Panik Atak

1896 Words
GÜNÜMÜZ Odayı dolduran gün ışığından rahatsız olmuştum. Örtüyü başımın tepesine çekip tekrar uyumamak için kendimle mücadeleye girmiştim ki pes edip gözlerimi açmadan üzerimdeki beyaz örtünün altında gerindim ve hemen sonrasında keskin bir acı hissettim. Bu hareket sağ omzumdaki çürüğün unuttuğum varlığını hatırlatmıştı bana. Can acısıyla ağzımdan acı bir inilti dökülünce başımı çevirip Arthur'a baktım. Neyse ki benim aksime derin bir uyku halindeydi. Sessiz olmaya çalışarak ayaklarımı yataktan sarkıtıp birkaç saniye bekledim. O birkaç saniye hayatımın en değerli anıydı. Kendime bugünümün ve bundan sonraki günlerimin çok daha iyi olacağını telkin ediyordum. Buna bir nevi deşarj diyebilirdik. Yüzüme umut dolu bir gülümseme yerleştirip yataktan kalktım, üzerime sabahlığımı giydim ve banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Her zaman ki gibi kendimi oldukça bitkin hissediyordum ve aşırı derecede uykum vardı. Kocamın kahvaltı konusundaki hassasiyetini ve sonrasında yaşanacakları daha önce tecrübe etmiş olmasam kendimi yatağa atar ve tüm gün boyunca da çıkmazdım ama onun yerine bu acı gerçekleri bir kenara atıp mutfağa gittim ve çaydanlığa su doldurarak kahvaltı hazırlamaya koyuldum. Buzdolabını açtığımda bir an için duraksadım. İçi dopdoluydu çeşit çeşit peynir, zeytin, kahvaltılıklar vardı. Oysaki çok değil bundan iki sene öncesine kadar bir kuru ekmeğe bile muhtaç bir halde yaşıyordum. Gözlerim belli bir noktada sabit kalırken aniden çocukluğum gözlerimin önüne serildi. Nefes alış verişlerim hızlanmış soğuk soğuk terliyordum. Ellerimi tezgaha dayayıp bir kaç saniyeliğine gözlerimi kapattım ve panik atağın geçmesini bekledim. Boğazıma oturan yumruyu görmezden gelip hızlıca bu duygu durumundan kurtulmaya çalıştım. Her zamanki gibi zihnimde bir yerlere gömmekten öteye geçememiştim. Son kez masaya baktım ve eksik bir şey olup olmadığını kontrol ettim. Arthur bu konuda da oldukça hassastı. En küçük bir hatayı ya da yanlışı asla kabul etmiyordu. Daha doğrusu bahane arıyordu beni hırpalamak için. Her şeyin tam olduğundan emin olunca yatak odasına gidip kocamı uyandırdım. O banyoya girip duşunu aldı ve giyinip mutfağa geldi bende o sırada çayları doldurdum. Yalnız kahvaltı yapmayı sevmiyordu bu nedenle kendimi zorlayarak karşısına geçiyor ve onunla birlikte bir şeyler atıştırıyordum. Oysa erken saatlerde kahvaltı yapmaktan nefret ediyordum. Bu nedenle çoğunlukla oyalanarak yiyormuş gibi yapıyor ve geçiştiriyordum. Diğer konularda olduğu gibi bu konuda da asla tavizi yoktu Arthur'un. Hayatım onu memnun etmek üzerine kuruluydu. Birlikteliğimiz de seçme şansım ya da fikir belirtme hakkım söz konusu bile değildi. Aslında şimdiki yaşantımın da annemin bana sunduğu hayattan pek bir farkı yoktu. Tek fark annem yerine artık beni Arthur yönetiyordu. "Bugün neler yapacaksın?" Derin düşüncelerimden sıyrılıp bakışlarımı ona çevirdim. "Ekstra yapacağım bir şey yok. Her zamanki gibi koşmayı planlıyorum. Sonra da anneme uğrayacağım." Çayından bir yudum alıp beni süzdü. "Annenin durumu nasıl?" Bunu sorması beni mutlu etti çünkü beni önemsediğini bilmeye ihtiyacım vardı. "Bildiğin gibi, hiçbir değişiklik yok." Başka bir şey sormadı kahvaltısını bitirip masadan kalktı. Onu işe uğurlamamdan hoşlanmadığı için bana her zaman mutfakta hoşça kal diyordu. Arthur çıktıktan sonra mutfağı toparladım ve çıplak ayaklarımla içimi gıdıklayan tüylü halının üzerinden geçerek direkt banyoya yöneldim. Geceliğimi çıkarıp hemen duşun altına girdim, suyu ayarladım ve ılık suyun rahatlatıcı etkisiyle kendime gelmeye çalıştım. Lifin üzerine sıktığım gül kokulu vücut şampuanını vücuduma yayarken ellerim yavaşça tenimde geziniyordu. Vücudumdaki morlukların sayısının azalmasını beklerken gitgide artıyor olduğunu görmek oldukça acı vericiydi. Birkaç damla gözyaşının isyan edercesine coşmasına engel olamamıştım ve onları takip eden diğer yaşların. Neyse ki ılık su onları alıp götürüyordu, ağladıkça rahatladığımı hissediyordum. Arthur bana ağlamayı yasakladığı için bu duyguyu da tıpkı diğerleri gibi içimde bir yerlere gömmüştüm. İnsanın yüzünün gülerken içinin kan ağlamasının ne demek olduğunu çok iyi biliyordum. Bir an sanki ağladığımı görüp bana kızacak endişesiyle doldum, boğazıma tırmanan hıçkırığı geri yuttum ve bu an hiç yaşanmamışçasına hızlıca durulandığım gibi duştan çıkıp yumuşak bornozuma sarındım. Tekrar yatak odama girdiğim de duvarı baştanbaşa kaplayan gardırobun bana ait bölmesini açtım. O kadar çok kıyafetim vardı ki, hatta beğenip aldığım fakat henüz giymediğim onlarca kıyafetim dolapta yer kaplıyordu. Alışveriş zaaflarımdan biri olmalıydı. Ne zaman kendimi kötü hissetsem, en çok da panik atak sonrası soluğu bir mağazada alıyor ve devamında ise hesapsızca para harcıyordum. En azından bu işe yarıyor ve beni rahatlatıp sakinleştiriyordu. O an için panik atak hastası olduğumu rafa kaldırdım ve asılı duran kıyafetler üzerinde kısa bir süre göz gezdirdikten sonra nihayet siyah diz altı tayt ve gri bol bir tişörtte karar kılarak onları dağınık olan yatağımın üzerine bıraktım. Siyah kesinlikle favori rengimdi ve beyaz tenimde oldukça zarif duruyordu. Hızlıca uzun sarı saçlarımı kuruttum, lastik bir tokayla tepemde topladım ve sadece parlatıcı sürdüm. Sportif ve de havalı diye tanımladım kendimi. Çünkü aynada gördüğüm kadın tam da bunu yansıtıyordu. Ne acıdır ki iç dünyamda fırtınalar koptuğunu sadece ben biliyordum. Çevremde ki herkesin dile getirdiğine göre tıpkı annem gibi güzel bir kadındım güzel bir kadındım, bu nedenle aynalar benimle barışıktı ama ben onlarla barışık değildim. Dağınık olan yatağa gözüm kaydığında, dönüşte toplamayı planlayarak odadan çıkmaya niyetlendim ama Arthur'un takıntıları aklıma gelince ayaklarım anında geri döndü ve görev bilinciyle düzelttim yatak örtüsünü. Kocamın yokluğunun bile üzerimdeki baskısı fark edilmeyecek gibi değildi. Ondan ölesiye korkuyordum. Kenarında beyaz şeridi olan siyah spor ayakkabılarımı giydiğim gibi binanın garajına gidip kırmızı Audi Q5 arabama bindim. Sakince kontağı çevirip çalıştırdım. Hareket etmeden önce siyah güneş gözlüklerimi taktım ve gaza basarak uzaklaştım oradan. Çok geçmeden Londra'nın gürültülü sokaklarında ilerlemeye başlamıştım bile. Taksinin birinin yolcu almak için trafiği altüst etmesi yüzünden birçok korna sesi yankılandı kulaklarımda. Bunu duymazdan gelmeyi seçerek sabırla ilerledim yol boyunca. Bugün günlerden salıydı, dün annemi ziyarete gitmediğim için oldukça kötü hissediyordum. Normalde her gün istisnasız onu görmeden kendimi iyi hissetmiyordum. Sabah koşumu yaptıktan sonra eve dönerek duşumu alıyor ve sonrasında annemi ziyarete gidiyordum. Bugün koşuyu ikinci plana atmıştım çünkü bir an önce annemi görmek istiyordum, sanki onu görünce içinde bulunduğum ruh halinden daha çabuk kurtulacakmışım gibi geliyordu. Daha mutlu ve umutlu bir insan olacaktım. Neyse ki evimin çok uzağında olmayan sakin bir mahallede