Boş koridorda yankılanan topuk sesim yerlere paspas çeken bir çalışanın dikkatini çekmiş olacak ki başını kaldırıp bana baktı ve gördüğü an gülümsedi. İçten tebessümüne başımı eğerek karşılık verdim ve yanından geçerek adımlamaya devam ettim. Beyaz duvarlar arasında yürümek eğer bomboşsa gerçekten insanı ürkütebiliyordu. Sanki bir labirentmiş gibi ağır adımlarla aştığım koridor en sonunda odamda bittiğinde kapıyı açarak içeri attım kendimi.
Henüz geçmek bilmeyen mide bulantım devam ediyordu ve tüm bedenim ağrıyordu.
Dün gece henüz atlatamadığım gribimle doğum gününe gitmem aptallıktı. Hadi gittim, o kadar açık giyinmem kesinlikle delilikti.
Hadi gittin! O adamla yatmak yaptığın en iyi şeydi.
Kendi düşüncelerime karşın boğazımı temizledim ve toparlandım. Çok güzel bir gece olduğu bir gerçekti.
Gribimin ona bulaşıp bulaşmadığını merak ediyordum.
Masamın çekmecesini açarak içindeki birkaç ilaç tabletini elime aldım ve ne olduklarına baktım. C vitamini içeren bir soğuk algınlığı ilacını aldığım sırada kapım tıklatıldı. Dolu sürahiden bir bardak su doldurmadan önce içeri girmesi için seslendim.
İlaçtan bir tanesini avucuma aldım. Kapı aralandı ve içeri Tan girdi.
Onu burada görmenin şaşkınlığı ile "Tan?" dedim. "Ne oldu?"
"Sana da günaydın atarlı kız!" dedi ve kapıyı ardından kapattı. İzinsizce tekli koltuğa kendini attı. O bilindik yayvan oturuşu ile yayılabildiği kadar yayılmıştı.
"Günaydın. Bir şeyler ister misin? Çay ya da kahve?"
Kattığım suya uzandı. "Su alırım."
O bardağıma el koyduğunda sandalyemden kalkıp komodine ilerledim. Kapağını açıp içinden bir bardak daha çıkararak masama döndüm.
Beni izlediğini fark edebiliyordum.
"Dün gece esip gürlediğinden kontrol etmek istedim."
Kendime bir bardak su doldurup ağrı kesicimi içtim.
"Neyi?"
"Hala tek parça olup olmadığını elbette." dedi ve içtiği sudan sonra bardağı sehpaya bıraktı. "Dün kötüydün. Ama şimdi iyi görünüyorsun."
"Enerjimi atacak bir şeyler buldum." dedim tamamen dürüstçe. Sayılabilirdi.
"Muhtar'ı mı uyandırdın gece gece?"
Sadece gülümsedim.
Muhtar diye bahsettiği adam, benim boks hocamdı. Bir dönem sinirimi ve öfkemi atamamıştım. Çareyi hem kendimi korumak da hem de bir şeyler yumrumlamakta bulunca Muhtar'a bağlanmıştım işte.
Lakabı muhtardı. Neden olduğunu asla öğrenememiştim. Kimsenin bilmediğine de emindim.
"Gördün ve iyi olduğuma inandığına göre..."
Cümlemi yarım bıraktım ki O da anlamı kavrayarak ayaklandı. "Benim de işe gitmem gerekiyordu. Kolay gelsin."
Gülümsedim. "Sana da!"
Kapıya ilerledi ve aniden durup geri döndü. Yanıma gelip oturduğum halde bana sarıldığında şaşırdığımı itiraf ediyorum. Genelde temas sevmezdi. Hani vardır ya, temas sevmediğini söyleyen bir arkadaşınız size ufacık temas eder ve sevinirsiniz... Tam olarak öyle bir an oldu benim için. Şaşırdım ve duygulandım da.
Geri çekildiği an eli saçlarıma uzandı. Samimiyet sevmeyen bir insan için bu gerçekten şaşılası hareketlerdi.
"Mutlu olduğunu görmek rahatlattı. Boran'la bu kadar atışmanız beni korkutuyor. Bir gün gerçekten dağılacaksınız... Beni arada bırakmayın Ece."
Derin bir nefes aldım. Bazı ilişkilerin vadesi dolardı. Ona aşık olduğum seneler için içimde öldüğünden bu yana yas tutuyordum yeterince. Biten aşkımdan sonra yanında durarak arkadaşlığımızı devam ettirmeye çalışmıştım en azından. Şimdi ise bunu bile istemiyordum. Üzülüp incinmelerim, gözyaşlarım yeterince onun için akmıştı. Daha fazlasını istemiyordum.
Sessiz kaldım.
"O halde görüşürüz. Zaten bu cuma serginiz vardı yanlış hatırlamıyorsam."
"Doğru hatırlıyorsun." diyerek onayladım onu. "Davetiyelerinizi mailden atarım."
Başını salladı. "O zamana kadar iyi kal." dedi ve son kez omzuma pat pat vurup kapıya ilerledi. Odadan çıktığında rahatlamıştım.
Arkama yaslanıp gözlerimi kapattım ve bir süre sessizliğin tadını çıkardım. Kahve içmeden ayılamayacağımı fark ettiğimde en azından kafamı dağıtmak adına mutfağa ilerledim.
Günde tek öğün besleniyordum. Genellikle öğle yemeğine çıkardım ve yoğunluktan akşam yemek yemek aklıma gelmezdi. Sabah kahvaltılarını atlamak ise liseden bu yana yaptığım bir alışkanlık olmuştu. Kahvaltıya harcayacağım vakti genellikle uyuyarak geçirirdim.
Mutfağa girdiğimde kızların burada olduğunu gördüm. Mutfak masasına oturmuş kahvaltılıkları ile sohbet ediyorlardı. Beni gördüklerinde içtenlikle gülümsediler.
"Günaydın Ece Hanım. Kahvaltı ediyorduk, katılmak ister misiniz?"
Başımı iki yana salladım. Kahve makinesinin başına geçtim.
"Size afiyet olsun kızlar."
"Teşekkür ederiz."
"Kahve isteyen var mı?"
Sorduğum soru ile birkaç mırıltı ve en sonunda reddediş yükseldi. Kendim için kahve hazırlarken olmasını bekleyerek onlara döndüm.
"Hazırlıklar tamamlandı mı?"
Sedef, "Neredeyse her şey hazır." dedi. "Planladığımız yerleştirme düzenine göre duvar ve dekorasyonlar halloldu. Tablolarda depomuzda."
"Kontrol ettiniz mi?"
Başını salladı. "Bizzat kontrol ettim. Hiçbir problem yok ve tamlar. Düzgünce depolandılar. Bir sıkıntı yok."
"Güzel... Ya davetiyeler?"
Bu resepsiyon özel olacaktı. Gelen tablolar açık artırma ile satışa sunulacağından kişi sayısında belirgin bir azlık vardı. Halka açık değildi.
"Bizzat kargolattım ve maillerine de ilettim."
"Gelen misafirler özel oldukları için dediğiniz gibi söylediğiniz güvenlik şirketi ile anlaştık." dedi Ahmet. Sonradan girdiğini anlamıştım. Buzdolabına yönelip su şişesini çıkardığında gözlerim soğuk suya takıldı ama ses çıkarmadım. "10 kişi gönderilecek."
"Harika!" dediğim sırada kahvenin olduğunu belli eden sesle bardağıma uzandım. "Teşekkürler arkadaşlar, bir haftadır çok yoğun çalıştığınızın farkındayım. Hepinize karşılığını vereceğimden emin olabilirsiniz."
"Ona ne şüphe?" dedi alayla.
Ahmet'e döndüm. "Problem nedir?"
Su şişesini dolaba geri koyarken sıkkın bir nefes aldı. "Bu tarz resepsiyonlardan hoşlanmıyorum. Fazla gergin geçiyor."
"İşimiz bu gerginliği olabildiğince minimum düzeyde tutmak. Oturma düzenini bile buna uygun yaptık."
Ahmet, "Haklısınız." dedi. "Beni şımarıklığım."
Üstelemedim. Her ne problemi varsa kendi içinde çözmesi gerekiyordu. Beni ilgilendirmeyen hiçbir şeye dokunmazdım, umursamazdım da.
"Ben odamda olacağım. Biraz bitkinim. Şu gribi atlatamadım hala. Bir şey olursa gelirsiniz yine."
"Geçmiş olsun Ece Hanım."
"Teşekkür ederim." diyerek mutfaktan çıktım ve elimdeki kahve ile odama girdim. Kapıyı arkamdan kapattıktan sonra kahveyi sehpaya bıraktım. Pencerelere adımladım. Perdeleri indireceğim esnada binanın önündeki arabadan inen adamı görünce duraksadım.
Saçları rüzgar yüzünden uçuşurken kapısı şoförü tarafından açılmıştı. Arabadan indikten sonra cam gözlüklerini taktı ve rüzgara karşı uçuşan ceketinin düğmelerini ilikleyerek şoförüne döndü. Ön koltuktan inen başka bir adamla beraber buraya doğru gelmeye başladıklarında perdeyi bıraktım.
Gözlerim kapıya döndü.
Canlanmış bir görüntüsü vardı.
Onunla bir daha görüşmeyeceğimi bile düşünürken, henüz aradan bir gün bile geçmemişken yeniden karşılaşmak şaşırmıştı.
Burada ne işi vardı? Beni mi görmeye gelmişti?
Ayaklı aynaya doğru ilerledim ve görünüşümü kontrol etmek adına kendime baktım.
Saçlarımı sıkı bir topuz ile bir tel bile çıkmayacak şekilde sabitlemiştim. Hafif bir makyaj yapmıştım. Üstümdeki sade elbise dizlerimin altında bitiyor. Dün akşamki kalitesiz görüntüme nazaran, bugün soyadıma ve aileme yakışır şekilde giyinmiştim. Ayağımdaki topuklularım ve hafif makyajımla iyi görünüyordum.
Derin bir nefes aldığım sırada kapım tıklatıldı ve masama doğru koşar adım ilerledim. Kahveme uzanıp alırken "Gel!" diye seslendim. Boğazımı temizleyip önüme bir dosya açmıştım.
"Ece Hanım, A.K. Güvenlik Şirketinden görüşmek için geldiler."
Taşları oturtmam birkaç saniye sürdü. Anlaştığımız şirketin onun şirketi olduğunu anlamıştım. Dün akşam bahsettiği güvenlik, bundan ibaretti demek ki. Ben daha çok güvenlik malzemesi temini ile ilgili olabileceğini düşünmüştüm. İnsan gücüne bağlı olabileceği hiç aklıma gelmemişti.
"Gelsinler."
Geleceklerini hatırlamıyordum.
Serhat, tam zamanında izne ayrılmıştı! Nerede ne randevum olduğunu bilmiyordum.
Kapı tamamen aralandı ve arkasından içeri az önce gördüğüm adamla beraber girdi.
Yakından daha yakışıklıydı.
Dün daha da yakışıklıydı...
İçeri girdiğinde ayaklandım ve bana doğru yaklaşmasını bekledim. Masanın öteki tarafında durarak elini uzattı.
"Ece Hanım."
Elini tutup sıktım.
"Alaz Bey."
Elimi çekeceğim esnada, tutuşu sıkılaştı ve bir an için gerildim. Gözlerim gözlerine değdi.
Her şeyi bilen iki insan olarak bizden başka kimse durumu fark etmeyecekti belki ama yasak bir aşk yaşıyormuşuz gibi endişelenmiştim.
Elini bırakıp bu defa öteki adama döndüm. Onunla da kısaca tokalaşıp hala bizi bekleyen Seher'i göndermek adına konuştum.
"Bir şey içmek ister misiniz?"
"Sıcak bir şeylere hayır demem." dedi.
Her kelimesinde bir ima arayacak kadar delirmediysem sıcak derken beni kastetmişti.
"O halde kahve?"
"Orta şekerli lütfen." dedi. Bu defa henüz ismen tanışmadığım diğer adama döndüm.
"Benimki de orta şekerli olsun." dediği zaman Seher'e baş işareti yaptım. Memnuniyetle odamdan ayrıldı ve biz üç kişi kaldık. Buraya geliş amaçlarının iş için olmadığını söyleyen çok güçlü bir hissim vardı. Genelde altıncı hissi batıran bir insandım. Ne sezsem yanlış çıkardı fakat bunda yanılma payımın çok az olduğunu biliyordum.
"Tekrar hoş geldiniz." dedim tebessüm ederek. Sesim mesafeli ama içtendi. Telefonuma uzanıp mutfağın numarasını tuşladım.
"Buyurun Ece Hanım."
"Ahmet Bey'i odama gönderebilir misiniz? A.K. Güvenlik'ten misafirlerimiz geldi."
"Hemen haber veriyorum Ece Hanım."
"Teşekkürler." diyerek telefonu kapattım.
Henüz adını bilmediğim adam söze girdi. "İş anlaşması için geldik. 80 kişilik bir gruptan söz etmişsiniz. On beşlik bir koruma grubu istemişsiniz."
Sabahki konuşmamızı hatırlamaya çalıştım. Ama o an konuşulan her şey kafamdan uçup gitmiş gibiydi.
"Resepsiyonumuz seksen kişilik, bundan daha fazla misafirimiz olmayacak. Planladığımız etkinlik ufak bir etkinlik. Daha az misafirimiz olabilir ama daha fazlası olmayacaktır." dedim sakince.
Adam başını salladı. Gözlerim kısa bir an beni seyreden Alaz'a döndü. Bu bakmak değildi, lafın tam anlamı ile beni seyrediyordu. Sanırım dün gece sandığımdan fazla bir etki bırakmıştım üstünde.
Ona bakmamla sakince konuştu. "Kahvaltı yaptınız mı?"
Sorusuyla duraksadım ve bir an için benimle konuşan öteki adama baktım. En az benim kadar şaşkın görünüyordu.
"Anlamadım?"
"Kahvaltı günün en önemli öğünüdür. Bence kahvaltı yapmalısınız."
Adam boğazını temizledi. Durumdan haberdar olmadığı ortadaydı. Bu tavırlarını bende en az onun kadar anlamsız buldum ama! Bu adam, her yattığı kadınla bu kadar ilgileniyor muydu?
"An...anlıyorum." dedim. Bir an ne tepki vereceğimi bilemeyip öylesine konuşmuştum.
Ona döndüm. "İsminiz ne demiştiniz?"
"Ah, Burak." dedi sakince. "Alaz Bey'in asistanıyım."
Alaz gülümsedi. "Öyledir." dedi ve derin bir nefes alarak öne eğildi.
"80 kişilik bir etkinlik için bu kadar adam istemenizin sebebi nedir?"
Yeniden işe dönmemiz de diğer her şeyi gibi beklenmedik olduğu için bir kez daha bocaladım. Sarsılmaz iş kadını imajım, bu adam yüzünden hayli yıpranacak gibi görünüyordu.
"Misafirlerimiz önemli kişiler."
"Ne kadar önemliler?"
Duraksadım. Tek kaşım havada ona bakmayı sürdürdüm. Tüm bu soruların anlamına da varamamıştım.
"Ne kadar önemliler?" diye tekrar etti sorusunu. "Sıfatları ne?"
"İş insanları, yüksek sosyeteden sanat severler, birkaç diplomat..."
Başını salladı. "Diplomat..."
Kapı çalındı ve gel dememi beklemeden kapının ardındaki kişi içeri girdi. Gelen Ahmet'ti. Aceleci görüntüsüne bakılırsa onu zor bulmuşlardı, halbuki en son mutfakta gördüğüm için orada olacağını düşünerek direkt mutfağı aramıştım.
"Hoş geldiniz." dedi ve her iki adamla da el sıkışarak boş koltuğun birine de O oturdu. Onun peşinden odaya giren Hatice ise kahveleri ikisinin de önüne bırakarak çıkmadan önce Ahmet'e bir şey isteyip istemediğini sordu. Ahmet'se hayır dedi.
"Kendileri ayrıntıları almak için gelmişler."
Ahmet sakince Alaz'a baktı. "Ekibiniz ile konuşup sahip olmanız gereken tüm ayrıntıları vermiştik."
Bundan emindim. Alaz buraya gelmek için bir bahane olarak görmüş olmalıydı bu işi.
İş yaptığım bir adamla yatmıştım... Benimle yatmadan önce iş yaptığımızı bilip bilmediğini merak ettim. Bilerek mi yaklaşmıştı bana? Bilmeyerek mi?
Bu neyi değiştirirdi.
Bilmiyordum. Kızıp kızmayacağımdan da emin değildim zaten. Sadece merak etmiştim.
"Üstünden geçmek ve binayı önceden görmek için geldik."
Ahmet gülümsedi. "Kahvelerimizi bitirdikten sonra size bizzat gezdireceğim o halde."
Alaz'ın gözleri bana döndü. Bu geziye benimle çıkmak istediğini anlamamak imkansızdı zaten ama bozuntuya vermedim. İnatçı bir dürtü ile onunla zıtlaşmaya adım attım.
"Ahmet Bey, benden sonraki en yetkili kişidir. O, size güzelce gezdirecektir eminim."
Adının Burak olduğunu öğrendiğim adam dosyasını kenara bıraktı. Cebinden çıkardığı telefonun ekranına bakarak ayaklandığında sessize aldığını anladım. Odadan çıkışının ardından ben, Alaz ve Ahmet kalmıştık.
Kahveden bir yudum aldım. Sadece ilaç aldığım mideme inen kahve içimde ufak bir isyan yarattı ama duruma alışık midem çabuk vazgeçti bundan. Günün her öğünü kahve içebilecek bağımlılıktaydım. Sabahtan başlamam çok normaldi.
Kapı çalındı ve Seher, benden izin isteyek Ahmet'i çağırdı.
Bir problem olmadığını umdum.
"Halbuki kahvaltı hazırlamıştım sana."
Cümlesi ile başımı kaldırıp ona baktım.
Ne kahvaltısından bahsediyordu?
"Sabah sen mışıl mışıl uyurken sana hazırladığım kahvaltıdan bahsediyorum." diye devam etti. "İçtenlikle bir notta bırakmıştım."
Haberim bile yoktu.
Sabahları kahvaltı yapma alışkanlığım yoktu. Evin mutfağını neredeyse hiç kullanmazdım bile. Çalışanlarımın yılmadan aldığı tüm malzemeler, yapılan tüm yemekler eğer misafirim yoksa yenilmezdi. Kendileri pişirir kendileri yerlerdi neredeyse. Bu yüzden bu sabahta kalkar kalkmaz duş almış, hazırlanıp çıkmıştım evden. Mutfak rotamda olmamıştı.
"Kahvaltı mı hatırladın? Ne ara?"
"Demek mutfağa bile girmedin." dedi sakince.
Bu durumun hoşuma gitmesi normal değildi.
"Aceleyle çıktım evden. Su bile içmemiştim."
Başını salladı. Bana kahvaltı hazırlama fikri hoşuna gitmişti ve şimdi mutfağa girmediğim için hafif bir pişmanlık yaşıyordum. Yine de bozuntuya vermedim. Benim aksime O ise mutsuzdu.
"Boşa gittiğine üzüldüm." dedi.
Kahveme yönelip bir yudum aldığım sırada şok olacağım başka bir cümle kurdu.
"Bir dahaki sefere..."
Boğazımda kalan kahve ile güçlü bir şekilde öldürdüm. Elimdeki bardak düşmek üzereyken son anda masaya bırakmayı akıl edebildim. Gözlerim hafifçe yaşardı birkaç saniyede. Utanç o an bedenime gecikmeli bir şekilde yüklenmişti.
"Bir dahaki sefere derken?"
Bana döndü. "Oradan bakınca playboya mı benziyorum?"
Alan memnun veren memnun değil miydi?
"Farklı düşünmediğimizi sanmıştım." dedim. "Tek gecelik bir şeydi."
Cıkladı. "O senin fikrin. Ben öyle bir izlenim verdiğimi hatırlamıyorum."
"Tek seferlikti. Bir daha olmayacak Alaz!" dedim sertçe. Hayatımda bir ilişki istemiyordum. Hele de gece kulübünde tanışıp gecelediğim bir adamı hiç istemiyordum. Bu nasıl bir özgüvendi.
Özgüven ona yakışıyor olabilirdi ama bu mesele inatlaşılacak bir mesele değildi. Olmayacaktı da.
Bir hata olarak görmüyordum. Hiçbir ilişkimi hata olarak görmemiştim, görmezdim. Çünkü birinin hatası olmanın nasıl berbat bir his olduğunu biliyordum. Bilirken bir başkasına bunu dillendiremezdim. Erkeklerde bu incelik yoktu elbette ama ben yapamazdım.
İçmekten komalık olduğum o gün yattığım adam bile hata değildi. Biraz pişmandım evet, ama bunun sebebi yatmam değil hatırlamayacak kadar sarhoş olmamdı.
"Beni kullandın mı?"
Ona bakakaldım.
"Kullanmak demek istiyorsan, evet, kullandım." dedim. "Onurunu mu incittim? Ne kadar ücret ödemem gerekiyor?"
Kaşları havalandı. "Para karşılığı çalışmıyorum."
Hiçbir saldırımda yıkılmayacak gibiydi. Adamın gururuna oynamıştım ki bu, genelde her erkeğin zayıf noktasıydı. Gururlarının kırılmasını kaldıramıyorlardı.
"Ne istiyorsun o halde?"
"Sevgilim olmanı."
Daha önce çıkma teklifi almıştım. Üniversitede biraz fazla olmak üzere hep çıkma teklifi alırdım ama bu adı üzerinde; teklif olurdu. Karşımda bir soru olurdu cevap vermem gereken! Ama bu adam karşıma geçmiş bana sevgili olalım derken soru sormuyordu.
Sevgilisi olmamı istiyordu.
"Ne saçmalıyorsun?"
Oturduğu yerden kalktı. Bana üstten bakarak boyunu kullanacağını, baskı kuracağını hissedebiliyordum. Ayağa kalkmanın doğru anını beklemeye karar verdim.
Hep stratejik düşünmezdim ama onunla savaşmam gerektiğini hissediyordum.
Koltuğun etrafında dolanarak bana doğru yaklaştı. Masamın sol tarafından bana doğru yaklaştığında onu bekledim. Ne yapacağını merak ederek sadece izledim.
Sandalyemin kollarını tutarak ona dönmemi sağladı.
Üzerime doğru eğildi.
Hızlanan kalp atışlarım, dün geceden gözümün önüne gelen kesik görüntüler nabzımı hızlandırıyordu ve istemesem de gözlerim dudaklarına kaymıştı.
Tek sefer olduğunu ona değil kendine hatırlatmam daha iyi olacak gibiydi.
"İndir o savaş baltalarını." derken sesi fısıltıdan farksızdı. "Seninle savaşmak istemiyorum. Sevişmek istiyorum."
Bu biraz... Artık kaslarımın hastalığımdan mı yoksa ondan mı ağrıyordu emin değildim.
"Ben istemiyorum!" dedim belli etmeden. En azından belli etmediğimi umuyordum.
"Savaşmayı mı?"
Kaşlarım havalandı. "Hayır. Sevişmeyi!" dedim. "Savaşmayı severim."
Gülümsedi. Üzerime biraz daha eğildiğinde gerildim. Başını boynuma doğru eğdi. Verdiği soluk tüm tüylerimi diken diken etti.
"Bedenin öyle demiyor ama."
Kasıldım. Sırf ten uyumu oldukça iyi diye bir insanla sevgili olacak değildim. Bu biraz... Yatak arkadaşlığına dönüşen bir ilişkiden ibaret oluyordu. Dün akşam onunla kafamı dağıtmıştım, güzel vakit geçirmiştim. Bu kadardı ama! Daha fazlası yoktu! Olmamalıydı!
Bir ilişki böyle başlamamalıydı.
Belki de her şeye rağmen hala romantik düşünüyordum.
Belki de her şeye rağmen Boran'a açık bir kapı bırakmak istiyordum.
"Beni fazla hafife aldığını söylemeliyim..." diye mırıldandım ve uzanıp kıravatını elime sardım. "Sana, hiç beklemediğin şeyler yapabilirim."
"Mesela?"
"En can alıcı noktası fazla göz önünde olan bir tür olarak iddialı davranıyorsun."
Bacağımı hareketlendirdiğim an bacaklarımı sıkıştırdı.
Gülümsedi. "Bence asıl sen beni hafife alıyorsun."
Bacaklarımı kıpırdattığımda serbest bıraktı ve üstümden doğruldu. Sandalyemi ondan geriye iterek ayaklandım.
Sinirleniyordum.
"Yüzünü dağıtmadan uzaklaş benden."
Gülümsemesi büyüdü.
"Savaşalım o halde." dedi benden birkaç adım uzaklaşarak. "Gün sonunda bana esir düşeceksin..."
Kendinden emin oluşundan huzursuzdum. Bir kez aşık olmuş, o aşkı her gün içimde öldürüp acı çekmiş bir kadındım. Yeniden bir sayfa açmak zordu, en azından hazır hissetmiyordum ve zaman istiyordum. Boran'dan doğru düzgün vazgeçip geçmediğimi bile bilmiyordum daha!
"Her anlamda." dedi son olarak. "Hem de her anlamda..."
Yutkundum.
Her anlamda...
Kapı aralandı. Tam zamanında içeri giren Ahmet ve adını yeniden unuttuğum Alaz'ın asistanı ile toparlandım ve sandalyemi düzelttim. Kimse bir şey anlamadı. İçerideki havanın boğuculuğunu belki de bir tek ben hissettim.
"Size salonu gezdireyim. Galeri çok katlı ama biz bir katı kullanacağız."
Alaz yeniden bana döndü ve elini uzattı. "Tanıştığımıza çok memnun oldum Ece Hanım."
İstemesem de elimi uzattım ve tokalaştım ama kısa tuttum. Olabildiğince kısa... İzin verdiğince kısa...
Bana son imalı bakışını da atıp odadan çıktığında ellerimi masaya yasladım. Derin bir nefes aldım ama aldığım nefes beni boğdu sanki. Adımlarım pencereye yöneldi. Camı açarak buz gibi olduğu halde derin bir nefes aldım. Aldığım nefes ciğerlerimi buza çevirdi ve soluğum buhar oldu ama aldırmadım.
Bu sıcaklık fazlaydı.
Bu adam çok fazlaydı.