1- Karlı Gece

2692 Words
Bunaltıcı, basık ve dar koridor boyunca nerede olduklarını umursamadan birbirleri ile yakın temasa geçen insanları ite kaka ilerlerken bu gece baştan aşağı ağrıyan bedenime dayanması için adeta yalvarıyordum. Gece henüz bitmemişti ama benim pilim bitmek üzere sayılabilirdi. Zira sadece lavavoya gidip soğuk su ile ayılmak için aştığım bu yol ve dönüşü bana hiç iyi gelmemişti. Koridorda kalmak istemiştim. Çünkü ileriden boğuk bir basla kulağıma dolan müzik, her yükselişiyle kalbime kadar vuruyordu sanki. Bedeni genç olsa da ruhu yaşlı bir kadın için - yani benim için - oldukça zorlayıcı bir gece oluyordu. Su kurusa da soğukluğu kalmış ellerimi boynuma yaslayarak biraz ayılmaya çabaladım. Burası daha fazla katlanabileceğim bir yer olmaktan çıkmıştı. Çok sevgili arkadaşlarım eğer isterse kalmaya devam edebilirlerdi, ama ben bugüne nokta koyacaktım. Bitmiştim. Biraz olsun dinlenmiş olduğuma kanaat getirip yeniden hınca hınç dolu, yüksek sesli müziğin ve durmadan değişen renkli ışıklandırmaların altında dans eden insanların doldurduğu piste çok yaklaşmadan, daha sakin ve insanlardan arınmış kenarlardan geçerek bulunduğumuz locaya doğru adımlamaya devam ettim. Midem ipini koparıp arka arkaya içtiğim içkilerden dolayı olsa gerek inanılmaz bulanıyordu ama deneyimliydim. Övünmek için söylemiyorum ama liseden bu yana iyi bir içici olmanın faydalarından yararlanarak alışmış bünyemle bunun üstesinden gelebiliyordum. Hafif siklet değildim. Birkaç basamak yukarıda kalan kısma doğru ilerlerken omzuma çarpan şiddetli bir bedenle dengemi sağlayamayıp geriye, merdivenlerin korkuluklarına savruldum. Belimin kavisi, trabzanların topuzuna çarpmak üzereyken ise bana çarparak dengemi mahveden kişi tarafından tutulmuştum. Şaşkınlıkla ve birazda zarar görmememin rahatlığı ile başımı kaldırıp adama baktım. Elinde tuttuğu tepsi onun, burada bir çalışan olduğunu bağıran cinstendi. Öfkelensem bile belli etmeyerek bileğimi elinden kurtardım. "Dikkatli ol!" "Özür dilerim hanımefendi." Yanından geçtiğimde O da duraksamadan kalabalığın arasına karışıp kaybolmuştu. L koltukta olabildiğince yayvan vaziyette oturan Tan, biraz önce olanları görmüş olacak ki kendimi koltuğa attığım an bana döndü. "İyi misin?" Sehpada duran açılmamış cam şişeye uzanıp kapağını açmak için ufak bir efor sarf ettim. Temiz bir bardak arayan gözlerim bulamayınca şişeyi dikmem gerektiğini anlamıştım. "Ne oldu ki?" Loca kalabalık ve hoparlörlerin uzak olduğu bir kısımda olduğu için konuşmak ve iletişime geçmek diğer yerlerden daha kolaydı. Tan'ın sorduğu soru ve ne kadar efor sarf etsemde açamadığım suyu elimden alan Boran'a kısa bir bakış attım. Ellerimi yıkadığımdan olsa gerek yumuşaktı ve kapağı açamamıştım. Asrın ve Ezgi'nin kendi halinde takıldıklarını gördüğümde suyumu içtikten sonra yalnız başıma döneceğimi anlamıştım. Henüz çifte kumru oldukları ve canım cicim aylarını geride bırakamadıkları için çok güzel bir ilişkileri vardı. "Teşekkürler." diyerek bana uzattığı şişeyi elinden aldım ve birkaç yudum içmeden önce açıkladım. "Gelirken bir garsonla çarpıştık, az kalsın düşecektim. Ama iyiyim, bir şey olmadı." Sırtımı geriye yasladım ve şişeyi elimde sıkı sıkı tuttum. Henüz tüm bedenim bu kadar ağrırken kalkıp gidecek kadar iyi hissetmiyordum. "Fena vuracaktı belini ama tuttu garson son anda." dedi Tan elini koluma koyup avutur gibi okşarken. Ardından gözlerini Boran'a çevirdi. "Tabii sen o sırada aşağıdaki masayı kestiğin için görmemiş olabilirsin." Ezgi'nin gözlerini üzerimde hissettim. Önümdeki kalabalık piste diktim gözlerimi. İçim bulanmaya başlamıştı. Boran umursamaz bir ifade ile benim gibi gözlerini piste çevirdi. "Ne alakası var? Dalmışım..." "Ben iyi bilirim o dalmalarını senin." Tan her şeyden habersizdi. Aslında burada hislerimden haberdar olan tek kişi Ezgi'ydi. "Uzatma oğlum! Ne alakası var? Dümdüz dalmışım, kime baktığımı anlamadım bile..." "Hadi hadi..." Tan'a dönüp ters bir bakış attım. "Uzatma diyorsa kes işte!" dedim. "Ne don lastiğine çeviriyorsun meseleyi?" Aniden araya girmem, lafını kesmem beklenmedikti. Kendimi tutamamıştım. Söylediklerimin üç andaval tarafından farklı anlaşılmayacağını biliyordum. Allah, erkeklere verilen biraz da olsa o anlama kapasitesinden onlara hiç vermemişti. Ama Ezgi bu çıkışımın nedenini anlayacak kadar tanıyordu beni. Tanımasa da olurdu. Bir kadın, beni hırçınlaştıran bu hisleri sadece birkaç saat bizimle takıldıktan sonra anlayabilirdi. Boran... Çantama uzanıp omzuma takarken az önce hiç olmayan enerjim, burayı terk etmeye yetecek hale gelmişti. Oturduğum yerden kalktığım an Tan, bileğimi tutarak durdurdu beni. "Ne oldu birden kızım? Bir şey mi dedim?" Ona döndüm. "Bırak bileğimi. Eve gideceğim." "Bu halde gidemezsin tek başına." Boran'ın konuşması kalbimi kırdı. Beni bırakmayı teklif etmiyordu, diğerlerini beni bırakması için bir imada bulunuyordu. Tan'ın da dediği gibi... Gözlerini biraz ötemizde içen kızlardan ayırmamıştı. Hangisine yanlayacaktı bu gece bilmiyordum ama masadaki üç kız da güzeldi. Üç kızda tıpkı onun ideal tipiydi. Tıpkı benim gibiydi... "Giderim." derken Tan'dan bileğimi kurtarmıştım. "Gidemezsin!" dedi. Sonunda gözlerini bana çevirmeyi başarmıştı. "Çok içtin Ece. Yalnız gitme." "Senden izin aldığımı hatırlamıyorum." Yarattığım gerginlik üç dakika öncedeki sessizliği aratacak cinstendi ama ben kendimi tutamıyordum. Boran'ın bu kadar kör oluşunu, beni göremeyişini, her şeyi bir hatadan ibaret sayışını, yok sayışını... Hiçbirini unutmamıştım ve ona problem olmadığını söylesem de kendimi tutamıyordum işte! Bazı anlar ona bakarken içim gidiyordu. Onun bana baktığı hiç yoktu. Bazı anlarsa O dese ki camdan atlamak tehlikeli ölürsün, tam tersine O dedi diye camdan atlayasım geliyordu. Benimle dikleşmekten nefret ederdi. Çünkü