yaşıyordu. Eski kaldığımız o lanetli yeri hatırlayınca yüzümü istemsizce buruşturmak zorunda kaldım. İşte şimdi sözde olması gerektiği gibi yaşıyorduk. Bolluk içinde... Ama ne acıdır ki o zamanlarda mutsuzdum ve hala da mutsuzum. Annemin uyuyor olabileceğini düşünerek anahtarımı çıkarıp, sessizce kapıyı açtım. Oturduğu daire iki odalı altmış metrekarelik küçük bir yerdi. Kapı direkt salona açılıyordu ve mutfak ile salon bir aradaydı. Buradan üç ayrı odaya açılan kapılar vardı. Biri banyoydu diğerleri ise annem ve bakıcısı olan Agata teyzeye aitti. Bizim ailemizden biri gibiydi Agata teyze. O sefil mahallede yaşarken bize tek yardım eden merhametli ve iyi kalpli komşumuzdu. Evet ben lanet olası bir çöplükte büyümüş, lanetli bir çocukluk geçirmiş bir zavallıydım. Midemize bir şey girmeden uyuduğumuz nice gecelerimiz olmuştu. Şimdi ise zengin kocam sayesinde nimetler içinde yüzüyordum. O günleri hatırlayınca karnıma korkunç bir ağrı saplandı ve aç olan karnım yüzünden elimi oraya götürüp yüzümü acıyla buruşturmak zorunda kaldım. O kabus dolu günleri hatırlamak bana iyi gelmediği gibi panik atağımı tetikleyerek inanılmaz zor zamanlar yaşatıyordu. O acı dolu günleri hatırlayınca bir ürperti dolaştı vücudumda. Kahretsin nereden de aklıma gelmişti şimdi. Onları geri postalamak için gözlerimi kapatıp açtım ve aniden baş gösteren panik atağa karşı direnmeye çalıştım. Birkaç derin nefes alıp verdiğimde kendimi bir nebze daha iyi hissediyordum. "Tamam geçti Julietta artık sorun yok onların hepsi geride kaldı." diyerek teselli etti beni içimdeki küçük çocuk. Hatırlamak istemeyeceğim hatta hatırlayınca psikolojimi bozan olaylar yaşamıştım. Çok şükür onların hepsi geride kalmıştı. Annemin odasına girdiğimde o ruh halinden arınmış bir şekilde yüzüm gülüyordu. Her zamanki gibi maske takmak kolay olmuştu benim için. Bu defaki maske annemin beni mutsuz görüp etkilenmemesi içindi. Odaya girdiğim sırada Agata teyze ona sabah kahvaltısını yediriyordu. "Selam hanımlar" dedim sesimin neşeli çıkmasına dikkat ederek. Agata teyze başını çevirdiğinde yüzünde kocaman bir gülümsemeyle karşıladı beni. Hemen elindeki tepsiyi yanda duran ahşap komodinin üzerine bırakıp yanıma geldi ve bana sarıldı. "Ah çiçek kızım Meleğim seni görmek ne güzel." "Seni de öyle teyzeciğim." Agata teyze tarafından çocuklar gibi sevilme merasimi bittikten sonra yatağın kenarına oturdum ve annemin buruşmuş olan ince uzun parmaklarını tutarak dudaklarıma götürdüm. "Seni çok özledim anne." Ve ardından avuç içini yanağıma yasladım, sanki o okşuyormuş gibi yanağımda gezdirirken kısacık bir an gözlerimi kapatıp bu harika duyguyu sonuna kadar teneffüs ettim. Onun tarafından sevilmek nasıl bir duygu bilmiyordum çünkü. Anne sevgisine aç bir şekilde büyümüştüm. Annem sadece bağıran, döven ve öğüt veren dengesiz bir kadın olmuştu hayatımda. "Bu gün daha iyi görünüyorsun." Bana tepkisiz bir şekilde bakan annemin yüzünü inceledim. İki yıldır neden hiçbir ilerleme kat etmediğini anlayamıyordum. Oysaki ilk aylar da doktorlar oldukça olumlu konuşmuş, annemin güçlü bir bünyeye sahip olduğunu ve yaşadığı bu felci kısa sürede atlatabileceğini söylemişlerdi. Neredeyse iki yıl geçmişti üzerinden ve çok az bir ilerleme kat edebilmişti. Uzun zamandır Arthur'un ayarladığı doktora gidiyorduk ve çok da ilgili biriydi. Aile dostumuz olmuştu Sinan bey. "Verdiği kiloları almaya başladı. Sanırım bu iyiye işaret." Bir anda düşüncelerimden sıyrıldım ve gözlerim parlayarak baktım. Evet belki de gerçekten iyileşme şansı olabilirdi. Onun er ya da geç iyileşeceğine dair içimde çok büyük bir ümit barındırıyordum. Bu ümit beni hayata bağlayan ve kocama katlanmamı sağlayan en büyük etken değil miydi zaten. "Dur bakayım yoksa sende başka bir değişiklik daha mı var?" Yatağın ayakucunda duran Agata teyze anında kıkırdadı. Abartılı bir şekilde annemin yüzünü ve saçlarını incelemeye koyuldum. "Aman Tanrım saçlarını boyatmışsın" dedim sevinçle elimi uzatıp omuzlarına dökülen seyrek kızıl saçlarını okşamaya başladım. Oysa bir zamanlar benim gibi sarışındı o da. "Tam bir kızıl afete dönmüşsün anneciğim" diye eklemeyi de ihmal etmedim, bana yine tepki vermeden baktığını umursamayarak. "Küçük bir değişikliğin ona iyi geleceğini düşündüm. Sürpriz olması için de sana söylemedim" Minnetle bakıp gülümsedim. Bu kadın kesinlikle Allah'ın bizim için gönderdiği bir iyilik meleği olmalıydı. Hızla yerimden kalkıp sevgiyle kucakladım onu. Benim ve annem için yaptığı onca şeyden sonra bu kadına çok şey borçluydum. Bu duygusal bombardıman karşısında gözlerim yaşarmıştı. Duygulanmıştım yine. Lanet olsun, oysaki ağlamaktan nefret ediyordum. "Teşekkür ederim" Beni iki yanağımdan öptükten sonra tıpkı bir anne şefkatiyle yüzümü avuçları arasına alıp gözlerimin içine bakarak konuştu. "Teşekkür etmene gerek yok Meleğim. Anneni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun. Bunu zevkle yapıyorum kızım. Üstelik bunun karşılığında para da alıyorum." diyerek bana göz kırptı. Arthur'a anneme ve Agata teyzeme karşı cömert davrandığı için bir kez daha minnet duydum. "Tanrı bilir kahvaltı yapmamışsındır güzel kızım" diye sordu konuyu değiştirmek ve duygusal havayı dağıtmak için. Çünkü o da en az benim kadar duygulanmıştı. Başımı eğerek ona suçlu bir çocuk edasıyla baktım. Annem tarafından şımartılmayı bırakın nefret edilen bir çocuk olduğum için böylesi şımartılmalar fazlasıyla hoşuma gidiyordu. İçimdeki sevgiye aç o küçük kızı besliyordu. Bu harika kadının beni gerçekten çok iyi tanıdığını düşündüm. "Neyse ki çayım hazır ve az önce de fırından çıkardığım çörekler hala sıcacık." "Sen bir tanesin Agata teyze." Bu harika habere memnun olunca çocuklar gibi el çırparak yerimde zıplamaya başladığımda bana sevgi dolu bakışlarla baktı. "Annemin kahvaltısını bitirtip hemen geliyorum" dedim mutfağa yönelen kadının ardından. Tekrar annemin yanına oturduğumda küçük de olsa bir tepki vermesi için ona ümitle baktım, fakat boşluğa bakar gibi bakıyor, beni ne duyuyor ne de görüyor gibi davranıyordu. Konuşamadığı gibi bedeninin üst kısmını hareket ettiremiyordu. Bu şekilde yatağa bağlı yaşıyordu annem. Yaşayan bir ölüden farksızdı. Onun bütün ihtiyaçlarını Agata teyze karşılıyordu. Komodinin üzerindeki tepsiyi aldım ve kalan birkaç lokma çöreği yedirip portakal suyunu içirdim. Islak bir bezle ellerini ve ağzını sildikten sonra, rahat etmesi için de yatağını yarım yatış pozisyonuna ayarlayıp çıkmadan önce ona son kez baktım ve mutfağa geçtim. Pencere kenarındaki küçük oval masanın üzerinde, çay bardakları ve çörekler duruyordu. Sabah koşumu ertelediğim için son derece memnundum doğrusu pencerenin önündeki sandalyeye otururken. "Hım harika görünüyorlar." Aceleyle leziz görünen çöreklerden birini alıp iştahla ısırdım. O kadar acıkmıştım ki... "Yavaş ol kızım boğulacaksın yoksa" dedi Agata teyze neşeli sesiyle bana sataşarak.İşte bu söz beni alıp geçmişe öyle bir savurdu ki...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD