"..harp gibi çok tehlikeli şeylerde iyi niyetlilikten doğan yanılgılar, yanılgının en kötüsüdür."
Carl Von Clausewitz
II
Pars Tolun...
Askerlik; ileri derecede disiplini, rutinden şaşmamayı, soğukkanlılığı, bağlılığı ve adanmışlığı gerektiren zor bir meslektir. Bu sebeple günümüzde ordular; ülkelerini savunacak yeterli sayıda askeri idame edemeklerinden; paralı askerlik kavramını literatüre sokmuşlardır. Ama kati suretle günümüzde ve dahi ümit ederim ki gelecekte; vatanını belli bir maddi karşılık uğruna savunmayı düşünecek tek bir fert yetiştirmeyecektir bu kadim topraklar.
Anne baba öğretmen bir ailenin, biri şehit üç çocuğundan biriyim. Bir abim vardı, ruhu şad olsun. Dört sene oldu al bayrağın rengine renk katalı. Annem ve babam haklı gururunu yaşar şehit ailesi olmanın. Bir kız kardeşim kabullenememiştir yokluğunu. Bu sebeple benim de asker oluşum onun en büyük endişesidir. Ha o da vatanı için gerekirse canını verir bilirim. Yufka yüreklidir Gökçen'im. Çektiği her şey, o yufka yüreğinin yüzündendir. Görev zamanları annem ve babamla helalleşir, onunla sadece sıradan abi kardeş muhabbeti yaparım. Çoğu zaman bilmez göreve çıktığımı. Bilmesin de zaten, kurban olurum onun korkudan kuş gibi titreyen yüreğine.
Abimin şehadet haberini bu görevlerden birinde aldım mesela. Görevin sonlanmasına sadece iki gün kalmış, hedefe neredeyse varmışız, telsizden bir anons duyuldu. "Şehit Yüzbaşı Alparslan Tolun, Vatan sağolsun asker." Öyle bir an ki hedefle aramdaki mesafe, atış açısı, hava şartları her şey uygun. Tek bir nefes alıp onu tutmam ve tetiğe basmam yetecek. Telsizde bütün sesler susmuş, namludan çıkıp havayı yaracak tiz kurşun sesini duymayı beklemekte ama ben; kendime siper aldığım kayadan daha katı ve daha cansızım. Bir şey oldu sonra. Bu zamana kadar kimseye anlatmadım. Sanki anlatırsam bir daha yanımda olmaz sandım, ne bileyim. Birisi omzuma dokundu ve "Hadi kardeşim" dedi. "Hadi". Kimseler inanmaz ama o his hala omzumda. Ben hissediyorum, birileri bilmese de olur.
Barkın Timinin abisiyim şimdilerde. Her biri birbirinden dürüst, her biri birbirinden vatansever. Sırtımı onlara dayadım mı giremeyeceğim in, tırmanamayacağım dağ, atlayamayacağım yükseklik kalmaz. Bilirim ki inde ışığım, dağda desteğim, yüksekte kanadım olurlar. Zaten bir komutanın timi ne kadar iyise vatan için de o kadar çok yapacağı şey vardır.
Disiplin şart demiştim ya. İşte bugün aldığım emirle bütün disiplinim sarsılmış gibi hissediyorum şimdi? Kimdi bu üsteğmen? Ne önemi vardı da haftalardır hazırlığını yaptığım operasyona damdan düşer gibi dahil oluyordu? İtaat konusunda sıkıntısı olduğu belliydi. İpin ucunu biraz gevşetsen kendi borusunu öttürecek havalar vardı üstünde. Hiçbir şey yapmasa bile bir bakışı ya da bir ifadesi sinirimi bozmaya yetiyordu. Yaşamadan bilemeyecektik belli. Yaşayıp görelim bakalım. Sanki bu alemde görmediğimiz şey kalmış da, onu da görelim.
Timin toplandığı çardağa doğru giderken; malzeme deposunun arkasından gelen kısık bir ağlayış ve buna eşlik eden birkaç gülüş duyduk. Üsteğmen adımlarını durdurduğu gibi hadsiz bir temasla beni de durdurdu.
- Bekle, burada bir şeyler oluyor.
- Ben senin koğuş arkadaşın değilim asker. Kelimelerini düzgün seç.
- Her neyse komutanım. Ceza borcun olsun. Ama içimde hiç iyi bir his yok. Deponun arkasında pis bir şeyler dönüyor.
- Ne olabilir ki? Askerler serbest zamanda konuşup gülüyorlar işte. Burası esir kampı değil ki.
- Şşşşşş susar mısın biraz, anlayamıyorum.
- Yapacak daha önemli işlerimiz var asker. Zamanımız daralıyor hatırlatırım.
- Benim önceliğim değişti yüzbaşı. İster benimle gel ister gelme. Ben ne olduğunu öğreneceğim. Birisi ağlarken, başkaları gülüyorsa orada her zaman bir sorun vardır.
- Yürü başımın belası yürü.
- Aşkolsun yüzbaşı. Ne fenalığımı gördünüz?
Sesin geldiği yere yaklaştıkça benim de kaşlarım çatılmaya başladı. Ağlayan bir kızdı ve onunla bel altı sözlerle uğraşan erler vardı. Köşeyi döndüğümde beynimden vurulmuşa döndüm. Köşeye sıkıştırdıkları çaylağın üzerinde sadece bedeninin yarısını kapatan bir havlu vardı ve kamuflajları erlerin birinin elinde duruyordu. Diğer şeref yoksunları da kızın bu haliyle hadsizce eğleniyordu. Kızın bakışları bizi bulunca utanarak gözlerini kaçırdı.
- Ne oluyor burada asker?
- Komutanım şey...
- Burada ne oluyor dedim? Derhal bir açıklama bekliyorum.
Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken; üsteğmen çoktan kızın kamuflajlarını almış ve depo girişinin yanından soyunma odalarına götürmüştü onu. Kimseden çıt çıkmıyordu ama köpek gibi korktukları her hallerinden belliydi. Bu haysiyetsizleri de kışlada asker diye besliyorduk işte.
- Biriniz ne olduğunu açıklayacak mı yoksa dördünüzün birden askerliğini yakayım mı?
- Ben anlatayım yüzbaşı. Bu dört tane döl israfı, kızı soyunma odasında sıkıştırıp taciz etmişler. Sesini çıkarmaya çalışınca da kamuflajlarını alıp onu bu halde dışarı çıkmak için zorlamışlar.
- Doğru mu duyduklarım?
- Komutanım sadece şakalaşıyorduk.
Tam ağzımı açacaktım ki üsteğmenden gür bir ses duyuldu.
- Senin şakanı sikerim şerefsiz? Yakandaki bayraktan da mı utanmıyorsun lan piç kurusu? Anan, bacın, hani olmaz ya kıymet verdiğin ,sevdiğin hiç mi kadın yok senin? Sen misin lan mazlum coğrafyalarda beklenen Türk askeri? Anası babası esir kampında gözlerinin önünde katledirken, bir teröristin yamuk sikine eğlence olmaktan son anda kurtulan kız çocuğunun, beklediği Türk askeri sen misin şimdi? Senin bu mübarek kışlada ne işin var lan? Sen o boktan kursağından bu vatanın ekmeğini mi geçiriyorsun şimdi?
Sesi duyan olduğumuz yere toplanmaya başladı. İçlerinde bizim çocuklar, hatta Binbaşı bile vardı. Üsteğmenin gözü o dört askerden başkasını görmüyor, bıraksam her birini elleriyle parçalayacak kadar bileniyordu. Sonra bana döndü ve; "müsaade var mı komutanım?" diye sordu. Sadece bir baş işareti ile onay verdim ve ne yapacağını merakla beklemeye başladım.
- Soyunun!
- Ama...
- Soyunun lan ibneler. Sizi sadece disiplin cezası ile ordudan uzaklaşma verdirerek bırakacağımı mı sandınız? Parkurun etrafında bin tur atacaksınız. Üzerinizde sadece belinize sarılı bir havlu olacak. Yalınayak, durup soluklanmadan, bir damla su içmeden, gerekirse o boktan kalbiniz durana kadar koşacaksınız. Sonra da bu kışladan siktirolup gideceksiniz. Tek birinizden bir şikayet, bir feryat duyarsam eğer göğüs kafesinizde kalbinizi patlatır, eğitim zaiyatı derim. Zaten ziyansınız, kimse yadırgamaz. Buraya bakın hepiniz. Eğer bu kışlada bir daha böyle bir olay yaşanırsa, hele ki bu geceden sonra herhangi bir hanım kardeşinizi taciz eder, ona iffetsiz bir şekilde yaklaşırsanız en acı verecek noktalardan neşterle yarar, içine tuz ektikten sonra bakır telle dikerim. Duydunuz mu beni?
Duydunuz mu dedim?
O an oraya toplanan kalabalıktan, keza buna binbaşı ve diğer rütbeliler de dahil herkesten aynı nida yükseldi. "Emredersiniz komutanım!"
Askerler dediğini yapıp -2 derecede yalınayak koşmaya başladılar. Hepsinin gözünden pişmanlık okunuyordu ama her şey için artık çok geçti. Orada bulunan hiçbir rütbeli, cezayı fazla bulmadı. Hatta Binbaşı koşan alçakların başına bir teğmen dikip kayda almasını bile tembihledi. Fakat üsteğmenin içi henüz soğumamış gibiydi. Bana dönüp; "hislerim tahmin ettiğimden daha da kuvvetlidir yüzbaşım. Bir dahaki sefere bunu dikkate alırsanız sevinirim." dedi ve hangara doğru yürümeye başladı. Bu kez onu takip eden bendim. Onda sır gibi saklanan bir geçmişin yaraları vardı, eminim. Ne dosyasını okumaya fırsatım olmuştu ne de onu tanıyanlardan kim olduğunu öğrenmeye. Ama bu gece o erlere yaptığı konuşmada geçmişin ip uçları olduğunu biliyordum...