ben öfkelendiğim zaman gözüm dönerdi. Karşımdaki insanı deli gibi sevsem dahi yok ederdim. Onunla kavgalarımız ise yangın yeri olurdu. Beni yaralardı... Cümleleri iyi kullanırdı. Bazen karşısında sus pus kalırdım ama kendimi toparladığım an, onu öldürmeden geri adım atmazdım. En az onun kadar dik başlıydım. Belki de bu yüzden beni hiç sevmemişti. "Ece!" "Çek bacaklarını!" dedim ters bir sesle. "Kavga etmeyelim gece gece! Üstelik doğum günün..." "Tamam, ben bırakırım seni." diyerek arkamdan hareketlenen Tan'ı fark ettiğim an tenimin sinirden ürperdiğini hissettim. Eğer üstün yetenekli fantastik bir karakter olsaydım tenimdeki her bir hücreden çıkan elektrikle buradaki herkesi yakardım. "Otur oturduğun yerde." derken hiddetliydim. "Ben kendim gidebilirim." "Sarhoşsun kızım!" dedi Boran da ayaklanarak. O önümü kapatmıştı. Arkamdan ayaklanan Tan ise sanki birbirimize her an gireceğimizi düşünür gibi birkaç adım arkamda duruyordu. "Boran," derken kendimi son kez sakinleştirmeye çalışıyordum. Ezgi ve Asrın olacakları bin kez izlemiş olduğundan olsa gerek gerginliğimizi sadece izliyorlardı. "Çekil şuradan! Asıl sarhoş olan sensin bence!" "Bugün bari kavga etmeyin. Bu nedir arkadaş?" Boran'ın çekilmeyeceğini anladığımda Tan'a döndüm. "Çekil Tan." Tan cıkladı. Uzanıp kollarımı tutmak istediğinde ellerini ittim ve önümdeki sehpayı ayağımla iterek devrilmesini sağladım. Öfkem buradaki kimseye değildi. Kendine bu muameleyi hak gören kalbimeydi. Banaydı! Eğer kalbim bedenimden çıkıp bir insan formuna bürünebilseydi, onu halim kalmayana kadar yumruklardım, tekmelerdim. Öldürürdüm. Açılan alandan, oluşan seslerle bize dönen insanları umursamadan geçip merdivenlere ilerledim. Sabah özenle yaptırdığım saçlarım sönmüştü, makyajımın biraz desteğe ihtiyacı vardı ama tüm bunlar umrumda değildi. Ben bugüne son noktayı koymuştum. Dişlerimi sıktım. Bugüne özenen kendimden nefret ediyordum. Hıncımı tırnaklarımı etime batırarak çıkarıyordum. Ortam yüksek sesli olsa da her adımımda topuklularımın çıkardığı o sesi duyabiliyordum. Her adımımla birlikte sanki aynı ritmi tutmuştu kalbim. Kalp atışım kırgındı. Herkesten nefret edip bir ondan nefret edemediği için kırgındı. Kalbim, kendine bile kırgındı. Boğazım düğüm düğüm olmuşken kalabalık pisti geçip mekanın çıkışına ulaşan merdivenlere yöneldim. Uzun, geniş merdivenleri birer birer çıkarken kendimden emindim. Beni sevme ihtimali var mıydı? Yoktu. Ben bile kendimi sevmiyordum ki... Bu halimi, bu benliğimi ve inatla bürünmeye çalıştığı bu kişiliği ben bile kabul edemiyordum ki... Sarışınlardan hoşlandığı için saçlarımı boyatmıştım. Sıfır beden sevdiği için kilo vermiştim. Gece kulüplerini sever, hayatı gece yaşar diye ben gündüzlerimi unutmuştum. Hızdan hoşlanırdı, ben korktuğum halde tek kelime etmezdim. Açık bedenler görmeyi severdi...ve ben bugün, dışarısı karla kaplı olduğu halde bedenimi sergileyecek kısa ve cüretkar bir elbise seçmiştim. Midem bulanıyordu. Ama artık yorulduğumu hissediyordum. Kendimi o kadar Onun için şekillendirmiştim ki, şimdi kimdim onu bile hatırlamıyordum. "Arabamı getirebilir misiniz?" Adam başını salladı. "Ece Hanım'ın arabasını gönderin." "Birde..." dedim korumaya dönerek. "Beni eve götürecek birini ayarlayabilir misiniz? Alkollüyüm." "Tabii hanımefendi." dedi. Birinin omuzlarıma bıraktığı ağırlık ile bedenim esen rüzgara karşı oluşan bu engelle rahatladı. Bakışlarım arkamda, bizimkilerden birini görmeyi umut etse de öyle olmadığını anladım. Gömleği, şık kat izi bile olmamış pantolonu, gömleğinin üzerinde yeleği ve çoktan çıkardığı ve cebine sokuşturduğu ama sarkmış kravatı, ceketi ile bir adam yanımda durdu. Oldukça güzel giyinmişti. Üstündekilerden zengin olduğu açıktı. Zengin ve geceyi yalnız tamamlamak istemeyen bir erkek... Gözlerimi ona çevirdim. Tam yanımda ellerini ceplerine sokmuş dikilirken yan profilden yüzü de yakışıklıydı. Yeşil gözleri, hiçbir ameliyata gerek duymayacağı bir burnu, kalın dudakları, belirgin bir çenesi vardı. Üşüyüp üşümediğini merak ediyordum. Çünkü siyah kabanı artık benim omuzlarımdaydı. "Tanışıyor muyuz?" Bana dönen bakışları, arkada dikilen korumanın "Arabanızı getirtiyorum Alaz Bey." demesi ile kısa bir an adama döndü. Ardından yeniden bana bakıp "Hanımefendinin bir şoföre ihtiyacı yok." dedi. "Kendisini ben bırakacağım evine." "Öyle bir şey istediğimi hatırlamıyorum." dedim sakince. Bedeni tamamen bana döndü. Soğuk ve insanı kurutacak şu havada burnuma, içki sigara ve yoğun nane kokusu ulaştı. Tıpkı benim gibi sakin ama hiç de üstünlük kabul etmeyecekmiş gibi duran bir ifade ile gözlerime dikti gözlerini. "Adınız ne?" Bocaladım. Sanırım bana karşı gelip direteceğini düşünmüştüm ama bir anda beklemediğim bir soru olmuştu bu. Az önce sorduğu soru ile tanışmadığımızı da anlamış oldum. "Ece." Dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. Yüzünde oluşan ufak gülümseme kendimi korumam gerektiğini hissettirdi. Tehlikeliydi. Tam olarak hangi yönden olduğunu anlamasam da benim için çok tehlikeliydi. Zihnimde çalan o çanların başka ne açıklaması olabilirdi? "Artık tanışıyoruz." dedi ve ekledi. "Güzel kadın." Kendinden emin duruşu ve gözlerini bir an olsun benden çekmeyişi onunla inatçı bir savaşa girmeye itiyordu. Bu üstten tavırları onunla savaşmam gerektiğini, diklenmemi söylüyordu. "Nereden bu samimiyet?" Benden o kadar da uzun değildi. Topuklu ayakkabılarımın üzerinde dururken onunla neredeyse göz göze gelebiliyordum. Gözlerim hemen hemen burnu hizasındaydı. Erkeklerin boyları ile kurduğu üstünlüğü olabildiğince azdı. "İsminizin anlamı." "Fazla özgüvenlisiniz." dedim. Şimdi o ufak gülüş kırıntısı tamamen bir gülümsemeye dönüşmüştü işte! "Öyleyim." dedi. Başını hafifçe yana yatırıp "Öyle insanlardan da hoşlanırım." diye devam etti cümlesine. Kaşlarım havalandı. Garip üstünlük savaşımızın bir sonu gelmeyecek gibi duruyordu. Hem alayvari hem alttan alarak nasıl beni dumur edebiliyordu bilmiyorum ama cümlelerine nazaran keskin bir enerjisi vardı. İnsanı kendine çeken cinsten... Tehlikeli bir şeyler... Sessiz kaldım. Gözlerim onun üzerindeydi. O ise biraz önce gelen arabamın bana uzatılan anahtarını almak için valeye dönmüştü. Bu garip çekim göz temasının kesilmesi ile bitmeliydi ama bitmemişti. Hala tam aramızdaydı. Arabamın anahtarını alarak bana döndü. "Gidelim mi?" Reddedebilirdim. Yapmamayı tercih ettim. Önden geçmem için nazikçe yol verdiğinde tek kelime etmeden adımlamaya başladım. Hava karlı olsa da indiğimiz merdivenler kardan ve buzdan arınmıştı. Arabamın ön kapısını açtığında omzumdaki kabanı çıkarıp elimde katlayarak koltuğa oturdum. Kapımı kapatıp direksiyon başına geçti. Kesinlikle çekiciydi. Bir dakikadan daha az bir sürede arabanın koltuğunu kendine göre ayarlayarak kemerini bağladı. Yola çıkmadan önce bana baktığında, ona bakıyor oluşumu hiç önemsememişti. İzlendiğini bilir bir hali vardı. Arabamın navigasyonundan evimi ayarladım. Herhangi bir konuşma geçmedi aramızda. Sırtımı yaslayıp onu incelerken hiçbir sokağı kaçırmadan, hiçbir ara yola sapmadan onu yönlendiren navigasyona uyum sağlıyordu. Bir kırmızı ışığa yakalandığımız sırada bana baktı. "Oradan bakınca nasıl görünüyorum?" Kesinlikle tehlikeli. "Oldukça sıradan." Gülümsedi. Yüzünü bana çevirip gülüşünü görmemi ister gibi baktı birkaç saniye. "Sıradan birine bu kadar dikkatli bakar mısın?" Özgüvenli ve kesinlikle tehlikeli. İçimi okuyamaması çok iyiydi. "Yabancı ve sıradan biriyle evet, bu kadar dikkatli bakarım." Yeşil ışık arabanın içine vurduğunda gözlerini son kez üzerimde tutup önüne döndü. Kim olduğunu merak ediyordum. Kim ve tam olarak benle işi ne? Bu geceye onunla nokta koymak istiyordum. Yakışıklıydı ve aramızda hissedebildiğimiz bir çekim vardı. Dokunmamıştı. Ufak bir temas bile yoktu ama bakışları... Yakıyordu. Bugüne çok güzel giderdi. Heyecanlandıran bir düşünce oldu bu. Aşktan değil, daha çok çekimden. "Aklında ne var?" Aklımda neler var bir bilsen... "Seni nasıl soyabileceğim." dedim. Tamam. Biraz fazla cüretkar fakat hislerim tam olarak bunlardı o an. Onunla yatmak gibi bir his. Daha önce bir gece kulübünden çıkıp da bir adamla yatmışlığım sadece bir kez olmuştu. Tek bir kez! Onun ikinci olmasını istiyordum. Çok kısa bir an bocaladığını gördüm. Tanımasam da o alayvari gülüşü dondu ve direksiyondaki eli sıklaştı. Bana maval okumasına gerek yoktu. Bizzat beni bırakacağını söylediğinde amacının benimle yatmak olduğunu anlayacak olgunluktaydım. Bazı şeylerin cümlelere dökülmesine gerek var mıydı? Cümlelere dökmek insanı tıpkı az önce benim yaptığım gibi sadece dumur ederdi. Kim bir kadını eve bırakmayı teklif ettikten sonra paşa paşa dönerdi? En azından ben dönmesini istemiyordum. "Üstümdeki ceketten başlaman işini kolaylaştırır." Tamam. Gülümsedim. Evim uzak değildi. Evime giden yol gece yarısını çoktan geçtiği boştu. Tanımadığım bir adam beni, benim arabamla evime bırakacaktı. Üstelik onunla yatacaktım. Bunun rahatsız edici bir düşünce olduğunu biliyordum. İçimde yapmamam gerektiğini söyleyen bir yan vardı fakat en nihayetinde bu beni kötü hissettirecek kadar baskın değildi. Öfkeliydim. İncinmiştim. Kullanılmaya da kullanmaya da açık bir kadındım. Biraz olsun sarhoşluğumun arkasına sığınmak istiyordum. Bunu bir kez yapmıştım. Deli gibi sarhoş olduğum bir gece, gece kulübünden tek başıma çıkmamıştım. Bir otelde tanımadığım ve hatırlayamadığım bir adamla sevişmiştim. O kadar sarhoştum ki midemin yıkanmadığına ya da kusmadığıma şaşırıyordum. İçtiğim onca alkol beni bir adamın koynuna atmıştı. Sabah uyandığımda yanımda kimse yoktu. En azından hayatımın hiçbir evresinde bir daha onunla karşılaşmayacak olmak güzeldi. Çünkü sevişmek olmasa da seviştiğim adamı hatırlamamak cidden utandığım ve kimse bilmediği için memnun olduğum tek anıydı. Tek fark bu defa kiminle yattığımı hatırlayacaktım. "Hep böyle mi sonlandırırsın geceyi?" "Hep böyle kimsesiz kadınları evine bırakmayı teklif eder misin geceleri?" Sorum onu memnun etmiş gibiydi. "Nadiren." dedi. "Sen imtiyaz tanıdığım ikinci kadınsın." Ne büyük yalan ama! Belki de doğru bir yanı vardı. Genelde kadınları evine götürmüyor da bir otele yönlendiriyor olabilirdi sonuçta! Hemen günahını almayalım. Ne büyük yalan ama... "Nadiren." diyerek onu tekrar ettim. "Sen gece kulübünden yattığım ikinci adamsın." Bazı şeyler umurumda değildi. Benim hakkımda insanların neler düşündüğünü önemseseydim en başta bu kadar ileri gitmezdim. Zaten verdiğim onca kararın sonucunda hep konuşmuşlardı. Boyattığım saçlarımdan, sıfır beden oluşumdan, gittiğim cilt bakımı seanslarından, cüretkar giyinişimden, iş bilmezliğimden ve daha nicesinden... Zengin bir ailem olmasa adım kesinlikle kötüye çıkardı ama şimdi de pek iyi bir üne sahip sayılmazdım. "Sevinmeliyim o halde." Arabayı evin önündeki kaldırıma sıfır park ederek kapattığında gözlerim cama döndü. Yalnız yaşıyordum. Bir zengin kadına yaraşır bir şekilde yaşıyordum. O dizilerde ve filmlerde izlediğiniz, kitaplarda okuduğunuz o kadının hayatı benim hayatımdı. Bir gece kulübünden adam bulup eve gelecek, onunla sevişecek kadar kötü bir kadındım. Kapım aniden açıldığında soğuk beklemediğim anda ürpertti tenimi. Eğilip kucağımda duran kabanı alıp açtığında sakince arabadan inip kapıyı kapatmıştım. Yeniden kabanı omuzlarıma bıraktı. Aslında bir kabanımın olduğunu ama onu gece klubünde unuttuğumu bilmediğinden emindim. Çantamdan anahtarımı çıkarıp önden eve doğru ilerledim. Kapı kilidini açıp sessiz, karanlık ama sıcacık içeriye bir adım attım. Elim ışığın düğmesine gitti ve tek tuşla etrafı aydınlattım. İçeri girdi ve kapıyı kapattı. Evde ufak bir yankı oluştu ki ona bakmaktan kendimi alamadım. "Bir şeyler içmek ister misin?" Kabanı omuzlarımdan indirmeden mutfağa doğru adımlamaya başladım. Evin sessizliği beni ilk defa rahatsız etti. Onun karşısında bu kadar yalnız hissetmek saçmaydı. Tanımıyordum onu. Adından başka hiçbir şeyini bilmediğim bir yabancıydı. Birazdan bedenine ve performansına da tanık olacaksın, o kadar. Kesinlikle! O kadar! Huzursuz bir heyecan... Adamla tanıştığım son bir saatte bedenimde zıt duygular vardı. Sanki kendimle savaşmam yetmiyormuş gibi bir de onunla uğraşacaktım, öyle mi? Babamın ev hediyesi olarak getirdiği bir şişe şarabı dolaptan çıkarırken arkamdan geldiğini ayak seslerinden işitebiliyordum. Şarabı tezgaha bırakarak üstümdeki kabanı çıkardığım sırada şarap şişesini eline aldı. Tirbuşonla şarabın tıpasını açmaya başladığında bir başka dolaptan kadeh çıkarmak için hareketlendim. Bulduğum kadehleri ona uzattım. Şarabı bardaklara döktü ve birini benim önüme sürdü. "Kaliteli." "Babamın ev hediyesi." Şişeyi tezgaha bırakarak kadehi eline aldı ve bana doğru uzattı. Nazikçe birbirine dokunan iki bardaktan tiz ve kısa süreli bir ses çıktı. Her ikimizde birer yudum aldık. "Ne iş yapıyorsun?" Sorusu ile kadehi yeniden dudaklarıma bastırdım. Ona kendim hakkında ne kadar bilgi vermek mantıklıydı? Tanımadığım bir adamı evime kadar almıştım. Tehlikeli bir hareketti. "Bir galerim var. Resim sergisi... Alım satım işleri falan. Hobi gibi! Ya sen?" Sırtını tezgaha yaslayarak bana baktı. "Güvenlik." Kaşlarım havalandı. Ne tür bir güvenlikti kim bilir. Ama benim pek önemsediğim yoktu bu işleri. Zevk düşkünü, gününü gün eden bir kadındım. Bu kadar iş hakkında konuşmak bile fazla değil de neydi? Kadehi tezgaha bırakırken gözlerim ceketine takıldı. "İçerisi oldukça sıcak? Ceketini neden çıkarmıyorsun?" Hissettiğim heyecanla midem düğümlenirken O, yavaş sayılabilecek bir şekilde tezgahtan doğruldu ve kadehini benimkinin yanına bıraktı. Bir kez daha birbirine çarpan kadehlerlerden ince, tiz bir ses yükseldi ve içindeki şarap sallandı. "Sen çıkaracağını söylemiştin." Kalbim tekledi. Bana doğru attığı bir adım ve hissettiğim heyecan eş zamanlı yükseldi. Ellerim ceketine uzandı. "Sadece ceketini çıkarmayacağım ama..." İtinayla bana değmeyen elleri tenime değdiği an gözle görülür bir şey hissedildi. Yanağımdan boynuma kayan ve bir yandan da belimi kavrayan ellerindeki sıcaklık tenimi yaktı. Artık sadece bakışlarıyla değil, elleriyle de yakıyordu. Yanıyordum. Ceketini çıkarmadan kollarımı boynuna sardım. "Her şey karşılıklı." diye mırıldandı. Dudaklarıma değen dudakları hissettiğim o heyecanı öyle bir körükledi ki ateş büyüdü. Boynumdaki eli saçlarımın arasından enseme uzanıp beni kendine bastırırken itiraz etmedim. Bu gece kor büyüyecekti. Ben bir başka adamın kollarında avunacaktım. Seçtiğim adam Alaz'dı. Yakacaktı ve ben yanacaktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD