." Masadakilerin yüzündeki ifadeler gergindi. Kimse şaşırmış görünmüyordu çünkü üç senedir kendi görevlerimizin dışında bu meseleyle de ilgileniyorduk. Hasan abi, kollarını göğsünde bağladı, yüzü her zamanki gibi sertti. "Ama kanıtlayamıyoruz." Sesi tok ve sinirliydi. "Öyle profesyonel ki, yanına soktuğumuz ajanlarımız hiçbir bilgiye ulaşamadan öldürüldü. Onların ölümünden bile suçlayacak kanıtımız yok." Hasan abi bizim bomba uzmanımızdı. Soğukkanlıydı, hesaplıydı ama bir şeyden nefret ediyorsa o da elinin kolunun bağlı olmasıydı. Selim, sandalyeye yaslanarak başını iki yana salladı. "Ve tam üç senedir yaptığımız her görev Osman Ağa'nın etrafında dönüyor. Ona dokunmadan etrafında turlayabiliyoruz ancak." Selim, ekibin keskin nişancısıydı. Az konuşurdu ama konuştuğunda hep doğru noktayı vururdu. Ela gözlerimi ekibin üzerinde gezdirdim. Herkesin yüzünde aynı öfke, aynı bıkkınlık vardı. Yeterdi artık. Derin bir nefes alıp kollarımı göğsümde bağladım, ardından kumandaya bastım. Ekran değişti. Şimdi hastanede yatan ajanımızın görüntüsü vardı. Solgun yüzü, vücuduna bağlanmış kablolar… Onca yılın tecrübesine rağmen bu manzaraya alışamıyorduk. "Siktir!" diye bağırdı Selim. Aysu ve diğerleri de küfürler savururken şok içinde ekrana bakıyordu. Bu görüntü, hepimizin sinir uçlarına dokunmuştu. Hasan abi dişlerini sıkarak konuştu. "Tahmin edeyim. Ajanımız vurulduğunda Osman Ağa etrafta bile değilmiş!" Kafamı yavaşça salladım. "Kayıtlara, korumalar arasında çıkan bir kavga olarak geçmiş. Zaten bir koruma suçu üstlenmiş. Parmaklarında barut izleri çıkınca tutuklanmış." Odadaki herkes birbirine baktı. Aynı şey yine olmuştu. Osman Ağa’nın eli değmiş ama izi kalmamıştı. Bu kez farklı olacaktı. Bu kez, iz bırakmasını sağlayacaktık. Aysu, elindeki defteri masaya sertçe vurduğunda herkes irkildi. Öfkesi yüzünden okunuyordu. Selim ise sinirle ayağa kalkmış, odada sağa sola tehlikeli adımlarla yürüyordu. Sinirini kontrol etmekte zorlandığı belliydi. "Komutanım," dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. Gözleri kararlılıkla parlıyordu. "Yakaladığımız şu rütbelilerden olan terörist var ya, Maho. Onu sorguda iyice sıkıştırsak? Belki Osman Ağa'nın işin içinde olduğuna dair bir şekilde elimize bilgi geçer." Ters ters Selim'e baktım. Maho denen şerefsizi günlerdir sorguluyordum. Osman hakkında bilgisi olmadığına emindim. Eğer ağzını açabilecek bir şey olsaydı, çoktan açmış olurdu. Ama en ufak bir delil bile bulamamıştık. Bu adam nasıl her şeyden böylece sıyrılabiliyordu? Adamı ömür boyu paket edecek bilgiyi nasıl ele geçiremiyorduk? Gerginliği dağıtmak ve ekibin dikkatini toplamam gerekiyordu. Bir adım öne çıkıp sert bir sesle "Daha bitmedi!" dedim. Odadaki herkes sustu, gözler tekrar bana çevrildi. Kumandaya bastım ve ekrandaki görüntü değişti. Yeni fotoğraf havaalanında çekilmişti. Adamın uzun boyu ve geniş omuzları hemen dikkat çekiyordu. Koyu saçları, buğday teni ve sinirli yüz hatlarıyla tam bir tehdit gibi duruyordu. Üzerinde mükemmel şekilde oturan siyah bir tişört vardı. Kol kasları tişörtü germiş sanki yırtılacakmış gibi duruyordu. Kaslı bacaklarını sıkıca saran siyah kot pantolon ve kemeri vardı. Ayağında ise üzerindeki kısa kolluya tezat bir bot vardı. Siyah güneş gözlükleri yüzünün büyük bir kısmını gizliyordu ama vücudunun duruşu bile ne kadar tehlikeli biri olduğunu anlatıyordu. Adam telefonla konuşarak havaalanından çıkarken görüntülenmişti. Rusya'dan gelen biri neden kısa kollu giyerdi? Herkes sessizce fotoğrafa bakarken kollarımı göğsümde bağlayıp konuşmaya başladım. "Atalay Işık," dediğimde ekibim dikkat kesildi, gözler ekrana kilitlendi. "Hepinizin bildiği gibi Osman Ağa'nın en büyük oğlu. Bir de kızı var, Sevde. Atalay, gençlik döneminde memleketini terk edip Rusya'ya yerleşti ve o günden sonra bir daha Türkiye'ye ayak basmadı. Babasıyla hiçbir bağlantısı olmadığı için bugüne kadar onu radarımıza bile almadık. Ancak…" Kelimelerimi bilerek ağırdan aldım, gözlerimi tek tek ekibin yüzlerinde gezdirdim. "Ajanımızın vurulduğu sabah çıkan olayın sorumlusunun Atalay Işık olduğu konusunda istihbaratımızdan bilgi aldım." Odadaki hava bir anda değişti. Aysu, kaşlarını çatarak fotoğrafa daha dikkatli baktı. Hasan abi ellerini sıktı. Selim’in gözleri daha da tehlikeli bir hal aldı. "Kendisi şu an konumdan uzakta olduğu için olayın detaylarını tam bilmiyoruz. Ancak vurulma olayında doğrudan bir rolü olduğuna eminim." Masaya yaslanıp kollarımı göğsümde bağladım. "Şimdi sorumuz şu: Osman Ağa’yla bağlantısı olmadığını düşündüğümüz bu adam, neden aniden Türkiye’ye döndü? Ve neden içeriye soktuğumuz ajanımızın vurulduğu sabaha denk geldi?" Cevapları bulmamız gerekiyordu. Hem de hızlıca. "Komutanım, bu Atalay Işık kendi işiyle ilgilenen, kirli işlere bulaşmayan, nişanlı bir adamdı. Neden şimdi geri dönmüş ki?" Aysu'nun sorusuyla ona döndüm. Haklı bir noktaya değinmişti, ama elimdeki bilgi her şeyi değiştiriyordu. Kumandaya bastım ve ekrandaki görüntü değişti. Yeni resimde Atalay Işık, Osman Ağa’nın konağına girerken görüntülenmişti. Yine yüzü net görünmüyordu ama etrafındaki koruma ordusu dikkat çekiciydi. Konağın önünde adeta bir savaş hattı kurulmuştu. "Nişanlısı vefat etmiş." Sesim soğuk ve netti. Odadaki herkes bir an sustu. Ölüm her zaman büyük değişimlere neden olurdu ve bazıları için bu, geri dönülmez bir yola girmek anlamına gelirdi. Derin bir nefes aldım ve sert bir ifadeyle devam ettim: "Atalay sandığımız kadar temiz biri olmayabilir. Osman Ağa’yla birlikte onu da takibe alacağız. Şimdi iyi dinleyin! Bu görevde tüm yetki bende olacak. Hepimiz süresi belli olmayan bir operasyon için öğleden sonra Urfa’ya gidiyoruz." Gözler üzerime çevrilmişti. Bu operasyon diğerlerinden farklı olacaktı. "Hazırlıklarınızı yapın. Operasyon detayını yolda açıklayacağım!" Artık geri dönüş yoktu. Osman Ağa ve Atalay Işık'ın kirli oyunlarını açığa çıkarmak için harekete geçiyorduk. Herkes başını onaylarcasına salladı. "Emredersiniz komutanım" diye bağırdıktan sonra timim ayağa kalktı. Hazırlanmak ve aileleriyle vedalaşmak için toplantı odasından çıktılar. Bu meseleyi halletmem gerekiyordu. Dağdaki teröristleri temizlesek de Dağdaki teröristleri temizlemek işe yarıyordu ama yeterli değildi. Çünkü içerideki hainler destek verdikçe, bu işin sonu gelmiyordu. Silah, para, bilgi… Dışarıdan gelen yardım kesilmedikçe biz sadece kuyunun dibini temizliyorduk. Ama artık suyun kaynağını bulmalıydık. Ve elimizdeki tek ipucu Osman Ağa’ydı. Yıllardır delil yetersizliğinden dolayı defalarca sorgulanıp aklanmıştı. Sırtını sağlam yerlere yasladığı belliydi. Ama herkes hata yapardı. Biz de o hatayı bulacaktık. *** Albayla konuşup her şeyi ayarlamıştım. Kafamdaki plandan bahsettiğimde önce telaş etse de sonunda ikna etmeyi başarmıştım. Bana ve ekibime yeni kimlikler ayarlanacaktı. Urfa'da her şey planımız dahilinde şu an ayarlanmaya başlanmıştı. Görevin birkaç ayda bitmesini umuyordum. Timimle üç araba arka arkaya Urfa'ya yola koyulduk. Biz Mardin'de görev yapıyorduk ve maksimum iki buçuk saate orada olurduk. Arabalara binmeden timimle kısa bir toplantı yapmış, operasyon detayları hakkında bilgi vermiştim. Çok zor ve gizli bir operasyon olacaktı ama vakit kaybedemezdik. Timim operasyon planını duyduğunda kısa bir sessizliğe bürünmüş ardından cesaretle karşı çıkmışlardı. Gözlerimdeki ifadeyi gördükleri an sussalar da akıllarında tereddüt olduğunu biliyordum, kendileri için korkmadıklarını da... Çünkü bu operasyon tamamen benimle ilgiliydi. Timim sadece arka planda bana destek olacaklardı. Bu işi artık kişisel meselem haline getirmiştim ve kimseye bırakmayacak, kendim halledecektim. Bu operasyon yüzünden bir kişinin daha şehit olmasına izin vermeyecektim. Siyah aracımla arkamdaki konvoyumuzun en önünde gidiyordum. Sınırı geçtiğimiz an telefonu elime alarak arkadaki araçtaki timime ayrılmalarını söyledim. İki araba art arda beni sollayarak önüme geçip kararlaştırılan konumlara sürüp benden ayrıldılar. Sonunda Urfa sınırlarına girip aracı daha önce bilgi gelen konuma doğru sürdüm. Konuma beş dakika kalana kadar sessizlik devam ediyordu. Telefonumu koyduğum yerden alarak arabayı sağa kırdım ve albayı aradım. Kısa bir tekmilden sonra "Adrese varmak üzereyiz komutanım. Her şey tamam mı?" Diye sordum. "Konuştuğumuz gibi üsteğmenim. Hazar ağa sizi karşılayacak. Dikkatli olun." "Emredersiniz komutanım" diyerek aramayı sonlandırdım ve varış noktasında durup dikiz aynasından arkaya baktım. Konağın çevresinde bekleyen korumaların çoğu askerdi. Geri kalanlar normal korumaydı. Önceden aldığım bir istihbarata göre Osman Ağa'nın şehirdeki tüm ağaların korumalarının içine adam soktuğunu duymuştum. Böylece dostunun da düşmanının da hakkında fikir sahibi olup haber alıyordu. Adam tüm doğunun ağasıydı. Bu korumalarının içlerinde de onun adamı olduğunu biliyordum. Kontağı kapattığım an önünde durduğum konağın kapısı açıldı. İçeriden 50'li yaşlarında Hazar ağa dışarıya çıktı. Kapımı açarak arabadan indiğimde Hazar ağa arabama göz gezdirdikten sonra bakışları bende durdu. Ardından etrafa göz attı ve gülümseyerek herkesin duyabileceği bir sesle bağırdı. "Kızım, Zeynep'im evine hoş geldin!"

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Patika

read
13.3K
bc

Genç Polisler

read
2.1K
bc

CEHENNEM ÇUKURU

read
8.4K
bc

TUTKUYA TUTSAK (+18)

read
42.1K
bc

A D A M

read
4.7K
bc

Kara Kutu

read
6.9K
bc

Ajan Akademisi 2 / Kara Liste

read
3.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook