Okuldan ayrıldığında aklında tek bir şey vardı. O da daha fazla bu işkenceye tahammül etmeyeceğiydi. Annesinin son sözlerini, babasının hırsına tercih edecek bu işkenceye son verecekti. Kızlardan aldığı broşür yan taraftaki koltuğunun üzerinde duruyordu. Son bahar yapraklarıyla sarılı kamp alanını gösteren, gençlerin kamp ateşinin çevresinde oturmuş eğlenen halinin resmedildiği, birçok aktivitenin yer aldığı kâğıt parçası, içinde uzun zamandır zincirlenmiş halde bekleyen duygularını gün yüzüne çıkarmıştı.
Artık bir şeylerin değişme vakti gelmişti.
Yalının bahçesine girip aracından çıktığında, çantasını ve broşürü tek elle kavrayıp aracını kilitleme gereği görmeden eve girmişti. Şirkete gitmediği için babası oldukça sinirli olmalıydı. Onun isteği de buydu zaten. Kızgın olduğunda kendisi de istediği gibi isyan edebilecekti ona. Aynen şu an yapacağı gibi.
Kendisine açılan kapıdan içeriye girdiğinde, iki kızın yerdeki porselen parçalarıyla uğraştığını gördüğünde babasının buralardan geçtiğini anladı. Kendisine yönelen çekingen bakışlarda bu düşüncesini doğruluyordu.
“ Babam nerede?” diye sordu arkasında bekleyen kıza bakmadan.
“ Yukarıda efendim ama çok…” devamını dinlemedi. Hızla merdivenlerden çıkmaya başlayıp çalışma odasında olduğunu düşündüğü babasının yanına doğru yürümeye başladı. Her daim kapalı olan çalışma odasının kapısını vardığında durup derin bir nefes aldı. Hayır, korkmuyordu. Hiçbir zamanda babasından korkmamıştı. Ona boyun bükmesinin nedeni sadece kardeşiydi. Emre’yi de kendisi gibi bir robota dönüştürmesin diye kabullenmişti her şeyi. Ne söylediyse ikiletmeden yapmıştı.
Ama bunca zaman sonra bile babası bir kez olsun memnun olmamıştı kendisinden. Her şeyden vazgeçmişti o istediği için ama bir kez olsun tüm bunlar için hiç takdir edilmemişti. Artık buna daha fazla katlanamıyordu. Kapıyı açmak için hamle yaptığı sırada yan taraftaki odanın kapısı açıldı. Emre koşturarak kendisine sarıldığında, bakıcısı onu almak ve odasına geri götürmek için çoktan ortaya çıkmıştı bile. Elini kaldırıp durdurdu onu. Sonra da kardeşinin önünde eğilip iki kolundan tutarak gözlerinin içine baktı.
Kendisine benzeyen mavi gözle, sarı saçlar… Emre olmasaydı çok öncelerden terk ederdi bu evi. Ama onu bırakamazdı geride. Onu babasının acımasız dünyasında savunmasız bırakamazdı.
“ Gitme oraya abla. Babam çok kızgın” dedi korku dolu bir sesle. Güneş, kardeşinin yüzüne dikkatle baktığında ağladığını fark etmişti. Büyük olasılıkla babasının öfke nöbetinden korkmuş ve bu hale gelmişti.
Onu kendisine çekip sıkıca sarıldı. Annesinden ona miras kalan o çok sevdiği lavanta kokusunu içine çekerek boynuna ve omzuna öpücükler bıraktı. “ Korkma ablacığım. Bana bir şey olmaz” dedi güven vermek için. Sonra da geri çekilmeye çalıştı ama minik eller kendisini bırakmak istememişti.
“ Hayır abla. Sana da kızacak. Gitme oraya. Ben korkuyorum.”
Yeniden geri çekilmeye çalıştı bu kez küçük adam ona izin vermişti. Dolu dolu olan mavi gözlerine baktı. Bir elini kaldırıp gözünün üzerine dökülen saçlarını geriye doğru itip gülümsedi. “ Ben buradayım bir tanem. Sen sakın korkma. Sana kimsenin zarar vermesine izin vermeyeceğim. Söz veriyorum senin normal bir çocukluk geçirmen için her şeyi yapacağım. Tamam mı? Ablana güven” dedi ve ayağa kalktı.
Onun böyle bir ortamda büyümesini istemiyordu. Çok kez düşünmüştü kardeşini alıp evi terk etmeyi. Ama babası varken onu götürme olasılığı yoktu. Üstelik babasının böyle büyük imkânları ona sunması da kendisi için dezavantaj oluşturuyordu. Kimse aslında nasıl bir babaları olduğunu bilmiyordu. Herkesin gördüğü zengin bir aileydi. Zengin demek mutluluk demekle eşdeğer görülüyordu.
Başıyla bakıcıya kardeşini götürmesini işaret ettiğinde, kadın hemen öne atılmış ve küçük çocuğu odasına doğru yönlendirmeye başlamıştı. Sürekli geriye dönüp ablasına bakan çocuk odasına girene kadar beklemişti Güneş. Olası tartışma ortamına yeniden şahit olmasını istemiyordu. Onun dünyasını böyle olaylarla kirletmek istemiyordu. Kardeşinin kapısı kapandığında asıl yüzleşmesi gereken kişiyle görüşmek için arkasını döndü ve kapıyı çalarak içeriye girdi.
Masanın başında önüne yığılı dosyalarla ilgileniyordu babası. Kendisinin geldiğini fark ettiğinde geri yaslanıp kendisini süzmeye başladı. Kırlaşmış saçları olmasa elli yaşını geçtiğine kimse inanmazdı hala dinç ve atik görünüyordu. Ve biraz da merhametsiz. Taktığı gözlüğünü çıkarıp masanın üzerine bırakıp tek elle göz çukurlarını ovuşturmaya başladı. Güneş onun uzun zamandır bu pozisyonda olduğunu bu sayede anlamıştı. Babası sadece çalıştığı zamanlar gözlük kullanırdı.
“ Bu gün anlaşmayı gerçekleştirmişsin” dedi her zamanki gibi öncelik işe vererek.
Ellerini sırtında birleştirip bir asker gibi ona bakmaya devam etti. “ Evet, anlaşma sağlandı” diye onayladı onu. Babasıyla değil de patronuyla konuşuyordu şu an. Aslında babasıyla konuşmuş muydu hiç onu bile bilmiyordu.
Masanın üzerindeki bir dosyayı kaldırıp “ Burada %55 hisseyle anlaşma gerçekleştiği görünüyor. Bunu bana açıklaya”
“ Onları bu orana zorlukla ikna ettik. Büyük ortak olmamızı istemiyorlardı. Onlar yarı yarıya hisse planlayarak gelmişlerdi. Bizim başta belirlediğimiz yüzdeliği duyduklarında doğrudan vazgeçmişlerdi…”
“ Bunun bir oyun olduğunu anlamadığını mı söylüyorsun bana?” diye bağırdığında, hiç kıpırdamadan olduğu yerde beklemeye devam etti Güneş. Ancak elinde tuttuğu broşürün ne halde olduğu konusunda diyecek bir şey yoktu.
“ Ben elimden geleni…”
Bir anda yüzüne çarpan dosyanın köşesi dudağına çarptığında, acıyla başını yana çevirmişti ama diline değen tuzlu tat yaralanmış olduğunu açıkça gösteriyordu. “ Bana beceriksizliğinden bahsetme sakın. Olmayacak bir şeyi yapmanı istemedim senden.”
Cevap vermeden önce diline değen kanı silmek için dudağını dişlerinin arasına aldı. Gözlerini babasının yüzünden ayırmıyordu.“ elimden geleni yaptım” dedi düz bir sesle.
Öfkeyle masanın üzerine inen yumruktan da etkilenmemişti. “ Senin beceriksizliklerini mi dinlememi istiyorsun yani? Bu işi doğru yapman konusunda sözlerimi hiç dinlemedin mi? Böylesine kolay bir anlaşmayı bile halledemiyor musun yani? Bu kadar aptal mısın? Seni ne güne şirketin genel müdürü yaptım ben?” diye bağırmasını sürdürürken elinde tuttuğu broşürü biraz daha sıktı.
“ O zaman sen yapsaydın” dedi büyük bir cesaretle. Daha fazla buna dayanamayacaktı. Bu fazlaydı.
“ Ne dedin sen?”diye bağıran babasından zerre korkmamıştı. Söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Artık geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. Her zaman diğerlerinden çok çalışmış, didinmiş ve paralamıştı kendisini. Ama hiçbir zaman memnun edememişti babasını.
“ Ne söylediğimi duydun. Eğer yaptıklarımdan memnun değilsen sen geç şirketinin başına. Meraklısı olmadığımı iyi biliyorsun.”
Bir anda ayağa kalkan babası, masanın etrafından dolanıp önüne geçti. “ Nankörlük ediyorsun şu an. Senin olduğu yerde olmak için insanlar ömür boyu çalışması gerekiyor. Sen bu yaşta koskoca bir şirketi yönetiyorsun.”
“ Bunu ben istemedim. Ben diğerlerinden farklı bir hayat istemedim. Senden böyle bir talebim olmadı. Sen bana verdin bu konumu. Hayatıma karşılık zirveyi verdin bana. Herkesten ayrı tuttun beni. Yirmi üç yaşındayım ben. Ancak bir kez genç kızlar gibi istediğimi yapamadım. Ne yiyeceğimden tut ne giyeceğim, nerelere gideceğime kadar sen karar verdin hep. İstemediğim halde özel derslere boğdun beni. Yıllarca dört duvar arasına hapsettin. Hep istediğin gibi bir kız olayım diye uğraştın.”
”Kötü mü bu yaptığım? Hangi yaşıtın kızın senin gibi yetenekleri var? Benim sayemde bu denli donanımlısın. Senin yaşıtlarının sahip olamayacağı kadar paraya sahipsin. Tüm gözlerin üzerinde olduğu iş kadınısın. Bozdağ tekstilin genel müdürü ve benim veliahdımsın. Ne istiyorsun daha?”
“ Huzur istiyorum. Bana verebilecek misin? Özgürlük istiyorum. Kendi hayatımı idame ettirmek istiyorum. Nefes almak istiyorum. Bana verecek misin bunları da” artık oda bağırıyordu. Yıllardır biriktiği tüm öfkeyi kusmak rahatlatıyordu içini. Daha önce yapmadığı için pişmanlık duymuyor da değildi.
“ Özgürsün zaten. Seni ne zaman kısıtladım?”
“ Özgür müyüm? O zaman arkadaşlarımla gece dışarılara çıkmak sorun olmaz. Ya da birileriyle bir şeyler yapmak da sorun değildir. Zorla gittiğim davetlere gitmemek de benim tercihim olacak o zaman. İstediğim zaman kendi tatilimi belirleyebileceğim…”
“ Sorun bunlar mı? “
“ Evet, sorun bunlar…”
“ İstediğin her şeyi yaparsan sıradan kızlardan ne farkın kalır o zaman? Benim sayemde bu konumdasın unutma. Herkes seni merak ediyor, saygı duyuyor ve peşinde koşuyorsa bu sana verdiğim talimatlara uyduğun için oluyor. Sen de diğer kızlar gibi istediğini yapıyor olsaydın…”
“ Genç bir kız gibi olacaktım değil mi? Hayatın ne olduğunu anlayan, yaşı gereği hatalar yapan bir kız. Annem gibi bir kız…”
Yüzüne yediği tokatla biraz sendelese de düşmeden ayakta kalmayı başarmıştı. Annesinin bahsi her açıldığında bu tarz tutumlar alışmıştı. Uzun zaman önce annesini bu evde anmaktan vazgeçmişti. Sırf babasının bu öfkesinden nasibini almamak adına.“ Ondan bahsetme diye kaç kere söyledim sana?” diye bağırdığında bile umursamadı Güneş. Bu gün içinde olan her şeyi söyleyecekti ona. Daha fazla kendisini içten içe tüketen bu acıya izin vermeyecekti. İçinde biriken tüm acıyla yüzleşip baş etmesi gereken kişi bu kez babasıydı.
Başını dikleştirip karşıya bakmaya başladı. Ona bakmak istemeyecek kadar kızgındı. “ Bundan sonra annemin istediği gibi yaşayacağım. Hatta bu günden başlayacağım. Artık senin emrinle hareket eden kız olmak istemiyorum. Bundan sonra kendime zaman tanıyacağım. Gençliğimi yaşayacağım.”
“ Yarın Paris’e gidiyorsun” dedi dişlerinin arasından.
“ Gitmeyeceğim. Bu gün arkadaşlarıma gideceğim. Pazartesine kadar da dönmeyeceğim. Eğer bana engel olmaya kalkarsan inan bana o çok önem verdiğin soyadına neler yapabileceğimi görürüsün. Daha fazla bu şekilde kuklan olmayacağım. İşlerin çok önemliyse sen git oraya. Ben burada kalacağım.”
Yeniden elini kaldırıp kızına vurmak için hazırladığında, meydan okuyan mavi gözler kendisine çevrilmişti. Karısına ne çok benziyordu bu kız. Sadece fiziksel olarak değil, karakter olarak da benziyordu. Ne zaman istemediği bir şeyi yaptırmaya kalksa aynen bu şekilde mavi gözlerini dikerdi yüzüne. Korkusuzca meydan okurdu. Şimdi aynı şeyi kızı yapıyordu. Dokuz yıldır onu ehlileştirdiğini düşündüğü kızı.
“ Odana hemen. Seni görmek istemiyorum” diye buyurdu elini indirirken. “ Daha sonra bu konuşmaya devam edeceğiz. Bu gece gözüme görünme.”
Alayla gülümseyen kız babasına doğru döndü. “ Bu gece evden gideceğimi söyledim. Beni durdurmaya kalkma çünkü durmayacağım. Artık daha fazla bu hayata katlanamıyorum. Dayanamıyorum… Biraz nefes almak istiyorum. O yüzden beni özgür bırak. Hayatıma el atmaktan vazgeç. Dokuz yıldır sana yaranamamış bu kızı azat et. Böylece ikimiz de huzura erelim” dedi ve babasına cevap hakkı tanımadan kapıya doğru yürümeye başladı.
Gökhan Bey kızının bu ani değişimine oldukça şaşırmıştı. Dokuz yıldır bir dediğini ikiletmeyen kız bir anda isyankâr bir ergen gibi davranmaya başlamıştı. Buna izin veremezdi. Yıllardır bir bir inşa ettiği kızının, bu şekilde yıkılışını izlemeyecekti. Onun için planladığı şeyler henüz bitmemişti. “ Güneş, hiçbir yere gitmeyeceksin” diye bağırdı arkasından. Kapı kolunu tutup açan kız çıkmadan önce babasına döndü kazanmıştı. İsyan edişi işe yaramıştı. Artık yıllardır boynuna dolanmış zincirleri kırma zamanı gelmişti.
Açtığı kapıdan çıkmadan önce “ Pazartesi görüşürüz” dedikten sonra kendisini koridora attı ve kapıyı arkasından kapattı. Babasının arkasından bağırışlarını duymazdan gelerek üçüncü kata kendisi odasına çıkmaya başlamıştı. İçinde bir yerlerde daha önce hissedemediği bir mutluluk vardı. Sanki bu anı bekliyormuş gibi heyecanlıydı kalbi. İlk defa kendi kararını vermişti. Dokuz yıl sonra kendisi için bir şeyler yapacaktı.
Dolaptan çıkardığı küçük bir çantaya birkaç parça eşyasını yerleştirdi. Kampta neye ihtiyacı olacaktı bilmiyordu ama yinede tahminen bir şeyler koymuştu. Kızlarla gitmeden önce buluşup geri kalan şeyleri alabilirdi. Öncelikle bu evden çıkması gerekiyordu. Babasının onu durdurmak için bir şeyler yapmadan gitmek en akıllıca yöntem olarak gözüküyordu gözüne.
Üzerini değiştirip Jean pantolon ve beyaz gömlek giyindi. Sonra da krem bir trençkot çıkarıp üzerine geçirdi. El çantasını değiştirmedi. Valizini eline alarak merdivenlerden hızla inmeye başladığında, her an babası ortaya çıkıp yeniden engellemeye çalışır gibi düşünmüştü ama beklediği olmadı. Bahçeye çıkıp aracına binene kadar tetikte beklese de sorunsuz bir şekilde evden ayrılmıştı.
Aracın paneline tıklayarak Lale’yi araması için komut verdi. Çalan telefonun sesi aracın içinde yankılanırken o tanıdık neşeli sesi içeriye doldu. “ Güneş” İstemsiz gülerken buldu kendisini. Delirmiş olmalıydı. Evden kaçmıştı. Kız arkadaşında kalacaktı. Neden hiç pişmanlık hissetmediğini bilmiyordu ama bu yaptığı için mutluydu.
“ Bu akşam misafir kabul eder misin?” diye sordu gülerek.
Lale inanamamış gibi aniden gülmeyi kesti. “ Şaka yapıyorsun değil mi? Güneş, seni üç yıldır tanıyorum. Daha önce hiç bende kalmak istemedin. Bu şakaysa…”
“ Hayır değil. Şu an arabadayım. Bir de beni kabul ediyorsan konum atarsan çok mutlu olurum. Daha önce gelmediğimden evini bilmiyorum da” cümlesini bitirir bitirmez hattın diğer tarafından çığlıklar yükseldi. Güneş, onu gülerek dinliyordu. Delirmiş gibiydi arkadaşı. En azından kendisini eve alacağı için mutluydu. Onlarla olan arkadaşlığı okulla sınırlı olduğundan bunu çekinerek söylemişti ama Lale’nin tepkisini görünce rahatlamıştı.
“ Hemen konum atıyorum sana. Sonra da Duygu’yu arayacağım. Bu gece birlikte kalır yarın birlikte festivale gideriz.”
Onun neşesi kendisine de yansımıştı. “ Tamam, bekliyorum” dedi ve telefonu kapattı. Kısa süre sonra telefonuna gelen konumu inceledi. Bebek’e gitmesi gerekecekti. Kendisi Kuruçeşme’de oturduğundan mesafe azdı. Yarım saatlik yolu vardı ama trafik yoğun olursa daha da fazla olabilirdi. Şansına beklenmedik bir trafik önüne çıkıp onu engellemeden Bebek’e varmıştı.
Güneş yavaş yavaş gökyüzünü terk ederken, oldukça hoş bir alacakaranlık bırakmıştı geride. Işıltılı şehir hayatı kendini göstermeye başlarken arabasını sağa kırıp denize doğru sürmeye başladı. Bu gün özgürlüğünü kutlayacaktı bunu da temiz deniz havasını içine çekerek yapacaktı. Aracını kenara çekip dışarıya çıktığında, esen rüzgâr nedeniyle biraz üşümüştü ama pes etmemişti bunun yerine trençkotuna sarılarak saçlarına savuran rüzgâra babasına yaptığı gibi direnerek boğaza yaklaşmaya başlamıştı.
Burnuna dolan tuzlu suyun kokusu, olması gerekenin aksine iyi hissettirmişti. Soğuk olmasına rağmen orada durarak karşıya bakmaya başladı. Boğaziçi köprüsünü izliyordu. Yavaş yavaş kendini gösteren rengârenk ışıklarıyla ne kadar büyüleyici olduğuna tanıklık ediyordu. Doğduğundan beri bu şehirde yaşıyordu. Adımını atmadığı yeri kalmamıştı bu şehrin. Ama hep bir şeylerin eksik olduğunu hissetmişti. Annesinden sonra hiçbir şey eskisi gibi ona huzur verici hissettirmemişti.
Öğretmeni, arkadaşı, sırdaşı, özel doktoru, aşçısı… Annesi ihtiyaç duyduğu her şeyin karşılığıydı onun için. Onu kaybettiğinde tamamen boşluğa düşmüştü o günden sonra sevgi ondan zorla söküp alınmıştı. Evde bir daha kime ona karşı şefkat bile beslememişti. O da tüm sevgisini kardeşine vermişti. Annelerinin yokluğunu hissetmesin diye bir anne olmuştu adeta ona.
Emre, onun gibi bir hayatın içine sürüklenmemişti. O istediği gibi yaşayabiliyor, bolca arkadaş edinebiliyordu. Ona sürekli arkadaşlığın ne kadar önemli olduğunu anlatıp duruyordu. Birilerini sevmenin, sevilmenin, yardımlaşmanın önemini dile getiriyordu. Kardeşinin tüm güzel duygulardan arınmış biri olmasından daima korkmuştu. Babasının amacı buydu. Ancak önünde bir dağ dibi durup kardeşini yaşlı aslanın pençesinden kurtarmıştı.
Uzun süre boğazı izleyip durdu. Üşüdükçe üzerindeki cekete biraz daha sarıldı ama bir yere kıpırdamadı. Sahile vuran dalga sesleri artarken kendisini bu huzurlu dünyadan soyutlamadı. Kendisi gibi birkaç deli soğuğa rağmen sahile gelmişti ancak onların Güneş’ten tek farkı yalnız olmamalarıydı. Isınmak için yanındaki kişiye sarılırken Güneş, ceketine sarılarak yalnızlığını görmezden geliyordu.
Yüzünü okşayan saçlarını tek elle geriye doğru itip gökyüzüne baktı. Uzun zamandır yıldızları görememişti. Kasım ayı yağışlı geçiyordu bu sene. Güneş ise yıldızları özlüyordu. Yıldızları seviyordu. Karanlığın içinde hayata tutunmaya çalışan o küçük ışıklarda kendisini buluyordu. Kendiside bunu yapıyordu uzun yıllardır. Babasının siyaha boyadığı hayatında, yıldızlar gibi hayatta kalmaya çalışıyordu. Zorlanıyordu ama ısrarla deniyordu. Kim bilir onu da uzaktan izleyen ve can çekişini seyreden bir güneş vardı. Ancak birbirlerine kavuşmaları imkânsız görünüyordu.
Güneş, yıldıza aşık olmuştu. Ancak yıldıza kavuşması imkânsızdı. Çünkü yıldız ayı seviyordu. Ona yaklaşmaya çalıştıkça yıldızı yok ettiğini fark eden güneş, aşkından vazgeçmek zorunda kalmıştı. Aşksızlığa yemin eden güneş, yalnızlığa mahkûm olmuştu.
“ Yıldızlarda kaybolmak istiyorum” diye mırıldandı rüzgâra doğru. Sanki dileğini duyduğunu belli eder gibi rüzgâr biraz daha set esmeye, dalgalar sahile biraz daha şiddetle çarpmaya başlamıştı. Soğuk tüm bedenini kuşattığında, daha fazla durmanın anlamsız olduğunu hissederek yeniden aracına doğru yürümeye başladı…